morseverr yazar profili

morseverr kapak fotoğrafı
morseverr profil fotoğrafı
rozet
karma: 4646 tanım: 108 başlık: 18 takipçi: 118
hey there i am using whatsapp

son tanımları


1001 inventions and the library of secrets

türkçeye 1001 icat ve sırlar kütüphanesi olarak çevrilmiş olan, 2010 yılında yapılmış 13dk kadar kısacık ama çok güzel bir belgesel.
başrolde ben kingsley var. zaten de o var diye açmıştım ama bu kadar beğeneceğimi düşünmemiştim.

bir grup öğrenci ile bir kütüphaneye gelen öğretmen, tarih dersi için öğrencileri üçerli gruplara ayırıyor. roma tarihi, yunan tarihi, rönesans vs derken bir gruba da karanlık çağ olarak söylenen orta çağ tarihini araştırmak için veriyor ve herkes kütüphaneden bu çağla ilgili günümüzle bağlantılı bilgiler bulacak. bu karanlık çağı alan öğrenciler onlara öğretildiği gibi hiçbir şey bulamayacaklarını düşünerek kütüphaneci ben kingsley'i buluyor. o da onlara karanlık çağın aslında hiç karanlık olmadığımı aksine herkesin bildiği modern bulutlardan önce de islam dünyasında bir çok buluşa imza atıldığını, sihirli bir kitabı açıp kendisi de al-jazari olarak anlatmaya başlıyor. ilk kameranın mucidini, ilk cerrah ve tıp aletleri mücidini, ilk uçak için uçma denemeleri yapanı ve en son kendisini mühendislik alanındaki yaptığı buluşu. ve aslında çocuklar da anlıyor ki altın çağın ta kendisi herkese karanlık çağ olarak anlatılmış. öğretmenleri bile hiçbir şey bulamadınız eminim derken anlıyoruz ki bu dönem çocuklara boş, hiçbir icat yapılmayan, hep barbarların yakıp yıktığı bir dönem olarak anlatılmış.

ben bile çoğunu biliyor, bilimsel anlamdaki buluşları anlatıyor olsam da gerçekten ne kadar az önem verip konuştuğumuzu, eğer bu gelişmeleri yapmasalar bir çok şeyin çok daha uzun zaman sonra bulunacağını belki de hiç bulunmayacağını unutuyoruz.

kısacık ama çok güzel bir belgeseldi. herkes kesinlikle izlemeli.
devamını gör...

günaydın sözlük

günaydın sözlük. yeni bir ayın ilk gününün pazartesiye denk gelmesi bir tek beni mi mutlu ediyor yoksa herkes mi böyle? çünkü sırf pazartesiye denk gelmiş olması bile bu ayda yeni başlangıçlar yapmaya yetti benim için. mesela şimdi olduğu gibi erken kalkmakla ilk başlangıcı yaptım. eh o zaman eylül ayı yazı bitiren sıkıcı bir ay değil de yeni başlangıçlara kapı açan güzel bir ay olsun.
devamını gör...

anın fotoğrafı

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şu eve yaptığım en iyi yatırım bu kahve makinesi *

içelim ıce latte *
devamını gör...

perşembe günü cinayet kulübü

uzun zamandır yeni çıkan bir şeyler izlemiyoruz bir şans verelim diye açtığımız ve benim hiç sıkılmadan izlediğim çok güzel bir film.

bu film bir kitap uyarlamasıymış. yazarı richard osman 'ın ilk kitabı olmasına rağmen ingiltere'de çok satanlara girmiş.
konusuna gelirsek huzurevi gibi bir alana çevrilmiş kilisede yaşayan dört kişinin perşembe günleri çözülmemiş cinayetleri çözmek için kurduğu bir kulüp . toplanıp polis bir arkadaşları sayesinde cinayetleri araştırırken artık yatağa mahkum hale gelen polis arkadaşlarının yerini yeni gelen hemşire celia imrie (joyce) alıyor. beyazlı kadın cinayetini araştırırken kendilerini yaşadıkları kilisenin arkasının satılması ile karşı karşıya buluyorlar ve buna çözüm ararken bir dizi cinayetle karşılaşıyorlar. dizi bana (bkz: only murder in buildings) dizisini anımsattı onu da çok severim *

neyse başrollerde helen mirren, pierce brosnan, ben kingsley*, celia imrie, tom ellis*, naomi ackie yer alıyor.

