papercut yazar profili

papercut kapak fotoğrafı
papercut profil fotoğrafı
rozet
karma: 1355 tanım: 181 başlık: 4 takipçi: 8

son tanımları


rte’nin 7 yıldır 23 nisan’da anıtkabir’e gitmemesi

malumun ilamıdır.

akpli cumhurbaşkanı recep tayyip erdoğan ve avanelerinin atatürk hakkındaki görüş ve tutumları açıktır. buna diyecek bir şey yok. benim takıldığım nokta bunu normalleştirme çabasına giren yazarlar oldu.

"gitmek zorunda mı?", "istemeyenler gelmesin", "hiç gerek yok gitmelerine" gibi yorumların yanlış olduğunu düşünüyorum. ulusal egemenliğin kutlandığı bir günde, egemenliği tahtta oturan kavuklulardan alıp halka emanet eden kişinin törenle anılmaması tepki gösterilmesi gereken bir durumdur. dünyanın neresine giderseniz gidin, o ülkenin milli bayramlarında kurucularını anma törenleri yapılır. burada mevzubahis olan story atmak, bayrak sallamak veya marş söylemek gibi kişisel kutlama hareketleri değildir.

burada söz konusu olan resmi protokol ile tören yapılmasıdır. modern türkiye'nin kurucusu olan atatürk'ün emanet bıraktığı cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan kişilerin bu tür protokollere iştirak etmesi zorunlu olmalıdır. bunun normalleştirilecek veya göz ardı edilecek bir tarafı yoktur.

sonuçta devlet erkanı yoldan geçerken "niye anıtkabire gitmedin?!!?" şeklinde bir serzeniş değildir bu. egemenliğin türk halkına bırakıldığı günün 101. sene-i devriyesidir. dolayısıyla bunun gibi milli bayramlarda, bilhassa cumhurbaşkanının o protokolde yer almaması tepki gösterilmesi gereken bir durumdur. ama bazı yazarların bunu normalleştirmeye çalışanların propagandalarına alet olması çok daha büyük bir problem bana göre. o yüzden yazmadan geçemedim.

son olarak;

ey türk gençliği! birinci görevin türk bağımsızlığını, türk cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.
varlığının ve geleceğinin tek temeli budur.
devamını gör...

engelli biriyle evlenmemek

çocukluğumda aksini düşündüğüm eylemidir.

adı burcu'ydu. annesi oturduğumuz sitenin çocuk parkına getirir salıncakta sallardı. zihinsel engelliydi ve çok farklı bir enerjisi vardı. burcu ve annesiyle karşılaştığımda sokakta top oynuyorsam eğer soluklanma bahanesine durup onu seyrederdim. evdeysem, kimi zaman camdan sarkıp kimi zaman da gizliden gizliye perdenin kenarından onu izlerdim.

çok güzeldi, zihinsel engelini kavrayacak yaştaydım ama sallanırken savrulan saçları, öylesine saf kahkahaları ve inci gibi parlayan dişleriyle büyüsüne kapılıp giderdim. adını öğrendiğim gibi zamanla oturduğu apartmanı bile buldum. tesadüfen de olsa ona sitenin sınırları dışında denk gelmek beni çok sevindirmişti. çünkü her hafta annemle çıktığım pazartesi pazarının kurulduğu cadde üzerinde oturuyorlardı.

annesinin elinden tutup bizim parka sallanmaya geldiğinde, çok sefer deli divane olduğum topun peşinde koşmayı bıraktığımı hatırlıyorum. çünkü onun salıncakta sallanırken mutluluğunu görmek beni herşeyden alıkoyuyordu. balkondan annem seslense ve sevdiğim yemeği pişirdiğini söyleyip beni eve girmem için ikna etmeye çalışsa bile dönüp bakmazdım. güzel yüzlü burcu ve en büyük eğlencesi olan salıncakta sallanmasını izleyip onun mutluluğuna ortak olmak, herkesten gizlediğim tutkum haline gelmişti.

