morseverr yazar profili

morseverr kapak fotoğrafı
morseverr profil fotoğrafı
rozet
kendisi dondurmuş
karma: 4537 tanım: 110 başlık: 18 takipçi: 117
hey there i am using whatsapp

son tanımları


tahammülünüzün kalmadığı şeyler

(bkz: kocam) gerçekten birini sırf sevdiğiniz için tahammül ediyor olmak bazen çok yorucu oluyor.
devamını gör...

gece gece gelen açlık perileri

benim kocama da pasta perisi geldi. napalım el mahkum kalkıp en sevdiğinden yaptık. neyse ki keki çabuk pişiyor kreması kolay. yarım satte istediğini hallettim.
devamını gör...

dünyanın en hızlı kaybolan şeyleri

tel toka. koca bir kutu vardır ama aradığında asla bulamazsın. nereye kaybolur asla da anlaşılmaz.
devamını gör...

gece buzdolabını açıp hiçbir şey almadan kapatmak

diyette olduğum için nefsim terbiye olsun diye yaptığımdır.
devamını gör...

teyzenin ölmesi

hayatımda büyük bir boşluk oluşturmuş, kapanmayan bir yara açmış, yüreğimi yakmış en kötüsü de özlemlere boğmuş olandır. benim için anne yarısı değil ikinci annemdi. sanırım hepimiz için öyleydi. hayatıma dokunmadığı an yok. annemin değil onu aradığım çok konu vardı. anneler gününde bazen anneme hediye almaz ona alırdım. kokusu başkaydı, konuşması başka. derdime dermandı kimseye anlatamadığım sırlara bekçi. her şeyimdi. sonra bir gece telefonum çaldı yoğun bakımda diye. o hastanede o yoğun bakım önünde gece gündüz bir hafta bekledik. sonra çıktı, iyiydi. gitmeyeceğim dedi. iki hafta sonra tekrardan o yoğun bakıma girdi. ve gece yine acı acı çalan bir telefon. ve bu kez gitmişti. anneme diyemedim içim kan ağlarken 3 saatlik o yolda annemi yine hastalandı diye ikna etmeye çalıştım babam bile için için ağladı. ama işte acı gerçek oradaydı. son kez o soğuk bedenine sarılıp öptüm sadece ve geriye de o kaldı. sıcacık ellerinin yerini alan soğuk teni. bir yıl oldu. ne zaman zorda darda hissetsem rüyama geliyor. sanki hissediyor gibi gelip bana yine annelik yapıyor. insan canını istese verebileceği birini kaybedince acısı zaman geçse de geçmiyor. onu hatırlatan her şey hala daha can yakıyor. düşününce , fotoğraflarını görünce hala gözlerim dolar. rabbim inşallah onu cennetiyle mükafatlandırmıştır. çünkü ona olan sevgim sonsuz ve kavuşana kadar özlemim asla dinmeyecek. nurlar içinde uyu nur yüzlüm.
devamını gör...

kitap kulübü hakkında her şey

bir senedir katılamadığım ama sonradan dahil olup yine de sımsıcak ortamda hiç yabancı hissetmediğim canım kulüp. bu sene yılbaşı değil de sevgililer günü çekilişi yaptık. ay bir de güzel oldu ki. bu vesileyle sevgili @düş ölüsü bana bu hediyeleri göndermiş. teşekkür ederim. bu sevgililer günü hediyelerim oldu sayesinde * *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

argylle

birkaç gün önce kapağında hanry cavill 'i * görünce hemen açtığım, çok güzel ve tatlı bir casusluk filmi . yönetmenliğini matthew vaughn yapmış. kadroda ise çok tanıdık isimler var. tabi ki hanry cavill, dua lipa* bryce dallas howard, sam rockwell, daniel singh , bryan cranston .

konuya gelecek olursak argylle isimli bir casusun ana karakter olduğu roman yazan elly yazdıklarının geçmişte olan veya gelecekte olabilecek bazı gizli olayları barındırması ile bir takım insanların dikkatini çeker. 4 seri kitap yazmıştır ve 5.yi yazmak için bir türlü ilham gelmemektedir. annesinin yazması için ısrarı üzerine bir tren yolculuğu yaparak aile evine gider. olaylar da burada başlar. kendisine saldırmak isteyen bir gruptan kendisini gerçek hayattaki bir casus kurtarır. hayallerindeki argylle ile karşılaştığını düşünen elly zamanla olayların farkına varır. aslında baş karakter argylle kendisidir. geçirdiği bir kaza sonucu hafızasını kaybetmiş ve bu süreçte ona bilinçaltı oyunları yaparak elly olduğuna inandıran ailesi (ki aslında gerçek ailesi degildir) yüzünden kitapları yazmıştır ve bu kitaplar kendi yaşadıklarıdır. olaylar sürükleyici ve aynı zamanda çok eğlenceli gerçekleşiyor. kendisini hatırlama süreci yaşananlar.. hep bir gülümseme ile izletti. tabii hayaller hayatlar da olmadı değil. bir hayali argylle a bak bir de gerçek. ama her şeye rağmen çok tatlı bir filmdi. vakit geçirmek için izlenir.
devamını gör...

artificial intelligence

üst edit: #3385373 nolu enty sonrası tarih yanlışlığını fark edip düzelttim.

esas adı artificial ıntelligence (a.ı.)  olan dilimize de yapay zeka olarak çevrilmiş 2021 yapımı bilim kurgu/ macera filmi. yönetmen steven spielberg. *. basrollerde haley joel osment, frances o'connor, jude law.

bir takım yapay zeka ile robot üretimi yapan bir şirket toplantılarında bir çocuk robot üretmek üzere konuşurlar. bu çocuk robot çocuğu olmayan aileler için tasarlanır. ama daha önce yaptıkları robotlardan tek farkı sevgiyi öğreniyor olmaları ve verildikleri ailelere sonsuz sevgi ile bağlanıyor olmaları. çocukları yıllardır komada olan bir aileye bu robot deneme ürünü olarak verilir. anne kabul etmese de bu gerçek çocuğa çok benzeyen robotu alır ve talimatları uygulayarak kendine bağlar. bu bağlanma her aileye özgü olduğu için ileride çocuğu vermek isterlerse şirket onları yok edecektir. bu robotu aldıklarından kısa bir süre sonra kendi evlatları komadan uyanır ve eve gelir. klasik çocuk kardeş kıskançlığı başlar. ve robotumuz (kevin) öyle sonsuz bir sevgi ile annesine bağlıdır ki kardesi ona ne yaparsa yapsın değişmez. artık istemeden kardeşine zarar verdiğinde annesi onu yok etmesinler diye bir ormana bırakır. robot çocuk annesini arar durur. o sırada robot karşıtı bir takım insanlar tarafından tutsak edilip eğlenceleri alet olacakken kendisi gibi robot olan sadece sevgili olma göreviyle üretilmiş bir robotla kaçmayı başarırlar. çocuğun tek isteği annesini bulmaktır . amacı aynı annesinin okuduğu pinokyo masasındaki gibi mavi periyi bulmaktır. çünkü o kevin'i insana çevirirse annesi de onu sevecektir.
bu konu etrafında şekillenen filmin sonunda gözyaşlarımı tutamadım. o kadar saf bir sevgi vardı ki bir çocuğun annesine olan muhtaçlığı ve sevgisi.. ve film 2001 yapımı olmasına rağmen kullanılan teknoloji şu anın ve sanırım bazı yakın geleceğin bile üzerindeydi. her detay çok güzel düşünülmüs ve film o yıllara göre çok güzel bir şekilde çekilmiş. hiçbir hata yoktu. ben bu kadar etkileyici ve güzel bir film izleyeceğimi düşünmemiştim. muhakkak şans verilmeli.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

here (film)

2024 yapımı olan yönetmen robert zemeckis ve basrollerde canım tom hanks'in olduğu çok ama çok güzel bir aile filmi.

film aslında 4-5 aile etrafında dönüyor. ve sürekli hepsini gösteriyor ama bunu çok güzel yapıyor. hep aynı yeri görüyoruz kameradan. kadrajımız hep aynı. ilk önce ilk insanlardan ilk zamanlardan başlıyor. yemyeşil bir yer. sonra zamanla insanlar oraya yerleşiyor, evler yapılıyor ve baktığımız yerde bir evin içindeyiz. esasen bu evin içinde yaşayan aileler konumuz. çok eski zamanlardan beri evin sahibi olmuş, evde yaşamış aileler. her birinin hayatına değiniyor. ama başrolümüzün ailesine ise daha çok. once asker bir baba ve eşini ve oğullarını görüyoruz. zaman geçiyor noel geliyor bir kızları daha olmuş oğlan büyümüş. zaman geçiyor bir oğulları daha olmuş. zaman geçiyor en büyük oğulları ((gbkz: tom hanks)) ergen ve bir kız arkadaşı var onu ailesi ile tanıştırıyor. sonra kiz hamile aileyle yaşıyor ve zaman böyle geçiyor. bir kalabalık aile ve bir ev görüyoruz. nasıl anne ve babalar çocukları için hayallerinden vazgeçiyor görüyoruz. nasıl birlikle yaşlanıyorlar, nasıl sevgileri hiç bitmiyor..
eşimle izlerken bizim de bir gün böyle yan yana yaşlanacak olmamızın güzelliğinden bahsedip durduk . o kadar sıcak ve güzel bir film ki. geçişler hiç yormuyor aksine filme çok özel bir yön katmış. kesinlikle izlenesi sımsıcak aile filmi .
devamını gör...

sabahtan akşama

2023 nobel edebiyat ödülünü kazanan sevgili yazar jon fosse. bu ödülü "söylenemeyenlere ses verdiği yenilikçi tiyatro oyunları ve metinleri " için almış. kitabı okuyunca bunu daha iyi anladım.

bir ömür ne kadar sürer? sabahtan akşama bir vakitte kaç ömür yaşanır? bir sabah doğup bir akşam ölür müyüz sahi?

ilk cocuklari magda'dan sonra uzun süre çocukları olmayan olei ve marta'nın şimdi bir çocukları daha olacaktır. dogum sancıları çeken marta hayata yeni birini getirmeye çalışırken olei ise sabırsızdır. bir oğlu olacaktır adı ise dedi gibi johannes olmalıdır. 'a' ve 'o' sesleri içinde johannesin doğumuna tanıklık ediyoruz. babası ve onun da babası gibi balıkçı olacaktır. sonra birden yaşlı johannes ile karşılaşıyoruz. 7 çocuğu olmuş karısı erna ile güzel bir hayat sürmüş ama sevdiği dostlarını ve karısını da kaybetmiş johannes. her sabah kahve ve sigara içen, sonrasında her sabah kusan johannes. bu sabah canı sigara istemiyor ve kusmadı da. tekneyle açılmak istiyor. daha önce ölmüş arkadasi peter ile karşılaşıyor. nasıl olabilir ki. ama yaşıyor sanki. bir tekne yolculuğuna çıkıyorlar. gençken söz vermişler hep birbirlerinin saçlarını uzadıkça kesiyorlarmis. ama peter'in saçı çok uzamış kesmek lazım... akşam üzeri evine donuyor johannes. en küçük ve en sevdigi kızı onu görmeden koşuyor sokakta neden?... sonra anlıyor johannes öldüğünü. ve ölüme alışması için en yakın dostunun geldiğini..

hani hep derler ya olecegi zaman insanın karşısına azrail en sevdiği kişi olarak çıkarmış. bu inanış sanırım ne din ne coğrafya fark etmeksizin herkesin bir şekilde vakıf olduğu bir sey. o yüzden de johannes ölüme alışsın diye en yakın arkadaşı geliyor. çok garip duygular içinde okudum kitabı. 104 sayfa kadar kısa ama bir ömür kadar uzun bir kitap.

ve en değişik olanı ile yazarın yazım tarzıydı. nokta kullanmamıştı hiç. diğer tüm noktalama işaretleri vardı ama nokta yoktu. ne demek isteyip neyi anlatıyordu? bir cümleyi bitirmeden baslatarak hayatın da hep devam eden bitemeyişlerden oluştuğunu mu? bir de hep diyaloglar vardı. çok güzel hava, evet, güzel çok güzel dedi gibisinden ilerleyen tekrar içeren diyaloglar. yer yer okumayı zorlaştırıyor gibi gelse de alışınca keyif verdi. jon fosse gerçekten duygulara ses veren bir yazarmış. doğu'daki o sesli anlarla önümdeki o sessizlikle birlikte her duyguyu o kadar güzel geçirdi ki. kendisiyle tanışmak benim içim gerçekten büyük bir zevk oldu. çok çok sevdim.

"insanlar gider, geriye esyalar kalırdı..."

"kişinin yaşamının en büyük acılarından biri buydu belki, annesinin korunaklı rahminden çıkıp bu kötü dünyada kendi yaşamına başlamak."

"hep böyle yalnız kalmak zorunda olmak, korkunç, çok korkunç.."
devamını gör...

koleksiyoncu

bunca zamandır neden okumamışım dediğim psikolojik olarak insanı düşüncelerden düşüncelere atan muhteşem bir john fowles kitabı.

bas karakterimiz olan fred cleg babası ölünce annesinin de kendisini terk etmesi sonucu halası eniştesi ve engelli kuzeni ile yaşamaya başlıyor. her zaman silik bir karakter olan fred kelebek koleksiyonu yapmayı seviyor. bir gün belediye binası yanında bir kızı görüyor. çok hoşuna gidiyor önce ona x adını veriyor ve takip ediyor gizlice. neler yapıyor, nelerden hoşlanıyor. zamanla adını öğreniyor, ne yaptığını öğreniyor kızı bir başkası ile görünce canı sıkılıyor yani tamamen kıza bir saplantı besliyor. bir gün frede piyango çıkıyor ve parası olduğu için her şeyi yapabileceğine inanan fred kızı kaçırıp kendisini zamanla sevmesini umuyor ve amacı yolunda ilerliyor. önce ucra bir yerden mahzeni olan bir ev satın alıyor. sonra mahzeni temizleyip düzenleyerek kıza (miranda) göre ayarlıyor. sanat öğrencisi olan ve başarılı olan miranda bir akşam kendi başına sinemaya gittiğinde çıkışta fren tarafından kaçırılıp mahzene kapatılıyor. ve işte bu olaydan sonra olaylar başlıyor. biz frenini ağzından okumaya başlıyoruz. kendisini miranda'ya ferdinard olarak tanıtıyor. kiz ne isterse yapıyor, yemek veriyor, isteklerini alıyor ve asla kıza kötü yönde yaklaşmıyor. bu bize ferdinardın kötü biri olmadığını, masum duygularla ve sırf silik bir tip olduğundan konuşup da kendisini sevdiremeyecegi için kaçırıp da zorunda bıraktığını hissettiriyor. önce iyi duygular besliyor mirandaya kızıyoruz. ama sonra mirandanin günlüklerini okuyoruz. o zaman da mirandaya hak veriyoruz.

öyle bir kitap ki bu okuduğumuz bize olayı hem mantıklı hem de mantıksız gösteriyor. hem hak verdiriyor hem de haksızlığı gösteriyor. saplantılı düşüncelerin kötülüğünü bildiğimiz halde güzel bile gösterebilecek seviyede bir kitap.

sonunu anlatamayacağım spoiler olacak ama sonu beklemediğim şekilde bitti diyebilirim. hem şaşırdım hem de şaşırmadım. öyle bir kitapti. muhakkak okuyun çok çok güzeldi.
psikolojik romanları sevenlere ise ayrıca tavsiyemdir.

düşüncelerim burada çokça eksik kaldı lakin okuyunca eminim ki benzer düşüncelere sahip olacağız.
devamını gör...

nakano eskici dükkanı

bay nakano'nun işlettiği eskici dükkanı ve orada çalışan hitomi'nin ağzından okuduğumuz kitap. çok fazla karakter yok ve hepsinin hayatına bir şekilde değiniyor. hitominin gözünden hepsini görüyoruz. kitabın dili çok sade ve bu yüzden akıcı ilerliyor. ama bu kitapta beni çok da içine çekemeyen bir şeyler vardı.

bazı kitapları yazarlar için bazılarını türleri bazılarını ise sırf ismini beğendiğim için okurum. bu benim için ismini beğenip de okumaya başladığım bir kitap oldu. kötü diyemem ama sevdim de diyemiyorum tam olarak. bana biraz matt hainsin gece yarısı kütüphanesini andırdı. herkes çok sevmişti onu da ama ben eh işte demiştim. aynı şeyleri hissettim diyebilirim .

evet karakter kendini ve diğer karakterleri çok güzel anlatıyor ama sanki bir şeyler havada gibi. olay örgüsü yok da sanki hitominin günlüğünü okuyoruz. sonra hitomi aynı yerde çalıştığı takeo ya aşık oluyor. tabii takeo kadar ruhsuz ve düz birinden nasıl karşılık alırsa. yani take öyle görünüyor da çok bizden biri gibi. onun o donuk hallerini sevdim. karakterlerin her birinin hayata bakışı güzeldi ve tabii ki eskici dükkanı. çünkü ne kadar görsek de dikkatimizi çekse de oradaki eşyalara verilen anlamları bilemiyoruz. ayrıca orada çalışıyor da malzeme alıyor satıyor gibi hissetmek de güzeldi.

sadece çok havada bir 225 sayfaydı benim için. kafa dağıtmak, öylesine bir şeyler okumak için okunur.

ayrıca sanırım hiç japon edebiyatı okumadığımdan kaynaklı isimlere ilk başta adapte olmakta zorlandım resmen. belki de bu edebiyata daha çok şans vermeliyim.
devamını gör...

yazarların bu sene okuduğu kitap sayısı

2025'in ilk kitabını okuduğuma göre burayı bu sene için de doldurmaya, kendime bir liste tutmaya başlayabilirim.

ocak
1. nakano eskici dükkanı- hiromi kawakami (3/5)
2. evvelotel- ayfer tunç (4/5)
3. koleksiyoncu- john fowles (5/5)
4. sabahtan akşama- jon fosse (4/5)
devamını gör...

kahve makinesi tavsiyesi

kahveyi çok seven biri olarak kendim gibi bir eşim de olunca ilk işimiz bir kahve makinesi almaktı. eşim manuel espresso makinesi istedi ama ben o dönem çıkan mide problemim yüzünden sütsüz içemiyordum. ve manuel makinelerdeki o hazneyi takmak benim için çok zordu kollarımda fazla güç yoktu. biz de tam otomatik bir makine arayışına girdik. kararımız uzunca bir süre delonghiden yana olmuştu ama hem iç parçalarının temin ve temizlik zorluğu, hem de yapıldığı malzeme kaynaklı belli aralıklarla sıfırı ile değişim istiyordu. fiyatları da görece fazlaydı. popüler kültür etkisi gibi görünse de iç parçalarında kullanılan malzemeler, kahveye basınç uyguladığı motor kısmı dahil tüm parçaların çıkartılıp temizleniyor oluşu ilk tercihimiz oldu. hem toz hem de çekirdek kahve ile istediğiniz kahveyi yapıyor olmak, 12 çeşit kahve yapması * ayrıca profillerin oluşu ve sizin ayarladığınız şekilde (kahve sertliği, miktarı vs) kahveyi tekrar ayarlama yapmadan yapıyor oluşu avantaj. temizliği çok kolay ve haftalık aylık periyotlarla bakımını yaptıkça da keyifli.

ammaa tabi ki de avantajları da var. ilki süt hazinesinden çıkan sütun ince bir borudan sadece ısıtılıp veriliyor olması ve köpük vs ayağının otomatik yapıldığından kaynaklı latte art hevesinizin yarıda kalması. ikincisi manuel makineler gibi yoğun kıvamda kahve vermiyor. bir tık daha su oranı fazla geliyor. bunu da latte art denerken öğrendim.

bu iki madde dışında çok kullanışlı ve pratik. damak tadına göre olan çekirdeği bulduğunuzda, sütlü kahve için şurup vs aldığınızda o zincir kahvecilerde ictiginizden daha güzel latteler içiyorsunuz.

bir kahve girmesi değilim, demleme yöntemleri vs bilmiyorum. dışarıda da ya filtre kahve ya da latte içiyordum şimdi filtre kahve rafa kalktı diyebilirim. değişik şuruplarla ve soslarla istediğim kahveyi kolayca yapıyor olmak keyif veriyor.

ama yine de daha yoğun kahve ve kafama göre deneye yanıla latte art yapmak için bir sonrakine manuel makine isteyeceğim kesin.

tam otomatik makine arayışında olanlar için philips latte go önerimdir.

ayrıca yazları çok da güzel soğuk kahve yapıyorsunuz. yeni çıkan soğuk kahve yapan modeline gerek de yok. çünkü sıcaklık ayarı var en düşük sıcaklıkta ılık sayılacak bir kahve veriyor.
3 ay sonra iki yıl olacak makineyi alalı ve kaç bin kahve icmisizdir sayamam. dışarıda kahve içmek istemiyor insan. o yüzden bence güzel tercih kendisi.
devamını gör...

uykusuzluk sebepleri

akşam üzeri birkaç saat uyumus olmak. şimdi sabaha kadar uyku yok.
devamını gör...

ölümlü anılar

orijinal ismi sleeping dogs olan, yönetmenliğini adam cooper'in yaptığı, yine senaryoda adam cooper ve bill collage'in olduğu 2024 yapımı dram, suç, gerilim filmi. başrollerde russel crowe, marton csokas , karen gillian, tommy flangan yer alıyor.

film alzahimer hastası olan eski polis memuru roy freeman (russel crowe)'ın deneysel bir tedaviye başlaması ve yıllar önce bir cinayet davasında tutuklanıp idama mahkum edilen zanlının kendisiyle görüşmek istemesi üzerine davayı tekrar araştırmasını konu alıyor. bu süreçte eski anılarını hatırlıyor ve gizemi çözmeye çalışılıyor. film davada adı geçen herkesin cinayete kadarki süreçlerini tek tek kişi bazlı olarak ele alıyor. hem karakterlerin bu olaydaki yerini öğreniyor hem yakından tanıyoruz. durağan sayılabilecek bir sürükleyiciliği vardı. çok güzeldi tavsiye edilir
devamını gör...

karadenizin sevdiğiniz yanları

bana yuva oluyor olması. yoksa doğası ve bazı yemekleri dışında ne iklimi ne insanı sevilecek gibi değil. *
devamını gör...

sinek ısırıklarının müellifi

yine kalemine hayran kaldığım bir barış bıçakçı romanı. 2011'de yayınlanmış. ben iletişimin eski kapak olanından okudum. 166 sayfalık kısa ama dopdolu bir roman.

ankara'da toplu konutlarda yaşayan cemil. inşaat mühendisi. eşi nazlı. doktor. bir gün cemil'in mesleğini bırakıp her zaman çok sevdiği edebiyata yönlenerek yazdığı romani bir yayınevine göndermesi ve cevap beklerken geçen sürede olanları okuduğumuz bir roman. sade , basit bir dille yazılıp içinde ince detaylar barındırarak kahramanların var olduğu roman. cemil'in bu süreçte editörden gelecek cevabı beklemesi, yaşadığı toplu konutun gelişmesi ve kendisinin de bu gelişen ve betonlaşan hayata ayak uydurmaya çabalaması. eşi nazlıya olan aşkı (hatta daimi sevgisi) birbirleri ile olan ilişkileri, iletisimleri..
sanki romanın içindeyim ve arkadaşlarımın hayatlarına şahit oluyor gibi okudum. ama her bir cümlesinde de eridim. çünkü öyle bir kalem ki barış bıçakçı seni kanatmadan yaralamayı ve o yaraları sen anlamadan sarmayı da başarıyor. okuduğum her bir kitabında bir kez daha kendisine hayran oluyorum. bir kez daha iyi ki diyorum. ve sürekli okumayı ertelediğime de kızıyorum. çünkü belki de kendisinin en güzel kitabı bu. duygularımı anlatmak az kalacak o yüzden birkaç alıntı bırakmak istiyorum.


çoğu zaman her şey önceden bellidir; mucize, evin bugün yarın ölecek ihtiyar kedisidir. bütün gün bir köşede kımıldamadan uyur. uyansın isteriz, ama yazık değil mi, uyusun isteriz. (syf5)

kitaplar bir bakıma başarılmış, tamamlanmış şeylerdir.
oysa hayat başarılamayan ve tamamlanmayan şeylerle doludur.
siz dalgaların arasında boğuşurken edebiyatçılar kıyıda güneşlenip matelerini yudumlarlar. (syf10)


kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz.(syf65)


bunca acıya rağmen hâlâ hayatta olduğumuza göre ya üçkâğıtçıyız ya da umudumuz var. ben kendimi üçkâğıtçı gibi hissediyorum. (syf76)


insan yalnızca bir beden olmayı kaldıramıyor. bu çok belli, diye düşündü cemil. halbuki yalnızca bedeniz ve bununla baş edemediğimiz için ruh diye bir şey icat etmişiz. doğrusu parlak bir fikir.



modern toplumda aşırı duygular yaşamak, hoş karşılanmayan, istenilmeyen bir sey. bunun için hekimlerimiz ve ilaçlarımız var. ne olursa olsun hayatın devam edebileceğini bize bildiren dostlarımız var.(syf128)



okuyup okutulmalı..
devamını gör...

hakkari'de bir mevsim (film)

kitabı yeni okumuşsun filmine de hemen bakmak istedim. hani bazı kitap ve filmler tamamen bağımsızdır ya. işte bu ne kadar farklılık olsa da bu denli iyi bir şekilde kitabı yansıtan nadir filmlerden. film 1982'de çekilmiş. yönetmen erden kıral. film müziği ise timur selçuk'a ait olan ferit edgü'nün o isimli romanından * uyarlanmış.
başrolde genco erkal var. kitabı okurken gözümde canlandırdığım ne varsa film birebir yansıtmış. zaten genco erkal'ın oyunculuğuna ise diyecek bir şeyim yok. onun o konuşma tarzı ise tam olmuş. hakkariye yolu düşen bir denizcinin öğretmenlik yaptığı bir mevsimi anlatıyor.
kitabı zaten muhakkak okuyun ve muhakkak filmi izleyin. ben filme de bayıldım.
ne desem az kalır zaten kitabı da #3305107 anlatmıştım.
herkese iyi seyirler.
devamını gör...

hakkari'de bir mevsim

okumakta neden bu kadar geç kaldım dediğim, beni derinden etkileyen muhteşem bir ferit edgü romanı. roman dediğime bakmayın yazım tarzı itibariyle bir tık romandan da farklı. bir çok dile çevrilmiş, dünyaca çok sevilmiş bir roman bu. bir öğretmenin hakkâri’de geçirdiği bir mevsimi anlatan roman. o kadar kitaplar hakkında yazarım ilk kez duygularım yüzünden nerden başlayıp nasıl yazacağımı bilemez bir haldeyim. bana bir çok duyguyu aynı anda yaşattı. eminim okuyan herkes aynı fikirdedir. çok uzatmadan anlatmaya çalışayım.

hakkâri’nin pirkanis köyüne sürülen* bir kazazede denizci. hem de öğretmen olarak gidiyor. ilk gidişinde bu dağ başında ne yapacağını düşünüyor. bir anahtar veriyorlar eline okulun anahtarı. sonra öğrencileri gösteriyorlar. ayaklarında ayakkabı bile olmayan o kar üstünde mosmor ayaklarla gezen öğrenciler. hiçbir şey yok. ne kağıt ne kalem ne defter.. böyle olmaz diyerek bu öğrencilerin hakkı olanı istemeye resmi kurumlara gidiyor merkeze. beklediği gibi elbette olmuyor. ilçe milli eğitimde uykulu memurlar ne dinliyor ne ilgileniyor. valiye gidiyor eh vali de daha üstlere bir şey gitmesin diye isteklerini hazırlayıp sıkı sıkı tembihliyor. resmi kurumları şikayet etme. sonra bir kitapci görüyor denizci. hiçbir şekilde dilini bilmediği bu yerde eski bir kitapci. adam süryani olduğunu söylüyor. denizciye birkaç kitap veriyor ve bir harita. denizci işlerini halledip dönüyor köye. önce bayrağı çekiyor göndere. sonra istiklal marşı okutuyor ve derse başlıyor. dilini bilmediği öğrencilerle anlaşmaya çalışıyor. kelimlerle, bazen resimle. köyde herkes biliyor onu hem de bir kazazede olarak. muhtar, oğlu, halit.. niceleri.
köyde en bilgili o. hastalıklara doktor gelmeyen köye o çare bulsun istiyorlar, ölüme çare bulsun.. nereden bulacak o dağ başında daha kendini bile bulamamışken. çocuklar bir bir ölürken, kızlar satılıp evlendirilirken.. nereden bulacak çareyi sadece bir kazazede iken. ve bir kış mevsimi orada geçiriyor. çabalayarak, öğrenmeye ve öğretmeye cabalayarak..

sonra sürgünü bitiyor. müfettişler gelip git istediğin yere diyorlar. daha kendini bulamamış, gidecek yeri var mı bilmeyen denizciye. çok şey öğretmişsin diyorlar. öğretmiş de. bulaşıcı hastalıkları, uzayı, dünyanın döndüğünü, yıldızları, yolları, dağları ovaları, başka şehirleri ve bir çok şeyi. dilini öğretiyor ve öğreniyor o bilmediği dili.
ve sobada pişen çayın yanında yediği otlu peyniri hiç unutamadığını da söylüyor.

ruhumun derinliklerine işledi bu kitap. çünkü bir öğretmen. hem öğrenmek hem öğretmek zorunda olan bir öğretmen. bir dağ başında, hiçbir imkanın olmadığı bir köyde öğretmen olmaya çalışan öğretmen...

ben belki de bir öğretmen olarak etkilendim. doğunun o zorlu koşullarında öğretmenlik yapmasam da bu mesleğin güzelliği ve zorluğu, sorumluluğu altında hisseden bir öğretmen olarak etkilendim. herkesin ayak altı ettiği, her maaş zammında öne sürdüğü, tatilini eleştirdiği, hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum dediği ve öğretmen olamayanlarla dolu okulların olduğu meslek öğretmenlik. dışarıdan kolay görünüp içeriden insanı halden hale sokan mesleğim .

her şeyin eğitimle olduğu şu dünyada bir bireye bile dokunup hayatını değiştirmenin nasıl önemli olduğunu idrak ettiren mesleğim.

ferit edgü o kadar güzel anlatmış ki. bir insan olan, yabancılık çeken, kendini bulmaya çalışırken mesleği yapmaya çalışan bir öğretmeni. öyle içten hissettim ki. beni ağlatan tek kitap oldu kendisi. bir gün böyle bir köyde öğretmenlik yapsam ne yapardım dedirtti.

lütfen bu kitabı okuyun. okuyun ve okutturun.
yüreğimin derinlerine koydum. etkisi geçer mi , geçerse ne zamana geçer bilmediğim bir yerde hem de.
mükemmeldi..
kısa öz ve derinden...
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim