okumakta neden bu kadar geç kaldım dediğim, beni derinden etkileyen muhteşem bir
ferit edgü romanı. roman dediğime bakmayın yazım tarzı itibariyle bir tık romandan da farklı. bir çok dile çevrilmiş, dünyaca çok sevilmiş bir roman bu. bir öğretmenin hakkâri’de geçirdiği bir mevsimi anlatan roman. o kadar kitaplar hakkında yazarım ilk kez duygularım yüzünden nerden başlayıp nasıl yazacağımı bilemez bir haldeyim. bana bir çok duyguyu aynı anda yaşattı. eminim okuyan herkes aynı fikirdedir. çok uzatmadan anlatmaya çalışayım.
hakkâri’nin pirkanis köyüne sürülen
* bir kazazede denizci. hem de öğretmen olarak gidiyor. ilk gidişinde bu dağ başında ne yapacağını düşünüyor. bir anahtar veriyorlar eline okulun anahtarı. sonra öğrencileri gösteriyorlar. ayaklarında ayakkabı bile olmayan o kar üstünde mosmor ayaklarla gezen öğrenciler. hiçbir şey yok. ne kağıt ne kalem ne defter.. böyle olmaz diyerek bu öğrencilerin hakkı olanı istemeye resmi kurumlara gidiyor merkeze. beklediği gibi elbette olmuyor. ilçe milli eğitimde uykulu memurlar ne dinliyor ne ilgileniyor. valiye gidiyor eh vali de daha üstlere bir şey gitmesin diye isteklerini hazırlayıp sıkı sıkı tembihliyor. resmi kurumları şikayet etme. sonra bir kitapci görüyor denizci. hiçbir şekilde dilini bilmediği bu yerde eski bir kitapci. adam süryani olduğunu söylüyor. denizciye birkaç kitap veriyor ve bir harita. denizci işlerini halledip dönüyor köye. önce bayrağı çekiyor göndere. sonra istiklal marşı okutuyor ve derse başlıyor. dilini bilmediği öğrencilerle anlaşmaya çalışıyor. kelimlerle, bazen resimle. köyde herkes biliyor onu hem de bir kazazede olarak. muhtar, oğlu, halit.. niceleri.
köyde en bilgili o. hastalıklara doktor gelmeyen köye o çare bulsun istiyorlar, ölüme çare bulsun.. nereden bulacak o dağ başında daha kendini bile bulamamışken. çocuklar bir bir ölürken, kızlar satılıp evlendirilirken.. nereden bulacak çareyi sadece bir kazazede iken. ve bir kış mevsimi orada geçiriyor. çabalayarak, öğrenmeye ve öğretmeye cabalayarak..
sonra sürgünü bitiyor. müfettişler gelip git istediğin yere diyorlar. daha kendini bulamamış, gidecek yeri var mı bilmeyen denizciye. çok şey öğretmişsin diyorlar. öğretmiş de. bulaşıcı hastalıkları, uzayı, dünyanın döndüğünü, yıldızları, yolları, dağları ovaları, başka şehirleri ve bir çok şeyi. dilini öğretiyor ve öğreniyor o bilmediği dili.
ve sobada pişen çayın yanında yediği otlu peyniri hiç unutamadığını da söylüyor.
ruhumun derinliklerine işledi bu kitap. çünkü bir öğretmen. hem öğrenmek hem öğretmek zorunda olan bir öğretmen. bir dağ başında, hiçbir imkanın olmadığı bir köyde öğretmen olmaya çalışan öğretmen...
ben belki de bir öğretmen olarak etkilendim. doğunun o zorlu koşullarında öğretmenlik yapmasam da bu mesleğin güzelliği ve zorluğu, sorumluluğu altında hisseden bir öğretmen olarak etkilendim. herkesin ayak altı ettiği, her maaş zammında öne sürdüğü, tatilini eleştirdiği, hiçbir şey olamazsam öğretmen olurum dediği ve öğretmen olamayanlarla dolu okulların olduğu meslek öğretmenlik. dışarıdan kolay görünüp içeriden insanı halden hale sokan mesleğim .
her şeyin eğitimle olduğu şu dünyada bir bireye bile dokunup hayatını değiştirmenin nasıl önemli olduğunu idrak ettiren mesleğim.
ferit edgü o kadar güzel anlatmış ki. bir insan olan, yabancılık çeken, kendini bulmaya çalışırken mesleği yapmaya çalışan bir öğretmeni. öyle içten hissettim ki. beni ağlatan tek kitap oldu kendisi. bir gün böyle bir köyde öğretmenlik yapsam ne yapardım dedirtti.
lütfen bu kitabı okuyun. okuyun ve okutturun.
yüreğimin derinlerine koydum. etkisi geçer mi , geçerse ne zamana geçer bilmediğim bir yerde hem de.
mükemmeldi..
kısa öz ve derinden...
devamını gör...