film asla sıkmıyor, olayların birbiri ile bağlantısı ve çözme şekilleri çok akıcı ilerliyor. ve tahmin edemiyorsunuz. tam bir cinayet çözme oyunu oynuyor gibi.

kesinlikle şans verilmeli. çerezler güzel bir film.
devamını gör...

kuru kız

ayfer tunç'un çıkmış son kitabı. tunç benim için 'ne yazsa okurum' yazarlarından. bundan yıllaaar önce kalemiyle tanışınca anlamıştım her yazdığını istisnasız okuyacağımı. yazım tarzını da çok severim ama ilk kez elimde henüz okunmamış kitapları varken son kitabını okudum ve bana hiç de 'ayfer tunç ' tarzı gelmedi. daha doğrusu neredeyse kitabın yarısına kadar. içimden gerçekten bunu yazmış mı dedirtti. neyse konusuna gelirsek şayet mahallelinin uzun boyu, çirkin yüzü, hal ve tavırları ile evde kaldığını düşündüğü için taktıkları isim olan 'kuru kız' ın yaşamdaki duruşunu okuyoruz. bence zaten kitabın başında bahsettiği dünyanın sonu denilen ushuaia kentine gitmeden sadece duruyor. bu kente nasıl gittiğini okuyoruz. fakir bir aileye doğmuş , bir erkek kardeşi olan kuru kız önce annesini kaybediyor. zaten okumayı pek de sevmiyorken belki de işine gelerek okulu bırakıyor. ve elektrik işçisi olan babasının bir gün direkten düşüp de sakat kalması ile ona bakmaya başlıyor. bu sırada evi geçindirneye çalışan erkek kardeşi de her erkek gibi kötücül aslında. hayatta pek sevdiği şey olmayan, nefes aldığı için yaşayan bir karakter sanki kuru kız. babasını da kaybedince kardeşi ile kalıyor. sanki ona bakmak zorunda hissettiği için. bir gün akıllı telefon alıyor kardeşi de mahalleli de şaşırıyor. çünkü herkese göre kuru kız aptal. oysa aklı çoğu şeye eriyor. evi kese kağıdı rengine boyamak istiyor bir gün. özellikle kese kağıdı. boyayı alırken kardeşinin öldüğü haberini alıyor. ama önce eve gidip duvarları o renge boyuyor, biraz kurumasını bekleyip hastaneye gidiyor. hayattaki umarsızlığı mı bu, acısını yaşama şekli mi, yoksa kurtulmanın içten içe verdiği sevinç mi bilemedim bu davranışı. sonra cenaze ileri mahallelinin "güya" yardımları. ve herkesin hor gördüğü kuru kız , aptal olduğunu düşündükleri için mahallelinin kandıracağu bir yem oluyor. evini satması için herkes binbir bahaneyle geliyor, sırf artık yalnız kaldı diye sarsıntılık yapmak isteyen komşusu bile çıkıyor. ve en sonunda o çok sevdiği internet gezilerinde dünyanın ucundaki kente gitmeye karar veriyor.

aslında toplumdaki çürümüşlüğün tam örneği kuru kız. bir insanın maddi durumunun, yüzünün güzelliğinin, toplum normuna uyum sağlayıp sağlamamasının nasıl da hayatında çevresel etkiler yaptığını okuyoruz. evet yine tam bir ayfer tunç eseriydi. sadece bu yozlaşmış topluma bunca değinirken o cinselşik ve kıza karşı tecavüz kalkınmasının bu denli açık yazılmasını istemezdim. ayrıca kızın kendi tanrısı olma fikri de hoşuma gitmedi değil. inanç boyutu dışında zihni ile yaptığı mübakaşalarda hep kendi tanrısına başvurup kendince doğru yolu bulması güzeldi.

velhasıl ne yazsa cidden okuduğum bu yazarn, kısa kısa bölümlerle insanı sıkmadan bir çırpıda okunan 216 sayfalık bu kitabı yazarın kalemini sevenler tavsiyemdir. ilk tanışma kitabı olmaya aday değil nezdimde ama yine de şans verilesi.
devamını gör...

bulunduğunuz yerdeki hava durumu

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

hissedilenin 38 falan olduğunu iddia ederim ama kanıtlayamam
devamını gör...

günaydın sözlük

günaydın sözlük. tatilde güne ev işleri ile başlayanlar derneği başkanı gibi uyandım bugün. kulağımda sevdiğim müzikle kafa terapisi (pardon temzilik) yapıyorum.

herkese de musmutlu tertemiz günler dilerim
devamını gör...

yazarların itiraf köşesi

"iyilik yap denize at, balık bilmezse halık bilir" sözünü şiar edinmiş gibi çevremdeki herkese koşulsuz iyilikler yaptım. yardıma ilk koşan, yerden ilk kaldıran, gecesini gününe katan hep ben oldum. ama gün sonunda da hep bunları denize atmış gibi oldum. hayatımda ilk kez benden önce beni düşünüp de iyiliğimi isteyen biri var derken aslında en büyük kötülüğü gördüğümü anladım. hayat çok zordu bunu biliyordum ama benim için hep de zorlaştırılacağını bilmiyordum. şimdi hiçbir şeyin hesabını soramaz halde , elimde hiçbir şeyle öylece bekliyor gibiyim. belki bir "şey"i belki de "biri"ni ..
devamını gör...

amadeus (film)

1984 yapımı, yönetmenliğini (bkz: miloš forman)'ın yaptığı, (bkz: peter schiffer)'ın ise sahneye koyduğu film. (bkz: wolfgang anadeus mozart) ve (bkz: antonio salieri) arasında geçenleri konu alıyor. 3 saat süren bu film damakta çok güzel bir tat bırakıyor. mozart rolünde (bkz: tom hulce), salieri rolünde ise (bkz: f. murray abraham) yer alıyor.

filmin süresi yüzünden sevmem sanmıştım ama o 3 saat nasıl aktı gitti anlamadım. filmin başlangıç sahnesinde salieri mozart'ı ben öldürdüm diye bağırıyor ve sonra tüm hikayeyi ağzından dinliyoruz. çocukluğundan beri çok güzel bestelerle piyano çalan mozart'ı hep kıskanan salieri. bir gün kendisi ile tanışıyor. ona bir hoş geldin marşı besteliyor ama mozart kendisini hem dalgaya alıyor hem de o marşa çok güzel bir hava katarak çalıyor. sonra salieri'deki kıskançlık başlıyor. hovarda, hep eğlencelerle hayatını sürdüren mozart evlense bile bu alışkanlıklardan vazgeçmiyor. kazandığı ufacık parayı bile çarçur ediyor. karısı da kendisine eşlik ediyor. böyle sürülen bir hayat nihayetinde parasızlığı da getiriyor. mozart ne kadar besteler yapsa da bir türlü istediği üne sahip olamıyor. bunda salieri 'nin de katkısı büyük tabi. kraliyette sözü geçen salieri mozart'ın önüne hep taş koyuyor. ve sonunda bir dahinin el birliğiyle nasıl yok olduğunu izliyoruz.

hayalimde hep sakin, besteler yazan mozart filme şen bir kahkahaya sahip deli ve tuhaf biri. bu beni hem şaşırttı hem de hoşuma gitti. ve ayrıca karısına da salieriye de sürekli gıcık olmadan edemedim. tabii filmin en güzel yanları da bestelerdi. artık dinlerken bendeki yerleri hep ayrı olacak.

son olarak o muhteşem eseri lacrimosa bir istek üzerine yazılıyor ama mozart bunun kendi cenaze müziği olduğunu bilemiyor. ve en kötüsü kendisini parasız da olmadığı için öyle kimsesizler mezarlığına atıveriyorlar. çok çok üzüldüm. ama o son sahnede mozart nasıl bir dahi daha iyi görüyoruz. spoiler olacak ama o muhteşem sahneyi paylaşmadan edemeyeceğim.


lacrimosa
devamını gör...

dünyanın en hızlı kaybolan şeyleri

tel toka. koca bir kutu vardır ama aradığında asla bulamazsın. nereye kaybolur asla da anlaşılmaz.
devamını gör...

teyzenin ölmesi

hayatımda büyük bir boşluk oluşturmuş, kapanmayan bir yara açmış, yüreğimi yakmış en kötüsü de özlemlere boğmuş olandır. benim için anne yarısı değil ikinci annemdi. sanırım hepimiz için öyleydi. hayatıma dokunmadığı an yok. annemin değil onu aradığım çok konu vardı. anneler gününde bazen anneme hediye almaz ona alırdım. kokusu başkaydı, konuşması başka. derdime dermandı kimseye anlatamadığım sırlara bekçi. her şeyimdi. sonra bir gece telefonum çaldı yoğun bakımda diye. o hastanede o yoğun bakım önünde gece gündüz bir hafta bekledik. sonra çıktı, iyiydi. gitmeyeceğim dedi. iki hafta sonra tekrardan o yoğun bakıma girdi. ve gece yine acı acı çalan bir telefon. ve bu kez gitmişti. anneme diyemedim içim kan ağlarken 3 saatlik o yolda annemi yine hastalandı diye ikna etmeye çalıştım babam bile için için ağladı. ama işte acı gerçek oradaydı. son kez o soğuk bedenine sarılıp öptüm sadece ve geriye de o kaldı. sıcacık ellerinin yerini alan soğuk teni. bir yıl oldu. ne zaman zorda darda hissetsem rüyama geliyor. sanki hissediyor gibi gelip bana yine annelik yapıyor. insan canını istese verebileceği birini kaybedince acısı zaman geçse de geçmiyor. onu hatırlatan her şey hala daha can yakıyor. düşününce , fotoğraflarını görünce hala gözlerim dolar. rabbim inşallah onu cennetiyle mükafatlandırmıştır. çünkü ona olan sevgim sonsuz ve kavuşana kadar özlemim asla dinmeyecek. nurlar içinde uyu nur yüzlüm.
devamını gör...

kitap kulübü hakkında her şey

bir senedir katılamadığım ama sonradan dahil olup yine de sımsıcak ortamda hiç yabancı hissetmediğim canım kulüp. bu sene yılbaşı değil de sevgililer günü çekilişi yaptık. ay bir de güzel oldu ki. bu vesileyle sevgili @düş ölüsü bana bu hediyeleri göndermiş. teşekkür ederim. bu sevgililer günü hediyelerim oldu sayesinde * *

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

argylle

birkaç gün önce kapağında hanry cavill 'i * görünce hemen açtığım, çok güzel ve tatlı bir casusluk filmi . yönetmenliğini matthew vaughn yapmış. kadroda ise çok tanıdık isimler var. tabi ki hanry cavill, dua lipa* bryce dallas howard, sam rockwell, daniel singh , bryan cranston .

konuya gelecek olursak argylle isimli bir casusun ana karakter olduğu roman yazan elly yazdıklarının geçmişte olan veya gelecekte olabilecek bazı gizli olayları barındırması ile bir takım insanların dikkatini çeker. 4 seri kitap yazmıştır ve 5.yi yazmak için bir türlü ilham gelmemektedir. annesinin yazması için ısrarı üzerine bir tren yolculuğu yaparak aile evine gider. olaylar da burada başlar. kendisine saldırmak isteyen bir gruptan kendisini gerçek hayattaki bir casus kurtarır. hayallerindeki argylle ile karşılaştığını düşünen elly zamanla olayların farkına varır. aslında baş karakter argylle kendisidir. geçirdiği bir kaza sonucu hafızasını kaybetmiş ve bu süreçte ona bilinçaltı oyunları yaparak elly olduğuna inandıran ailesi (ki aslında gerçek ailesi degildir) yüzünden kitapları yazmıştır ve bu kitaplar kendi yaşadıklarıdır. olaylar sürükleyici ve aynı zamanda çok eğlenceli gerçekleşiyor. kendisini hatırlama süreci yaşananlar.. hep bir gülümseme ile izletti. tabii hayaller hayatlar da olmadı değil. bir hayali argylle a bak bir de gerçek. ama her şeye rağmen çok tatlı bir filmdi. vakit geçirmek için izlenir.
devamını gör...

artificial intelligence

üst edit: #3385373 nolu enty sonrası tarih yanlışlığını fark edip düzelttim.

esas adı artificial ıntelligence (a.ı.)  olan dilimize de yapay zeka olarak çevrilmiş 2021 yapımı bilim kurgu/ macera filmi. yönetmen steven spielberg. *. basrollerde haley joel osment, frances o'connor, jude law.

bir takım yapay zeka ile robot üretimi yapan bir şirket toplantılarında bir çocuk robot üretmek üzere konuşurlar. bu çocuk robot çocuğu olmayan aileler için tasarlanır. ama daha önce yaptıkları robotlardan tek farkı sevgiyi öğreniyor olmaları ve verildikleri ailelere sonsuz sevgi ile bağlanıyor olmaları. çocukları yıllardır komada olan bir aileye bu robot deneme ürünü olarak verilir. anne kabul etmese de bu gerçek çocuğa çok benzeyen robotu alır ve talimatları uygulayarak kendine bağlar. bu bağlanma her aileye özgü olduğu için ileride çocuğu vermek isterlerse şirket onları yok edecektir. bu robotu aldıklarından kısa bir süre sonra kendi evlatları komadan uyanır ve eve gelir. klasik çocuk kardeş kıskançlığı başlar. ve robotumuz (kevin) öyle sonsuz bir sevgi ile annesine bağlıdır ki kardesi ona ne yaparsa yapsın değişmez. artık istemeden kardeşine zarar verdiğinde annesi onu yok etmesinler diye bir ormana bırakır. robot çocuk annesini arar durur. o sırada robot karşıtı bir takım insanlar tarafından tutsak edilip eğlenceleri alet olacakken kendisi gibi robot olan sadece sevgili olma göreviyle üretilmiş bir robotla kaçmayı başarırlar. çocuğun tek isteği annesini bulmaktır . amacı aynı annesinin okuduğu pinokyo masasındaki gibi mavi periyi bulmaktır. çünkü o kevin'i insana çevirirse annesi de onu sevecektir.
bu konu etrafında şekillenen filmin sonunda gözyaşlarımı tutamadım. o kadar saf bir sevgi vardı ki bir çocuğun annesine olan muhtaçlığı ve sevgisi.. ve film 2001 yapımı olmasına rağmen kullanılan teknoloji şu anın ve sanırım bazı yakın geleceğin bile üzerindeydi. her detay çok güzel düşünülmüs ve film o yıllara göre çok güzel bir şekilde çekilmiş. hiçbir hata yoktu. ben bu kadar etkileyici ve güzel bir film izleyeceğimi düşünmemiştim. muhakkak şans verilmeli.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

here (film)

2024 yapımı olan yönetmen robert zemeckis ve basrollerde canım tom hanks'in olduğu çok ama çok güzel bir aile filmi.

film aslında 4-5 aile etrafında dönüyor. ve sürekli hepsini gösteriyor ama bunu çok güzel yapıyor. hep aynı yeri görüyoruz kameradan. kadrajımız hep aynı. ilk önce ilk insanlardan ilk zamanlardan başlıyor. yemyeşil bir yer. sonra zamanla insanlar oraya yerleşiyor, evler yapılıyor ve baktığımız yerde bir evin içindeyiz. esasen bu evin içinde yaşayan aileler konumuz. çok eski zamanlardan beri evin sahibi olmuş, evde yaşamış aileler. her birinin hayatına değiniyor. ama başrolümüzün ailesine ise daha çok. once asker bir baba ve eşini ve oğullarını görüyoruz. zaman geçiyor noel geliyor bir kızları daha olmuş oğlan büyümüş. zaman geçiyor bir oğulları daha olmuş. zaman geçiyor en büyük oğulları ((gbkz: tom hanks)) ergen ve bir kız arkadaşı var onu ailesi ile tanıştırıyor. sonra kiz hamile aileyle yaşıyor ve zaman böyle geçiyor. bir kalabalık aile ve bir ev görüyoruz. nasıl anne ve babalar çocukları için hayallerinden vazgeçiyor görüyoruz. nasıl birlikle yaşlanıyorlar, nasıl sevgileri hiç bitmiyor..
eşimle izlerken bizim de bir gün böyle yan yana yaşlanacak olmamızın güzelliğinden bahsedip durduk . o kadar sıcak ve güzel bir film ki. geçişler hiç yormuyor aksine filme çok özel bir yön katmış. kesinlikle izlenesi sımsıcak aile filmi .
devamını gör...

sabahtan akşama

2023 nobel edebiyat ödülünü kazanan sevgili yazar jon fosse. bu ödülü "söylenemeyenlere ses verdiği yenilikçi tiyatro oyunları ve metinleri " için almış. kitabı okuyunca bunu daha iyi anladım.

bir ömür ne kadar sürer? sabahtan akşama bir vakitte kaç ömür yaşanır? bir sabah doğup bir akşam ölür müyüz sahi?

ilk cocuklari magda'dan sonra uzun süre çocukları olmayan olei ve marta'nın şimdi bir çocukları daha olacaktır. dogum sancıları çeken marta hayata yeni birini getirmeye çalışırken olei ise sabırsızdır. bir oğlu olacaktır adı ise dedi gibi johannes olmalıdır. 'a' ve 'o' sesleri içinde johannesin doğumuna tanıklık ediyoruz. babası ve onun da babası gibi balıkçı olacaktır. sonra birden yaşlı johannes ile karşılaşıyoruz. 7 çocuğu olmuş karısı erna ile güzel bir hayat sürmüş ama sevdiği dostlarını ve karısını da kaybetmiş johannes. her sabah kahve ve sigara içen, sonrasında her sabah kusan johannes. bu sabah canı sigara istemiyor ve kusmadı da. tekneyle açılmak istiyor. daha önce ölmüş arkadasi peter ile karşılaşıyor. nasıl olabilir ki. ama yaşıyor sanki. bir tekne yolculuğuna çıkıyorlar. gençken söz vermişler hep birbirlerinin saçlarını uzadıkça kesiyorlarmis. ama peter'in saçı çok uzamış kesmek lazım... akşam üzeri evine donuyor johannes. en küçük ve en sevdigi kızı onu görmeden koşuyor sokakta neden?... sonra anlıyor johannes öldüğünü. ve ölüme alışması için en yakın dostunun geldiğini..

hani hep derler ya olecegi zaman insanın karşısına azrail en sevdiği kişi olarak çıkarmış. bu inanış sanırım ne din ne coğrafya fark etmeksizin herkesin bir şekilde vakıf olduğu bir sey. o yüzden de johannes ölüme alışsın diye en yakın arkadaşı geliyor. çok garip duygular içinde okudum kitabı. 104 sayfa kadar kısa ama bir ömür kadar uzun bir kitap.

ve en değişik olanı ile yazarın yazım tarzıydı. nokta kullanmamıştı hiç. diğer tüm noktalama işaretleri vardı ama nokta yoktu. ne demek isteyip neyi anlatıyordu? bir cümleyi bitirmeden baslatarak hayatın da hep devam eden bitemeyişlerden oluştuğunu mu? bir de hep diyaloglar vardı. çok güzel hava, evet, güzel çok güzel dedi gibisinden ilerleyen tekrar içeren diyaloglar. yer yer okumayı zorlaştırıyor gibi gelse de alışınca keyif verdi. jon fosse gerçekten duygulara ses veren bir yazarmış. doğu'daki o sesli anlarla önümdeki o sessizlikle birlikte her duyguyu o kadar güzel geçirdi ki. kendisiyle tanışmak benim içim gerçekten büyük bir zevk oldu. çok çok sevdim.

"insanlar gider, geriye esyalar kalırdı..."

"kişinin yaşamının en büyük acılarından biri buydu belki, annesinin korunaklı rahminden çıkıp bu kötü dünyada kendi yaşamına başlamak."

"hep böyle yalnız kalmak zorunda olmak, korkunç, çok korkunç.."
devamını gör...

koleksiyoncu

bunca zamandır neden okumamışım dediğim psikolojik olarak insanı düşüncelerden düşüncelere atan muhteşem bir john fowles kitabı.

bas karakterimiz olan fred cleg babası ölünce annesinin de kendisini terk etmesi sonucu halası eniştesi ve engelli kuzeni ile yaşamaya başlıyor. her zaman silik bir karakter olan fred kelebek koleksiyonu yapmayı seviyor. bir gün belediye binası yanında bir kızı görüyor. çok hoşuna gidiyor önce ona x adını veriyor ve takip ediyor gizlice. neler yapıyor, nelerden hoşlanıyor. zamanla adını öğreniyor, ne yaptığını öğreniyor kızı bir başkası ile görünce canı sıkılıyor yani tamamen kıza bir saplantı besliyor. bir gün frede piyango çıkıyor ve parası olduğu için her şeyi yapabileceğine inanan fred kızı kaçırıp kendisini zamanla sevmesini umuyor ve amacı yolunda ilerliyor. önce ucra bir yerden mahzeni olan bir ev satın alıyor. sonra mahzeni temizleyip düzenleyerek kıza (miranda) göre ayarlıyor. sanat öğrencisi olan ve başarılı olan miranda bir akşam kendi başına sinemaya gittiğinde çıkışta fren tarafından kaçırılıp mahzene kapatılıyor. ve işte bu olaydan sonra olaylar başlıyor. biz frenini ağzından okumaya başlıyoruz. kendisini miranda'ya ferdinard olarak tanıtıyor. kiz ne isterse yapıyor, yemek veriyor, isteklerini alıyor ve asla kıza kötü yönde yaklaşmıyor. bu bize ferdinardın kötü biri olmadığını, masum duygularla ve sırf silik bir tip olduğundan konuşup da kendisini sevdiremeyecegi için kaçırıp da zorunda bıraktığını hissettiriyor. önce iyi duygular besliyor mirandaya kızıyoruz. ama sonra mirandanin günlüklerini okuyoruz. o zaman da mirandaya hak veriyoruz.

öyle bir kitap ki bu okuduğumuz bize olayı hem mantıklı hem de mantıksız gösteriyor. hem hak verdiriyor hem de haksızlığı gösteriyor. saplantılı düşüncelerin kötülüğünü bildiğimiz halde güzel bile gösterebilecek seviyede bir kitap.

sonunu anlatamayacağım spoiler olacak ama sonu beklemediğim şekilde bitti diyebilirim. hem şaşırdım hem de şaşırmadım. öyle bir kitapti. muhakkak okuyun çok çok güzeldi.
psikolojik romanları sevenlere ise ayrıca tavsiyemdir.

düşüncelerim burada çokça eksik kaldı lakin okuyunca eminim ki benzer düşüncelere sahip olacağız.
devamını gör...

nakano eskici dükkanı

bay nakano'nun işlettiği eskici dükkanı ve orada çalışan hitomi'nin ağzından okuduğumuz kitap. çok fazla karakter yok ve hepsinin hayatına bir şekilde değiniyor. hitominin gözünden hepsini görüyoruz. kitabın dili çok sade ve bu yüzden akıcı ilerliyor. ama bu kitapta beni çok da içine çekemeyen bir şeyler vardı.

bazı kitapları yazarlar için bazılarını türleri bazılarını ise sırf ismini beğendiğim için okurum. bu benim için ismini beğenip de okumaya başladığım bir kitap oldu. kötü diyemem ama sevdim de diyemiyorum tam olarak. bana biraz matt hainsin gece yarısı kütüphanesini andırdı. herkes çok sevmişti onu da ama ben eh işte demiştim. aynı şeyleri hissettim diyebilirim .

evet karakter kendini ve diğer karakterleri çok güzel anlatıyor ama sanki bir şeyler havada gibi. olay örgüsü yok da sanki hitominin günlüğünü okuyoruz. sonra hitomi aynı yerde çalıştığı takeo ya aşık oluyor. tabii takeo kadar ruhsuz ve düz birinden nasıl karşılık alırsa. yani take öyle görünüyor da çok bizden biri gibi. onun o donuk hallerini sevdim. karakterlerin her birinin hayata bakışı güzeldi ve tabii ki eskici dükkanı. çünkü ne kadar görsek de dikkatimizi çekse de oradaki eşyalara verilen anlamları bilemiyoruz. ayrıca orada çalışıyor da malzeme alıyor satıyor gibi hissetmek de güzeldi.

sadece çok havada bir 225 sayfaydı benim için. kafa dağıtmak, öylesine bir şeyler okumak için okunur.

ayrıca sanırım hiç japon edebiyatı okumadığımdan kaynaklı isimlere ilk başta adapte olmakta zorlandım resmen. belki de bu edebiyata daha çok şans vermeliyim.
devamını gör...

uykusuzluk sebepleri

akşam üzeri birkaç saat uyumus olmak. şimdi sabaha kadar uyku yok.
devamını gör...

sleeping dogs (film)

orijinal ismi sleeping dogs olan, yönetmenliğini adam cooper'in yaptığı, yine senaryoda adam cooper ve bill collage'in olduğu 2024 yapımı dram, suç, gerilim filmi. başrollerde russel crowe, marton csokas , karen gillian, tommy flangan yer alıyor.

film alzahimer hastası olan eski polis memuru roy freeman (russel crowe)'ın deneysel bir tedaviye başlaması ve yıllar önce bir cinayet davasında tutuklanıp idama mahkum edilen zanlının kendisiyle görüşmek istemesi üzerine davayı tekrar araştırmasını konu alıyor. bu süreçte eski anılarını hatırlıyor ve gizemi çözmeye çalışılıyor. film davada adı geçen herkesin cinayete kadarki süreçlerini tek tek kişi bazlı olarak ele alıyor. hem karakterlerin bu olaydaki yerini öğreniyor hem yakından tanıyoruz. durağan sayılabilecek bir sürükleyiciliği vardı. çok güzeldi tavsiye edilir
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim