semiz otu yazar profili

benim aklıma aksaray girşindeki kocaman malaklı köpeği heykeli gelir hep

artık her şey..

the weeknd beyefendinin hemen hemen her şarkısı

o sizi aldatırken aynı zamanda size attığı seni seviyorum mesajının atıldığı an.

yönetmek

nabüyün, nabün

kesinlikle ingilizce metinler okumak. ingilizcenin en temel kurallarını ve genel yapısını öğrendikten sonra kısa metinler, ingilizce film altyazıları ve daha sonra ingilizce romanlar okumak. lisede hazırlıktayken ing seviyesi yüksek olan sınıfa sürekli ing romanlar okutulurken düşük seviyedeki sınıfa dil bilgisi özellikleri öğretilmişti tüm yıl. roman okuyanların ingilizcesi kat kat iyileşirken diğer sınıfınki belli bir seviyeden yukarı çıkamadı. bu yüzden ingilizceyi gerçekten öğrenmek isteyenler kesinlikle temelin üstüne sürekli bir şeyler okumalı.

depresyon ciddi bir hastalık doğru, ama farklı biçimlerde kendini gösterdiği de doğru. depresyon belirtilerinin çoğu mutsuzluk ve umutsuzlukla ilişkilendirilse de depresyon teşhisi konan kişi bir gün cıvıl cıvıl dışarda gezerken başka bir günün tamamını yataktan çıkmadan geçirebilir. aynı şekilde bütün gün sadece film izleyebilir.

şuan bunu sadece entry akışta yukarı çıksın da yukarıdaki yazıyı görmeyen de görsün diye yazmak istiyorum.

depresyon filmlerinden biri twilight olmayan var mı ki???

kendi aklınca ped satışını durduran marketten elimizde pedlerimizle kasaya geliyoruz, 'maalesef satamıyoruz' diyen kasiyer arkadaşın çoğu zaman bir suçu olmadığı için sakince yöneticiyle görüşmeyi talep ediyor ve yönetici geldiğinde ceketin cebinde sakladığımız genelgeyi ortaya çıkarıp 'sen sayın cumhurbaşkanımızın genelgede yasaklamadığına nasıl yasak muamelesi yaparsın!' diyip pedlerimizi de alıp olay yerini terk ediyoruz. herkese anladığı dilden konuşmak lazım.

''ulan keşke sigara içseydim'' diye düşünüp çayımdan bir yudum alıyorum genelde.

sondan mı*

bir an önce tekrarlanmaktan vazgeçilmesi gereken söylemdir. bunu demeyi alışkanlık haline getirirseniz içten içe kendinizi derin bir depresyona gömmeniz çok mümkün. kötü hissettiğinizde kötünün kötüsü var, daha kötü de olabilirdi buna da şükür demeye başlarsanız içinizdeki kötü hissi atmaz aksine içinize gömersiniz. emin olun içerdekilerin patlayacağı gün yakındır. yeri geldiğinde bırakın kötü hissedin

3. nesil kahveler arasından favorimdir. nerdeyse her baristanın da hayalidir v60 siparişi almak. hem yapması hem içmesi bu kadar zevkli olan çok şey de yok etrafta.

pedler lüks tüketim kategorisinde değerlendirildiğinden sürekli yapılan zamların yanı sıra bir de yüksek vergi alınıyor. aynı zamanda yeni zelanda'da da pedler ücretsiz yapıldı. türkiye'de ise hem lüks olarak değerlendiriliyor hem de kara poşetlerle gizlenmeye çalışılıyor.

bakın şimdi en ilginç (!) kısım geliyor: pedler bir nevi doğurkanlık göstergesidir. yani ikide bir kutsayıp durduğunuz annelik regl olduğumuz sürece var olur, pedlere erişemez ve onun yerini sağlığımızı tehlikeye atan maddelerle kapatmaya çalışırsak bu kutsal annelik kimliğini zedelemiş oluruz. yeni zelanda ve iskoçya her kadının pedlere erişimi olsun diye adil bir tavırla hareket etmiş, türkiye de bari kendi kurmacalarıyla yapsın bunu. sağlığımız tehlikeye girsin istemiyoruz fakat pedlere bu kadar para vermek de istemiyoruz, ayrıca mecburen yaşadığımız bir şey için devletin bizden lüksmüşçesine vergi almasını da kabul etmiyoruz.

lise son sınıf arka sıradaki 4'lü olarak sıraları birleştirip 2 kg nar ayıklayıp yemiştik

özgüven patlamalarına yol açabilir. ne kadar ingilizce bilsek de çoğumuzun sakındığı şey ingilizce sohbet etmektir. alkol sayesinde tanımadığım turistlerle if sokak'ta bülbül gibi şakımışlığım var, yani güzel şeylere de vesile olabiliyor.

eskiden ucuz tatildi, cep doluysa kemer'e çok da değilse alanya'ya gidilirdi

zaten biter gibi bir düşünceyle evliliğe adım atmayın. biterse biter, aradaki zamanda aşık ve sevgi dolu olmak daha önemli gibi.