o zamanlar aklım evlilik mevzularına çok etmese de onunla bir hayat kurduğumu hayal ederdim. hayalimde hep mutluydu, gülüyordu ve ben de onun güzel yüzünü görüp huzurla doluyordum. çocuk aklımla bile acaba onu hayatım boyunca böyle güldürebilir miyim diye düşündüğüm, kendimce hayallere daldığım çok olurdu.

aradan çok uzun zaman geçti. aynı muhitte oturmama rağmen çocukluğuma dair unutmadığım bir karakter olan burcu'yu yıllar sonra tekrar gördüm. o ana kadar hiçbir şekilde karşıma çıkmamıştı. onu gördüğüm zaman bir koşu yanına gidip sarılmak istedim ama onun için yabancının tekiydim, hatta yanındaki annesi için de. içimden geldiği gibi ona asla sarılamayacağımı bilmek canımı çok yakmıştı.

askere gitmeden önce, birliğime katılmama 15, 20 gün varken zaman geçsin diye oturduğumuz yere yakın bir kafede garsonluk yaptım. burcu ve annesini en son orada gördüm. sanki onları ilk defa görüyorumuşcasına karşıladım, siparişlerini aldım ve servislerini açtım. annesi pizza istedi. ben de pizzayı çok severim.

belki de 15 yıl geçmişti anne ve kızı ilk gördüğüm günden beri. zaman onu değiştirmişti sanki. çocukluğumda göründüğünden daha durgun, belki biraz daha tedirgin ve huzursuz gibiydi. ya ben? ben de çocukluğumdaki gibi hayat dolu görünüyor muydum acaba dışarıdan? birazdan çok severek yiyeceği pizzasını ona götürürken hissiz gibi olduğumu hatırlıyorum. buz gibi.

ah be burcu. seni son gördüğümde ne hissedeceğimi bilemesem de bir zamanlar seni çok sevdiğimi söylemek isterdim. çocuk aklı mı derler yoksa çocuk kalbi mi bilmem. salıncakta sallanırkenki mutluluğunu her zaman olmasa da hep hatırlayacağım. bir sonraki yaşamda beraber sallanacağımızdan o kadar eminim ki. hem de en güneşli günlerde yine bizim sitenin parkında. umarım hayat senin için hep mutlu olduğun şekilde, annen için de biraz daha kolay geçmiştir.
devamını gör...

sürekli umutsuz olan insan

stoacı olmayandır.
devamını gör...

18 mart 2021 normal sözlük instagram rezaleti

sözlüğün instagram hesabını yöneten ve kontrol edenlerin, akşamın şu saatine kadar "ya dalgınlığımıza gelmiş, şu paylaşımı bir yeniden düzenleyelim." diyerek aksiyon almamaları sebebiyle kasıtlı yapıldığını düşündürten rezalettir.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının birbirlerini övmesi

yadsınamaz bir gerçektir.

yıllardır profesyonel bir sözlük okuyucusu olduktan sonra* kafa, benim ilk sözlük yazarı deneyimini tattığım bir mecra oldu. başlarda bu nickaltı övgü muhabbeti hemen dikkatimi çekti. "aa, ne kadar kibar insanlar, güzel ifadelerle beğendikleri yazarları motive ediyorlar." demiştim. ilk kez sözlük yazarı olan kişilerin de bu klişeye dahil olmasıyla birlikte bu "övgü yarışı" bambaşka bir noktaya ulaştı.

bir süre sonra, kendimce yaptığım gözlemlerden çıkardığım sonuca göre, aslında gerçekten kıymetli yazarlar için başladığını düşünüdüğüm bu övgü işinde, ipin ucunun çoktan kaçırılmış olduğunu fark ettim. öyle ki, bazı yazarların bir diğerini överken kullandıkları cümleleri görünce, cıvık olarak nitelendirebileceğim bu yazarları, sanki smokin giymiş, önünü iliklemiş de öyle yazıyor gibi tahayyül etmeye başladım.

hatta yazarların pek çoğu, birbirlerini överken basmakalıp sözler kullanmaktan bile kaçınmamaya başladı. birbirini tekrar eden övgüler peş peşe yığılmaya başlayınca, bu işin samimiyetini sorgulamak durumunda kaldım. çünkü bazı yazarlar, bir başkasını överek kendini ön plana çıkarmaya çabalıyor gibiydi. her sosyal mecrada olduğu gibi burada da "tık"* alma hevesinin, nitelik ve kaliteyi talan ettiğine tanıklık ettikten sonra bu hususu fazla önemsememeye başlayıp, akışına bıraktım.

hatta başlarda irrite olduğum bu övgü yarışında benim kafamı rahatlatan olay, seri artı oy veren melekler oldu. parmağıyla ekranda bulunan bazı piksellere seri bir şekilde dokunmayı becerebilen kişilerin övgülere mazhar olduğunu gördükten sonra, bu işin samimi bir beğeniyi ifade etmekten çok, sözlük içi lobicilik olduğunu fark ettim. yeni yazarlar, bir süre takıldıktan sonra bu beğeni-övgü-takip lobiciliğini tecrübe edebilirler. belki de bu zaten sosyal medyanın doğasında olan bir şeydir, kullanmadığım için ben yeni fark etmiş olabilirim.

kimseye nereye, ne yazacaklarını tembihleyecek değilim. istediklerini yazıp çizebilirler. istedikleri yazarların tanımlarını okumadan beğenebilirler. karşılığında o yazarların içi boş övgülerinden tatmin olabilyorlarsa, ne mutlu onlara. ancak dışarıdan bakılınca bence* komik duruma düştüklerinin farkında değiller.

epeydir bu konuda söyleyeceklerimi biriktirip bir anda patlattıktan sonra, son sözüm de bu konudan rahatsızlık duyan yazarlara gelsin. burası kamuya açık bir platform, çeşit çeşit yazar var ve hepsi kuralları ihlal etmeden istediklerini yapmakta özgürler.* o yüzden şu övmüş şu beğenmiş gibi detaylara çok takılmayın. beğendiğiniz yazarlar için tabii ki övgü dolu tanımlar girin ama bunu yaparken... neyse siz daha iyisini bilirsiniz.
devamını gör...

sineklerin tanrısı

başlangıçta çocuklar için yazılmış gibi bir izlenim bırakan, ancak yaşanan olaylarda ahlâk, kitle psikolojisi ve otorite gibi kavramları güzel işlediği söylenen bir eser.

söylenen diyorum çünkü iki defa okumaya niyetlenmeme rağmen bir türlü bitiremedim. bendeki çevirisi mi kötüydü* anlamadım ama inanılmaz gereksiz betimlemelerle dolu. okurken yorulduğumu hissediyordum, o derece.

ne yazık ki üçüncüye şans vereceğimi düşünmüyorum. tıpkı jack london'ın yıldız gezgini gibi yarım bıraktığım ve pes ettiğim bir kitap olarak hafızamda yer edinecek.
devamını gör...

two steps from hell

epik müzik denilen bir türü hayatıma kazandıran, invincible albümlerinden bu yana sıkılmadan dinlediğim, unutulmaz eserlere imza atmış grup. her albümlerinde en az 4-5 tane favori parça çıkartacak kadar da istikrarlılar.

tsfh parçalarının bugüne kadar hangi filmlerde soundtrack olarak kullanıldığını bilmiyorum ama bir gün maruz kaldığım acun'un survivor adlı programında birine denk gelince çok şaşırmıştım. bu yüzden pek çok kişinin haberi olmadan dinlediği bir grup olur kendileri.

favori listem daha uzar gider ama en sevdiğim parçalarını şöyle sıralamak isterim.

star sky
blackheart
merchant prince
cry
moving mountains
strength of a thousand men
invincible
victory
devamını gör...

animasyon film önerileri

üniversiteden mezun olacağım sene katıldığım "mezuniyet sonrası iş bulma süreci ve psikolojisi" temalı bir konferansta, konuklar arasındaki psikolog ablamızın salonda bulunan 40 50 gence tavsiye ettiği inside out (film) mutlaka izlenmeli.

bunun dışında keyifle izlediğim yapımlar;
how to train your dragon serisi
shrek serisi
toy story serisi
ice age serisi
up
devamını gör...

robins (yazar)

tıbbi konularla ilgili başlıklarıyla hemen kendisini belli eden ve erinmeden bildiklerini paylaşan bir yazar.
ayrıca moderatörlerin bile gözünden kaçan bir konuda, bana kendi inisiyatifi ile yardımcı olduğu için kendisine teşekkürlerimi iletiyorum. onun için bir önemi olmasa bile, bunca zamandır sözlükte nickaltı girdisi yazdığım ilk yazar olduğunu söylemek isterim.
devamını gör...

gölge etme başka ihsan istemem

kinik filozof, sinoplu diyojen'in* büyük iskender'e söylediği meşhur sözdür.

ilk entry'de bahsedilenin aksine büyük iskender şehirde gezerken diyojen'e tesadüfen rastlamaz. halihazırda aristoteles'in öğrencisi olan büyük iskender, felsefeye meraklı ve dönemindeki filozofara çok değer veren bir hükümdardır. kinizm ekolü hakkında da bilgi sahibidir.

bu yüzden, toplumun kanıksadığı normların dışında yaşayan diyojen hakkında da pek çok şey duymuştur. bizzat kendisini görmek ve tanışmak için ayağına kadar gider. makedon imparator, arkasındaki kalabalıkla birlikte diyojen'in yaşadığı fıçıya yaklaşır ve "ben, büyük iskender'im." diyerek kendisini tanıtır.

yattığı yerden biraz doğrularak kalabalığa bakan diyojen, imparatora dönüp "ben de köpek diyojen'im." der. bu cevap karşısında şaşıran büyük iskender, filozoflara değer verdiğinden dolayı ona samimiyetle kendisinden bir isteği olup olmadığını sorar. bu soruyu evet, diye yanıtlayan diyojen dünyevi istekleri umursamadığını ima eden bu cevabı verir.

bu olay, pek çok ressam tarafından resmedilmiş, ancak ben fransız ressam nicolas-andre monsiau'nun bu eserini ayrı tutuyorum. diğer tablolardakinin aksine burada diyojen'in büyük makedonya imparatoru'nun yüzüne bile bakmamış olması, atlanılmaması gereken bir detay.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

son olarak büyük iskender'in de filozofla yaşadığı bu diyaloğun ardından "eğer iskender olmasaydım, diyojen olurdum." dediği rivayet edilir.
devamını gör...

cloud atlas

ingiliz yazar david mitchell'in aynı adlı bilim kurgu türündeki romanından uyarlamadır.

(bkz: filmi çekilmiş olan kitaplar)
devamını gör...

efsane milan kadrosu

ucl finalinde, ilk devreyi 3-0 önde kapatmış olmalarına rağmen liverpool'a boyun eğmelerinin yarattığı hayal kırıklığını asla unutamadığım kadrodur.
sheva, kaka ve en çok da carlo ancelotti için çok üzülmüştüm.

futbolcular, o noktadan maçı vermeyip istanbul'da kupayı kaldırmış olsalardı, papa carlo şu anda 4 şampiyonlar ligi kupasıyla kırılması güç bir rekoru elinde bulunduruyor olacaktı.
devamını gör...

ne ekersen onu biçersin

(bkz: ne verirsen elinle, o gelir seninle.)
devamını gör...

aden

ar. (bkz: cennet bahçesi)
devamını gör...

kendime düşünceler

(bkz: stoik) imparator marcus aurelius tarafından neredeyse iki bin yıl önce kaleme alınmış harikulade bir eserdir.

kitabın adından da anlaşılacağı üzere, filozof imparator bu eserinde hiçbir edebi kaygı ve yayınlama amacı gütmeden kendi hayatına dair düşüncelerini kaleme almıştır.

nasıl bir eğitim aldığından yakın çevresi ile ilişkilerine, ahlâk üzerine fikirlerinden hayatında doğru veya yanlış olarak nitelendirdiği seçimlerine kadar pek çok deneyiminden notlar çıkarmıştır. (bkz: stoacılık) ekolüne ilgi duyuyorsanız, kendi yaşamınızı da bu yönde kontrol edebilmek için mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

hatta felsefeyle hiç ilgilenmiyor olsanız bile, sadece bir imparatorun yaşamına ve fikirlerine tanıklık edebilmek için bir göz atabilirsiniz. kaldı ki bu imparator, yaşadığı dönemde dünyanın en varlıklı, en tanınmış, en güçlü, en çok korkulan aynı zamanda sevilen şahsiyeti olarak yaşamını sürdürmekteydi.

kendisine böylesine fantastik bir yaşam bahsedilmiş olmasına rağmen bu imparator, eski bir köle olan (bkz: epiktetos)'a hayranlık duymasıyla ünlüdür. tabiri caizse onca şatafatın içinde köle ruhlu biri gibi yaşamıştır. bu nasıl mümkün olabilir diyorsanız, yanıtı kitabın satırlarında gizli.
devamını gör...

sözlük radyosu sloganı

kullanılacağından veya ihtiyaç olduğundan değil de maksat yaratıcılığı tetiklemek olsun diyerekten aklıma "kafadan kontak radyo" sloganını getiren başlıktır.

kafadan kontak;
80, 90'lı yıllar ve kısmen 2000'lerin başlarında çocuk olanların çok kullandığı, günümüzde unutulan bir tabir.
kafa sözlük logosuna da atıfta bulunan; çılgın, deli, arıza anlamlarına gelir.
kontak kelimesi ayrıca temas, bağlantı ve ilgi gibi anlamlar taşıdığı için, kafa sözlük yönetiminden yazarlarına etkileşim ortamı sunan bir mecra algısı yaratır.

eyyorlamam bu kadar.
devamını gör...

marilyn manson

benim için (bkz: orijinalinden daha iyi olan coverlar)'ın kaçık prensidir.
pek bilinen sweet dreams parçası dışında şu cover'larını da severek dinlerim:

god's gonna cut you down - johnny cash'ten.



personal jesus - depeche mode'dan

devamını gör...

fedailerin kalesi alamut

(bkz: tarihi roman) okumak isteyenlere tavsiye edebileceğim, oldukça sürükleyici ve fedailiğin nasıl bir şey olduğunu iyi aksettirebilen bir romandır.

yazarın diğer kitaplarını okumadım ama alamut kalesi'ndeki üslubunu beğenmiştim. bir 6-7 yıl önce okumuş olmama rağmen sanki heyecanla takip edilen bir dizi tadı bırakmış bende. "dur ya, şu bölümü de okuyayım bırakıcam elimden kitabı" dediğimi anımsıyorum.

ayrıca bu kitabı sadece sürükleyici olmasıyla değil, arkadaşımdan ödünç almış olmam sebebiyle de unutmadım. çünkü karşılığında ben de ona (bkz: tutunamayanlar)'ı ödünç vermiştim. e tabi bu kitap tutunamayanlar'ın yanında çerezlik kalınca, birkaç günde bitirip arkadaşıma iade ettim. sonrası malum, tahmin etmek zor değil.*
devamını gör...

çakra

insanın hem fiziksel hem de mental sağlığında önemli bir etkisi bulunan enerjilerin yer aldığı bölgelere verilen isimdir. farklı renklerde temsil edilen 7 adet çakra vardır.

bundan seneler evvel, arkadaşlarımla kaldırım kenarında laflarken bir kadın yanımıza yaklaştı. nazikçe, nasıl olduğumuzu ve yaşamın nasıl gittiğini sordu. liseye yeni başladığımız dönemlerdi. ergenlikten kaynaklı duygu yoğunluğunu hat safhada yaşadığımız için kendimizce iyi kötü bir şeyler yanıtladık. kadın bizi sevmiş olacak ki zaman zaman sessiz kalsak bile yanımızdan ayrılıp gitmiyordu.

bir süre sonra kendisini tanıttı, şehir merkezinde bir yoga merkezi sahibiymiş. hala unutmadım, (bkz: kundalini yoga) demişti. ardından çakralarla ilgili bazı şeyler anlatmaya başladı. şahsına münhasır bu kadının konuşma tarzından ve hitabet yeteneğinden etkilenmedik desem yalan olur. kadın, anlattıklarını kanıtlamak istercesine üçümüzden de avucumuzu açarak ona göstermemizi istedi.

kadın, tek tek avucumuzu inceledi ve hepimizin ya kendinde ya da ailesinde bulunan hastalıklara dair çok net, nokta atışı tespitler yaptı. ailemizdeki insanların genel karakterleri ve mizaçlarını bile söyledi. yakın arkadaş olduğumuz için birbirimizin ailelerini de tanıyorduk ve gerçekten doğru şeyler söylemişti. kadınla konuşurken üç kafadar, bahçe duvarında oturuyorduk. oradan inmeden gözlerimizi kapatıp, bize telkinlerle bulunarak küçük bir meditasyon seansı bile yaptırmıştı. o kadar şaşırmıştık ki, en laçka arkadaşımız bile işi şakaya vuramadı.

birkaç dakikalık sessizlik ve kadının telkinleri, anlamlandıramadığımız şekilde iyi gelmişti. bu güleç ve yardımsever kadın, bizi yoga merkezine davet etti. katılım için ücret gerekmediğini de söylemişti. arkadaşlarım bir kere gidip ortamı görmüşlerdi. ben neden gitmediğimi hatırlamıyorum. daha sonra hep beraber gitmek için sözleşmiştik ancak fırsat olmadı.

o yüzden, o günden beri hep merak ettim, çakralarla ilgili daha fazla şey öğrenmek istedim. o kadının karşımıza çıkmasını ve böylesine etkileyici bir deneyim yaşatmasını hayatımda takip edilmesi gereken bir işaret gibi gördüm. gelin görün ki ne kadar etkilensem de hayatı kovalamaktan vakit ayıramadım. umarım günün birinde çakra ve meditasyonlar hakkında daha fazla deneyim kazanabilirim.

(bkz: avatar the last airbender (dizi)) çizgi dizisindeki çakralarla ilgili bölümün türkçe alt yazılı halini buldum. ilgilenenler için paylaşmış olayım.

devamını gör...

mercedes benz g serisi

otomotiv endüstrisinin gelmiş geçmiş belki de en (bkz: ikonik) serisidir. dile kolay, 40 yıldan fazla bir süredir aynı tasarımı güncelleyerek ve her yıl biraz daha üzerine koyarak geliştirip bunu insanlara beğendirmek, bence bu seriyi emsalsiz yapıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

1979'dan beri üretilen bu serinin tasarımında çok az değişiklikler yapılarak geleneksel tasarım anlayışı korunmaya devam ediyor. keskin hatları, kaput üzerindeki sinyal lambası, daire şeklindeki farları, dikdörtgen stopları gibi tasarımda öne çıkan detaylar, pek çok farklı marka otomobilde taklit edildi ancak asla aynı etkiyi yaratmadı.

otomotiv sektörü önümüzdeki yıllarda nerelere ulaşır bilmiyorum ama sanırım mercedes mühendisleri en az 2079 yılına kadar bu geleneği sürdürecekler. zamanın, bu tasarımı eskitemediği konusunda iddialılar. zira 2018 yılında yayınladıkları reklamda*, big bang simülasyonuyla başlayıp, otomobilin dna sarmalına uzanarak bu tasarımı nesilden nesile aktardıklarını vurguluyorlar. (bkz: sinematografik) olarak çok beğendiğim, enfes bir reklam olduğu için burada paylaşmak istedim.

devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim