spy - madalyalı tanımları (1. sayfa)
1.
fallout
"war.
war never changes."
1997 yılında interpay tarafından piyasaya sürülmüş post-apokaliptik dönemde geçen rol yapma oyunu. türünün wasteland'den sonra gelen ilk örneğidir. günümüzde hala devam etmekte ve büyük kitlelere hitap etmekte olan başyapıtın kronolojik sırası şu şekildedir;
fallout
fallout 2
fallout tactics: brotherhood of steel
fallout: brotherhood of steel
fallout 3
fallout: new vegas
fallout 4
fallout 76
oyun, nükleer savaş sonrası yaşanan kıyametin ardından insan ırkının devamını anlatır. yaşanan olaylardan arda kalan çorak arazi "wasteland" olarak adlandırılmaya başlamıştır. işte bu çorak topraklarda, yeniden oluşan sistematik yapılar, yerel yönetimler, yer yer anarşinin hakim olduğu alanlar, radyoaktif canlılar ve diğer birçok unsur sizleri beklemektedir. oyun serisi 22. yüzyılda geçmekte, bu konuyu spoiler vermemek adına fazla detaylandırmıyorum.
karakter yaratımı beceri ve özellik bakımından oldukça detaylı, oynayış kısmı ise büyük oranda okumaya dayalı. oyuncunun elinde büyük bir özgürlük var. her durum için farklı diyaloglar ve seçenekler, farklı işleyiş sıraları, kararından vazgeçme hatta komple lore'u boşverip açık dünya rol yapma oyunu şeklinde hayatını sürdürmek tamamıyla oyuncunun elinde.
savaş sistemi tur bazlı gerçekleşiyor. belli bir puanınız var ve bu puan dahilinde aksiyonlarınızı gerçekleştiriyorsunuz. ardından tur düşmana/düşmanlarınıza geçiyor ve onlar da aynı şekilde turlarını gerçekleştiriyor.
özellikler demiştim. s.p.e.c.i.a.l olarak geçen, strength, perception, endurance, charisma, intelligence, agility, luck şeklinde yedi temel özellik, bu özelliklere bağlı birçok yetenek var. bu yüzden çok farklı karakterler, çok farklı senaryolar görmek mümkün.
oynanış notları *spoiler içerir*
fallout 1 ve 2 için geçerli bir durum, diğerlerini bilmiyorum. zekanız 4 puanın altındaysa karakteriniz sağlıklı diyaloglar kuramayabiliyor. size bulunduğunuz yerdeki insanların kurtuluşu olan çipin yeri ya da bir nükleer santralin radyoaktif sızıntısını engellemek için gereken kombinasyon sorulduğunda "hö?" deme imkanınız var. bazen de normal şartlarda girilmesi neredeyse imkansız yerlere zararsız bu diyerek geçiş izni kazanabiliyorsunuz. bazı görevler düşük zekanız olduğu için size verilmiyor vs.
fallout 2'de vault citizen olmak için inteligence, charisma ve luck statlarınızın 9 olması gerekiyor. öbür türlü denemeyin boşuna.
not: buffout, mentat ve gözlük işe yarıyor. duruma göre ayarlamasını yaparsınız artık.
fallout 2'de, cafe of broken dreams diye bir special encounter var. haritada güney bölgesinde seyahat ederken çıkıyordu yanlış hatırlamıyorsam. burada, fallout 1'de başarısız olmuş olan oyuncu karakterleri, oyuncularını eleştiren şeyler söylüyor. bu bölgenin ismi aynı zamanda "boulevard of broken dreams" tablosuna selam çakmakta.
fallout 2de oyun başında önce san francisco'ya gidip brotherhood of steel'la görüşür; sonra navarro'ya giderseniz anında 7. seviyeye gelecek kadar tecrübe puanı kazanır ve power armorla oyuna devam edersiniz. ama yapmayın öyle şeyler, hikayenin tadını çıkarın.
şununla da bitirmiş olayım.
war never changes."
1997 yılında interpay tarafından piyasaya sürülmüş post-apokaliptik dönemde geçen rol yapma oyunu. türünün wasteland'den sonra gelen ilk örneğidir. günümüzde hala devam etmekte ve büyük kitlelere hitap etmekte olan başyapıtın kronolojik sırası şu şekildedir;
fallout
fallout 2
fallout tactics: brotherhood of steel
fallout: brotherhood of steel
fallout 3
fallout: new vegas
fallout 4
fallout 76
oyun, nükleer savaş sonrası yaşanan kıyametin ardından insan ırkının devamını anlatır. yaşanan olaylardan arda kalan çorak arazi "wasteland" olarak adlandırılmaya başlamıştır. işte bu çorak topraklarda, yeniden oluşan sistematik yapılar, yerel yönetimler, yer yer anarşinin hakim olduğu alanlar, radyoaktif canlılar ve diğer birçok unsur sizleri beklemektedir. oyun serisi 22. yüzyılda geçmekte, bu konuyu spoiler vermemek adına fazla detaylandırmıyorum.
karakter yaratımı beceri ve özellik bakımından oldukça detaylı, oynayış kısmı ise büyük oranda okumaya dayalı. oyuncunun elinde büyük bir özgürlük var. her durum için farklı diyaloglar ve seçenekler, farklı işleyiş sıraları, kararından vazgeçme hatta komple lore'u boşverip açık dünya rol yapma oyunu şeklinde hayatını sürdürmek tamamıyla oyuncunun elinde.
savaş sistemi tur bazlı gerçekleşiyor. belli bir puanınız var ve bu puan dahilinde aksiyonlarınızı gerçekleştiriyorsunuz. ardından tur düşmana/düşmanlarınıza geçiyor ve onlar da aynı şekilde turlarını gerçekleştiriyor.
özellikler demiştim. s.p.e.c.i.a.l olarak geçen, strength, perception, endurance, charisma, intelligence, agility, luck şeklinde yedi temel özellik, bu özelliklere bağlı birçok yetenek var. bu yüzden çok farklı karakterler, çok farklı senaryolar görmek mümkün.
oynanış notları *spoiler içerir*
fallout 1 ve 2 için geçerli bir durum, diğerlerini bilmiyorum. zekanız 4 puanın altındaysa karakteriniz sağlıklı diyaloglar kuramayabiliyor. size bulunduğunuz yerdeki insanların kurtuluşu olan çipin yeri ya da bir nükleer santralin radyoaktif sızıntısını engellemek için gereken kombinasyon sorulduğunda "hö?" deme imkanınız var. bazen de normal şartlarda girilmesi neredeyse imkansız yerlere zararsız bu diyerek geçiş izni kazanabiliyorsunuz. bazı görevler düşük zekanız olduğu için size verilmiyor vs.
fallout 2'de vault citizen olmak için inteligence, charisma ve luck statlarınızın 9 olması gerekiyor. öbür türlü denemeyin boşuna.
not: buffout, mentat ve gözlük işe yarıyor. duruma göre ayarlamasını yaparsınız artık.
fallout 2'de, cafe of broken dreams diye bir special encounter var. haritada güney bölgesinde seyahat ederken çıkıyordu yanlış hatırlamıyorsam. burada, fallout 1'de başarısız olmuş olan oyuncu karakterleri, oyuncularını eleştiren şeyler söylüyor. bu bölgenin ismi aynı zamanda "boulevard of broken dreams" tablosuna selam çakmakta.
fallout 2de oyun başında önce san francisco'ya gidip brotherhood of steel'la görüşür; sonra navarro'ya giderseniz anında 7. seviyeye gelecek kadar tecrübe puanı kazanır ve power armorla oyuna devam edersiniz. ama yapmayın öyle şeyler, hikayenin tadını çıkarın.
şununla da bitirmiş olayım.
devamını gör...
2.
düşünme biçimleri
ünlü fransız matematikçi ve filozof descartes'ın "cogito ergo sum" yani "düşünüyorum öyleyse varım" sözünü hepimiz biliriz. peki nasıl düşünüyoruz? hemen herkes düşündüğünü ve iyi bir düşünür olduğunu "düşünür". peki bu düşüncelerimiz ne kadar sistematik gerçekleşiyor? işte bu noktada karşımıza çıkan düşünme biçimlerinden birkaçını incelemek istedim.
sözlük genelinde bazıları parçalar halinde incelenmiş modelleri de tek bir yazıda toplamış olacağım. eğer başlığı varsa, tıklayarak oraya gidip daha detaylı bilgiye erişebilirsiniz. yoksa kendiniz açabilir ya da yine bu başlık altında fikirlerinizi belirtebilirsiniz.
altı temel düşünme biçimi vardır. bunlar eleştirel, analitik, yansıtıcı, yaratıcı, yanal ve metabilişsel düşünmedir. diğer kullanılan ya da ilginç düşünce metotlarına da yer vereceğim ama önce bunlarla başlamak istiyorum.
eleştirel düşünme
"şüphe." neyin nasıl yapılacağına dair en doğruyu bulmaya/seçmeye dair rasyonel bir yol izleyen düşünme biçimi. temel olarak ilgililik, geçerlilik, açıklık, anlaşılabilirlik, dengelilik, mantıklılık, doğruluk ve adillik kavramlarına dayanır. önyargılardan ve ani kararlardan uzak olmayı, problemi merkez alarak hareket edip merkezden uzaklaşılmaması hem de çok yaklaşıp kör bir açıyla değerlendirilmemesini hedefler. mevcut bilgi, mantık ve sağduyu çerçevesinde bir karar ya da yargıya varılmasını amaçlamaktadır.
analitik düşünme, yansıtmalı düşünme, gerçekçi düşünme, tümdengelimsel ve tümevarımsal düşünme gibi diğer düşünce metotlarını da kapsar aslında.
analitik düşünme
iş ilanlarının vazgeçilmezi olan analitik düşünme, aslında ögeleri ayrıştırıp inceleme, bütün ve parça arasında ilişki kurma durumudur. çözüm aşamasındaki problem bütün halde değil, uygun parçalar halinde incelenir. her parçaya ayrı ayrı çözüm bulunurken, bir yandan parçalar ve çözümlerin kendi aralarındaki uyumu yani bütüne yansıyışı göz önünde bulundurulur. bilgiyi neden-sonuç dahilinde, farklılıklar ve benzerlikleri ince eleyip sık dokuyarak işlemektedir.
yansıtıcı düşünme
"deneyim" özeleştiri yaparak düşüncenin eksik ya da kusurlu yanlarının bulunması, bunlar üzerine tekrar düşünülmesi ve kötü yanların düşünen lehine kullanılması durumudur. hatalar ve kusurlar saptanır, devamında buna uygun bir yol haritası çizilir. birey durumu kendi kendine değerlendirir ve ne kadar mantıklı olduğunu tayin edip buna göre düşünceyi kabul ederek harekete geçer ya da reddederek düşünme aşamasını gözden geçirir.
yaratıcı düşünme
yaratıcı düşünme, var olan norm ve standartlardan sıyrılıp var olmayanı hedefleyen düşünme biçimidir. yeni bir nesne, kavram, fikir, eser ortaya çıkarırken ön plana çıkan yaratıcı düşünme, eleştirel düşünmenin aksine birbiriyle ilgi ilişiği bulunmayan ya da "en doğru"yu aramayan düşünme modeli olarak değerlendirilebilir. bu farklılık ve uç oluş, merkezden uzaklaşma hadisesi alakasız, gerçeklikten uzak ya da absürt olmak zorunda değildir.
yanal düşünme
olayı/sorunu birden fazla açıdan ele alan, tek bir doğrunun ya da çözümün olmadığı düşünme biçimidir. fikirsel zenginlik ve ihtimal fazlalığı ön plandadır. rasyonellik kısıtlı olabilir. olası tüm senaryoların göz önünde bulundurulduğu ve fikir fazlalığı üzerinden ufuk genişletmeye yönelik düşünme metodudur. yaratıcı düşünce ile birlikte beyin fırtınası dediğimiz olayı ortaya çıkarır. altı şapkalı düşünme tekniğinin doğrudan karşılığı ve çıkış noktasıdır.
metabilişsel düşünme
ben buna öz farkındalık demeyi daha doğru buluyorum. bireyin kendisini tanıyıp, nasıl düşündüğünün ve en verimli sonuçları nasıl ortaya koyabildiğinin kritiğini yapması durumudur. kendisi için en iyi öğrenme ve karar verme tekniğine dair olan düşünmedir. yani bir nevi düşünmeyi düşünme ya da nasıl düşüneceğini düşünme diyebiliriz.
şimdi de temel düşünme biçimleriyle alakalı, onların temeli olmuş ya da onlardan esinlenilerek yola çıkmış birkaç düşünme biçimini daha inceleyeceğiz.
ıraksak düşünme
var olan bir bilgi ya da olaydan hareketle türetilip yeni yorumlar kazandırmak, düşünceyi başka düşüncelerle ilişkilendirmektir. bu düşünce biçiminde tek doğru yoktur ve ortaya çıkan alternatif cevaplarla birlikte ortaya çıkan farklı bakış açıları, olay ya da bilginin daha geniş bir perspektiften yorumlanabilmesine imkan tanır.
yakınsak düşünme
çok cevaplı düşünme biçimlerinin, bilhassa ıraksak düşüncenin tam tersi şekilde farklı fikirler arasındaki ortak noktayı, paydayı bulma yönündeki düşüncedir. bu bağlamda ortaya çıkan bir fikir ya doğru ya yanlıştır. düşünceler elenerek olabildiğince az sayıda, mümkünse tek doğruya düşürülür.
tümdengelimsel düşünme
herhangi bir bütünden yola çıkarak, o bütünün kapsadığı parçaların da bütün için geçerli olan özellik/bilgiye uygun oluşuna dayalı düşünme metodu. temel mantığımızın da işleyiş mekanizmalarından biridir aynı zamanda. istem dışı gerçekleştirdiğimiz unsurlardandır ve gerçekliği kesin olmamakla birlikte olası ya da geçerli durumlar için kullanılır. çarpıcı bir örnek olarak burçlar verilebilir.
aslan burcu egoisttir. abdulkadir aslan burcudur. bu durumda abdulkadir egoisttir.
tümevarımsal düşünme
tümdengelimin tersi olarak, özelden genele doğru bir yol izlenen düşünme metodudur. tıpkı tümdengelimdeki gibi geçerli ifadeler olmalarına rağmen gerçeği yansıtmak zorunda değildir.
abdulkadir egoist bir insandır, abdulkadir aslan burcudur, aslan burcu insanlar egoisttir.*
analojik düşünme
iki farklı durum, problem ya da birey arasındaki ortak noktalardan yola çıkarak diğer noktaları da eşleştirmeye yönelik düşünme biçimi. bilinenlerin olgunun ele alınıp, bilinmeyen olgunun açıklanmaya çalışılması durumu.
ahmet uzun ve cesurdur.
ali de uzundur.
bu durum da ali de cesurdur.
hipotetik düşünme
problem çözümünde yalnızca somut kısım ve yöntemlere değil, "hipotez" geliştirerek çözümle ilişkisi olan yollara da odaklanan ve bunları test eden düşünme biçimidir. ıraksak düşünme ile doğrudan ilişkilidir ve yine ıraksak düşünmenin pratik işleyişine dair harika bir temeldir. ve, veya, eğer gibi mekanizmalara dayanır. bilgisayar dillerinde de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
eğer x ve y olursa, z olur.
evet aklıma gelenler, değinmek istediklerim bunlar. düşünüyoruz. evet, insanız ve hepimiz düşünüyoruz. ama her ne kadar burada bahsetmesem de dogmatik düşünce, mantıksal olmayan düşünme, vasat düşünme gibi türler de söz konusu.
"olan bitene ne kadar geniş bir açıdan yaklaşıyorum? ne kadar bilinçli düşünüyorum? düşüncelerim doğru mu, eksiksiz mi?" gibi soruları her bireyin kendine sorduğu bir dünya dileğiyle diyerek bitireyim.
sözlük genelinde bazıları parçalar halinde incelenmiş modelleri de tek bir yazıda toplamış olacağım. eğer başlığı varsa, tıklayarak oraya gidip daha detaylı bilgiye erişebilirsiniz. yoksa kendiniz açabilir ya da yine bu başlık altında fikirlerinizi belirtebilirsiniz.
altı temel düşünme biçimi vardır. bunlar eleştirel, analitik, yansıtıcı, yaratıcı, yanal ve metabilişsel düşünmedir. diğer kullanılan ya da ilginç düşünce metotlarına da yer vereceğim ama önce bunlarla başlamak istiyorum.
eleştirel düşünme
"şüphe." neyin nasıl yapılacağına dair en doğruyu bulmaya/seçmeye dair rasyonel bir yol izleyen düşünme biçimi. temel olarak ilgililik, geçerlilik, açıklık, anlaşılabilirlik, dengelilik, mantıklılık, doğruluk ve adillik kavramlarına dayanır. önyargılardan ve ani kararlardan uzak olmayı, problemi merkez alarak hareket edip merkezden uzaklaşılmaması hem de çok yaklaşıp kör bir açıyla değerlendirilmemesini hedefler. mevcut bilgi, mantık ve sağduyu çerçevesinde bir karar ya da yargıya varılmasını amaçlamaktadır.
analitik düşünme, yansıtmalı düşünme, gerçekçi düşünme, tümdengelimsel ve tümevarımsal düşünme gibi diğer düşünce metotlarını da kapsar aslında.
analitik düşünme
iş ilanlarının vazgeçilmezi olan analitik düşünme, aslında ögeleri ayrıştırıp inceleme, bütün ve parça arasında ilişki kurma durumudur. çözüm aşamasındaki problem bütün halde değil, uygun parçalar halinde incelenir. her parçaya ayrı ayrı çözüm bulunurken, bir yandan parçalar ve çözümlerin kendi aralarındaki uyumu yani bütüne yansıyışı göz önünde bulundurulur. bilgiyi neden-sonuç dahilinde, farklılıklar ve benzerlikleri ince eleyip sık dokuyarak işlemektedir.
yansıtıcı düşünme
"deneyim" özeleştiri yaparak düşüncenin eksik ya da kusurlu yanlarının bulunması, bunlar üzerine tekrar düşünülmesi ve kötü yanların düşünen lehine kullanılması durumudur. hatalar ve kusurlar saptanır, devamında buna uygun bir yol haritası çizilir. birey durumu kendi kendine değerlendirir ve ne kadar mantıklı olduğunu tayin edip buna göre düşünceyi kabul ederek harekete geçer ya da reddederek düşünme aşamasını gözden geçirir.
yaratıcı düşünme
yaratıcı düşünme, var olan norm ve standartlardan sıyrılıp var olmayanı hedefleyen düşünme biçimidir. yeni bir nesne, kavram, fikir, eser ortaya çıkarırken ön plana çıkan yaratıcı düşünme, eleştirel düşünmenin aksine birbiriyle ilgi ilişiği bulunmayan ya da "en doğru"yu aramayan düşünme modeli olarak değerlendirilebilir. bu farklılık ve uç oluş, merkezden uzaklaşma hadisesi alakasız, gerçeklikten uzak ya da absürt olmak zorunda değildir.
yanal düşünme
olayı/sorunu birden fazla açıdan ele alan, tek bir doğrunun ya da çözümün olmadığı düşünme biçimidir. fikirsel zenginlik ve ihtimal fazlalığı ön plandadır. rasyonellik kısıtlı olabilir. olası tüm senaryoların göz önünde bulundurulduğu ve fikir fazlalığı üzerinden ufuk genişletmeye yönelik düşünme metodudur. yaratıcı düşünce ile birlikte beyin fırtınası dediğimiz olayı ortaya çıkarır. altı şapkalı düşünme tekniğinin doğrudan karşılığı ve çıkış noktasıdır.
metabilişsel düşünme
ben buna öz farkındalık demeyi daha doğru buluyorum. bireyin kendisini tanıyıp, nasıl düşündüğünün ve en verimli sonuçları nasıl ortaya koyabildiğinin kritiğini yapması durumudur. kendisi için en iyi öğrenme ve karar verme tekniğine dair olan düşünmedir. yani bir nevi düşünmeyi düşünme ya da nasıl düşüneceğini düşünme diyebiliriz.
şimdi de temel düşünme biçimleriyle alakalı, onların temeli olmuş ya da onlardan esinlenilerek yola çıkmış birkaç düşünme biçimini daha inceleyeceğiz.
ıraksak düşünme
var olan bir bilgi ya da olaydan hareketle türetilip yeni yorumlar kazandırmak, düşünceyi başka düşüncelerle ilişkilendirmektir. bu düşünce biçiminde tek doğru yoktur ve ortaya çıkan alternatif cevaplarla birlikte ortaya çıkan farklı bakış açıları, olay ya da bilginin daha geniş bir perspektiften yorumlanabilmesine imkan tanır.
yakınsak düşünme
çok cevaplı düşünme biçimlerinin, bilhassa ıraksak düşüncenin tam tersi şekilde farklı fikirler arasındaki ortak noktayı, paydayı bulma yönündeki düşüncedir. bu bağlamda ortaya çıkan bir fikir ya doğru ya yanlıştır. düşünceler elenerek olabildiğince az sayıda, mümkünse tek doğruya düşürülür.
tümdengelimsel düşünme
herhangi bir bütünden yola çıkarak, o bütünün kapsadığı parçaların da bütün için geçerli olan özellik/bilgiye uygun oluşuna dayalı düşünme metodu. temel mantığımızın da işleyiş mekanizmalarından biridir aynı zamanda. istem dışı gerçekleştirdiğimiz unsurlardandır ve gerçekliği kesin olmamakla birlikte olası ya da geçerli durumlar için kullanılır. çarpıcı bir örnek olarak burçlar verilebilir.
aslan burcu egoisttir. abdulkadir aslan burcudur. bu durumda abdulkadir egoisttir.
tümevarımsal düşünme
tümdengelimin tersi olarak, özelden genele doğru bir yol izlenen düşünme metodudur. tıpkı tümdengelimdeki gibi geçerli ifadeler olmalarına rağmen gerçeği yansıtmak zorunda değildir.
abdulkadir egoist bir insandır, abdulkadir aslan burcudur, aslan burcu insanlar egoisttir.*
analojik düşünme
iki farklı durum, problem ya da birey arasındaki ortak noktalardan yola çıkarak diğer noktaları da eşleştirmeye yönelik düşünme biçimi. bilinenlerin olgunun ele alınıp, bilinmeyen olgunun açıklanmaya çalışılması durumu.
ahmet uzun ve cesurdur.
ali de uzundur.
bu durum da ali de cesurdur.
hipotetik düşünme
problem çözümünde yalnızca somut kısım ve yöntemlere değil, "hipotez" geliştirerek çözümle ilişkisi olan yollara da odaklanan ve bunları test eden düşünme biçimidir. ıraksak düşünme ile doğrudan ilişkilidir ve yine ıraksak düşünmenin pratik işleyişine dair harika bir temeldir. ve, veya, eğer gibi mekanizmalara dayanır. bilgisayar dillerinde de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır.
eğer x ve y olursa, z olur.
evet aklıma gelenler, değinmek istediklerim bunlar. düşünüyoruz. evet, insanız ve hepimiz düşünüyoruz. ama her ne kadar burada bahsetmesem de dogmatik düşünce, mantıksal olmayan düşünme, vasat düşünme gibi türler de söz konusu.
"olan bitene ne kadar geniş bir açıdan yaklaşıyorum? ne kadar bilinçli düşünüyorum? düşüncelerim doğru mu, eksiksiz mi?" gibi soruları her bireyin kendine sorduğu bir dünya dileğiyle diyerek bitireyim.
devamını gör...
3.
sistem
sınırları belli, bir amaç dahilinde fiziksel ya da kavramsal birden çok bileşenin oluşturduğu bütün.
sistemler açık-kapalı, canlı-cansız, soyut-somut, doğal-beşeri, statik-dinamik olmak üzere farklı açıda incelenir. hepsine tek tek değinmeden önce sistemin özelliklerini tanıyalım.
öncelikle sistemin onu çevresinden ayıran sınırı ya da sınırları bulunur ve her sistem, kendinden küçük alt sistemlerden oluşur. bir ülke yönetimini sisteme benzetecek olursak, bakanlıkları da alt sistem olarak değerlendirebiliriz. onları da, daha alt gruplar, bakanlığa bağlı vakıflar vs. olarak.
sistemi oluşturan ögeler arasında karşılıklı bağlılık ve bağımlılık vardır. birbiriyle ilişki halindedir. bu ilişki karşılıklı beslenme, bilgi alışverişi ya da karar mekanizmasının ortaklığı olabilir. küçük alt sistemler büyük bir sistemi oluşturabileceği gibi, büyük bir sistem küçük alt sistemlere bölünmüş de olabilir.
ve bana göre en önemli unsur; sistem, sistem ögelerinin aritmetik toplamı değil organik toplamıdır. yani bütün parçaların toplamından büyüktür. bu da sistemin gücünü doğuran temel unsurdur. 2+2 = 5
kafa bulandırmadan sistem gruplarına geçeyim.
1-) açık-kapalı sistemler
a-) açık sistem; çevresiyle ilişkisi olan, haberleşen, birbirini etkileyebilen ve/veya değiştirebilen sistem türüdür. dış çevreden gelen girdi, belli işleme ya da işlemlere tabi tutularak bir çıktı verir. sonra ortaya çıkan çıktı da yine, yeni bir girdi olarak işleme alınır. böyle böyle gelişim sağlanır.
b-) kapalı sistem; dış çevreden etkilenmeyen sistem türüdür. sadece iç işleyiş esastır, dış faktörler yok sayılır ve dikkate alınmaz. girdi -> işlem işlem -> çıktı şeklinde bir sıra izler. çıktı tekrar işleme uğramaz.
2-)canlı-cansız sistemler
a-) canlı sistemler, elemanları canlı ve değişken yapılardan oluşan; doğum ve ölüm, türeyiş ve yok oluş gibi faktörlerden etkilenebilen sistem türleridir. ekosistem harika bir örneğidir.
b-) cansız sistem ise biyolojik standartlardan uzak, çoğunlukla mekanik olarak karşımıza çıkan sistemler işte. bu bağlamda süreçsel değişime bir noktada kapalı olurlar, teknolojik cihazlar; işletim sistemleri gibi örnekler sunulabilir.
3-) soyut-somut sistemler
a-) soyut sistemler; tüm elemanları kavramlardan oluşan sistemlerdir. somut karşılığı olmamasına rağmen belli bir sistematiği takip eden yapılardır. düşünce sistemi en bilindik örneğidir.
b-) somut sistem; en az iki elemanı nesnelerden oluşan sistemdir. içerisinde soyut elemanlar bulundurabildikleri gibi, sadece somut elemanlardan ibaret de olabilirler. yine kullandığımız teknolojik cihazların sistemleri buna örnektir.
4-) doğal-beşeri sistemler
a-) doğal sistem, insan eli değmeden kendi kendine ya da insan dışı diğer sebeplerle oluşmuş sistem türü. güneş sistemi ya da yağış sistemi bunun bir örneğidir.
b-) insan eliyle oluşan işletme hiyerarşik sistemleri, mekanik sistemler... evet anlaşılabileceği üzere bir sistem, birkaç farklı sistem grubu içinde incelenebilip, dahil olabiliyor. matematik mesela. açık, cansız, soyut, beşeri bir sistem.
5-) statik-dinamik sistemler
a-) statik sistemler, çevredeki değişkenlerden etkilenmez ya da doğrudan etkilenmezler. yani, değişimlere karşı duyarlılıkları yoktur ya da kısmidir demek istiyorum. var olan durumunu belli bir süre boyunca korumaya yönelik yapıları vardır.
b-) dinamik sistemler, geri besleme mekanizmasıyla çalışır. yukarıda incelemiş olduğumuz açık sistemler buna bir örnektir. dış etkenlerle fazlasıyla içli dışlı olan bu tür sistemler, çeşitli parametreler ve verilerde yaşanan değişkenler ile köklü bir değişime bile uğrayabilir ya da bozulabilirler.
(bkz: entropi)
bir de basit-karmaşık sistem kavramı var ki, bana göre göreceli olan bu konudan bahsetmek istemiyorum. tüm yazıyı da yine bu konuyla ilgili bir yazı kaleme alırken temel olsun diye yazdım. yüzeysel haliyle böyle işte sistem konusu. iş hayatından, pozitif bilimlere, politikadan dinlere her alanda karşımıza çıkabiliyorlar.
sistemler açık-kapalı, canlı-cansız, soyut-somut, doğal-beşeri, statik-dinamik olmak üzere farklı açıda incelenir. hepsine tek tek değinmeden önce sistemin özelliklerini tanıyalım.
öncelikle sistemin onu çevresinden ayıran sınırı ya da sınırları bulunur ve her sistem, kendinden küçük alt sistemlerden oluşur. bir ülke yönetimini sisteme benzetecek olursak, bakanlıkları da alt sistem olarak değerlendirebiliriz. onları da, daha alt gruplar, bakanlığa bağlı vakıflar vs. olarak.
sistemi oluşturan ögeler arasında karşılıklı bağlılık ve bağımlılık vardır. birbiriyle ilişki halindedir. bu ilişki karşılıklı beslenme, bilgi alışverişi ya da karar mekanizmasının ortaklığı olabilir. küçük alt sistemler büyük bir sistemi oluşturabileceği gibi, büyük bir sistem küçük alt sistemlere bölünmüş de olabilir.
ve bana göre en önemli unsur; sistem, sistem ögelerinin aritmetik toplamı değil organik toplamıdır. yani bütün parçaların toplamından büyüktür. bu da sistemin gücünü doğuran temel unsurdur. 2+2 = 5
kafa bulandırmadan sistem gruplarına geçeyim.
1-) açık-kapalı sistemler
a-) açık sistem; çevresiyle ilişkisi olan, haberleşen, birbirini etkileyebilen ve/veya değiştirebilen sistem türüdür. dış çevreden gelen girdi, belli işleme ya da işlemlere tabi tutularak bir çıktı verir. sonra ortaya çıkan çıktı da yine, yeni bir girdi olarak işleme alınır. böyle böyle gelişim sağlanır.
b-) kapalı sistem; dış çevreden etkilenmeyen sistem türüdür. sadece iç işleyiş esastır, dış faktörler yok sayılır ve dikkate alınmaz. girdi -> işlem işlem -> çıktı şeklinde bir sıra izler. çıktı tekrar işleme uğramaz.
2-)canlı-cansız sistemler
a-) canlı sistemler, elemanları canlı ve değişken yapılardan oluşan; doğum ve ölüm, türeyiş ve yok oluş gibi faktörlerden etkilenebilen sistem türleridir. ekosistem harika bir örneğidir.
b-) cansız sistem ise biyolojik standartlardan uzak, çoğunlukla mekanik olarak karşımıza çıkan sistemler işte. bu bağlamda süreçsel değişime bir noktada kapalı olurlar, teknolojik cihazlar; işletim sistemleri gibi örnekler sunulabilir.
3-) soyut-somut sistemler
a-) soyut sistemler; tüm elemanları kavramlardan oluşan sistemlerdir. somut karşılığı olmamasına rağmen belli bir sistematiği takip eden yapılardır. düşünce sistemi en bilindik örneğidir.
b-) somut sistem; en az iki elemanı nesnelerden oluşan sistemdir. içerisinde soyut elemanlar bulundurabildikleri gibi, sadece somut elemanlardan ibaret de olabilirler. yine kullandığımız teknolojik cihazların sistemleri buna örnektir.
4-) doğal-beşeri sistemler
a-) doğal sistem, insan eli değmeden kendi kendine ya da insan dışı diğer sebeplerle oluşmuş sistem türü. güneş sistemi ya da yağış sistemi bunun bir örneğidir.
b-) insan eliyle oluşan işletme hiyerarşik sistemleri, mekanik sistemler... evet anlaşılabileceği üzere bir sistem, birkaç farklı sistem grubu içinde incelenebilip, dahil olabiliyor. matematik mesela. açık, cansız, soyut, beşeri bir sistem.
5-) statik-dinamik sistemler
a-) statik sistemler, çevredeki değişkenlerden etkilenmez ya da doğrudan etkilenmezler. yani, değişimlere karşı duyarlılıkları yoktur ya da kısmidir demek istiyorum. var olan durumunu belli bir süre boyunca korumaya yönelik yapıları vardır.
b-) dinamik sistemler, geri besleme mekanizmasıyla çalışır. yukarıda incelemiş olduğumuz açık sistemler buna bir örnektir. dış etkenlerle fazlasıyla içli dışlı olan bu tür sistemler, çeşitli parametreler ve verilerde yaşanan değişkenler ile köklü bir değişime bile uğrayabilir ya da bozulabilirler.
(bkz: entropi)
bir de basit-karmaşık sistem kavramı var ki, bana göre göreceli olan bu konudan bahsetmek istemiyorum. tüm yazıyı da yine bu konuyla ilgili bir yazı kaleme alırken temel olsun diye yazdım. yüzeysel haliyle böyle işte sistem konusu. iş hayatından, pozitif bilimlere, politikadan dinlere her alanda karşımıza çıkabiliyorlar.
devamını gör...
4.
bilginin işlenişi
bilgi, bireyin kendisini ve algıladıklarını zihninde işlemesine verilen süreç. bu yazıda bilginin işlenişine dair temel kavramlar olan veri, enformasyon, bilgi ve bilgelik kavramlarına değineceğiz. böylece "elimdeki veriler doğrultusunda" ifadesinin yanlış kullanımına da değiniriz hem. tarih, bilişim, matematik, istatistik gibi birçok alanda kullanılan ve kabul gören temel işleyişe gelelim.
1-) veri
veri, ham gerçekler yığınıdır.
ölçüm, gözlem, araştırma, deney, sayım gibi yöntemlerle elimize geçen sayı, rakam, simge, harf, metin, sözcük, resim gibi ham gerçeklerdir. hiçbir işleme tabii tutulmadıklarından, var olan ham halleriyle de pek bir anlam ifade etmezler. zaman zaman kullanılamaz halde elde edilebilirler. bazı veri örnekleri;
* ***06 - 07 - 08 - 09
01 - 13 - 14 - 12 - 16
34 - 10 - 15 - 14 - 18
*plaka
*derece
2-) enformasyon
verinin anlamlı ve kullanılabilir formudur. veriler hesaplama, özetleme, sınıflandırma, gruplandırma, analiz, sentez gibi işlemlerden sonra enformasyona dönüşür. verilerin hangi amaca hizmet edeceği, nasıl değerlendirileceği işlemidir. bilginin sürdürülebilirliği için de önemli bir aşamadır, sonraki değişimler için de salt olarak kullanılabilir. veriyle karıştırılan temel noktası da budur zaten. yukarıdaki örnekten gidersek;
h. durumu* 6 şubat - 7 şubat - 8 şubat - 9 şubat
adana -..........13°c...-...14°c...-...12 °c...-...16°c
istanbul -.......10°c...-...15°c...- ...14°c...-... 18°c
3-) bilgi
bilgi, enformasyonun rasyonel biçimde akıl süzgecinden geçmesi, yorumlanması ve kullanılmasıyla ortaya çıkmaktadır. farklı kişi tarafından algılandığından, herkesin algısı ve tecrübesi farklı olduğundan dolayı subjektif bir konudur. örtük ve açık olmak üzere iki grupta incelenir.
a-) açık bilgi
yazılı veya sözlü olarak kolayca aktarılabilen, çoğunlukla kesin olan bilgi. yine yukarıdaki örnekten gidecek olursak, bir ülkenin başkenti, bir ilin plaka kodu gibi bilgiler bu grupta incelenir.
b-) örtük bilgi
1958 yılında michael polanyi'nin septisizm ışığında kesin bilgi kavramına tepkiselliği neticesinde ortaya çıkmış ve sistematik incelemesi yapılmış bilgi türüdür. insanın tecrübeleri ve algı farkı burada devreye girer. bireyin zihninde bulunan, aktarılması zor ve büyük oranda deneyime dayalıdır. yukarıdaki örnek üzerinden gidecek olursak, verilmiş herhangi bir değerin sıcak mı soğuk mu olduğunun kişinin yaşantısı ve algısı ile alakalı olması durumu dersek yanılmış olmayız.
4-) bilgelik
refleks haline gelmiş bilgidir. doğru - yanlış, iyi - kötü ayrımı yapabilmemizi sağlar. yine yukarıda bahsi geçen örtük bilgi ile örtüşen bu durum, neticesinde bizim tüm bu yolculuğun ardından vereceğimiz kararları da yönetir. artık var olanın idrak edilmesi neticesinde, olanın nasıl daha iyi olacağına ya da olmayanın keşfine dair bir arayış ve yol haritası çıkarılmasının kaynağıdır.
1-) veri
veri, ham gerçekler yığınıdır.
ölçüm, gözlem, araştırma, deney, sayım gibi yöntemlerle elimize geçen sayı, rakam, simge, harf, metin, sözcük, resim gibi ham gerçeklerdir. hiçbir işleme tabii tutulmadıklarından, var olan ham halleriyle de pek bir anlam ifade etmezler. zaman zaman kullanılamaz halde elde edilebilirler. bazı veri örnekleri;
* ***06 - 07 - 08 - 09
01 - 13 - 14 - 12 - 16
34 - 10 - 15 - 14 - 18
*plaka
*derece
2-) enformasyon
verinin anlamlı ve kullanılabilir formudur. veriler hesaplama, özetleme, sınıflandırma, gruplandırma, analiz, sentez gibi işlemlerden sonra enformasyona dönüşür. verilerin hangi amaca hizmet edeceği, nasıl değerlendirileceği işlemidir. bilginin sürdürülebilirliği için de önemli bir aşamadır, sonraki değişimler için de salt olarak kullanılabilir. veriyle karıştırılan temel noktası da budur zaten. yukarıdaki örnekten gidersek;
h. durumu* 6 şubat - 7 şubat - 8 şubat - 9 şubat
adana -..........13°c...-...14°c...-...12 °c...-...16°c
istanbul -.......10°c...-...15°c...- ...14°c...-... 18°c
3-) bilgi
bilgi, enformasyonun rasyonel biçimde akıl süzgecinden geçmesi, yorumlanması ve kullanılmasıyla ortaya çıkmaktadır. farklı kişi tarafından algılandığından, herkesin algısı ve tecrübesi farklı olduğundan dolayı subjektif bir konudur. örtük ve açık olmak üzere iki grupta incelenir.
a-) açık bilgi
yazılı veya sözlü olarak kolayca aktarılabilen, çoğunlukla kesin olan bilgi. yine yukarıdaki örnekten gidecek olursak, bir ülkenin başkenti, bir ilin plaka kodu gibi bilgiler bu grupta incelenir.
b-) örtük bilgi
1958 yılında michael polanyi'nin septisizm ışığında kesin bilgi kavramına tepkiselliği neticesinde ortaya çıkmış ve sistematik incelemesi yapılmış bilgi türüdür. insanın tecrübeleri ve algı farkı burada devreye girer. bireyin zihninde bulunan, aktarılması zor ve büyük oranda deneyime dayalıdır. yukarıdaki örnek üzerinden gidecek olursak, verilmiş herhangi bir değerin sıcak mı soğuk mu olduğunun kişinin yaşantısı ve algısı ile alakalı olması durumu dersek yanılmış olmayız.
4-) bilgelik
refleks haline gelmiş bilgidir. doğru - yanlış, iyi - kötü ayrımı yapabilmemizi sağlar. yine yukarıda bahsi geçen örtük bilgi ile örtüşen bu durum, neticesinde bizim tüm bu yolculuğun ardından vereceğimiz kararları da yönetir. artık var olanın idrak edilmesi neticesinde, olanın nasıl daha iyi olacağına ya da olmayanın keşfine dair bir arayış ve yol haritası çıkarılmasının kaynağıdır.
devamını gör...
5.
toplumsal sapma
insan yapısı itibariyle sosyal ve topluluk halinde hayatını sürdürme eğiliminde olan bir canlıdır. içinde bulunduğu toplum genelindeki huzur ve düzenin sağlanması süreci zaman almış, çoğunluğun doğru bulduğu kavramların uygulanışıyla sonlanmıştır. bu bütün, karşımıza norm olarak çıkmaktadır.
sosyolojide norm, belli bir grup üyelerinin belirli bir bağlamda nasıl davranacağına dair çıkan kural ve ilkeler bütünüdür. yazılı ve yazılı olmayan olarak ikiye ayrılan normlar; kati kurallarca belirlenmiş ya da toplum genelinde kabul gören olarak iki parçaya ayrılır. yazılı olan kısma kanun, tüzük, anayasa gibi unsurlar girerken, toplum nazarında kabul görmüş lakin her zaman kesin karşılığı olmayan kısım ise toplumsal doğruluk ile ifade edilir.
suç, yasalarda açıkça belirlenmiş kuralların aksi eylemler yani yasaklardır. sapma ise, yasal karşılığı olmamasına karşın toplum tarafından kabul edilmeyen davranış ve eylemler bütünüdür. suç kavramıyla birlikte irdelenen ve sıklıkla karıştırılan bir kavramdır. her suç bir sapma olmadığı gibi, her sapma da bir suç unsuru olarak karşımıza çıkmamaktadır.
sapmanın incelemesinde yazılı olmayan toplumsal normlar göz önünde bulundurulmalıdır. yasaların dışında kalan toplumsal denetim mekanizmasına ters davranış biçimleri sapma olarak addedilir. bu da yine örf ve adetler, genel toplum yaşamı ve sosyal, dini, kültürel doğrularla tutarlılık sağlamaktadır. bu sebeple bir toplum içerisinde sapma olarak nitelendirilebilecek bir davranış; başka bir toplumda karşımıza normal olarak çıkabilmektedir.
sapmanın tersi olarak karşımıza çıkan toplumsal kontrol ya da bir diğer deyişle denetimci mekanizmalar; bireyin toplum içerisindeki çizgilerine dair bir fikir sahibi olması amacıyla vardır. her toplumda örneklerine rastlanır. toplumsal kontrol çerçevesinde nelerin bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği de değişkenlik gösterir.
toplumu, içerisinde bulunan bireyler ve bireylerin kendi aralarındaki dayanışma oluşturur. yani bir noktada küçük küçük milyonlarca taşın bir araya gelip dağları oluşturmasına benzetilebilecek bir durum söz konusudur. bireylerin zaman içerisinde değişen davranışları da, toplum normlarını ve ne tür davranışların sapma olarak nitelendirileceğini etkiler. yine aynı şekilde toplum bütününe uygun davranışlar ödüllendirilirken, toplumsal doğruya ters davranışlar yine toplumca cezalandırılır. bu cezalar aktif değil, kınama, dışlama ve yok sayma gibi pasif cezalar olarak karşımıza çıkar.
sapmanın belirlenişinde rol oynayan başlıca unsurlar din kuralları, gelenekler, töre, görgü kuralları ve subjektif-objektif olarak ayrılmak üzere ahlak kurallarıdır. toplum bütününde etkisi görülen dini buyruklar ve yaşam tarzı, atalarından miras kalan gelenek ve yaşayış biçimi ya da içinde bulundukları aile yapısından süregelmiş olan örflere ters davranışlar sapma olarak nitelendirilmeye açıktır.
ilgili kuralların geçerliliğinin olmaması durumunda ise kişinin vicdani pusulası, yani sağduyuyla ortaya çıkan ahlak anlayışı çerçevesinde neyin sapkınlık olarak değerlendirilebileceği kanısına varması beklenir. bu noktada emilé durkheim’ın da kaleme aldığı; ahlak pusulasının, toplumsal suç ve sapkın davranış kavramının işleyişinin değiştiği durumlara da değinmek gerekir.
normun işleyişinde bir sekte olmayan ideal toplum düzeninde işlenen bazı suçlar sapkınlık olarak nitelendirilebilirken, olağanüstü ya da yine durkheim’a göre “anomi” durumunda bu kavramlarda karışıklık meydana gelebilmektedir. örneğin normal şartlarda birinin öldürülmesi toplum standartlarında hem suç hem sapkın bir davranışken; savaş koşullarında normal bir durum olarak değerlendirilebilmektedir.
üzerinde durulması gereken bir diğer kavram ise suç ile karıştırılan sapmanın, kötü davranışlar ile özdeşleştirilmesidir. her sapma olumsuz değildir ve suçla ilişkilendirilmez. durkheim, analizlerinin merkezine toplumsal olgu kavramını koyar. yine kendisinin değindiği bir diğer unsur olan dayanışma ile bağıntı içerisinde olan; olumlu sapma örnekleri vardır.
toplum çoğunluğunca kabul görmüş doğruların işleyişinde sorun olduğunun farkındalığına erişmiş toplum ötesinde bireylerin bu düşünceleri de sapma olarak değerlendirilebilir. örneğin köleliğin toplum tarafından kabul gördüğü bir dönemde hümanizmi savunan birisi sapkın olarak nitelendirilir, nitekim toplum haklıdır çünkü bu sapma davranışının bir örneğidir. normlara karşı bir görüştür fakat olumlu sapma örneğidir.
sonuç olarak; norm dışı davranışlar olarak karşımıza çıkan sapma olumlu ya da olumsuz örneklere sahip olmakla birlikte; toplum bütünündeki düzenin devamı için gerekli bir unsurdur. belli temellere dayanan toplumsal davranış çizgilerinin belirlenmesi, toplumun bir parçası ve aynı zamanda temeli olan bireylerin huzur ortamının korunması demektir.
kolektif bilinç ışığında ortaya çıkmış bir değer olan vicdan ve doğruların belirlenmesinde normlar önemli bir faktördür. emile durkheim'ın da dediği gibi;
"vicdanımızın sesi, toplumun bizdeki yansımasıdır.".
sosyolojide norm, belli bir grup üyelerinin belirli bir bağlamda nasıl davranacağına dair çıkan kural ve ilkeler bütünüdür. yazılı ve yazılı olmayan olarak ikiye ayrılan normlar; kati kurallarca belirlenmiş ya da toplum genelinde kabul gören olarak iki parçaya ayrılır. yazılı olan kısma kanun, tüzük, anayasa gibi unsurlar girerken, toplum nazarında kabul görmüş lakin her zaman kesin karşılığı olmayan kısım ise toplumsal doğruluk ile ifade edilir.
suç, yasalarda açıkça belirlenmiş kuralların aksi eylemler yani yasaklardır. sapma ise, yasal karşılığı olmamasına karşın toplum tarafından kabul edilmeyen davranış ve eylemler bütünüdür. suç kavramıyla birlikte irdelenen ve sıklıkla karıştırılan bir kavramdır. her suç bir sapma olmadığı gibi, her sapma da bir suç unsuru olarak karşımıza çıkmamaktadır.
sapmanın incelemesinde yazılı olmayan toplumsal normlar göz önünde bulundurulmalıdır. yasaların dışında kalan toplumsal denetim mekanizmasına ters davranış biçimleri sapma olarak addedilir. bu da yine örf ve adetler, genel toplum yaşamı ve sosyal, dini, kültürel doğrularla tutarlılık sağlamaktadır. bu sebeple bir toplum içerisinde sapma olarak nitelendirilebilecek bir davranış; başka bir toplumda karşımıza normal olarak çıkabilmektedir.
sapmanın tersi olarak karşımıza çıkan toplumsal kontrol ya da bir diğer deyişle denetimci mekanizmalar; bireyin toplum içerisindeki çizgilerine dair bir fikir sahibi olması amacıyla vardır. her toplumda örneklerine rastlanır. toplumsal kontrol çerçevesinde nelerin bu kapsamda değerlendirilip değerlendirilmeyeceği de değişkenlik gösterir.
toplumu, içerisinde bulunan bireyler ve bireylerin kendi aralarındaki dayanışma oluşturur. yani bir noktada küçük küçük milyonlarca taşın bir araya gelip dağları oluşturmasına benzetilebilecek bir durum söz konusudur. bireylerin zaman içerisinde değişen davranışları da, toplum normlarını ve ne tür davranışların sapma olarak nitelendirileceğini etkiler. yine aynı şekilde toplum bütününe uygun davranışlar ödüllendirilirken, toplumsal doğruya ters davranışlar yine toplumca cezalandırılır. bu cezalar aktif değil, kınama, dışlama ve yok sayma gibi pasif cezalar olarak karşımıza çıkar.
sapmanın belirlenişinde rol oynayan başlıca unsurlar din kuralları, gelenekler, töre, görgü kuralları ve subjektif-objektif olarak ayrılmak üzere ahlak kurallarıdır. toplum bütününde etkisi görülen dini buyruklar ve yaşam tarzı, atalarından miras kalan gelenek ve yaşayış biçimi ya da içinde bulundukları aile yapısından süregelmiş olan örflere ters davranışlar sapma olarak nitelendirilmeye açıktır.
ilgili kuralların geçerliliğinin olmaması durumunda ise kişinin vicdani pusulası, yani sağduyuyla ortaya çıkan ahlak anlayışı çerçevesinde neyin sapkınlık olarak değerlendirilebileceği kanısına varması beklenir. bu noktada emilé durkheim’ın da kaleme aldığı; ahlak pusulasının, toplumsal suç ve sapkın davranış kavramının işleyişinin değiştiği durumlara da değinmek gerekir.
normun işleyişinde bir sekte olmayan ideal toplum düzeninde işlenen bazı suçlar sapkınlık olarak nitelendirilebilirken, olağanüstü ya da yine durkheim’a göre “anomi” durumunda bu kavramlarda karışıklık meydana gelebilmektedir. örneğin normal şartlarda birinin öldürülmesi toplum standartlarında hem suç hem sapkın bir davranışken; savaş koşullarında normal bir durum olarak değerlendirilebilmektedir.
üzerinde durulması gereken bir diğer kavram ise suç ile karıştırılan sapmanın, kötü davranışlar ile özdeşleştirilmesidir. her sapma olumsuz değildir ve suçla ilişkilendirilmez. durkheim, analizlerinin merkezine toplumsal olgu kavramını koyar. yine kendisinin değindiği bir diğer unsur olan dayanışma ile bağıntı içerisinde olan; olumlu sapma örnekleri vardır.
toplum çoğunluğunca kabul görmüş doğruların işleyişinde sorun olduğunun farkındalığına erişmiş toplum ötesinde bireylerin bu düşünceleri de sapma olarak değerlendirilebilir. örneğin köleliğin toplum tarafından kabul gördüğü bir dönemde hümanizmi savunan birisi sapkın olarak nitelendirilir, nitekim toplum haklıdır çünkü bu sapma davranışının bir örneğidir. normlara karşı bir görüştür fakat olumlu sapma örneğidir.
sonuç olarak; norm dışı davranışlar olarak karşımıza çıkan sapma olumlu ya da olumsuz örneklere sahip olmakla birlikte; toplum bütünündeki düzenin devamı için gerekli bir unsurdur. belli temellere dayanan toplumsal davranış çizgilerinin belirlenmesi, toplumun bir parçası ve aynı zamanda temeli olan bireylerin huzur ortamının korunması demektir.
kolektif bilinç ışığında ortaya çıkmış bir değer olan vicdan ve doğruların belirlenmesinde normlar önemli bir faktördür. emile durkheim'ın da dediği gibi;
"vicdanımızın sesi, toplumun bizdeki yansımasıdır.".
devamını gör...
6.
masonluk
türkiye'de oldukça yanlış anlaşılan ve çeşitli komplo teorileri ile özdeşleştirilen oluşum. masonizm nasıl ki bir anda ortaya çıkmadıysa, bir anda da ortadan kaybolmayacaktır. temel tarihine ve devamında olası sorulara cevap şeklinde doğru yanlışlara bir göz gezdirelim.
mason ne demek? nasıl ortaya çıktı?
mason kelimesi "duvarcı" anlamına gelmektedir ve aslında masonizmin ilk köklerinin karşılığını tam anlamıyla vermektedir. 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar olan süreçte kiliseye bağlı tüm inşaatlar papazlara bağlı keşişlerce gerçekleştirilmekteydi. devamında sivil halktan insanlar da yardım amaçlı keşişlere katılmaya başladı. zamanla keşişler, onlara da atalarından miras kalan kendi bilgi birikimlerini sivil insanlara aktardı. sivillerse, sabit bir bölgede kalmak yerine çeşitli yerlere seyahatler gerçekleştirmeye başladılar.
başka bölgelerde gerçekleşecek inşaatlarda anlaşma sağlandıktan sonra duyuru yapılır, bölgedeki gezgin masonlar da işi gerçekleştirmek için gelirdi. inşaatlarda taş yontucu ve duvar ustaları ağırlıklı olduğu için, onları anlatmak adına "mason" denirdi. ustalar hem var olan projelerin tüm detaylarını saklar, güvenliğini sağlar; hem de bilgi ve tecrübelerini, görüşlerini yeni gelen çıraklara aktarırlardı.
zamanla merkezi bir idare yerine, masonlar bulundukları her yerde localar kurarak belli bir merkeze bağlı bölgesel yönetimlerle devam etti. günümüzde hala bu sistem geçerliliğini korumakta. yukarıda anlatılan kısım operatif masonluktu.
hadi bu tamam, masonluk nedir?
masonluk, günümüzde bu kardeşliğin bir parçası olmaktır. ortak bir paydada birleşen kardeşlerin hakikati arayış, bilgi ve öğretilerin karşılıklı aktarımı, sağlıklı iletişim ve farkındalık. bireyin ahlaki ve vicdani pusula sahibi olması, objektif bir gözle kişisel gelişimine yönelmesini desteklemek. yönlendirmek değil, manipülasyon değil.
spekülatif masonluk nedir?
spekülatif masonluk, operatif masonların öğretilerini takip eden ama bunu doğrudan değil, onlardan kalan miras ve kullandıkları sembolizm üzerinden incelemeler sonucu ele alan, eski öğretilerini ve kardeşlik bağlarını sürdürmek isteyen, 1717'de ingiltere'de kurulan büyük loca itibariyle sistematik hale gelmiş yapılanmadır.
mason olma şartları nedir?
mason olmak isteyen bireylerin sağlaması gereken şartlar şunlardır;
*katılmayı hür iradesiyle istemesi
*18 yaşından büyük olması
*erkek olması
*bir tanrı inancına sahip olması *
*belli bir entelektüel birikime, bilgiye sahip olması
*ahlaklı ve çevresince itibar sahibi, saygı duyulan biri olması
*bir ya da birden fazla masonun referansına sahip olması
*dünyanın en zengin 3000 insanı listesinde adının geçmesi.*
tanrı inancı? şeytana tapmıyor mu bu insanlar?
hayır, tapmıyorlar. temelinde inançlı bireyleri ortak paydada toplayabilmek adına, semavi dinlerin de; belli koşullarda doğa dinlerin de kabul edebileceği "evrenin ulu mimarı" tasviri kullanılır. tarafsız bir tanrıyı sembolize eder.
yine dünyaca ünlü birçok mimari eserin masonlar tarafından gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. en bilinen örneklerinden biri de kral süleyman'ın şehrinde olan mabettir.
şimdi de soru cevap kısmına gelelim. sıkça sorulan sorulara cevaplar;
1-) dünyayı masonlar mı yönetiyor?
a-) hayır, dünyayı masonlar yönetmiyor. masonluk içerisinde politikanın hoş görülmediği, daha manevi ve soyut konuların konuşulduğu bir kardeşlik. yani seçimi kimin kazanacağından çok, "erdem nedir?" sorusuna cevap aradıklarını varsayabiliriz.
b-) evet, dünyayı masonlar yönetiyor. dünya ya da ülkeler bazında yönetimde sözü geçen kimseler mason olabilirler. masonların loca ve kardeşlik dışındaki kurumlarla bir ilişkisi yok. bir din adamı da, siyasetçi de, doktor da, asker de, öğretmen de gerekli şartları sağladığı sürece mason olabilir. bunun önünde bir engel yok. eğer dünya yönetiminde söz sahibi biri masonsa, masonizm dünyayı yönetiyor olarak değerlendirilmemeli; dünyayı yönetenlerden biri mason şeklinde değerlendirilmelidir. masonluk toplumsal değil, bireysel bir öğretidir.
2-) ayinler, ritüeller neyin nesi?
ayin ve ritüeller, geçmiş zamandaki olayların tiyatral bir yansıması ve mason atalarının dönemlerine dair hissiyatları kuvvetlendirebilecek, artık burada olmayan kardeşlerle de bağ kurmalarına vesile olacak gösterimlerdir. ifadede derinlik sağlanması ve özün hatırlanması ile hakikat arayışını sürdürmeye yöneliktir.
3-) rütbeler, hiyerarşik düzen nedir?
masonizmin temelinde üç derece vardır. çırak, kalfa ve usta. bunlar operatif masonlardan kalmadır. onun dışında, türkiye'de ve iskoç törenlerini takip eden diğer mason localarında sembolik anlamda 33 rütbe/görev bulunur. bu hususta sorumluluk almak ve bir görev edinmek masonun hür iradesiyle gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği şeylerdendir. hadi tek tek tamamını yazayım.
1- entered apprentice
2- fellowcraft
3- master mason
------------------------------
4-) secret master
5-)perfect master
6-)confidential secretary
7-)prevost and judge
8-)intendent of building
9-)elu of the nine
10-)elu of the fifteen
11-)elu of the twelve
12-)master architect
13-)royal arch of solomon
14-)perfect elu
15-)knight of sword
16-)prince of jerusalem
17-)knight of the east/west
18-)knight of the croix
19-)pontiff
20-)master of the symbolic lodge
21-)moachite/ prussian knight
22-)knight of royal axe
23-)chief of tabernacle
24-)prince of tabernacle
25-)knight of brazen serpent
26-)prince of mercy
27-)knight commander of temple
28-)knight of the sun
29-)grand scottish knight of st. andrew
30-)knight kadosh
31-)inspector inquisitor
32-)sublime prince of the real secret
33-)inspector general
4-) semboller nedir? illuminati?
semboller, yüzyıllar boyunca süregelen öğretilerin sembollerle aktarımıdır. sık bilinen ve üçgen üzerinde göz ile karıştırılan bir sembol olan gönye-pergel, evren ve kainattaki nizam üzerine oturup bin saat konuşulabilecek bir konuyu özetler örneğin. bir kez neyi anlatmak istediği kavrandığında, zihnen ilerleyiş daha hızlı gerçekleşir. var oluş amaçları, anlatımı kolaylaştırmak.
5-) mason üyeleri gizli midir? masonlar nasıl insanlar?
hayır ve evet. bir mason, kendisinin mason olduğunu belli bir topluluğa ifade ettiyse, bilen diğer masonların da onun kimliğinden açık şekilde bahsetme hakkı vardır. ama gizli tutmak isteyen ve mason olduğunu paylaşmamış biri asla ifşa edilemez.
bünyesinde hemen her alandan insan bulunduran masonlar hayırsever, hümanist ve olaylara objektif bakabilen kimselerdir. çeşitli fonlar aracılığıyla okullar ve hastaneler yaptırmakta, kar amacı gütmeyen faaliyetler düzenlemekteler. insanlar, insanlara, evet bu yüzyılda bile; bir karşılık beklemeden yardım edebiliyor.
6-) kendi aralarındaki ilişkileri nelerdir?
bu konuda sıklıkla tartışılmakta ve konu hakkında bilgi kirliliği apaçık ortada. yukarıda dediğim gibi, eğer birkaç mason güçlerini birleştirip dünyayı yönetiyorsa masonlar yönetmiyordur. bu bireyler bir araya gelmiş ve güçlerini birleştirerek bunu sağlamışlardır. öyle bir şey varsa bana da söyleyin bu arada, en yaygın örnek diye kullanıyorum.
yani bir iş yapılacağı zaman, masonlar kendi aralarındaki bağı sağlam bir referans olarak görür ve önce kendi içlerinde işbirliği yapabilecekleri birisi olup olmadığına bakarlar. inşaatla ilişkisi olan bir masonun, kum ve demir tedarik etmesi gerektiğinde yine başka bir mason aracılığıyla yapması, lojistiğinin de başka bir masonla anlaşılarak sağlanması kötü değil güzel bir davranıştır. eğer bu insanlar şeytani ve dünyayı yönetme gayesi güden kimselerse, aşiretler de öyledir. onlarda da aynı usul var sonuçta. hepsini yakıp kurtulalım.
7-) bu durumda çıkar amaçlı mı bir araya geliyorlar?
hayır, çıkar amaçlı bir araya gelmiyorlar. dediğim gibi ortak bir payda, maneviyat ve kardeşlik bağları için bir araya gelen erkeklerden oluşuyor. çıkar amaçlı girmeye çalışan kimseler büyük oranda reddedilir, eğer bir şekilde giren olduysa niyeti anlaşıldığında kötü gözle bakılır. aktif bir taciz durumu varsa da yaptırım uygulanır.
8-) beyin yıkama ve manipülasyon konusu doğru mu?
evet doğru. loca dışında her yerde buna denk gelebilirsiniz. televizyonu açtığınızda, sosyal medyaya girdiğinizde... buradaki insanlar, bir konuda fikirlerini tartışabilecekleri o konuyla ilgilenen kardeşlerini buluyor burada. her birey hür, her birey sağlanabilecek en üst düzeyde ifade ve düşünce özgürlüğüne sahip. yargılanmadan fikirlerini dile getirip, olabildiğince objektif ifadelerle tartışabiliyor. bu beyin yıkamaysa, sokağa çıkmamalıyız.
9-) birbirlerini nasıl tanıyorlar?
aynı locaya bağlı olan masonlar zaten ister istemez birbirlerini tanıyor . farklı localardan maslar karşılaştıklarında, üzerlerinde herhangi bir sembol/rozet vs. taşıyorlarsa buradan, taşımıyorlarsa selamlaşmadaki farklılıklardan *, eğer bu da yaşanmadıysa konuşmalardan anlıyorlar. çoğunlukla alt metin ifadeler belli bir öğreti doğrultusunda kullanılır, kulak aşinalığı olan biri karşısındakinin neyden bahsettiğini rahatlıkla teyit edebilir.
10-) her mason zengin mi? zenginse ne kadar?
bu konuda da bir yanılgı olduğu için yazma gereği duydum. dünyanın süper zengin insanlarından oluşmuyor masonluk. elbette içinde inanılmaz zengin olanları da var, ay sonunu zor getirenleri de. masonluğa kabulde bir zenginlikten bahsediliyorsa bu maddi değil manevi olandır.
konuyla ilgili ekstradan merak ettiğiniz bir şey olursa, bilgim dahilinde yanıtlarım.
mason ne demek? nasıl ortaya çıktı?
mason kelimesi "duvarcı" anlamına gelmektedir ve aslında masonizmin ilk köklerinin karşılığını tam anlamıyla vermektedir. 8. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar olan süreçte kiliseye bağlı tüm inşaatlar papazlara bağlı keşişlerce gerçekleştirilmekteydi. devamında sivil halktan insanlar da yardım amaçlı keşişlere katılmaya başladı. zamanla keşişler, onlara da atalarından miras kalan kendi bilgi birikimlerini sivil insanlara aktardı. sivillerse, sabit bir bölgede kalmak yerine çeşitli yerlere seyahatler gerçekleştirmeye başladılar.
başka bölgelerde gerçekleşecek inşaatlarda anlaşma sağlandıktan sonra duyuru yapılır, bölgedeki gezgin masonlar da işi gerçekleştirmek için gelirdi. inşaatlarda taş yontucu ve duvar ustaları ağırlıklı olduğu için, onları anlatmak adına "mason" denirdi. ustalar hem var olan projelerin tüm detaylarını saklar, güvenliğini sağlar; hem de bilgi ve tecrübelerini, görüşlerini yeni gelen çıraklara aktarırlardı.
zamanla merkezi bir idare yerine, masonlar bulundukları her yerde localar kurarak belli bir merkeze bağlı bölgesel yönetimlerle devam etti. günümüzde hala bu sistem geçerliliğini korumakta. yukarıda anlatılan kısım operatif masonluktu.
hadi bu tamam, masonluk nedir?
masonluk, günümüzde bu kardeşliğin bir parçası olmaktır. ortak bir paydada birleşen kardeşlerin hakikati arayış, bilgi ve öğretilerin karşılıklı aktarımı, sağlıklı iletişim ve farkındalık. bireyin ahlaki ve vicdani pusula sahibi olması, objektif bir gözle kişisel gelişimine yönelmesini desteklemek. yönlendirmek değil, manipülasyon değil.
spekülatif masonluk nedir?
spekülatif masonluk, operatif masonların öğretilerini takip eden ama bunu doğrudan değil, onlardan kalan miras ve kullandıkları sembolizm üzerinden incelemeler sonucu ele alan, eski öğretilerini ve kardeşlik bağlarını sürdürmek isteyen, 1717'de ingiltere'de kurulan büyük loca itibariyle sistematik hale gelmiş yapılanmadır.
mason olma şartları nedir?
mason olmak isteyen bireylerin sağlaması gereken şartlar şunlardır;
*katılmayı hür iradesiyle istemesi
*18 yaşından büyük olması
*erkek olması
*bir tanrı inancına sahip olması *
*belli bir entelektüel birikime, bilgiye sahip olması
*ahlaklı ve çevresince itibar sahibi, saygı duyulan biri olması
*bir ya da birden fazla masonun referansına sahip olması
*dünyanın en zengin 3000 insanı listesinde adının geçmesi.*
tanrı inancı? şeytana tapmıyor mu bu insanlar?
hayır, tapmıyorlar. temelinde inançlı bireyleri ortak paydada toplayabilmek adına, semavi dinlerin de; belli koşullarda doğa dinlerin de kabul edebileceği "evrenin ulu mimarı" tasviri kullanılır. tarafsız bir tanrıyı sembolize eder.
yine dünyaca ünlü birçok mimari eserin masonlar tarafından gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. en bilinen örneklerinden biri de kral süleyman'ın şehrinde olan mabettir.
şimdi de soru cevap kısmına gelelim. sıkça sorulan sorulara cevaplar;
1-) dünyayı masonlar mı yönetiyor?
a-) hayır, dünyayı masonlar yönetmiyor. masonluk içerisinde politikanın hoş görülmediği, daha manevi ve soyut konuların konuşulduğu bir kardeşlik. yani seçimi kimin kazanacağından çok, "erdem nedir?" sorusuna cevap aradıklarını varsayabiliriz.
b-) evet, dünyayı masonlar yönetiyor. dünya ya da ülkeler bazında yönetimde sözü geçen kimseler mason olabilirler. masonların loca ve kardeşlik dışındaki kurumlarla bir ilişkisi yok. bir din adamı da, siyasetçi de, doktor da, asker de, öğretmen de gerekli şartları sağladığı sürece mason olabilir. bunun önünde bir engel yok. eğer dünya yönetiminde söz sahibi biri masonsa, masonizm dünyayı yönetiyor olarak değerlendirilmemeli; dünyayı yönetenlerden biri mason şeklinde değerlendirilmelidir. masonluk toplumsal değil, bireysel bir öğretidir.
2-) ayinler, ritüeller neyin nesi?
ayin ve ritüeller, geçmiş zamandaki olayların tiyatral bir yansıması ve mason atalarının dönemlerine dair hissiyatları kuvvetlendirebilecek, artık burada olmayan kardeşlerle de bağ kurmalarına vesile olacak gösterimlerdir. ifadede derinlik sağlanması ve özün hatırlanması ile hakikat arayışını sürdürmeye yöneliktir.
3-) rütbeler, hiyerarşik düzen nedir?
masonizmin temelinde üç derece vardır. çırak, kalfa ve usta. bunlar operatif masonlardan kalmadır. onun dışında, türkiye'de ve iskoç törenlerini takip eden diğer mason localarında sembolik anlamda 33 rütbe/görev bulunur. bu hususta sorumluluk almak ve bir görev edinmek masonun hür iradesiyle gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği şeylerdendir. hadi tek tek tamamını yazayım.
1- entered apprentice
2- fellowcraft
3- master mason
------------------------------
4-) secret master
5-)perfect master
6-)confidential secretary
7-)prevost and judge
8-)intendent of building
9-)elu of the nine
10-)elu of the fifteen
11-)elu of the twelve
12-)master architect
13-)royal arch of solomon
14-)perfect elu
15-)knight of sword
16-)prince of jerusalem
17-)knight of the east/west
18-)knight of the croix
19-)pontiff
20-)master of the symbolic lodge
21-)moachite/ prussian knight
22-)knight of royal axe
23-)chief of tabernacle
24-)prince of tabernacle
25-)knight of brazen serpent
26-)prince of mercy
27-)knight commander of temple
28-)knight of the sun
29-)grand scottish knight of st. andrew
30-)knight kadosh
31-)inspector inquisitor
32-)sublime prince of the real secret
33-)inspector general
4-) semboller nedir? illuminati?
semboller, yüzyıllar boyunca süregelen öğretilerin sembollerle aktarımıdır. sık bilinen ve üçgen üzerinde göz ile karıştırılan bir sembol olan gönye-pergel, evren ve kainattaki nizam üzerine oturup bin saat konuşulabilecek bir konuyu özetler örneğin. bir kez neyi anlatmak istediği kavrandığında, zihnen ilerleyiş daha hızlı gerçekleşir. var oluş amaçları, anlatımı kolaylaştırmak.
5-) mason üyeleri gizli midir? masonlar nasıl insanlar?
hayır ve evet. bir mason, kendisinin mason olduğunu belli bir topluluğa ifade ettiyse, bilen diğer masonların da onun kimliğinden açık şekilde bahsetme hakkı vardır. ama gizli tutmak isteyen ve mason olduğunu paylaşmamış biri asla ifşa edilemez.
bünyesinde hemen her alandan insan bulunduran masonlar hayırsever, hümanist ve olaylara objektif bakabilen kimselerdir. çeşitli fonlar aracılığıyla okullar ve hastaneler yaptırmakta, kar amacı gütmeyen faaliyetler düzenlemekteler. insanlar, insanlara, evet bu yüzyılda bile; bir karşılık beklemeden yardım edebiliyor.
6-) kendi aralarındaki ilişkileri nelerdir?
bu konuda sıklıkla tartışılmakta ve konu hakkında bilgi kirliliği apaçık ortada. yukarıda dediğim gibi, eğer birkaç mason güçlerini birleştirip dünyayı yönetiyorsa masonlar yönetmiyordur. bu bireyler bir araya gelmiş ve güçlerini birleştirerek bunu sağlamışlardır. öyle bir şey varsa bana da söyleyin bu arada, en yaygın örnek diye kullanıyorum.
yani bir iş yapılacağı zaman, masonlar kendi aralarındaki bağı sağlam bir referans olarak görür ve önce kendi içlerinde işbirliği yapabilecekleri birisi olup olmadığına bakarlar. inşaatla ilişkisi olan bir masonun, kum ve demir tedarik etmesi gerektiğinde yine başka bir mason aracılığıyla yapması, lojistiğinin de başka bir masonla anlaşılarak sağlanması kötü değil güzel bir davranıştır. eğer bu insanlar şeytani ve dünyayı yönetme gayesi güden kimselerse, aşiretler de öyledir. onlarda da aynı usul var sonuçta. hepsini yakıp kurtulalım.
7-) bu durumda çıkar amaçlı mı bir araya geliyorlar?
hayır, çıkar amaçlı bir araya gelmiyorlar. dediğim gibi ortak bir payda, maneviyat ve kardeşlik bağları için bir araya gelen erkeklerden oluşuyor. çıkar amaçlı girmeye çalışan kimseler büyük oranda reddedilir, eğer bir şekilde giren olduysa niyeti anlaşıldığında kötü gözle bakılır. aktif bir taciz durumu varsa da yaptırım uygulanır.
8-) beyin yıkama ve manipülasyon konusu doğru mu?
evet doğru. loca dışında her yerde buna denk gelebilirsiniz. televizyonu açtığınızda, sosyal medyaya girdiğinizde... buradaki insanlar, bir konuda fikirlerini tartışabilecekleri o konuyla ilgilenen kardeşlerini buluyor burada. her birey hür, her birey sağlanabilecek en üst düzeyde ifade ve düşünce özgürlüğüne sahip. yargılanmadan fikirlerini dile getirip, olabildiğince objektif ifadelerle tartışabiliyor. bu beyin yıkamaysa, sokağa çıkmamalıyız.
9-) birbirlerini nasıl tanıyorlar?
aynı locaya bağlı olan masonlar zaten ister istemez birbirlerini tanıyor . farklı localardan maslar karşılaştıklarında, üzerlerinde herhangi bir sembol/rozet vs. taşıyorlarsa buradan, taşımıyorlarsa selamlaşmadaki farklılıklardan *, eğer bu da yaşanmadıysa konuşmalardan anlıyorlar. çoğunlukla alt metin ifadeler belli bir öğreti doğrultusunda kullanılır, kulak aşinalığı olan biri karşısındakinin neyden bahsettiğini rahatlıkla teyit edebilir.
10-) her mason zengin mi? zenginse ne kadar?
bu konuda da bir yanılgı olduğu için yazma gereği duydum. dünyanın süper zengin insanlarından oluşmuyor masonluk. elbette içinde inanılmaz zengin olanları da var, ay sonunu zor getirenleri de. masonluğa kabulde bir zenginlikten bahsediliyorsa bu maddi değil manevi olandır.
konuyla ilgili ekstradan merak ettiğiniz bir şey olursa, bilgim dahilinde yanıtlarım.
devamını gör...
7.
orhan oğuz
1948 yılında kırklareli'nde dünyaya gelmiş ve türk sinema sektörüne hatrı sayılır katkıları olmuş sinemacı, yönetmen. film sektörüne henüz on altı yaşındayken kameramanlık yaparak başlamış, çekirdekten yetişmiş bir isimdir. arkadaşlarıyla birlikte birkaç kısa film projesinin ardından mesleğini görüntü yönetmenliği olarak sürdürmüş orhan oğuz; usta yönetmenlerle birlikte gerçekleştirdiği işlerle birlikte yeşilçam sinemasına da girmiştir.
yeşilçam'da görüntü yönetmeni olarak uzun yıllar görev almış ve devamında festivallere yönelik filmlerle kariyerine devam etmiştir. türk alternatif sinemasına kattığı eserlerle toplamda 34 festival, şenlik ve dernek ödülüne layık görülmüştür. bu ödüllerin 33 tanesi 1983-1994 yılları arasında, sonuncusu ise geçtiğimiz yıl 27. uluslararası adana altın koza film festivali'nde almış olduğu orhan kemal emek ödülü'dür. ağırlıklı olarak görüntüyle ilgilenmekte olan yönetmenin fotoğrafçılığa da ilgisi vardır. haliyle yapımlarında görsel ögeler ve sinematografiye önem verdiğini de söyleyebiliriz.
kendisi aynı zamanda türk televizyon tarihinin en uzun soluklu yapımlarından biri olan arka sokaklar'ın da yönetmenliğini yapmıştır.
yeşilçam'da görüntü yönetmeni olarak görev almış olduğu deli deli küpeli, devlet kuşu, değirmen gibi filmlerin yanında, türünde pek rastlanmayan örneklerde de yönetmen ya da görüntü yönetmeni olarak adına rastlanmaktadır. işi görsellikle ilgili olduğundan olsa gerek, yalnızca yine kendi filmleri olan aura ve kara kentin çocukları'nın senaristliğini yapmıştır.
türk korku filmlerinden sıyrılan büyü bir yana, anayurt oteli, dönersen ıslık çal, neşeli günler, kara kentin çocukları ve saymakla bitmeyecek birçok eser bırakmıştır. hangi eserler diyecek olursanız, film ve dizilerinin listesini aşağıya bırakayım.
yönetmenlik yaptığı filmler
arka sokaklar 2006
azap yolu 2006
aura 2006
zümrüt 2004
büyü 2004
serseri aşıklar 2003
seni yaşatacağım 2002
berivan 2002
üzgünüm leyla 2000
delikanlı 2000
neşeli günler 2000
beyoğlu rüyası 2000
şara 1999
kimsecikler 1999
fanatik 1999
kara kentin çocukları 1999
ikinci bahar 1998
karanlıkta biri var 1998
baba evi 1997
şövalye, pamuk prenses ve hain 1996
yer çekimli aşklar 1995
aziz ahmet 1994
manisa tarzanı 1994
şaban askerde 1993
süper baba 1993
dönersen ıslık çal 1992
iki başlı dev 1990
her şeye rağmen 1988
üçüncü göz 1988
görüntü yönetmenliğini yaptığı filmler *bazılarının yönetmeni de yine kendisi*
kara kentin çocukları 1999
yer çekimli aşklar 1995
aşk üzerine söylenmemiş her şey 1995
manisa tarzanı 1994
beşinci boyut 1993
dönersen ıslık çal 1992
zıkkımın kökü 1992
yıldızlar gece büyür 1991
suyun öte yanı 1991
bütün kapılar kapalıydı 1990
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni 1990
bekle dedim gölgeye 1990
gün ortasında karanlık 1990
iki başlı dev 1990
öğretmen 1988
her şeye rağmen 1988
üçüncü göz 1988
gönül dostları 1987
anayurt oteli 1987
rumuz goncagül 1987
ses 1986
değirmen 1986
yoksul 1986
aaahh belinda 1986
deli deli küpeli 1986
garip 1986
davacı 1986
kurşun ata ata biter 1985
arzu 1985
katma değer şaban 1985
adı vasfiye 1985
amansız yol 1985
dul bir kadın 1985
körebe 1985
her şeyim sensin 1985
melek yüzlüm 1985
gurbetçi şaban 1985
nefret 1984
ortadirek şaban 1984
postacı 1984
fırtına gönüller 1984
ömrümün tek gecesi 1984
firar 1984
güneş doğarken 1984
bataklıkta bir gül 1983
bin kere ölmek 1983
kılıbık 1983
yıldızlar da kayar 1983
badi 1983
bir yudum mutluluk 1982
tomruk 1982
kader bize düşman mı? 1982
gazap rüzgarı 1982
kaçak 1982
kördüğüm 1982
mutluluk haram oldu 1981
tövbe 1981
kanlı nigar 1981
devlet kuşu 1980
gol kralı 1980
umudumuz şaban 1979
edit: incelerken belirtmek istedim. 1984 yılına ait badi diye bir filmi var. o dönemlerde türkiye'de bilim kurgu işler ortaya çıkarabilecek, cgi ya da benzeri ögeler kullanabilecek kaç insan vardır acaba? saygılar.
yeşilçam'da görüntü yönetmeni olarak uzun yıllar görev almış ve devamında festivallere yönelik filmlerle kariyerine devam etmiştir. türk alternatif sinemasına kattığı eserlerle toplamda 34 festival, şenlik ve dernek ödülüne layık görülmüştür. bu ödüllerin 33 tanesi 1983-1994 yılları arasında, sonuncusu ise geçtiğimiz yıl 27. uluslararası adana altın koza film festivali'nde almış olduğu orhan kemal emek ödülü'dür. ağırlıklı olarak görüntüyle ilgilenmekte olan yönetmenin fotoğrafçılığa da ilgisi vardır. haliyle yapımlarında görsel ögeler ve sinematografiye önem verdiğini de söyleyebiliriz.
kendisi aynı zamanda türk televizyon tarihinin en uzun soluklu yapımlarından biri olan arka sokaklar'ın da yönetmenliğini yapmıştır.
yeşilçam'da görüntü yönetmeni olarak görev almış olduğu deli deli küpeli, devlet kuşu, değirmen gibi filmlerin yanında, türünde pek rastlanmayan örneklerde de yönetmen ya da görüntü yönetmeni olarak adına rastlanmaktadır. işi görsellikle ilgili olduğundan olsa gerek, yalnızca yine kendi filmleri olan aura ve kara kentin çocukları'nın senaristliğini yapmıştır.
türk korku filmlerinden sıyrılan büyü bir yana, anayurt oteli, dönersen ıslık çal, neşeli günler, kara kentin çocukları ve saymakla bitmeyecek birçok eser bırakmıştır. hangi eserler diyecek olursanız, film ve dizilerinin listesini aşağıya bırakayım.
yönetmenlik yaptığı filmler
arka sokaklar 2006
azap yolu 2006
aura 2006
zümrüt 2004
büyü 2004
serseri aşıklar 2003
seni yaşatacağım 2002
berivan 2002
üzgünüm leyla 2000
delikanlı 2000
neşeli günler 2000
beyoğlu rüyası 2000
şara 1999
kimsecikler 1999
fanatik 1999
kara kentin çocukları 1999
ikinci bahar 1998
karanlıkta biri var 1998
baba evi 1997
şövalye, pamuk prenses ve hain 1996
yer çekimli aşklar 1995
aziz ahmet 1994
manisa tarzanı 1994
şaban askerde 1993
süper baba 1993
dönersen ıslık çal 1992
iki başlı dev 1990
her şeye rağmen 1988
üçüncü göz 1988
görüntü yönetmenliğini yaptığı filmler *bazılarının yönetmeni de yine kendisi*
kara kentin çocukları 1999
yer çekimli aşklar 1995
aşk üzerine söylenmemiş her şey 1995
manisa tarzanı 1994
beşinci boyut 1993
dönersen ıslık çal 1992
zıkkımın kökü 1992
yıldızlar gece büyür 1991
suyun öte yanı 1991
bütün kapılar kapalıydı 1990
aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni 1990
bekle dedim gölgeye 1990
gün ortasında karanlık 1990
iki başlı dev 1990
öğretmen 1988
her şeye rağmen 1988
üçüncü göz 1988
gönül dostları 1987
anayurt oteli 1987
rumuz goncagül 1987
ses 1986
değirmen 1986
yoksul 1986
aaahh belinda 1986
deli deli küpeli 1986
garip 1986
davacı 1986
kurşun ata ata biter 1985
arzu 1985
katma değer şaban 1985
adı vasfiye 1985
amansız yol 1985
dul bir kadın 1985
körebe 1985
her şeyim sensin 1985
melek yüzlüm 1985
gurbetçi şaban 1985
nefret 1984
ortadirek şaban 1984
postacı 1984
fırtına gönüller 1984
ömrümün tek gecesi 1984
firar 1984
güneş doğarken 1984
bataklıkta bir gül 1983
bin kere ölmek 1983
kılıbık 1983
yıldızlar da kayar 1983
badi 1983
bir yudum mutluluk 1982
tomruk 1982
kader bize düşman mı? 1982
gazap rüzgarı 1982
kaçak 1982
kördüğüm 1982
mutluluk haram oldu 1981
tövbe 1981
kanlı nigar 1981
devlet kuşu 1980
gol kralı 1980
umudumuz şaban 1979
edit: incelerken belirtmek istedim. 1984 yılına ait badi diye bir filmi var. o dönemlerde türkiye'de bilim kurgu işler ortaya çıkarabilecek, cgi ya da benzeri ögeler kullanabilecek kaç insan vardır acaba? saygılar.
devamını gör...
8.
amish
amish(?), amiş, amişler. ve komün yaşamdan enstanteneler
amish kullanımı türkçeye "amiş" olarak geçmesi sebebiyle yanlıştır. amişler kullanımı ise neyden bahsettiğinize göre yer yer doğru ya da yanlış olabilmekte. bu da bizim dilimizde bir topluluğa eklenen -ler -lar'dan kaynaklanıyor. amiş zaten bir topluluk ismi olduğundan, ben de tekil kullanılması gerektiği taraftarıyım.
amiş, bir hristiyan mezhebi ve aynı topluluğun mensuplarına verilen isim. yahudiliğe benzer bir yanları var zira kendi aralarında eşleşmekte ve dışarıdan biriyle çocuk yapmamaktalar. buraya gelmeden önce hadi tarihlerine bir göz atalım.
amiş, incil'deki öğretileri katı bir şekilde kabul eden ve hz. isa'nın hayatını idol olarak kabul eden, hayatlarını 18. yüzyıl standartlarında sürdürmekte olan kimseler. aslında hayatlarına avrupa'da başlamış olan bu topluluğun ilk dönemlerinde isviçre'de, protestanlığın bir örneğini sergileyen amiş bireylerinin başında jakop amman varmış. görmüş oldukları baskı ve zulüm sebebiyle göç etmek durumunda kalmışlar. bu göçün temel sebeplerinden biriyse, çocuklarının 18 yaşından önce vaftiz edilmelerine karşı olmalarıymış. aşağıda bu konuya daha detaylı değineceğiz.
günümüzde büyük çoğunluğu ohio, kanada, indiana ve pensilvanya'da yaşamakta. komün bir hayat sürmekte olan amiş bireyleri, amerika'da olmalarına rağmen izole yaşamlarından dolayı hala hollanda'daki lehçeye yakın olarak "niederdeutsch" dilini kullanmakta. yani almanya'nın kuzey kesimlerindeki insanların konuştuğu "düşük almanca". bu da ayrı bir araştırma konusu olarak kalsın.
dış görünüşleri... bizlere nostaljiyi yaşatacak türden, kadınları ve erkekleri her daim sade ve şık. erkekler zamanın büyük çoğunluğunda takım elbise; kadınlar ise uzun ve sade elbiseleri tercih etmekte. evli erkeklerin sakalları uzun olmasına rağmen, bıyıklarını kesmekteler.
biraz da günlük yaşamları ve amiş geleneklerinden bahsedelim.
teknoloji, komün hayatlarının bir parçası değil. teknolojiden kesin olarak uzak durmayı tercih etmekteler. ulaşımlarını ağırlıklı olarak bisikletle ya da at arabalarıyla sağlamaktalar. elektrik olmadığı için tarımda ya da genel anlamda üretimde, insan gücü ya da insan gücüyle çalışan basit makineler kullanmaktalar.
yine komün yaşamın cilvelerinden biri olarak, toplum içerisinde bir iş bölümü söz konusu. amiş erkekleri tarım ve hayvancılıkla ev ihtiyaçlarını karşılıyor, kadınlarsa ev ve çocuklarla ilgileniyor. her birey dünyevi yaşantısını ailesine ve içinde bulunduğu topluma adıyor. evlilik demişken, bu kadar katı ve dindar bir toplum içerisinde elbette gençlerin flört, sevgililik gibi kavramlardan uzak olduğunu da belirtmek gerekiyor. genellikle 20 yaşına gelmeden evlenen bireyler, birbirlerini ya kilisede gerçekleşen ayinlerde, ya cenazelerde ya da görücü usulü tanıyıp evleniyorlar.
amiş gelenekleri her ne kadar katı olsa da, çocuklarını bununla zorunlu tutmamaktalar. 18 yaşına gelen bir amiş gencine, tarikatın bir üyesi olup olmayacağı soruluyor. burada kalmayı seçerse tüm bu gelenek ve kuralları da kabul etmiş oluyor; reddederse ayrılıp farklı bir yerde hayatına devam edebiliyor. yine de %90dan fazla bir oranda, tarikat bünyesi içerisinde kalmak tercih edilmekte.
burada da akıllarımıza bir soru gelmeli. günümüz teknolojik gelişme ve uğraşları gerçekten bir zorunluluk mu? bunlarla tanışmadan yetişmiş toplumlarda belli bir ihtiyacı yine de söz konusu mu? sonuçta evlerinde telefon bile bulunmayan insanlardan bahsediyoruz. kıyafetlerini bile kendi elleriyle dikiyor / dokuyorlar.
yine gençlerden gidelim. eğitim öğretimleri, dünyevi zevklere ve geçici olan dünya hayatına merak sarmalarının istenmemesi gerekçesiyle sekiz yılla sınırlanıyor. günümüzde modern öğretileri takip eden amiş aileleri çocuklarının eğitimine devam etmesini isteyip gerekli şartları sağlasa da, bu genel olarak pek görülmüyor. çocukların sekiz yıllık eğitimi basit okuma yazma, matematik ve ağırlıklı olarak incil/din dersleri üzerinden oluyor.
politika, askeriye, savaş gibi konular konuşmak yasak. toplum tüm bunlardan izole bir şekilde hayatını sürdürmekte. oy vermezler, orduya katılmazlar, spor müsabakaları ve dışarıyla ticaret dışında iletişimleri yoktur. sanat kısıtlanmış; çünkü resim ve müzik dinen yasak. yalnızca ilahiler serbest. buna rağmen, harika ahşap ve demir işçilikleri ortaya koymaktalar. hatta ihraç ettikleri şeyler de yine bunlar ve hayvansal ürünler.
yapmış oldukları mobilyalarda teknolojik malzeme* bulunmamasına rağmen çok dayanıklı ve estetikler. amerika'da da oldukça rağbet görüyor. aşağıda el işçiliği bir amiş masa takımı ve dolap var. dilerseniz devamını yine google üzerinden araştırabilirsiniz.
bu izole yaşamın bazı kötü yanları da yok değil. hasta olan insanlara kendi ilkel tedavilerini uygulamaktalar. bizdeki kocakarı ilacı olarak geçen şeyler ya da aktarların yaptığı karışımlar gibi. belki kırıkçı çıkıkçı, uç noktada fıtıkçı da vardır kim bilir...
farklı kaynaklarda ise, yollarının osmanlı imparatorluğu'ndan da geçtiği söyleniyor. buraya gelenler önce istanbul'a gelmiş; sonra izmir ve kars'a dağılmışlar. nasıl dağıtımsa artık. izmir'dekiler tarım, kars'takiler hayvancılıkla uğraşmış. hatta kars kaşar peynirinin atası da işte bu göç eden amiş insanlarıymış. sonra kimi kaynaklara göre istanbul'da kalan küçük bir kısmı katledildiğinden, kimi kaynaklara göreyse fırsatlar ülkesi amerika'ya göç etme isteklerinden gitmişler.
teknolojiyi reddeden bu toplumun ilkel güçle tarım ve hayvancılık sürdürmesi bir yana; küçük ve ironik bir bilgiyle de bitireyim. 1940'lı yıllarda ruslarla savaşı sonrası esir düşen ve devamında osmanlı topraklarına sürülen alman aileler var. bu karslı alman aileler de, ilkel tarım ve teknolojiye bir yenilik olması adına, türlü tarım ve hayvancılık makinelerini bu bölgeye getirmişler. çim biçme makinesi vs.
tarihin karması işte. her neyse; amiş de böyle bir topluluk/tarikat/mezhep.
amish kullanımı türkçeye "amiş" olarak geçmesi sebebiyle yanlıştır. amişler kullanımı ise neyden bahsettiğinize göre yer yer doğru ya da yanlış olabilmekte. bu da bizim dilimizde bir topluluğa eklenen -ler -lar'dan kaynaklanıyor. amiş zaten bir topluluk ismi olduğundan, ben de tekil kullanılması gerektiği taraftarıyım.
amiş, bir hristiyan mezhebi ve aynı topluluğun mensuplarına verilen isim. yahudiliğe benzer bir yanları var zira kendi aralarında eşleşmekte ve dışarıdan biriyle çocuk yapmamaktalar. buraya gelmeden önce hadi tarihlerine bir göz atalım.
amiş, incil'deki öğretileri katı bir şekilde kabul eden ve hz. isa'nın hayatını idol olarak kabul eden, hayatlarını 18. yüzyıl standartlarında sürdürmekte olan kimseler. aslında hayatlarına avrupa'da başlamış olan bu topluluğun ilk dönemlerinde isviçre'de, protestanlığın bir örneğini sergileyen amiş bireylerinin başında jakop amman varmış. görmüş oldukları baskı ve zulüm sebebiyle göç etmek durumunda kalmışlar. bu göçün temel sebeplerinden biriyse, çocuklarının 18 yaşından önce vaftiz edilmelerine karşı olmalarıymış. aşağıda bu konuya daha detaylı değineceğiz.
günümüzde büyük çoğunluğu ohio, kanada, indiana ve pensilvanya'da yaşamakta. komün bir hayat sürmekte olan amiş bireyleri, amerika'da olmalarına rağmen izole yaşamlarından dolayı hala hollanda'daki lehçeye yakın olarak "niederdeutsch" dilini kullanmakta. yani almanya'nın kuzey kesimlerindeki insanların konuştuğu "düşük almanca". bu da ayrı bir araştırma konusu olarak kalsın.
dış görünüşleri... bizlere nostaljiyi yaşatacak türden, kadınları ve erkekleri her daim sade ve şık. erkekler zamanın büyük çoğunluğunda takım elbise; kadınlar ise uzun ve sade elbiseleri tercih etmekte. evli erkeklerin sakalları uzun olmasına rağmen, bıyıklarını kesmekteler.
biraz da günlük yaşamları ve amiş geleneklerinden bahsedelim.
teknoloji, komün hayatlarının bir parçası değil. teknolojiden kesin olarak uzak durmayı tercih etmekteler. ulaşımlarını ağırlıklı olarak bisikletle ya da at arabalarıyla sağlamaktalar. elektrik olmadığı için tarımda ya da genel anlamda üretimde, insan gücü ya da insan gücüyle çalışan basit makineler kullanmaktalar.
yine komün yaşamın cilvelerinden biri olarak, toplum içerisinde bir iş bölümü söz konusu. amiş erkekleri tarım ve hayvancılıkla ev ihtiyaçlarını karşılıyor, kadınlarsa ev ve çocuklarla ilgileniyor. her birey dünyevi yaşantısını ailesine ve içinde bulunduğu topluma adıyor. evlilik demişken, bu kadar katı ve dindar bir toplum içerisinde elbette gençlerin flört, sevgililik gibi kavramlardan uzak olduğunu da belirtmek gerekiyor. genellikle 20 yaşına gelmeden evlenen bireyler, birbirlerini ya kilisede gerçekleşen ayinlerde, ya cenazelerde ya da görücü usulü tanıyıp evleniyorlar.
amiş gelenekleri her ne kadar katı olsa da, çocuklarını bununla zorunlu tutmamaktalar. 18 yaşına gelen bir amiş gencine, tarikatın bir üyesi olup olmayacağı soruluyor. burada kalmayı seçerse tüm bu gelenek ve kuralları da kabul etmiş oluyor; reddederse ayrılıp farklı bir yerde hayatına devam edebiliyor. yine de %90dan fazla bir oranda, tarikat bünyesi içerisinde kalmak tercih edilmekte.
burada da akıllarımıza bir soru gelmeli. günümüz teknolojik gelişme ve uğraşları gerçekten bir zorunluluk mu? bunlarla tanışmadan yetişmiş toplumlarda belli bir ihtiyacı yine de söz konusu mu? sonuçta evlerinde telefon bile bulunmayan insanlardan bahsediyoruz. kıyafetlerini bile kendi elleriyle dikiyor / dokuyorlar.
yine gençlerden gidelim. eğitim öğretimleri, dünyevi zevklere ve geçici olan dünya hayatına merak sarmalarının istenmemesi gerekçesiyle sekiz yılla sınırlanıyor. günümüzde modern öğretileri takip eden amiş aileleri çocuklarının eğitimine devam etmesini isteyip gerekli şartları sağlasa da, bu genel olarak pek görülmüyor. çocukların sekiz yıllık eğitimi basit okuma yazma, matematik ve ağırlıklı olarak incil/din dersleri üzerinden oluyor.
politika, askeriye, savaş gibi konular konuşmak yasak. toplum tüm bunlardan izole bir şekilde hayatını sürdürmekte. oy vermezler, orduya katılmazlar, spor müsabakaları ve dışarıyla ticaret dışında iletişimleri yoktur. sanat kısıtlanmış; çünkü resim ve müzik dinen yasak. yalnızca ilahiler serbest. buna rağmen, harika ahşap ve demir işçilikleri ortaya koymaktalar. hatta ihraç ettikleri şeyler de yine bunlar ve hayvansal ürünler.
yapmış oldukları mobilyalarda teknolojik malzeme* bulunmamasına rağmen çok dayanıklı ve estetikler. amerika'da da oldukça rağbet görüyor. aşağıda el işçiliği bir amiş masa takımı ve dolap var. dilerseniz devamını yine google üzerinden araştırabilirsiniz.
bu izole yaşamın bazı kötü yanları da yok değil. hasta olan insanlara kendi ilkel tedavilerini uygulamaktalar. bizdeki kocakarı ilacı olarak geçen şeyler ya da aktarların yaptığı karışımlar gibi. belki kırıkçı çıkıkçı, uç noktada fıtıkçı da vardır kim bilir...
farklı kaynaklarda ise, yollarının osmanlı imparatorluğu'ndan da geçtiği söyleniyor. buraya gelenler önce istanbul'a gelmiş; sonra izmir ve kars'a dağılmışlar. nasıl dağıtımsa artık. izmir'dekiler tarım, kars'takiler hayvancılıkla uğraşmış. hatta kars kaşar peynirinin atası da işte bu göç eden amiş insanlarıymış. sonra kimi kaynaklara göre istanbul'da kalan küçük bir kısmı katledildiğinden, kimi kaynaklara göreyse fırsatlar ülkesi amerika'ya göç etme isteklerinden gitmişler.
teknolojiyi reddeden bu toplumun ilkel güçle tarım ve hayvancılık sürdürmesi bir yana; küçük ve ironik bir bilgiyle de bitireyim. 1940'lı yıllarda ruslarla savaşı sonrası esir düşen ve devamında osmanlı topraklarına sürülen alman aileler var. bu karslı alman aileler de, ilkel tarım ve teknolojiye bir yenilik olması adına, türlü tarım ve hayvancılık makinelerini bu bölgeye getirmişler. çim biçme makinesi vs.
tarihin karması işte. her neyse; amiş de böyle bir topluluk/tarikat/mezhep.
devamını gör...
9.
the dark knight
christopher nolan id-ego-super ego güzellemesi yapacak; toplumsal mesaj kaygısı güdecek diye güzelim karakterlerin içine edilmiş filmdir. heath ledger'ın oyunculuğuna da, karakterdeki performansına da hiçbir sözüm yok. ama o karakter joker falan değildir. her zamanki gibi villainlara dair bir güzelleme, sempatik ve kabul edilebilir gösterme çabası. çizgi roman okumamış tipler de gelip böyle karakterleri güzeller, över, aslında toplumun kötü yanlarını insanlara gösterdiğini iddia eder. aslına bakarsak joker amansız bir suçludur.
şuraya da sicilini bırakalım.
mass murder (including child murder) /toplu cinayet (çocuk cinayeti de dahil)
terrorism (terörizm)
high treason ( vatana/devlete ihanet)
ımpersonation ( sahte kimlik, birinin kimliğine bürünme)
theft (hırsızlık)
rape (tecavüz)
abuse (suistimal etme, kötüye kullanma)
torture (işkence)
animal cruelty (hayvanlara canilik)
enslavement (köle kullanımı ya da satışı)
smuggling (kaçakçılık)
snuff filming (vahşet ögeleri içeren cinsel görüntüler diyebiliriz. tam çevirisi var mı bilmiyorum snuff olayının.)
kidnapping (insan kaçırma)
vandalism (vandalizm)
pollution (çevre kirliliği. ki burada eko terörizm olmalıydı)
brainwashing (beyin yıkama)
weapons dealing (silah ticareti, terör örgütlerine falan da oldu bu.)
cannibalism (yamyamlık)
mass arson (büyük çaplı kundaklama fiili)
worldwide conspiracy (dünya çapında komplo *yıkım, suikast, sabotaj planı vs.*)
blackmail (şantaj)
stalking (rızasız takip)
breaking and entering (haneye tecavüz)
jailbreak (hapisten kaçma *ki tek de değil, suçluları da kaçırmıştı diye hatırlıyorum.* )
ıncrimination (haksız suçlama, bir suçla itham etme)
drug dealing (uyuşturucu ticareti)
forgery (evrakta sahtecilik)
fraud (kişisel kazanç uğruna aldatma, sahtekarlık)
sabotage (sabotaj)
attempted world domination (dünyayı kontrol etme denemesi)
countless other crimes and atrocities ( ve sayısız suç, vahşet)
yaa ama ponçiiik, o aslında toplumsal farkındalık yaratmak istiyorduuu, hem çok yakışıklııı...
her neyse, ilgili filmde güzel olan tek şey başta da yazdığım gibi joker-dent-batman çatışmalarıdır. güzel bir karakter yolculuğu işlenmiştir yine dent üzerinden. batman'in de sorumluluk bilinci her şey pahasına bir kez daha gözler önüne serilmiştir. joker karakteri, joker falan değildir.
adı as olsa, ne bileyim maça bacak olsa, kupa yedi olsa oturur bin sayfa yazı yazardım hakkında. kendisine tarot falı bile bakardım. ama gel gör ki, işler hiç öyle değil.
şuraya da sicilini bırakalım.
mass murder (including child murder) /toplu cinayet (çocuk cinayeti de dahil)
terrorism (terörizm)
high treason ( vatana/devlete ihanet)
ımpersonation ( sahte kimlik, birinin kimliğine bürünme)
theft (hırsızlık)
rape (tecavüz)
abuse (suistimal etme, kötüye kullanma)
torture (işkence)
animal cruelty (hayvanlara canilik)
enslavement (köle kullanımı ya da satışı)
smuggling (kaçakçılık)
snuff filming (vahşet ögeleri içeren cinsel görüntüler diyebiliriz. tam çevirisi var mı bilmiyorum snuff olayının.)
kidnapping (insan kaçırma)
vandalism (vandalizm)
pollution (çevre kirliliği. ki burada eko terörizm olmalıydı)
brainwashing (beyin yıkama)
weapons dealing (silah ticareti, terör örgütlerine falan da oldu bu.)
cannibalism (yamyamlık)
mass arson (büyük çaplı kundaklama fiili)
worldwide conspiracy (dünya çapında komplo *yıkım, suikast, sabotaj planı vs.*)
blackmail (şantaj)
stalking (rızasız takip)
breaking and entering (haneye tecavüz)
jailbreak (hapisten kaçma *ki tek de değil, suçluları da kaçırmıştı diye hatırlıyorum.* )
ıncrimination (haksız suçlama, bir suçla itham etme)
drug dealing (uyuşturucu ticareti)
forgery (evrakta sahtecilik)
fraud (kişisel kazanç uğruna aldatma, sahtekarlık)
sabotage (sabotaj)
attempted world domination (dünyayı kontrol etme denemesi)
countless other crimes and atrocities ( ve sayısız suç, vahşet)
yaa ama ponçiiik, o aslında toplumsal farkındalık yaratmak istiyorduuu, hem çok yakışıklııı...
her neyse, ilgili filmde güzel olan tek şey başta da yazdığım gibi joker-dent-batman çatışmalarıdır. güzel bir karakter yolculuğu işlenmiştir yine dent üzerinden. batman'in de sorumluluk bilinci her şey pahasına bir kez daha gözler önüne serilmiştir. joker karakteri, joker falan değildir.
adı as olsa, ne bileyim maça bacak olsa, kupa yedi olsa oturur bin sayfa yazı yazardım hakkında. kendisine tarot falı bile bakardım. ama gel gör ki, işler hiç öyle değil.
devamını gör...
10.
insanın intihar etme nedeni
yine hemen üstteki yazarımız bu konuda emilé durkheim araştırmalarından bahsetmiş. ben de aynı konuyu kaleme almak istedim. kendisi gerçekleşmiş vakaların dört çatı altında toplanabileceğini söylüyor. bu da yine başlık altındaki sebepler adına bütünleyici bir ifade oluyor diyebiliriz. bunun özünde ise insanın diğer hayvanlardan farklı olarak arzularının sonsuz olması yatıyor. yani biyolojik yeterlilikleri tamamladığımızda tatmin olmuyor ve ebediyete kadar daha fazlasını istiyor. ebediyet de dahil. hal böyle olunca, işin içine denetimci mekanizmalar giriyor. ve insan dediğimiz canlının arzularını sınırlayabilecek yegane mekanizma da toplumun ta kendisi.
1-) egoist intihar, inceleyeceğimiz ilk örnek. şimdi bu örnekteki özne, toplumla bütünleşememiş, var olan bağlarını aniden ya da gün geçtikçe zayıflatmış ve kabuğuna çekilmiş biri. kendi içine kapandıkça zamanla en yakınlarıyla, örneğin ailesiyle olan bağları da kopmaya başlıyor ve tüm bunların sonucunda varlığı ile yokluğu arasında pek de bir fark göremeyen özne intihara başvuruyor.
2-) anomik intihar. buna gelmeden önce anomiden biraz bahsetmek isterim. anomi, suç ve suç sosyolojisi alanlarında, bunların temel sebeplerine, köküne inmeye dair bir yorum. bu örneğimizde birey, toplum bütünündeki örnekleri, kültürel gelenekleri ve diğer ahlaki normları benimsemekte güçlük çekiyor; bunlardan sınırlı bir şekilde beslenerek karakterini oluşturuyor. haliyle toplum nazarında kabul görmeyen ya da o güne kadar pek rastlanmamış sapkın davranışlar açığa çıkıyor. temel sebebi olarak yeterli sosyalliğin sağlanamaması ya da bireydeki bozukluklar yer alır.
anomik intihar modelinde ise birey yine böyle bir durum içerisinde ama bu sefer toplum genelinde bir çöküntü söz konusu. bu bir ekonomik buhran, yanlış siyasal kararlar, uç boyutta iç savaş vs. olabilir. artık doğru ve yanlış, iyi ve kötü, haklı ve haksız gibi kavramlar birbirine karışmaya başlar, genel bir kaos baş gösterir.
zaten toplumla bağı tam oturmamış birey, üzerine bir de toplum içerisindeki çöküntülerle karşılaşınca intihara başvuruyor.
yine güzel bir tespit olduğunu düşündüğüm, sıkılıyorum sabri bunalıyorum adlı yazar arkadaşımızın #69652 no'lu tanımına da göz atabilirsiniz. kendisine de bu tanım vesilesiyle teşekkür ederim.
3-) altruist intihar
bu intihar tipolojisi, ilk örnekteki egoist intiharın tersidir. bu sefer bireyin toplumsal bağları ve değeri olağandan çok gelişmiştir, hayatını toplumuna adayabilecek raddededir. en nihayetinde öyle de yapar. birey; toplumun çıkarı ve toplumunun kurallarının, geleneklerinin korunması ya da onun daha iyi yerlere gelmesi uğruna kendini feda edebilir.
töre cinayetlerinde gelenek göreneklerin korunması uğruna yaşanan olayları, askeriyedeki şehitliği ya da başarısız olup onurunu kaybettiğini düşünen japon halkının gerçekleştirdiği "harakiri/ seppuku" fiilini şöyle bir değerlendirdiğimizde bu çatı altında inceleyebiliriz.
4-) fatalist intihar
bu aslında durkheim'ın araştırmalarında bizzat tipolojilerin bir parçası değil, ama benim için önemli ve bundan da bahsetmek istiyorum. fatalist intihar modeli, anomik intiharın tersi olarak değerlendirilebilmekte. yine de* tam olarak öyle değil. bu noktada bireyler birikerek toplumu mu oluşturur, yoksa toplum bölünerek bireyleri mi oluşturur diye oturup düşünmek gerekiyor. suyu çok bulandırmadan temel tanımından bahsedeyim.
fatalist yani adı üzerinde kaderci intiharda, kişinin toplum içerisindeki rolü önceden bellidir.*
toplum ve normlar tam olarak işlemekte, anomik intihardaki gibi düzende bozulmalar görülmemektedir ama düzenin kendisi içerisinde birey zaten bundan zarar görür. eski dönemlerdeki köleler örneğin.
bir kölenin çocuğu da köledir ve o dünyayı idrak edebildiği zamandan beri köle olarak hayatına devam edeceğini bilir. toplumun kusursuz(!) işleyen düzeninde onun yeri bellidir. kendi konumu ve geleneklerle ya da toplumun kendisiyle özdeşleşmese bile katı kurallar karşısında gücü olmadığından; üzerinde mutlak karar hakkına sahip olduğu* kendisine müdahale edip intihara başvurur.
kendimden notlar: şimdi burada dört farklı intihar modeli var ve bunlar aslında birbirinden tamamen kopuk şeyler değil. esas soru ya da sorun, yukarıda da yazdığım gibi birey-toplum ilişkisini objektif bir perspektiften detaylıca inceleyebilmek üzerine. toplum ne kadar belirleyicidir? toplumun genel beyanı ne kadar esastır?
yıllar içerisinde süregelen değişimler söz konusu. örneğin 50 yıl önce sapkın davranış olarak nitelendirilebilen bir şey, günümüzde pekala normal karşılanabilir. bunun sebebi toplumun değişmesi midir, toplum içerisindeki bireylerin değişmesi mi? yine bu bağlamda, toplumun bireyleri birikerek yani kolektif bir biçimde toplumu oluşturuyor diyebilir miyiz? eğer bunu söyleyebiliyorsak, "toplumun bireyleri" ne kadar "toplumun"dur?
her neyse. eğer ilginizi çektiyse, konuyla ilgili daha kapsamlı bilgi için emilé durkheim'ın 1897 yılında yayımlanan intihar adlı kitabını öneririm. orada çok daha güzel kaleme alınmış, çok daha güzel irdelenmiş bu konular.
1-) egoist intihar, inceleyeceğimiz ilk örnek. şimdi bu örnekteki özne, toplumla bütünleşememiş, var olan bağlarını aniden ya da gün geçtikçe zayıflatmış ve kabuğuna çekilmiş biri. kendi içine kapandıkça zamanla en yakınlarıyla, örneğin ailesiyle olan bağları da kopmaya başlıyor ve tüm bunların sonucunda varlığı ile yokluğu arasında pek de bir fark göremeyen özne intihara başvuruyor.
2-) anomik intihar. buna gelmeden önce anomiden biraz bahsetmek isterim. anomi, suç ve suç sosyolojisi alanlarında, bunların temel sebeplerine, köküne inmeye dair bir yorum. bu örneğimizde birey, toplum bütünündeki örnekleri, kültürel gelenekleri ve diğer ahlaki normları benimsemekte güçlük çekiyor; bunlardan sınırlı bir şekilde beslenerek karakterini oluşturuyor. haliyle toplum nazarında kabul görmeyen ya da o güne kadar pek rastlanmamış sapkın davranışlar açığa çıkıyor. temel sebebi olarak yeterli sosyalliğin sağlanamaması ya da bireydeki bozukluklar yer alır.
anomik intihar modelinde ise birey yine böyle bir durum içerisinde ama bu sefer toplum genelinde bir çöküntü söz konusu. bu bir ekonomik buhran, yanlış siyasal kararlar, uç boyutta iç savaş vs. olabilir. artık doğru ve yanlış, iyi ve kötü, haklı ve haksız gibi kavramlar birbirine karışmaya başlar, genel bir kaos baş gösterir.
zaten toplumla bağı tam oturmamış birey, üzerine bir de toplum içerisindeki çöküntülerle karşılaşınca intihara başvuruyor.
yine güzel bir tespit olduğunu düşündüğüm, sıkılıyorum sabri bunalıyorum adlı yazar arkadaşımızın #69652 no'lu tanımına da göz atabilirsiniz. kendisine de bu tanım vesilesiyle teşekkür ederim.
3-) altruist intihar
bu intihar tipolojisi, ilk örnekteki egoist intiharın tersidir. bu sefer bireyin toplumsal bağları ve değeri olağandan çok gelişmiştir, hayatını toplumuna adayabilecek raddededir. en nihayetinde öyle de yapar. birey; toplumun çıkarı ve toplumunun kurallarının, geleneklerinin korunması ya da onun daha iyi yerlere gelmesi uğruna kendini feda edebilir.
töre cinayetlerinde gelenek göreneklerin korunması uğruna yaşanan olayları, askeriyedeki şehitliği ya da başarısız olup onurunu kaybettiğini düşünen japon halkının gerçekleştirdiği "harakiri/ seppuku" fiilini şöyle bir değerlendirdiğimizde bu çatı altında inceleyebiliriz.
4-) fatalist intihar
bu aslında durkheim'ın araştırmalarında bizzat tipolojilerin bir parçası değil, ama benim için önemli ve bundan da bahsetmek istiyorum. fatalist intihar modeli, anomik intiharın tersi olarak değerlendirilebilmekte. yine de* tam olarak öyle değil. bu noktada bireyler birikerek toplumu mu oluşturur, yoksa toplum bölünerek bireyleri mi oluşturur diye oturup düşünmek gerekiyor. suyu çok bulandırmadan temel tanımından bahsedeyim.
fatalist yani adı üzerinde kaderci intiharda, kişinin toplum içerisindeki rolü önceden bellidir.*
toplum ve normlar tam olarak işlemekte, anomik intihardaki gibi düzende bozulmalar görülmemektedir ama düzenin kendisi içerisinde birey zaten bundan zarar görür. eski dönemlerdeki köleler örneğin.
bir kölenin çocuğu da köledir ve o dünyayı idrak edebildiği zamandan beri köle olarak hayatına devam edeceğini bilir. toplumun kusursuz(!) işleyen düzeninde onun yeri bellidir. kendi konumu ve geleneklerle ya da toplumun kendisiyle özdeşleşmese bile katı kurallar karşısında gücü olmadığından; üzerinde mutlak karar hakkına sahip olduğu* kendisine müdahale edip intihara başvurur.
kendimden notlar: şimdi burada dört farklı intihar modeli var ve bunlar aslında birbirinden tamamen kopuk şeyler değil. esas soru ya da sorun, yukarıda da yazdığım gibi birey-toplum ilişkisini objektif bir perspektiften detaylıca inceleyebilmek üzerine. toplum ne kadar belirleyicidir? toplumun genel beyanı ne kadar esastır?
yıllar içerisinde süregelen değişimler söz konusu. örneğin 50 yıl önce sapkın davranış olarak nitelendirilebilen bir şey, günümüzde pekala normal karşılanabilir. bunun sebebi toplumun değişmesi midir, toplum içerisindeki bireylerin değişmesi mi? yine bu bağlamda, toplumun bireyleri birikerek yani kolektif bir biçimde toplumu oluşturuyor diyebilir miyiz? eğer bunu söyleyebiliyorsak, "toplumun bireyleri" ne kadar "toplumun"dur?
her neyse. eğer ilginizi çektiyse, konuyla ilgili daha kapsamlı bilgi için emilé durkheim'ın 1897 yılında yayımlanan intihar adlı kitabını öneririm. orada çok daha güzel kaleme alınmış, çok daha güzel irdelenmiş bu konular.
devamını gör...
11.
tabanca atış teknikleri
temel bilgi verilmiş madem, ben de biraz profesyonel atış teknikleri üzerine bilgi vereyim. harika başlık olmuş bu arada, tebrikler.
öncelikle temel atış duruşlarından iki tanesini tanıtacağım. bunlar weaver ve isoscles.
1-) weaver stance / weaver duruşu
adını los angeles deputy'deki bir şerif olan jack weaver'dan alan duruş pistol ya da revolverlar için kullanılır. bu duruşta dominant elin olduğu omuz geriye atılır ve kol düz bir şekilde uzatılır. diğer elin dirseği de onu desteklemek amacıyla bükülerek silah tutan eli kavrar. dirsek neredeyse kilitlenme noktasına kadar bükülüyor bu atışta.
günümüzde modası geçmiş bir duruş olarak geçse de başlangıçta kullanıma gayet uygun olduğunu söyleyebilirim. yapı itibariyle fiziksel anlamda zayıf biriyseniz * silahı düz doğrulttuğunuzda bir noktada ağırlıktan dolayı bileğiniz titremeye başlar. bu da isabet oranınızı oldukça düşürür. bu teknikte, silahın ağırlığı çoğunlukla dominant olmayan kola verilir ve daha konforlu bir atış imkanı sağlar.
silahı tutan kolun bacağı biraz geride ve ayak biraz dışa bakar pozisyonda, diğeri düz durur. her iki diz de biraz kırılır ama buradaki duruşun püf noktası yalnızca dizi kırmak değil, aynı oranda kalçayı da biraz geri almaktır.
temize çekecek olursak; dışarıdan bakıldığında hafif çapraz, dizleri biraz kırık, silahı tuttuğu elinin olduğu taraftaki ayağı geride ve dışa doğru bakan, kalçası biraz geride birini görürsünüz. çapraz durduğu taraftaki kolu dümdüz uzanmış, destek kolu dirsekten bükülerek silah tutan eli kavramış şekilde görülür. tabii kafası da biraz dominant elinin olduğu tarafa eğik. göz-gez-arpacık *
o değil de baya baya boks gardı anlattım şu an düşününce. standart bir orthodox boks duruşuna bakarak durumu az çok kavrayabilirsiniz. onun tek kol uzanmış, diğer kol da ona destek olan hali. gerçi neden görsel bırakmıyorsam... hadi siz sevgili portakallar için bırakayım.
yazar notu: bu duruşu temel ama çok temel uzun namlu silah atışlarında da gerçekleştirebilirsiniz. tepmesini omzunuz güzelce karşılar, kısa vadede sıkıntı çıkarmaz. ama yine de o konuyu da bir ara kaleme* almakta fayda var. unutursam hatırlatın, unuturum çünkü. hem şunun kadar karizmatik bir duruş varken yemişim şerif weaver'ı.
2-) isoscles stance / ikizkenar duruş
ikizkenar duruş, çünkü ikizkenar duruş. kerameti isminde saklı şeylerden biri bu da. bu tutuşta omuzlar karşıya doğru düz, kafa hafif eğik, iki kol da eşit mesafede ve açıda ortaya doğru. silah tam ortada birleşiyor. bacakları da omuz genişliğinde açarsanız tamamdır, oldu bitti. dizleri de biraz kırarsanız tadından yenmez tabii, ama gel gör ki yeni başlayan insanlarda bu diz kırma mevzusunun fazla abartıldığını, gövdenin geri gittiğini falan görüyorum. eline tepmesi yüksek, yüksek kalibreli bir silah verilse geriye uçacaklarmış gibi duruyor.
tam aksine, dizleri kırarken kalçayı geriye alıyoruz ve gövde çok az öne doğru gidiyor. bu standart yıldırım sembolü vardır ya zihinde beliren, onun gibi duruyoruz yani. tetristeki kıvrık blok gibi. yok yok o olmadı. en iyisi ben görsel bırakayım. hadi hadi, iyisiniz.
yalnız kim çizdiyse helal olsun, umarım telif yemeyiz. ellerine sağlık. görsel zeka işte, oturuyoruz iki saat anlatıyoruz, biri gelip tek kareyle çözüyor olayı. şöyle çizemedik. *
3-) şimdi yanlış hatırlamıyorsam israil'de geliştirilmiş bir stil daha vardı. buraya onu yazdım. sonra görsel bulmak için google'dan faydalanmak isterken karşıma şöyle bir tablo çıktı. sinirim bozuldu. sildim ben de. araştırmak isteyen varsa böyle bir şey de var ya da merak edene anlatırım.
1-) double tap
amerikan ordusunda sık görülen bu atış tekniğinde olay, açık hedefe karşı nişan alındığında hızlı ve isabetli bir şekilde iki kez ateş edilmesi durumu. bazı tekniklerin temelini oluşturur ve komplike tekniklere geçilmeden önce güzelce pratiği yapılmalıdır. kurşunun çıktığı anda bir kurşun daha atarak sekme, geri tepme ve nişan alışta yaşanabilecek sorunların önüne geçilir. ilk atış oldukça "temiz"ken aynı yere bir atış daha gerçekleştirilir. durduruculuğu yetersiz silahlarda da sıklıkla kullanılır. 7.65mm gibi.
2-) mozambique drill / mozambik tekniği
şimdi bu olay zamanında mozambik'te yaşanmış bir olayı temel alıyor ve oradan duyuluyor. hikayesi pek çok kaynakta mevcut, o yüzden doğrudan işin teknik boyutundan bahsedeyim. durduruculuğuyla ön plana çıkan bu manevra tam anlamıyla bitiricidir. profesyonel bir teknik olması nedeniyle balistik yeleklere karşı da aşırı efektiftir. nano teknoloji kumaşlardan üretilmesi, plakalı olması, kafada kompzoit başlık olmasının falan bu tekniğe karşı neredeyse hiçbir önemi yok.
a-) standardında yakın mesafeden, hedefin göğsüne iki el atış * gerçekleştirilmesi ardından, bir tane de kafaya ateş edilmesi durumu. kusursuz mozambik'te, kafaya gerçekleştirilen atış göz ve çene arasına yapılmalıdır. çünkü bu bölge neredeyse hiçbir başlık tarafından korunmaz. eğer harika bir nişancıysanız burnun altı, üst dudağın üstü arasındaki yerde bulunan o nokta, bıyık ortasındaki boşluk bu atış için hedef olarak yaratılmış gibidir.
b-) evet gelelim bunun son zamanlarda moda haline. üçgen mozambik. standart mozambik drill isoscles duruşta daha başarılıyken, üçgen mozambik için weaver daha konforlu oluyor. burada üst gövdenin sağ ve soluna bir el atış gerçekleştirip, sonra kafayla bitiriyoruz. yani üçgen çizmiş oluyoruz. tabii faydalı mı? bence değil. çünkü mozambik'te esas amaç göğüs kafesinin ortasındaki boşluktan tam dikey hizada yukarıya, kafaya bir atış gerçekleştirmek. feci estetik ama. bunu da anlatmış olayım.
3-) el presidente drill
bunu jeff cooper isimli bir abd deniz piyadesi geliştiriyor. kendisi taktik atış ve özellikle tabanca gibi küçük silahlarda uzman bir şahsiyet. bir ara hakkında bir şeyler yazmak isterim. aşağıdaki görselde de kendisini görebilirsiniz. neyse gelelim "el presidente" kısmına.
bu manevra, üç farklı hedefe uygulanan* bir karşı atak saldırısı diyebiliriz. sırtımız hedefe dönük, eğer bir esir alınma durumu varsa eller teslim olma pozisyonunda, yoksa silahımızı kavrayabileceğimiz en rahat pozisyonda duracak şekilde başlıyor. tabii silah çekeceğinizi arkanızdakilere belirtmemekte fayda var.
her neyse, tercihen hızlı olması amacıyla topuk üzerinden 180 derecelik bir dönüş gerçekleştiriyoruz. silahımızı dönerken ya da dönmeden değil, dönüş tamamlandıktan hemen sonra çekiyoruz ki herhangi bir denge kaybı yaşamayalım. her hedefin merkez noktasına iki el atış gerçekleştiriyoruz. * sonra şarjör değiştiriyor ve dönüşünde ikişer el daha atış gerçekleştiriyoruz.
burada görsel bırakmaktan ziyade küçük bir video koymak istiyorum. oldukça ağır ve anlaşılabilir şekilde gösterilmiş. yeterli pratikle sizin bile kendinize inanamayacağınız hızda gerçekleştirilebiliyor.
tamam bu kadar yeterli. biraz da isimsiz ekstralardan bahsedeyim.
a-) aranızda uzak mesafe olan çoklu hedef var diyelim. iki hedef olsun örneğin. göz kararı 30 metrelik bir mesafeden ikisine de birer el atış gerçekleştiriyorsunuz. ardından koşuyor ve atış yaptığınız mesafenin yarısına geldiğinizde durup birer el daha atış gerçekleştiriyorsunuz. sonra yine koşuyor ve yine aynısını yapıyorsunuz. hedeften iki kat hızlı koştuğunuzu varsayalım ki genel senaryo budur. çünkü işin içine psikolojik faktörler dahil olur ve duraksamalar yaşanır. her neyse, hesaplayalım.
a-) 30 metreden birer atış
b-) 15 metre koştunuz, hedef sizden metre uzaklaştı.
c-) 22.5 metreden birer atış.
d-) yaklaşık 11.25 metre koştunuz, bunu ayarlamak zor tabii. 10-12.5 arasını gittiniz diyelim. hedefler de 5 metre hareket etti bu sırada.
e-) 15 metreden birer atış.
f-) ses çok yaklaştı, kaçış fırsatı daha az. artık hedefle aranızda 10-15 metre mesafe var ve yalnızca altı cephane harcadınız. başarılar.
-----------
b-) iki siper arası değişim yapacağınız zaman, yan yan adımlar atarak siperle mesafenizi gözünüzde ölçüyorsunuz. bir sonraki siper 6 metre diyelim, dört atış gerçekleştireceksiniz. bu durumda her 1.5 metrede bir atış gerçekleştiriyorsunuz. senkronize atışlar sanki sonsuzmuş etkisi yaratır. adım atarken belinizle dönüyorsunuz ki hedeften şaşmayın.
sipere varacağınız zaman, beliniz dönebileceği maksimum düzeye yakın bir dönüş yaşar. tam bu noktada yapmanız gereken tek şey dönüş yaptığınız taraftaki omzunuzu sipere dayayıp ayaklarınızı biraz değiştirmek. tekrar siperdesiniz, güvendesiniz ve atışa hazırsınız. dört kurşun, gerekirse burada şarjör dolumu ya da değişimi gerçekleştirebilirsiniz.
c-) bildiğiniz bir arazide kendinizden uzak bir hedefin sıkışabileceği bir yer varsa, bilerek ıskalayın. ıska atışların gerçekleştiği yer, hedefin kaçabileceği boşluk olsun. bir tarafı kapalı bir tarafı açık yer varsa, açık yere yakın atışlar gerçekleştirin. içgüdüsel olarak diğer tarafa kaçacaktır. yeterli cephaneniz olduğundan emin değilseniz bu sonuncuyu gerçekleştirmeyin.
d-) yine çoklu saldırganlara karşıysanız ve siper alamayacak durumda kaldıysanız* saldırganların aynı hizada olmaması durumu söz konusu olduğunda bunu avantajınıza kullanın. vücut hizanızı öndeki saldırgana doğru aldığınızda, arkadakinin atışlarının büyük kısmı size gelmeyecektir. karşılıklı mücadelelerde siper alamıyorsanız olabildiğince daralın. çapraz duruşlardan faydalanabilirsiniz. weaver gibi.
-------------
silahınızı bilek hareketleriyle oynatmayın. ilk tanımda da denildiği gibi kolunuzun devamı gibi davranın, bilek bükmeler isabetsiz atışlara ve incinmelere yol açar. onun yerine kol ve bel hareketleriyle yönlendirmeyi tercih edin. şundan bahsediyorum. ortadaki gibi olacak;
evet şimdi de gelelim sık yapılan hatalara, kavrayışlara. alışılagelmiş bir durum söz konusu olduğundan profesyonellerde bile gözlemlenebilir hatalar mümkün. tabii her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır üzerinden, birkaç farklı "doğru" olarak kabul edilen kavrayış biçimi var. bu sorunlar genelde dominant elde değil, destekleyici elde yaşanıyor. gelelim.
öncelikle silahınızı sıkı kavramayın. evet, silahı sıkı tutmak gerekir. ama onu avcunuzda tutmanız gereken bir kuş gibi düşünün. fazla gevşek bırakırsanız kaçar, fazla sıkarsanız ölür. boşa enerji kaybetmeye gerek yok. sıkı kavrayış dediğimiz olay ezercesine ne kadar sıktığımız değil, ne kadar doğru bir pozisyonda tuttuğumuzdan gelir.
1-) thumbs forward / başparmaklar ileri dönük tutuş
dominant elinizle silahı kavradınız, her şey harika. diğer elinizin baş parmağı karşıyı gösterecek şekilde silahın diğer tarafından kavrıyorsunuz. baş parmak dışındaki dört parmağınız, tetik korkuluğunun altından dominant elin orta, yüzük ve serçe parmağının uçlarını kavrayacak.
dominant elinizin baş parmağını boğumundan bükerek, destek elin üzerine yerleştiriyorsunuz. tabancalar için en sağlam tutuştur. sıkı bir kavrayış sağlar. başarılar.
2-) thumbs up / başparmaklar yukarı tutuş
silahınızı kavradınız. işaret parmağınız korkuluğun dış tarafında duruyor falan, bunları zaten biliyorsunuz. baş parmağınız kabzeye sarılmak yerine yukarıyı gösteriyor. destek eliniz de yine korkuluk altından diğer elin parmak uçlarını kavrıyor ve o elin baş parmağı da kabzaya yukarıyı gösterecek şekilde yerleştiriliyor. dominant elinizin baş parmağının iç tarafı, destek elin baş parmağının dış tarafına değiyor.
revolverda yapmayın. kimi yerlerde başarısız görüldüğü olur. bence temel sebebi altıpatlarlarda denenmesi. onun dışında bugüne kadar kimsede sorun çıkardığını görmedim. hatta tek el kullanımda baş parmakla ileri doğru baskı uygulanıp yine güzel ve isabetli atışlar sağlanabilir.
3-) knuckles over / başparmaklar katlı tutuş
üstte anlattıklarımdaki gibi lakin bu sefer başparmaklar kabzaya katlı şekilde tutuluyor. bu sefer destek el başparmağı, dominant el başparmağının üzerinde ve baskı uyguluyor. çok değil ama.
bu da oldukça sağlam bir tutuş. altıpatlarlar için standart olması gerektiğini düşünüyorum zira el yapısına en uygunu bu oluyor.
--------------------
şimdi de gelelim yapılmaması gerekenlere. en mantıksıza doğru gidelim.
1-) low grip / alçak tutuş
şimdi bunda çok da büyük bir sorun yok, düzeltilebilir. çoğunlukla amatörlerde görülür. standart başparmak ileri ya da başparmak yukarı tutuşunu düşünün, ama destek el korkuluğa dayanmamış da daha aşağıdan kavranmış şekilde. haliyle verdiği destek azalıyor. korkuluğun altından desteklediğinde aslında olan şey destek elin namluyu düz ve dik tutmak adına silahın yükünü sırtlanması durumu. haliyle verim düşüyor bu tutuşta.
2-) teacup / fincan tutuşu
bu hayatımda gördüğüm en aptalca tutuşlardan ama en aptalı değil. ona da geleceğiz. bu tutuşta dominant el yukarıda da anlattığım standartlarda silahı kavrıyor. destek el ise silahın altından, eğer tabancaysa şarjörü kavrayacak şekilde duruyor. kase ya da fincan tutar gibi. destek el parmak uçları, dominant elin dışını kavrıyor. destek el, desteklemekten tamamen uzaklaşıyor yani.
3-) wrist grip(?) / bilek kavrayarak tutuş
bunun adını tam olarak bilemedim. özetle tek elle silah tutulurken, destek elin dominant el bileğini kavraması durumu. memleketimin polat alemdarları tarafından sağda solda sıklıkla sergilenen bu tutuşun hiçbir mantıklı açıklaması yok. o kadar saçma ki. hani el boşta kalsa ona da tamam, bir de bilek sıkı sıkı kavranarak kan akışına müdahale ediliyor.
hayır bu kimseyi wanted'taki eleman yapmıyor, aksine kan akışı azaldığı için güç de azalıyor. böyle silah tutulacağına önce nefes egzersizlerine çalışılmalı, atış sırasında doğru nefes alıp vermeli. olur mu? eğer buralarda bu tayfadan biri varsa diye söylüyorum... yapmayın bunu, çok gülüyoruz. karnımız ağrıyor. nişan alamıyoruz sonra.
şimdilik bu kadarım sanırım. başka bir konuda görüşmek üzere. konuyla ilgili merakınız olursa yazmaktan çekinmeyin. bilgim ve dilim vardığınca yardımcı olmaya çalışırım.
öncelikle temel atış duruşlarından iki tanesini tanıtacağım. bunlar weaver ve isoscles.
1-) weaver stance / weaver duruşu
adını los angeles deputy'deki bir şerif olan jack weaver'dan alan duruş pistol ya da revolverlar için kullanılır. bu duruşta dominant elin olduğu omuz geriye atılır ve kol düz bir şekilde uzatılır. diğer elin dirseği de onu desteklemek amacıyla bükülerek silah tutan eli kavrar. dirsek neredeyse kilitlenme noktasına kadar bükülüyor bu atışta.
günümüzde modası geçmiş bir duruş olarak geçse de başlangıçta kullanıma gayet uygun olduğunu söyleyebilirim. yapı itibariyle fiziksel anlamda zayıf biriyseniz * silahı düz doğrulttuğunuzda bir noktada ağırlıktan dolayı bileğiniz titremeye başlar. bu da isabet oranınızı oldukça düşürür. bu teknikte, silahın ağırlığı çoğunlukla dominant olmayan kola verilir ve daha konforlu bir atış imkanı sağlar.
silahı tutan kolun bacağı biraz geride ve ayak biraz dışa bakar pozisyonda, diğeri düz durur. her iki diz de biraz kırılır ama buradaki duruşun püf noktası yalnızca dizi kırmak değil, aynı oranda kalçayı da biraz geri almaktır.
temize çekecek olursak; dışarıdan bakıldığında hafif çapraz, dizleri biraz kırık, silahı tuttuğu elinin olduğu taraftaki ayağı geride ve dışa doğru bakan, kalçası biraz geride birini görürsünüz. çapraz durduğu taraftaki kolu dümdüz uzanmış, destek kolu dirsekten bükülerek silah tutan eli kavramış şekilde görülür. tabii kafası da biraz dominant elinin olduğu tarafa eğik. göz-gez-arpacık *
o değil de baya baya boks gardı anlattım şu an düşününce. standart bir orthodox boks duruşuna bakarak durumu az çok kavrayabilirsiniz. onun tek kol uzanmış, diğer kol da ona destek olan hali. gerçi neden görsel bırakmıyorsam... hadi siz sevgili portakallar için bırakayım.
yazar notu: bu duruşu temel ama çok temel uzun namlu silah atışlarında da gerçekleştirebilirsiniz. tepmesini omzunuz güzelce karşılar, kısa vadede sıkıntı çıkarmaz. ama yine de o konuyu da bir ara kaleme* almakta fayda var. unutursam hatırlatın, unuturum çünkü. hem şunun kadar karizmatik bir duruş varken yemişim şerif weaver'ı.
2-) isoscles stance / ikizkenar duruş
ikizkenar duruş, çünkü ikizkenar duruş. kerameti isminde saklı şeylerden biri bu da. bu tutuşta omuzlar karşıya doğru düz, kafa hafif eğik, iki kol da eşit mesafede ve açıda ortaya doğru. silah tam ortada birleşiyor. bacakları da omuz genişliğinde açarsanız tamamdır, oldu bitti. dizleri de biraz kırarsanız tadından yenmez tabii, ama gel gör ki yeni başlayan insanlarda bu diz kırma mevzusunun fazla abartıldığını, gövdenin geri gittiğini falan görüyorum. eline tepmesi yüksek, yüksek kalibreli bir silah verilse geriye uçacaklarmış gibi duruyor.
tam aksine, dizleri kırarken kalçayı geriye alıyoruz ve gövde çok az öne doğru gidiyor. bu standart yıldırım sembolü vardır ya zihinde beliren, onun gibi duruyoruz yani. tetristeki kıvrık blok gibi. yok yok o olmadı. en iyisi ben görsel bırakayım. hadi hadi, iyisiniz.
yalnız kim çizdiyse helal olsun, umarım telif yemeyiz. ellerine sağlık. görsel zeka işte, oturuyoruz iki saat anlatıyoruz, biri gelip tek kareyle çözüyor olayı. şöyle çizemedik. *
3-) şimdi yanlış hatırlamıyorsam israil'de geliştirilmiş bir stil daha vardı. buraya onu yazdım. sonra görsel bulmak için google'dan faydalanmak isterken karşıma şöyle bir tablo çıktı. sinirim bozuldu. sildim ben de. araştırmak isteyen varsa böyle bir şey de var ya da merak edene anlatırım.
1-) double tap
amerikan ordusunda sık görülen bu atış tekniğinde olay, açık hedefe karşı nişan alındığında hızlı ve isabetli bir şekilde iki kez ateş edilmesi durumu. bazı tekniklerin temelini oluşturur ve komplike tekniklere geçilmeden önce güzelce pratiği yapılmalıdır. kurşunun çıktığı anda bir kurşun daha atarak sekme, geri tepme ve nişan alışta yaşanabilecek sorunların önüne geçilir. ilk atış oldukça "temiz"ken aynı yere bir atış daha gerçekleştirilir. durduruculuğu yetersiz silahlarda da sıklıkla kullanılır. 7.65mm gibi.
2-) mozambique drill / mozambik tekniği
şimdi bu olay zamanında mozambik'te yaşanmış bir olayı temel alıyor ve oradan duyuluyor. hikayesi pek çok kaynakta mevcut, o yüzden doğrudan işin teknik boyutundan bahsedeyim. durduruculuğuyla ön plana çıkan bu manevra tam anlamıyla bitiricidir. profesyonel bir teknik olması nedeniyle balistik yeleklere karşı da aşırı efektiftir. nano teknoloji kumaşlardan üretilmesi, plakalı olması, kafada kompzoit başlık olmasının falan bu tekniğe karşı neredeyse hiçbir önemi yok.
a-) standardında yakın mesafeden, hedefin göğsüne iki el atış * gerçekleştirilmesi ardından, bir tane de kafaya ateş edilmesi durumu. kusursuz mozambik'te, kafaya gerçekleştirilen atış göz ve çene arasına yapılmalıdır. çünkü bu bölge neredeyse hiçbir başlık tarafından korunmaz. eğer harika bir nişancıysanız burnun altı, üst dudağın üstü arasındaki yerde bulunan o nokta, bıyık ortasındaki boşluk bu atış için hedef olarak yaratılmış gibidir.
b-) evet gelelim bunun son zamanlarda moda haline. üçgen mozambik. standart mozambik drill isoscles duruşta daha başarılıyken, üçgen mozambik için weaver daha konforlu oluyor. burada üst gövdenin sağ ve soluna bir el atış gerçekleştirip, sonra kafayla bitiriyoruz. yani üçgen çizmiş oluyoruz. tabii faydalı mı? bence değil. çünkü mozambik'te esas amaç göğüs kafesinin ortasındaki boşluktan tam dikey hizada yukarıya, kafaya bir atış gerçekleştirmek. feci estetik ama. bunu da anlatmış olayım.
3-) el presidente drill
bunu jeff cooper isimli bir abd deniz piyadesi geliştiriyor. kendisi taktik atış ve özellikle tabanca gibi küçük silahlarda uzman bir şahsiyet. bir ara hakkında bir şeyler yazmak isterim. aşağıdaki görselde de kendisini görebilirsiniz. neyse gelelim "el presidente" kısmına.
bu manevra, üç farklı hedefe uygulanan* bir karşı atak saldırısı diyebiliriz. sırtımız hedefe dönük, eğer bir esir alınma durumu varsa eller teslim olma pozisyonunda, yoksa silahımızı kavrayabileceğimiz en rahat pozisyonda duracak şekilde başlıyor. tabii silah çekeceğinizi arkanızdakilere belirtmemekte fayda var.
her neyse, tercihen hızlı olması amacıyla topuk üzerinden 180 derecelik bir dönüş gerçekleştiriyoruz. silahımızı dönerken ya da dönmeden değil, dönüş tamamlandıktan hemen sonra çekiyoruz ki herhangi bir denge kaybı yaşamayalım. her hedefin merkez noktasına iki el atış gerçekleştiriyoruz. * sonra şarjör değiştiriyor ve dönüşünde ikişer el daha atış gerçekleştiriyoruz.
burada görsel bırakmaktan ziyade küçük bir video koymak istiyorum. oldukça ağır ve anlaşılabilir şekilde gösterilmiş. yeterli pratikle sizin bile kendinize inanamayacağınız hızda gerçekleştirilebiliyor.
tamam bu kadar yeterli. biraz da isimsiz ekstralardan bahsedeyim.
a-) aranızda uzak mesafe olan çoklu hedef var diyelim. iki hedef olsun örneğin. göz kararı 30 metrelik bir mesafeden ikisine de birer el atış gerçekleştiriyorsunuz. ardından koşuyor ve atış yaptığınız mesafenin yarısına geldiğinizde durup birer el daha atış gerçekleştiriyorsunuz. sonra yine koşuyor ve yine aynısını yapıyorsunuz. hedeften iki kat hızlı koştuğunuzu varsayalım ki genel senaryo budur. çünkü işin içine psikolojik faktörler dahil olur ve duraksamalar yaşanır. her neyse, hesaplayalım.
a-) 30 metreden birer atış
b-) 15 metre koştunuz, hedef sizden metre uzaklaştı.
c-) 22.5 metreden birer atış.
d-) yaklaşık 11.25 metre koştunuz, bunu ayarlamak zor tabii. 10-12.5 arasını gittiniz diyelim. hedefler de 5 metre hareket etti bu sırada.
e-) 15 metreden birer atış.
f-) ses çok yaklaştı, kaçış fırsatı daha az. artık hedefle aranızda 10-15 metre mesafe var ve yalnızca altı cephane harcadınız. başarılar.
-----------
b-) iki siper arası değişim yapacağınız zaman, yan yan adımlar atarak siperle mesafenizi gözünüzde ölçüyorsunuz. bir sonraki siper 6 metre diyelim, dört atış gerçekleştireceksiniz. bu durumda her 1.5 metrede bir atış gerçekleştiriyorsunuz. senkronize atışlar sanki sonsuzmuş etkisi yaratır. adım atarken belinizle dönüyorsunuz ki hedeften şaşmayın.
sipere varacağınız zaman, beliniz dönebileceği maksimum düzeye yakın bir dönüş yaşar. tam bu noktada yapmanız gereken tek şey dönüş yaptığınız taraftaki omzunuzu sipere dayayıp ayaklarınızı biraz değiştirmek. tekrar siperdesiniz, güvendesiniz ve atışa hazırsınız. dört kurşun, gerekirse burada şarjör dolumu ya da değişimi gerçekleştirebilirsiniz.
c-) bildiğiniz bir arazide kendinizden uzak bir hedefin sıkışabileceği bir yer varsa, bilerek ıskalayın. ıska atışların gerçekleştiği yer, hedefin kaçabileceği boşluk olsun. bir tarafı kapalı bir tarafı açık yer varsa, açık yere yakın atışlar gerçekleştirin. içgüdüsel olarak diğer tarafa kaçacaktır. yeterli cephaneniz olduğundan emin değilseniz bu sonuncuyu gerçekleştirmeyin.
d-) yine çoklu saldırganlara karşıysanız ve siper alamayacak durumda kaldıysanız* saldırganların aynı hizada olmaması durumu söz konusu olduğunda bunu avantajınıza kullanın. vücut hizanızı öndeki saldırgana doğru aldığınızda, arkadakinin atışlarının büyük kısmı size gelmeyecektir. karşılıklı mücadelelerde siper alamıyorsanız olabildiğince daralın. çapraz duruşlardan faydalanabilirsiniz. weaver gibi.
-------------
silahınızı bilek hareketleriyle oynatmayın. ilk tanımda da denildiği gibi kolunuzun devamı gibi davranın, bilek bükmeler isabetsiz atışlara ve incinmelere yol açar. onun yerine kol ve bel hareketleriyle yönlendirmeyi tercih edin. şundan bahsediyorum. ortadaki gibi olacak;
evet şimdi de gelelim sık yapılan hatalara, kavrayışlara. alışılagelmiş bir durum söz konusu olduğundan profesyonellerde bile gözlemlenebilir hatalar mümkün. tabii her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır üzerinden, birkaç farklı "doğru" olarak kabul edilen kavrayış biçimi var. bu sorunlar genelde dominant elde değil, destekleyici elde yaşanıyor. gelelim.
öncelikle silahınızı sıkı kavramayın. evet, silahı sıkı tutmak gerekir. ama onu avcunuzda tutmanız gereken bir kuş gibi düşünün. fazla gevşek bırakırsanız kaçar, fazla sıkarsanız ölür. boşa enerji kaybetmeye gerek yok. sıkı kavrayış dediğimiz olay ezercesine ne kadar sıktığımız değil, ne kadar doğru bir pozisyonda tuttuğumuzdan gelir.
1-) thumbs forward / başparmaklar ileri dönük tutuş
dominant elinizle silahı kavradınız, her şey harika. diğer elinizin baş parmağı karşıyı gösterecek şekilde silahın diğer tarafından kavrıyorsunuz. baş parmak dışındaki dört parmağınız, tetik korkuluğunun altından dominant elin orta, yüzük ve serçe parmağının uçlarını kavrayacak.
dominant elinizin baş parmağını boğumundan bükerek, destek elin üzerine yerleştiriyorsunuz. tabancalar için en sağlam tutuştur. sıkı bir kavrayış sağlar. başarılar.
2-) thumbs up / başparmaklar yukarı tutuş
silahınızı kavradınız. işaret parmağınız korkuluğun dış tarafında duruyor falan, bunları zaten biliyorsunuz. baş parmağınız kabzeye sarılmak yerine yukarıyı gösteriyor. destek eliniz de yine korkuluk altından diğer elin parmak uçlarını kavrıyor ve o elin baş parmağı da kabzaya yukarıyı gösterecek şekilde yerleştiriliyor. dominant elinizin baş parmağının iç tarafı, destek elin baş parmağının dış tarafına değiyor.
revolverda yapmayın. kimi yerlerde başarısız görüldüğü olur. bence temel sebebi altıpatlarlarda denenmesi. onun dışında bugüne kadar kimsede sorun çıkardığını görmedim. hatta tek el kullanımda baş parmakla ileri doğru baskı uygulanıp yine güzel ve isabetli atışlar sağlanabilir.
3-) knuckles over / başparmaklar katlı tutuş
üstte anlattıklarımdaki gibi lakin bu sefer başparmaklar kabzaya katlı şekilde tutuluyor. bu sefer destek el başparmağı, dominant el başparmağının üzerinde ve baskı uyguluyor. çok değil ama.
bu da oldukça sağlam bir tutuş. altıpatlarlar için standart olması gerektiğini düşünüyorum zira el yapısına en uygunu bu oluyor.
--------------------
şimdi de gelelim yapılmaması gerekenlere. en mantıksıza doğru gidelim.
1-) low grip / alçak tutuş
şimdi bunda çok da büyük bir sorun yok, düzeltilebilir. çoğunlukla amatörlerde görülür. standart başparmak ileri ya da başparmak yukarı tutuşunu düşünün, ama destek el korkuluğa dayanmamış da daha aşağıdan kavranmış şekilde. haliyle verdiği destek azalıyor. korkuluğun altından desteklediğinde aslında olan şey destek elin namluyu düz ve dik tutmak adına silahın yükünü sırtlanması durumu. haliyle verim düşüyor bu tutuşta.
2-) teacup / fincan tutuşu
bu hayatımda gördüğüm en aptalca tutuşlardan ama en aptalı değil. ona da geleceğiz. bu tutuşta dominant el yukarıda da anlattığım standartlarda silahı kavrıyor. destek el ise silahın altından, eğer tabancaysa şarjörü kavrayacak şekilde duruyor. kase ya da fincan tutar gibi. destek el parmak uçları, dominant elin dışını kavrıyor. destek el, desteklemekten tamamen uzaklaşıyor yani.
3-) wrist grip(?) / bilek kavrayarak tutuş
bunun adını tam olarak bilemedim. özetle tek elle silah tutulurken, destek elin dominant el bileğini kavraması durumu. memleketimin polat alemdarları tarafından sağda solda sıklıkla sergilenen bu tutuşun hiçbir mantıklı açıklaması yok. o kadar saçma ki. hani el boşta kalsa ona da tamam, bir de bilek sıkı sıkı kavranarak kan akışına müdahale ediliyor.
hayır bu kimseyi wanted'taki eleman yapmıyor, aksine kan akışı azaldığı için güç de azalıyor. böyle silah tutulacağına önce nefes egzersizlerine çalışılmalı, atış sırasında doğru nefes alıp vermeli. olur mu? eğer buralarda bu tayfadan biri varsa diye söylüyorum... yapmayın bunu, çok gülüyoruz. karnımız ağrıyor. nişan alamıyoruz sonra.
şimdilik bu kadarım sanırım. başka bir konuda görüşmek üzere. konuyla ilgili merakınız olursa yazmaktan çekinmeyin. bilgim ve dilim vardığınca yardımcı olmaya çalışırım.
devamını gör...
12.
geleneksel tıraş
geleneksel tıraş, fabrikasyon jiletli bıçaklara geçilmeden önceki dönemde kullanılan, hala dünya genelinde tercih edilen ve cilde oldukça faydalı bir yöntemdir.
geleneksel tıraş içerisinde sıradan kullan-at jiletler yerine usturalar ya da tıraş makineleri kullanılır. buradaki tıraş makinesi, saç tıraşında da kullanılanlarla karıştırılmamalıdır. içerisine yaprak jilet yerleştirilen, görünüm olarak kullan-at jiletlerin atası olan makinelerden bahsediyorum. kaldı ki yalnızca adının makine olduğunu da söyleyebiliriz. yazının geri kalanında karışmaması adına "jiletli tıraş makinesi" olarak geçecektir.
aşağıdaki görsel, en popüler jiletli tıraş makinesi markalarından biri olan mühle'nin r89 modeline aittir.
--------------------
tanımın devamında değinilecek kavramlar
1-) jiletli tıraş makineleri
2-) usturalar
3-) tıraş fırçaları
4-) sabunlar
5-) tıraş sonrası ürünler/destekleyici ürünler
1-) jiletli tıraş makineleri
geleneksel tıraşa yeni başlayan kimseler için oldukça kullanıcı dostudur. satışı yapılan sitelerde çoğunlukla belirtilen "korunaklı" "agresif" gibi tanımlarla, jiletin ağzının makinenin sınırına ne kadar yakın olduğu, ne kadar dışarıda olduğunu anlayabilirsiniz. özellikle korunaklı olanlar hem kullan-at tıraş bıçakları kadar güvenli, hem çok daha başarılı ve konforlu bir tıraş imkanı sağlar. yine de kanaatimce, uzun süre bu makinelerde kalmamakta fayda var. ne kadar tecrübe o kadar maharet, o kadar başarı demek.
----------------------
2-) usturalar
usturalar, başlangıçta jiletli usturalar ve çelik usturalar olmak üzere ikiye ayrılırlar. jiletli tıraş makineleri ile belli bir süre tecrübe kazanmış kimselerin bu noktada jiletli usturalara geçmesi önerilir.
a-) jiletli ustura, çoğunlukla alüminyum / çelik bir kısım ve plastik/ahşap bir kabzadan oluşur. üstteki metal kısma yarım yaprak jilet takılır ve tıraş sonrası çıkarılır. jiletin derinliği ayarlanabildiğinden ötürü daha amatör dostudur, adapte olması kolaydır.
b-) çelik usturalar, kendinden bıçaklı; aşırı keskin ve bakımı da kullanımı da zahmetli olan ustura çeşididir. evladiyeliklerdir. geleneksel tıraşın nirvanası, işin piri kimselerin tercihidir. düzenli bakım görmesi gereken özel aletlerdir. kayışlanması* ve yağlanması gerekir. tıraş öncesinde kayışlanmaları gerekir. sonrasında da güzelce temizlenmiş çelik usturalar yağlanmalı, isteğe bağlı olarak da tekrar kayışlanmalı. burada amacımız paslanmasının önüne geçmek. özel ustura yağlarından kullanabilirsiniz ya da gereklilik dahilinde tıraş makinesi yağı, vazelin gibi yağlı kremlerden de faydalanabilirsiniz.
usturaların tutuşu hakkında basit ve kullanışlı bir not düşeyim. yeni başlayacak olanların epey işine yarayacaktır. ustura ele alındığında, metal kısmının altında büyük j şeklinde bir parça dikkat çeker. buradaki kıvrım, ustura açıldığında stabil bir pozisyonda tutmaya yarar. açık usturada bir parmak *bu boşluğa yerleştirilir, yanında kalan parmaklar da biri metal kısma, biri kabzaya gelecek şekilde oturtulur. bu şekilde tutulan bir ustura oynamaz ve surata yaklaştırıldığında asla dik açıda durmaz.
dik açı demişken, usturayı da jiletli tıraş makinelerini de dik tutmamakta ve kullanırken bastırmamakta fayda var. kullan-atlara karşı en büyük avantajlarından biri de budur zaten. zahmetsizdir, bastırmadığınız için tahriş etmez, haznesi dolmaz. sizi tıraşın arka planındaki uğraşlardan uzaklaştırır ve sadece keyfini sürmenizi sağlar.
----------------------
3-) tıraş fırçaları
tıraş fırçaları çok faydalı aletler. sadece geleneksel değil, modern tıraş olan kimselerin de tercih etmesi taraftarıyım. yüze masaj etkisi yaparlar, gözeneklerinizi temizler ve açar; cildinizin hava almasını sağlarlar. yağ, ölü deri, kir gibi kötü kötü şeylerden kurtulur mis olursunuz. cildiniz daha canlı ve temiz görünür her daim.
işte bu tıraş fırçalarının üretildiği malzemeye göre farklılıklar mevcut. bunlar sentetik, domuz kılı ve porsuk kılı. insanların birçoğu sentetik olanları çok kötü bulmakta. tabii ki doğal olanları çok daha iyi ama kişisel tercihler* işin içine girdiğinde onlar da iyidir.
öte yandan, belki dini/kültürel sebeplerdendir bilmiyorum ama henüz türkiye'de domuz kılı fırçaya denk gelmedim. porsuk kılı ise apayrı bir olay. en pahalı ve kesinlikle en iyi olanları. oldukça rahat ve dayanıklılar.
----------------------
4-) tıraş sabunu
şimdi bu işin olmazsa olmazı tıraş sabunudur. envai çeşit marka ve ürün var. tıraş sabunu dediysem, tabii jeller ve köpükler de tercih edilebilir ama hiçbiri bizlere nostalji yaşatan kokusu, yılların standardı silindir arko hissini vermez.
tıraş sabunu bir kaba koyulur*, üzerine ılık ama biraz da sıcağa kaçan su eklenir. fırça hafif hafif sabun üzerine vurularak köpürtülür ve dairesel hareketlerle köpük yüze sürülür.
5-) tıraş sonrası / destekleyici ürünler
a.) ustura kayışı
bu kayışlamak denilen olay da bildiğiniz kayış. usturanın keskin kısmını/ağzını nasıl adlandırmak isterseniz artık, bu özel üretilen kayışı gerdirip sürtüyorsunuz. bıçak bilemek gibi düşünebilirsiniz. yatay olarak kayış üzerine yerleştirdiğiniz usturanızı kesinlikle bastırmadan sürtüyor, kayışın ucuna gelince usturayı döndürüp diğer tarafa da aynı işlemi yapıyorsunuz. bunun ideal sayısı hala muallakta. şahsi fikrim 10 sefer gerçekleştirilmesinin yeterli olacağı yönünde. abartıp 50 kez falan yapanlar var. tıraştan soğur insan.
b.) kolonya/balsam/tıraş losyonu
tıraş sonrası ısınmış cilde ferahlatıcı bir şeyler sürmek, hem rahatlatır, hem tahrişin ve olası küçük kesikleri tatlı tatlı yakarak enfeksiyonların önüne geçer. oldukça rahatlatıcı etkileri vardır. kolonya yüksek alkol, tıraş losyonları çok daha düşük seviyede alkol bulundurur. tek tek denemeniz taraftarıyım. kimi insanlarda alkol tahriş ve rahatsızlık hissi yaratıyor. böyle bir cildiniz varsa balsam önerilir.
c.) şap
askerde yemeklere atılması efsanesiyle ün kazanmış olan şap. potasyum şapı, kokusuz bir tür tuz. potasyum alüminyum sülfat, potasyum alum, kal (so₄) ₂, nasıl adlandırmak isterseniz artık.
gözeneklerin temizliği, ciltteki yağlanmanın önüne geçilmesi, tahriş ve kanamanın önüne geçmesi ile harika ötesi bir tıraş ürünü. çizik ve kesiklerde kanamayı durdurması için de kullanılır. kanama görevi için kibrit kantaşı var, onlardan da edinebilirsiniz.
geleneksel tıraş içerisinde sıradan kullan-at jiletler yerine usturalar ya da tıraş makineleri kullanılır. buradaki tıraş makinesi, saç tıraşında da kullanılanlarla karıştırılmamalıdır. içerisine yaprak jilet yerleştirilen, görünüm olarak kullan-at jiletlerin atası olan makinelerden bahsediyorum. kaldı ki yalnızca adının makine olduğunu da söyleyebiliriz. yazının geri kalanında karışmaması adına "jiletli tıraş makinesi" olarak geçecektir.
aşağıdaki görsel, en popüler jiletli tıraş makinesi markalarından biri olan mühle'nin r89 modeline aittir.
--------------------
tanımın devamında değinilecek kavramlar
1-) jiletli tıraş makineleri
2-) usturalar
3-) tıraş fırçaları
4-) sabunlar
5-) tıraş sonrası ürünler/destekleyici ürünler
1-) jiletli tıraş makineleri
geleneksel tıraşa yeni başlayan kimseler için oldukça kullanıcı dostudur. satışı yapılan sitelerde çoğunlukla belirtilen "korunaklı" "agresif" gibi tanımlarla, jiletin ağzının makinenin sınırına ne kadar yakın olduğu, ne kadar dışarıda olduğunu anlayabilirsiniz. özellikle korunaklı olanlar hem kullan-at tıraş bıçakları kadar güvenli, hem çok daha başarılı ve konforlu bir tıraş imkanı sağlar. yine de kanaatimce, uzun süre bu makinelerde kalmamakta fayda var. ne kadar tecrübe o kadar maharet, o kadar başarı demek.
----------------------
2-) usturalar
usturalar, başlangıçta jiletli usturalar ve çelik usturalar olmak üzere ikiye ayrılırlar. jiletli tıraş makineleri ile belli bir süre tecrübe kazanmış kimselerin bu noktada jiletli usturalara geçmesi önerilir.
a-) jiletli ustura, çoğunlukla alüminyum / çelik bir kısım ve plastik/ahşap bir kabzadan oluşur. üstteki metal kısma yarım yaprak jilet takılır ve tıraş sonrası çıkarılır. jiletin derinliği ayarlanabildiğinden ötürü daha amatör dostudur, adapte olması kolaydır.
b-) çelik usturalar, kendinden bıçaklı; aşırı keskin ve bakımı da kullanımı da zahmetli olan ustura çeşididir. evladiyeliklerdir. geleneksel tıraşın nirvanası, işin piri kimselerin tercihidir. düzenli bakım görmesi gereken özel aletlerdir. kayışlanması* ve yağlanması gerekir. tıraş öncesinde kayışlanmaları gerekir. sonrasında da güzelce temizlenmiş çelik usturalar yağlanmalı, isteğe bağlı olarak da tekrar kayışlanmalı. burada amacımız paslanmasının önüne geçmek. özel ustura yağlarından kullanabilirsiniz ya da gereklilik dahilinde tıraş makinesi yağı, vazelin gibi yağlı kremlerden de faydalanabilirsiniz.
usturaların tutuşu hakkında basit ve kullanışlı bir not düşeyim. yeni başlayacak olanların epey işine yarayacaktır. ustura ele alındığında, metal kısmının altında büyük j şeklinde bir parça dikkat çeker. buradaki kıvrım, ustura açıldığında stabil bir pozisyonda tutmaya yarar. açık usturada bir parmak *bu boşluğa yerleştirilir, yanında kalan parmaklar da biri metal kısma, biri kabzaya gelecek şekilde oturtulur. bu şekilde tutulan bir ustura oynamaz ve surata yaklaştırıldığında asla dik açıda durmaz.
dik açı demişken, usturayı da jiletli tıraş makinelerini de dik tutmamakta ve kullanırken bastırmamakta fayda var. kullan-atlara karşı en büyük avantajlarından biri de budur zaten. zahmetsizdir, bastırmadığınız için tahriş etmez, haznesi dolmaz. sizi tıraşın arka planındaki uğraşlardan uzaklaştırır ve sadece keyfini sürmenizi sağlar.
----------------------
3-) tıraş fırçaları
tıraş fırçaları çok faydalı aletler. sadece geleneksel değil, modern tıraş olan kimselerin de tercih etmesi taraftarıyım. yüze masaj etkisi yaparlar, gözeneklerinizi temizler ve açar; cildinizin hava almasını sağlarlar. yağ, ölü deri, kir gibi kötü kötü şeylerden kurtulur mis olursunuz. cildiniz daha canlı ve temiz görünür her daim.
işte bu tıraş fırçalarının üretildiği malzemeye göre farklılıklar mevcut. bunlar sentetik, domuz kılı ve porsuk kılı. insanların birçoğu sentetik olanları çok kötü bulmakta. tabii ki doğal olanları çok daha iyi ama kişisel tercihler* işin içine girdiğinde onlar da iyidir.
öte yandan, belki dini/kültürel sebeplerdendir bilmiyorum ama henüz türkiye'de domuz kılı fırçaya denk gelmedim. porsuk kılı ise apayrı bir olay. en pahalı ve kesinlikle en iyi olanları. oldukça rahat ve dayanıklılar.
----------------------
4-) tıraş sabunu
şimdi bu işin olmazsa olmazı tıraş sabunudur. envai çeşit marka ve ürün var. tıraş sabunu dediysem, tabii jeller ve köpükler de tercih edilebilir ama hiçbiri bizlere nostalji yaşatan kokusu, yılların standardı silindir arko hissini vermez.
tıraş sabunu bir kaba koyulur*, üzerine ılık ama biraz da sıcağa kaçan su eklenir. fırça hafif hafif sabun üzerine vurularak köpürtülür ve dairesel hareketlerle köpük yüze sürülür.
5-) tıraş sonrası / destekleyici ürünler
a.) ustura kayışı
bu kayışlamak denilen olay da bildiğiniz kayış. usturanın keskin kısmını/ağzını nasıl adlandırmak isterseniz artık, bu özel üretilen kayışı gerdirip sürtüyorsunuz. bıçak bilemek gibi düşünebilirsiniz. yatay olarak kayış üzerine yerleştirdiğiniz usturanızı kesinlikle bastırmadan sürtüyor, kayışın ucuna gelince usturayı döndürüp diğer tarafa da aynı işlemi yapıyorsunuz. bunun ideal sayısı hala muallakta. şahsi fikrim 10 sefer gerçekleştirilmesinin yeterli olacağı yönünde. abartıp 50 kez falan yapanlar var. tıraştan soğur insan.
b.) kolonya/balsam/tıraş losyonu
tıraş sonrası ısınmış cilde ferahlatıcı bir şeyler sürmek, hem rahatlatır, hem tahrişin ve olası küçük kesikleri tatlı tatlı yakarak enfeksiyonların önüne geçer. oldukça rahatlatıcı etkileri vardır. kolonya yüksek alkol, tıraş losyonları çok daha düşük seviyede alkol bulundurur. tek tek denemeniz taraftarıyım. kimi insanlarda alkol tahriş ve rahatsızlık hissi yaratıyor. böyle bir cildiniz varsa balsam önerilir.
c.) şap
askerde yemeklere atılması efsanesiyle ün kazanmış olan şap. potasyum şapı, kokusuz bir tür tuz. potasyum alüminyum sülfat, potasyum alum, kal (so₄) ₂, nasıl adlandırmak isterseniz artık.
gözeneklerin temizliği, ciltteki yağlanmanın önüne geçilmesi, tahriş ve kanamanın önüne geçmesi ile harika ötesi bir tıraş ürünü. çizik ve kesiklerde kanamayı durdurması için de kullanılır. kanama görevi için kibrit kantaşı var, onlardan da edinebilirsiniz.
devamını gör...
13.
tabanca türleri
tanım: kaliteli başlık. eh ne derler bilirsiniz: "god created man, sam colt made them equal". başlıklara yaymak istemedim, ben de birkaç kelam etmek, klavyem vardığınca bir şeyler eklemek isterim bu konuda.
#1039911 no'lu tanımımda tetik ağırlığından bahsetmiştim. tabanca seçimi ve kullanımında önemli bir husus. yine aynı tanımda bahsi geçen double - single action kavramı da var.
pistoller oldukça varyete gösterebilmekte. mermileri *
.22: oldukça özel bir kalibre bu. kapsülsüz kovanlı, ham kurşun. tahribatı beklenenden yüksektir. tam bir boyu değil işlevi önemli çapı. isabet oranı oldukça yüksek olduğundan atış yarışmalarında da sıkça kullanılıyor.
.635: yalnızca bazı beretta modellerinde denk geldim. yanlış hatırlamıyorsam bir tane de browning'in vardı. hakkında çok bilgim yok, o yüzden pek bir şey ekleyemeyeceğim.
.44: desert eagle ile özdeşleşmiş bir kalibre. dev gibi gerçekten. revolvarlarda da sıklıkla rastlamak mümkün. görseldeki desert eagle .44
.45: yine glock, colt gibi popüler markalarda rastlanabilen bir kalibre. tombul ve güçlü mermilerden.
.38 super: yalnızca colt'un ve dan wesson'ın birkaç silahında gördüm. amerikanlar yapıyor bu işi dedirtir. yanlışım varsa düzeltin; bu kalibreyi kullanan tüm silahlar yarı otomatiktir. 9x23'tür aslen. bu tip mermi kullanan tabancalar, zorunda kalınırsa standart 9mm olan 9x19'da da sorun yaşamıyorlar. yine de standart kullanımda uygun kalibreden şaşmamakta fayda var, silahta sorun yaratabiliyor.
.357: yalnızca revolverlarda değil aynı zamanda bazı tabancalarda da kullanılmakta. desert eagle 357, coonan 57, sig sauger 357, glock 31 gibi. aşağıdaki sig sauger 357 mesela.
9mm: tabancalarda standart hale gelmiştir diyebilirim. en yaygın kalibre türlerindendir. ben kişisel olarak parabellum olmadığı sürece 9mm'den çok haz etmiyorum. durduruculuğuyla ön plana çıkarıyor insanlar çoğunlukla. durdurmak istesem elime .45 alırım. kaldı ki neyi durduruyoruz? sivil hayatta kim mozambique drill atmış da tutuklanmış sanki. *
7.65: eh yine bir klasik daha, 9mm'den sonra en çok bilinen desem yanılmış olmam diye düşünüyorum. 9mm'ye nazaran durduruculuğu ve tahribatı düşük fakat nispeten daha isabetli ve hızlı bir çap.
kısa 9mm: şimdi bu çapların kalibrelerin yanında 9x17, 9x18, 9x19 falan yazıyor. işte ilk değer çap, ikinci uzunluk. çap yine 9mm, ama uzunluğu değişiyor. işte bu kısalar 17 olanlar. 7.65 kadar rahat ama bir tık daha güçlüdür. durduruculuğu yine standart 9mm kadar değildir. sivil hayat için 7.65 ile birlikte en doğru seçim olduğunu düşünüyorum.
revolverlar konusunda ise %80-90 oranında kullanımın .38 ya da .357'den yana olduğunu söyleyebilirim. ergonomik açıdan da en iyileri olduğunu söylemekte de beis görmemekteyim. yoksa .50 revolver gibi bir şey de söz konusu. ayı indirir.
yukarıda bir yazar arkadaşımızın bahsettiği gibi 357 magnum ile .38'lik mermi atılabilirken tam tersi söz konusu değildir. bunun sebebi .357'nin kovanının biraz daha uzun olmasıdır. aradaki küçük fark "boşlukken" tolere edilebiliyor ama fazlasını sokamıyorsunuz haliyle.
yine tetik ağırlığında bahsettiğim gibi revolverlarda emniyet bulunmaz ve çift özellikli kullanılır. standartında double actionken ufak bir horoz hareketiyle milimetrik hassasiyette bir single action canavarına dönüşürler. benim şahsi favorim colt python .357. görseldeki açı yanıltmıyorsa 6".
daha kovan tipleri, çekirdek tipleri, kapsüller, barutlar, tırnaklar... kafa bulandırmak istemedim pek.
hadi şuraya ufak bir hesap ve kafada somutlaştırabilmek adına mermi çapı görseli bırakayım. alın bu bilgiyle ne yaparsanız yapın şimdi.
namlu enerjisi hesaplama formülü
e=m.v2/2 (namlu enerjisi=(çekirdeğin ağırlığı x hızının karesi) / 2
öte yandan * revolverlar her nedense yasadışı silah bulunduran ya da kaçak silaha erişim sağlayan kimselerde de bol görülür. belki belli bir standardı olması sonucu parçaların uyuşması, belki nispeten daha az parçaya sahip olmasından dolayı lojistiğinin demonte olarak daha rahat sağlanabiliyor olmasından bilmiyorum. böyle tatsız bir utanç tablosu örneğini de bırakayım.
var olun, tokatlarınız hala kulaklarında çınlıyor.
"ittihat için öldük, terakki için vurduk; en sonunda şanlı cumhuriyeti kurduk!"
not: biraz uzun bir yazı oldu. sürçü lisan ettiysem ya da çap-kalibre kavramlarını yanlış yazdığım yerler varsa affedin; söyleyin düzenlenir. ayrıca yanlış bilgi varsa düzeltirseniz çok sevinirim.
güzel sözlükte bilgi verici başlıklara daha sık gelmek umuduyla.
#1039911 no'lu tanımımda tetik ağırlığından bahsetmiştim. tabanca seçimi ve kullanımında önemli bir husus. yine aynı tanımda bahsi geçen double - single action kavramı da var.
pistoller oldukça varyete gösterebilmekte. mermileri *
.22: oldukça özel bir kalibre bu. kapsülsüz kovanlı, ham kurşun. tahribatı beklenenden yüksektir. tam bir boyu değil işlevi önemli çapı. isabet oranı oldukça yüksek olduğundan atış yarışmalarında da sıkça kullanılıyor.
.635: yalnızca bazı beretta modellerinde denk geldim. yanlış hatırlamıyorsam bir tane de browning'in vardı. hakkında çok bilgim yok, o yüzden pek bir şey ekleyemeyeceğim.
.44: desert eagle ile özdeşleşmiş bir kalibre. dev gibi gerçekten. revolvarlarda da sıklıkla rastlamak mümkün. görseldeki desert eagle .44
.45: yine glock, colt gibi popüler markalarda rastlanabilen bir kalibre. tombul ve güçlü mermilerden.
.38 super: yalnızca colt'un ve dan wesson'ın birkaç silahında gördüm. amerikanlar yapıyor bu işi dedirtir. yanlışım varsa düzeltin; bu kalibreyi kullanan tüm silahlar yarı otomatiktir. 9x23'tür aslen. bu tip mermi kullanan tabancalar, zorunda kalınırsa standart 9mm olan 9x19'da da sorun yaşamıyorlar. yine de standart kullanımda uygun kalibreden şaşmamakta fayda var, silahta sorun yaratabiliyor.
.357: yalnızca revolverlarda değil aynı zamanda bazı tabancalarda da kullanılmakta. desert eagle 357, coonan 57, sig sauger 357, glock 31 gibi. aşağıdaki sig sauger 357 mesela.
9mm: tabancalarda standart hale gelmiştir diyebilirim. en yaygın kalibre türlerindendir. ben kişisel olarak parabellum olmadığı sürece 9mm'den çok haz etmiyorum. durduruculuğuyla ön plana çıkarıyor insanlar çoğunlukla. durdurmak istesem elime .45 alırım. kaldı ki neyi durduruyoruz? sivil hayatta kim mozambique drill atmış da tutuklanmış sanki. *
7.65: eh yine bir klasik daha, 9mm'den sonra en çok bilinen desem yanılmış olmam diye düşünüyorum. 9mm'ye nazaran durduruculuğu ve tahribatı düşük fakat nispeten daha isabetli ve hızlı bir çap.
kısa 9mm: şimdi bu çapların kalibrelerin yanında 9x17, 9x18, 9x19 falan yazıyor. işte ilk değer çap, ikinci uzunluk. çap yine 9mm, ama uzunluğu değişiyor. işte bu kısalar 17 olanlar. 7.65 kadar rahat ama bir tık daha güçlüdür. durduruculuğu yine standart 9mm kadar değildir. sivil hayat için 7.65 ile birlikte en doğru seçim olduğunu düşünüyorum.
revolverlar konusunda ise %80-90 oranında kullanımın .38 ya da .357'den yana olduğunu söyleyebilirim. ergonomik açıdan da en iyileri olduğunu söylemekte de beis görmemekteyim. yoksa .50 revolver gibi bir şey de söz konusu. ayı indirir.
yukarıda bir yazar arkadaşımızın bahsettiği gibi 357 magnum ile .38'lik mermi atılabilirken tam tersi söz konusu değildir. bunun sebebi .357'nin kovanının biraz daha uzun olmasıdır. aradaki küçük fark "boşlukken" tolere edilebiliyor ama fazlasını sokamıyorsunuz haliyle.
yine tetik ağırlığında bahsettiğim gibi revolverlarda emniyet bulunmaz ve çift özellikli kullanılır. standartında double actionken ufak bir horoz hareketiyle milimetrik hassasiyette bir single action canavarına dönüşürler. benim şahsi favorim colt python .357. görseldeki açı yanıltmıyorsa 6".
daha kovan tipleri, çekirdek tipleri, kapsüller, barutlar, tırnaklar... kafa bulandırmak istemedim pek.
hadi şuraya ufak bir hesap ve kafada somutlaştırabilmek adına mermi çapı görseli bırakayım. alın bu bilgiyle ne yaparsanız yapın şimdi.
namlu enerjisi hesaplama formülü
e=m.v2/2 (namlu enerjisi=(çekirdeğin ağırlığı x hızının karesi) / 2
öte yandan * revolverlar her nedense yasadışı silah bulunduran ya da kaçak silaha erişim sağlayan kimselerde de bol görülür. belki belli bir standardı olması sonucu parçaların uyuşması, belki nispeten daha az parçaya sahip olmasından dolayı lojistiğinin demonte olarak daha rahat sağlanabiliyor olmasından bilmiyorum. böyle tatsız bir utanç tablosu örneğini de bırakayım.
var olun, tokatlarınız hala kulaklarında çınlıyor.
"ittihat için öldük, terakki için vurduk; en sonunda şanlı cumhuriyeti kurduk!"
not: biraz uzun bir yazı oldu. sürçü lisan ettiysem ya da çap-kalibre kavramlarını yanlış yazdığım yerler varsa affedin; söyleyin düzenlenir. ayrıca yanlış bilgi varsa düzeltirseniz çok sevinirim.
güzel sözlükte bilgi verici başlıklara daha sık gelmek umuduyla.
devamını gör...
14.
kamuflaj
kamuflaj bir gizlilik yöntemidir. çevresel etmenleri yansıtan özelliklere bürünüp / giyinip, kolay fark edilememeyi sağlar. doğada en bilindik örnekleri bukalemunlar, yılanlar ve bazı kurbağa türleridir.
teknolojik anlamda kamuflaj, 18. yüzyıl sonrasında büyük ivme göstermiştir. orduların hizmet etmekte olduğu bölgeye göre özel üniformalar giymesinin savaşlardaki etkisi büyüktür. özellikle kendi ülkesi sınırları içerisinde, coğrafyasını bilen ve buna özel hazırlanmış bir orduya ekstra avantaj sağlamaktadır. sadece kıyafetlerde değil, askeri araçlar, uçaklar ve silahlarda da kullanılmaktadır.
üniformalar, hemen her ülkede yeni teknolojiyle birlikte nano tekstil ve dijital teknolojiden faydalanarak üretilmektedirler.
kamuflaj, kimilerinin bildiğinin aksine yeşil, koyu kahve, kahve, haki gibi beneklerden ibaret değildir. * ülke ve bölgeye göre çok çeşitli renk tonu ve desen varyetelerine rastlamak mümkündür. tasarlanışında iklim ve bitki örtüsü büyük önem taşır. hatta zaman zaman, güneş'in bölgeye ne sıklıkla uğradığına ve ne gibi farklar yarattığına göre aynı bölgeye özel gece-gündüz kamuflajlarına da denk gelinebilir.
kar, çöl, ormanlık alan, dağlık arazi... aklınıza gelebilecek her ortama uygun olanı var bunların. tabii yalnızca desen ve renk tonlarına değil, bölgenin iklim koşullarına göre suya dayanıklılık, ısıya dayanıklılık, incelik kalınlık, üzerindeki gözenekler gibi detaylar da söz konusu. hatta çok hareket halinde olmayan keskin nişancı birlikler için "çalı" kamuflajları vardır, bilirsiniz.
örneğin, kanada ordusu şu anda cadpat adı verilen bir kamuflaj sistemi kullanmakta.
------------------
avustralya ordusu'nda, multicam adı verilen, arazi bakımından oldukça geniş bir kullanım alanı bulunan kamuflaj kullanılmaktadır. avustralya'nın büyüklüğü ve bunu her yere girip çıkmaya bayılan amerikan ordusu tarafından tasarlandığı da düşünülünce...
------------------
yine amerika tarafından "denenmekte" olan bir kar kamuflajı. disruptive overwhite olarak geçiyor.
------------------
çikolata cipsi olarak da bilinen, 6 renkli çöl kamuflajı. amerikan ordusu tarafından kullanıldı. orta doğu'da, arap ve müslüman kökenli halkların ordusu tarafından da kullanıldı. suudi arabistan ordusu'nda, iran'da, ırak'ta.
------------------
türk ordusu'nda ise, dijital teknoloji ile birlikte tübitak tarafından geliştirilmiş bir nano kamuflaj kullanılmaktadır.
------------------
tsk tarafından kullanılan kış kamuflajı
------------------
jandarma genel komutanlığı'nın içişleri bakanlığı'na bağlanmasının ardından, komutanlık üniforma değişikliğine gitmiş ve daha "kurak" iklime hitap eden bir seçim yapmıştır. ben bunun sebebini ne yazık ki operasyonel bölgelerdeki kuraklık ve çölleşme başlangıçlarına bağlıyorum.
------------------
gelişen teknoloji ve radar sistemleri ile birlikte, kamuflaj teknolojisinde de bunları yakalayacak yeni araştırmalar başladı. rivayete göre tsk de uydu tarafından tespit edilemeyen kamuflaj teknolojisi üzerine çalışmakta.
ek: hazır konu kamuflajken, sosyal kamuflaj olarak geçen bir konuya değinmek isterim. otistik insanlar tarafından kullanılan ve sosyal hayat içerisinde farklılıklarının getirdiği özellikleri gizleme girişiminde bulunmalarına dair bir içgüdü bu.
dostluğumuzla maskelerini indirmelerine vesile olup, farklılıklarını "farklı" görmeyip onları benimsemeliyiz. böylece, sorun olarak gördükleri bu durumun, ötekileştirilmelerine sebep olmayacağına dair onların güvenini kazanmalıyız.
teknolojik anlamda kamuflaj, 18. yüzyıl sonrasında büyük ivme göstermiştir. orduların hizmet etmekte olduğu bölgeye göre özel üniformalar giymesinin savaşlardaki etkisi büyüktür. özellikle kendi ülkesi sınırları içerisinde, coğrafyasını bilen ve buna özel hazırlanmış bir orduya ekstra avantaj sağlamaktadır. sadece kıyafetlerde değil, askeri araçlar, uçaklar ve silahlarda da kullanılmaktadır.
üniformalar, hemen her ülkede yeni teknolojiyle birlikte nano tekstil ve dijital teknolojiden faydalanarak üretilmektedirler.
kamuflaj, kimilerinin bildiğinin aksine yeşil, koyu kahve, kahve, haki gibi beneklerden ibaret değildir. * ülke ve bölgeye göre çok çeşitli renk tonu ve desen varyetelerine rastlamak mümkündür. tasarlanışında iklim ve bitki örtüsü büyük önem taşır. hatta zaman zaman, güneş'in bölgeye ne sıklıkla uğradığına ve ne gibi farklar yarattığına göre aynı bölgeye özel gece-gündüz kamuflajlarına da denk gelinebilir.
kar, çöl, ormanlık alan, dağlık arazi... aklınıza gelebilecek her ortama uygun olanı var bunların. tabii yalnızca desen ve renk tonlarına değil, bölgenin iklim koşullarına göre suya dayanıklılık, ısıya dayanıklılık, incelik kalınlık, üzerindeki gözenekler gibi detaylar da söz konusu. hatta çok hareket halinde olmayan keskin nişancı birlikler için "çalı" kamuflajları vardır, bilirsiniz.
örneğin, kanada ordusu şu anda cadpat adı verilen bir kamuflaj sistemi kullanmakta.
------------------
avustralya ordusu'nda, multicam adı verilen, arazi bakımından oldukça geniş bir kullanım alanı bulunan kamuflaj kullanılmaktadır. avustralya'nın büyüklüğü ve bunu her yere girip çıkmaya bayılan amerikan ordusu tarafından tasarlandığı da düşünülünce...
------------------
yine amerika tarafından "denenmekte" olan bir kar kamuflajı. disruptive overwhite olarak geçiyor.
------------------
çikolata cipsi olarak da bilinen, 6 renkli çöl kamuflajı. amerikan ordusu tarafından kullanıldı. orta doğu'da, arap ve müslüman kökenli halkların ordusu tarafından da kullanıldı. suudi arabistan ordusu'nda, iran'da, ırak'ta.
------------------
türk ordusu'nda ise, dijital teknoloji ile birlikte tübitak tarafından geliştirilmiş bir nano kamuflaj kullanılmaktadır.
------------------
tsk tarafından kullanılan kış kamuflajı
------------------
jandarma genel komutanlığı'nın içişleri bakanlığı'na bağlanmasının ardından, komutanlık üniforma değişikliğine gitmiş ve daha "kurak" iklime hitap eden bir seçim yapmıştır. ben bunun sebebini ne yazık ki operasyonel bölgelerdeki kuraklık ve çölleşme başlangıçlarına bağlıyorum.
------------------
gelişen teknoloji ve radar sistemleri ile birlikte, kamuflaj teknolojisinde de bunları yakalayacak yeni araştırmalar başladı. rivayete göre tsk de uydu tarafından tespit edilemeyen kamuflaj teknolojisi üzerine çalışmakta.
ek: hazır konu kamuflajken, sosyal kamuflaj olarak geçen bir konuya değinmek isterim. otistik insanlar tarafından kullanılan ve sosyal hayat içerisinde farklılıklarının getirdiği özellikleri gizleme girişiminde bulunmalarına dair bir içgüdü bu.
dostluğumuzla maskelerini indirmelerine vesile olup, farklılıklarını "farklı" görmeyip onları benimsemeliyiz. böylece, sorun olarak gördükleri bu durumun, ötekileştirilmelerine sebep olmayacağına dair onların güvenini kazanmalıyız.
devamını gör...
15.
kriptografi
kriptografi, başkaları tarafından erişilmesi istenmeyen bilgilerin bir ya da çoklu değişkenlere tabii tutulup değiştirilerek, doğru yöntemlerin izlenmemesi takdirinde erişilmemesini sağlamak üzerine belli matematiksel ya da mantıksal algoritmalar dahilinde gerçekleştirilen işlemlerdir. ilgili bilim dalına kriptoloji, ilgilenip bu işlemleri gerçekleştiren kişiye ise kriptograf denir.
yunanca kelime köklerinde "gizli/gizlenmiş olan" anlamına gelen "kryptos" ve yazmak anlamına gelen "graphein" kelimelerinden türemiştir.
geçmişi oldukça uzun yıllara dayanmaktadır kriptografinin. antik mısır hiyerogliflerinde rastlanabilen gizemli örneklerinden tutun, mezopotamya'da keşfedilmiş olan kil tabletlerde bile karşımıza çıkabilmektedir.
roma'da, sezar ile karşımıza çıkmaktadır. günümüzde kriptografinin en bilindik uygulamalarından biri olan sezar şifreleme algoritması, basitçe harflerin alfabedeki n anahtar sayı kadar sonraki harfe yönlendirilerek yazılmasıdır. mesela, anahtarın 1 olduğu bir biçimde, "elma", "fmnb" şeklinde yazılacaktır. neyse ki günümüzde kullanılmıyor, çünkü şifre bilinmiyor olsa bile en fazla 25 denemede bulunabilmektedir.
ilk sistematik kullanımı, 8. yüzyılda orta doğu'ya dayanmaktadır. al-khalil adlı ünlü filolog, dil alimi tarafından çıkarılmış olan "şifreli mesajlar" kitabı ile temeli atılmıştır. kitap, var olabilecek tüm arapça kelimelerin sesli harfler dahil ve dahil olmadan halleriyle oluşturulabilecek tüm permütasyon ve kombinasyonlarını içermekteydi.
avrupa dünyasında reform ve rönesans dönemlerinde güvenli bilgi aktarımı amacıyla kullanılan kriptografi teknikleri, osmanlı imparatorluğu'nda, tapu-tahrir defterlerinde "siyakat" adı verilen, okunması güç ve dile hakimiyet gerektiren bir yazı biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
fakat bana göre en önemli kısmına, yani alan turing sonrasına gelmek istiyorum.
ikinci dünya savaşı'nda almanlar tarafından kullanılmış olan şifreleme makinesi enigma, yaygın kullanımıyla düşmanlarına büyük sorun yaratmaktaydı. arthur scherbius tarafından tasarlanmış olan enigma'nın başlangıçtaki kullanım alanı paranın hakim olduğu alanlarda ticari gizliliği sağlamaktı. savaş döneminde daha ucuz ve pratik kullanımına geçilmiş olan cihaz, rotorlu ve elektromekanik bir şifreleme cihazıydı.
daktilo benzeri cihazın üzerinde 26 harfli, ışıklı bir tabela vardır. daktilodan basılmış olan bir harf, rotorlardan birini devreye sokarak başka bir harf olarak yansıtır. çalışan üç rotor, bir harfi üç kez şifreleyerek neredeyse kırılması imkansız bir hale getirir. matematiğim yanıltmıyorsa, 26lı permütasyondan bahsediyoruz.
tabii bununla da kalınmamış. ekstradan makinede bulunan, her ucu farklı farklı bir harfe takılabilen on adet kablo vardır. bu kabloların her biri, takıldığı harflerin yerini değiştirmektedir. mesela uçları "s" ve "y" harflerine takılmış kablo, "spy" yazısını "yps"ye çevirir.
diğer hatırlamadığım ve muhtemelen bilmediğim bazı eklentilerle birlikte, bir mesaj on üç defaya kadar şifrelenebilmekte. böylece neredeyse çözülemez şifreler ortaya çıkar.
neredeyse çözülemez. işte bu noktada, polonyalı matematikçiler elde ettikleri verileri *, alan turing'in de içinde olduğu "ultra" adlı gruba verirler. alan turing, enigma'nın zaafiyetlerini, diğer uzmanlarla birlikte çalışmalarını sürdürerek, alman denizaltılarının uzun süren bir mesaj ağını takip ederek bunu çözebilmişti.
bir enigma mesajının hiçbir rotor, kablo vs. anahtar bilgisine sahip olunmadan çözülebilme ihtimali 1/3,560,761,236,879,310,464,000*'dir.
alan turing aynı zamanda bilgisayar biliminin kurucusu olarak kabul etmektedir. o halde gelelim bilgisayarlar vasıtasıyla gerçekleştirilen kriptografik işlemlere. günümüzde simetrik ve asimetrik şifreleme olarak iki farklı kullanımı mevcut.
simetrik şifreleme, aynı anahtar kullanımıyla dekripsiyon(şifre çözümleme) ya da enkripsiyon (şifreleme) işleminin gerçekleştirilmesidir. dizi ve blok şifreleme olarak ikiye ayrılır.
dizi şifrelemede, veri bir bit* dizisi olarak ele alınır. bir anahtar vasıtasıyla, zamana göre değişen bir uzunlukta bir dizi üretilmesiyle sağlanır.
kullanım örnekleri: cfb *, ofb *, ctr *
blok şifreleme ise, veriyi bloklar halinde ele alır. bu bloklar birbirine bağlı ya da bağımsız olarak var olabilir. şifreleme ve şifre çözümleme bütün olarak ele alınan bloklar üzerinden gerçekleşir. şifreniz "parola" ise, bu bütün bir bloktur mesela. "p" ya da "parol" yazılması bir anlam ifade etmez basitçe. öte yandan, iç hafıza ve kimlik tanımlama unsurları barındırmaması da dezavantajları arasındandır.
kullanım örnekleri: ecb *, cbc *
simetrik şifrelemede milenyumun başına kadar des* kullanılırken, milenyum itibariyle yerini yavaş yavaş aes'e* bırakmaktadır.
asimetrik şifrelemede ise, şifrelerken ve şifre çözümlerken farklı anahtarlar kullanılır. açık anahtar, şifreleme ve doğrulama için kullanılırken, özel anahtar şifrenin çözümü ve alındığını belirtmek amacıyla kullanılmaktadır. mesela, birine yolladığınız bir maili, o kişinin genel anahtarıyla şifreliyorsunuz. sonra, o mailin açılabilmesi için, yolladığınız kişi özel anahtarını kullanıyor.
sizin gönderdiğinizin anlaşılması içinse, gönderici olan sizin genel anahtarı tarafından doğrulanabilmekte olduğundan, özel anahtarınız ile bunu imzalamanız gerekmektedir. mühür basmak gibi düşünebiliriz :)
ayrıca ilginizi çekebilir, araştırma konusu olarak bırakayım.
(bkz: pgp)*
ek:
eğer buraya kadar okuyan varsa teşekkürlerimi sunarım. konuyla ilgili herhangi bir soru/sorununuz varsa iletişime geçebilirsiniz, bilgim dahilinde yardımcı olmaya çalışırım.
yunanca kelime köklerinde "gizli/gizlenmiş olan" anlamına gelen "kryptos" ve yazmak anlamına gelen "graphein" kelimelerinden türemiştir.
geçmişi oldukça uzun yıllara dayanmaktadır kriptografinin. antik mısır hiyerogliflerinde rastlanabilen gizemli örneklerinden tutun, mezopotamya'da keşfedilmiş olan kil tabletlerde bile karşımıza çıkabilmektedir.
roma'da, sezar ile karşımıza çıkmaktadır. günümüzde kriptografinin en bilindik uygulamalarından biri olan sezar şifreleme algoritması, basitçe harflerin alfabedeki n anahtar sayı kadar sonraki harfe yönlendirilerek yazılmasıdır. mesela, anahtarın 1 olduğu bir biçimde, "elma", "fmnb" şeklinde yazılacaktır. neyse ki günümüzde kullanılmıyor, çünkü şifre bilinmiyor olsa bile en fazla 25 denemede bulunabilmektedir.
ilk sistematik kullanımı, 8. yüzyılda orta doğu'ya dayanmaktadır. al-khalil adlı ünlü filolog, dil alimi tarafından çıkarılmış olan "şifreli mesajlar" kitabı ile temeli atılmıştır. kitap, var olabilecek tüm arapça kelimelerin sesli harfler dahil ve dahil olmadan halleriyle oluşturulabilecek tüm permütasyon ve kombinasyonlarını içermekteydi.
avrupa dünyasında reform ve rönesans dönemlerinde güvenli bilgi aktarımı amacıyla kullanılan kriptografi teknikleri, osmanlı imparatorluğu'nda, tapu-tahrir defterlerinde "siyakat" adı verilen, okunması güç ve dile hakimiyet gerektiren bir yazı biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır.
fakat bana göre en önemli kısmına, yani alan turing sonrasına gelmek istiyorum.
ikinci dünya savaşı'nda almanlar tarafından kullanılmış olan şifreleme makinesi enigma, yaygın kullanımıyla düşmanlarına büyük sorun yaratmaktaydı. arthur scherbius tarafından tasarlanmış olan enigma'nın başlangıçtaki kullanım alanı paranın hakim olduğu alanlarda ticari gizliliği sağlamaktı. savaş döneminde daha ucuz ve pratik kullanımına geçilmiş olan cihaz, rotorlu ve elektromekanik bir şifreleme cihazıydı.
daktilo benzeri cihazın üzerinde 26 harfli, ışıklı bir tabela vardır. daktilodan basılmış olan bir harf, rotorlardan birini devreye sokarak başka bir harf olarak yansıtır. çalışan üç rotor, bir harfi üç kez şifreleyerek neredeyse kırılması imkansız bir hale getirir. matematiğim yanıltmıyorsa, 26lı permütasyondan bahsediyoruz.
tabii bununla da kalınmamış. ekstradan makinede bulunan, her ucu farklı farklı bir harfe takılabilen on adet kablo vardır. bu kabloların her biri, takıldığı harflerin yerini değiştirmektedir. mesela uçları "s" ve "y" harflerine takılmış kablo, "spy" yazısını "yps"ye çevirir.
diğer hatırlamadığım ve muhtemelen bilmediğim bazı eklentilerle birlikte, bir mesaj on üç defaya kadar şifrelenebilmekte. böylece neredeyse çözülemez şifreler ortaya çıkar.
neredeyse çözülemez. işte bu noktada, polonyalı matematikçiler elde ettikleri verileri *, alan turing'in de içinde olduğu "ultra" adlı gruba verirler. alan turing, enigma'nın zaafiyetlerini, diğer uzmanlarla birlikte çalışmalarını sürdürerek, alman denizaltılarının uzun süren bir mesaj ağını takip ederek bunu çözebilmişti.
bir enigma mesajının hiçbir rotor, kablo vs. anahtar bilgisine sahip olunmadan çözülebilme ihtimali 1/3,560,761,236,879,310,464,000*'dir.
alan turing aynı zamanda bilgisayar biliminin kurucusu olarak kabul etmektedir. o halde gelelim bilgisayarlar vasıtasıyla gerçekleştirilen kriptografik işlemlere. günümüzde simetrik ve asimetrik şifreleme olarak iki farklı kullanımı mevcut.
simetrik şifreleme, aynı anahtar kullanımıyla dekripsiyon(şifre çözümleme) ya da enkripsiyon (şifreleme) işleminin gerçekleştirilmesidir. dizi ve blok şifreleme olarak ikiye ayrılır.
dizi şifrelemede, veri bir bit* dizisi olarak ele alınır. bir anahtar vasıtasıyla, zamana göre değişen bir uzunlukta bir dizi üretilmesiyle sağlanır.
kullanım örnekleri: cfb *, ofb *, ctr *
blok şifreleme ise, veriyi bloklar halinde ele alır. bu bloklar birbirine bağlı ya da bağımsız olarak var olabilir. şifreleme ve şifre çözümleme bütün olarak ele alınan bloklar üzerinden gerçekleşir. şifreniz "parola" ise, bu bütün bir bloktur mesela. "p" ya da "parol" yazılması bir anlam ifade etmez basitçe. öte yandan, iç hafıza ve kimlik tanımlama unsurları barındırmaması da dezavantajları arasındandır.
kullanım örnekleri: ecb *, cbc *
simetrik şifrelemede milenyumun başına kadar des* kullanılırken, milenyum itibariyle yerini yavaş yavaş aes'e* bırakmaktadır.
asimetrik şifrelemede ise, şifrelerken ve şifre çözümlerken farklı anahtarlar kullanılır. açık anahtar, şifreleme ve doğrulama için kullanılırken, özel anahtar şifrenin çözümü ve alındığını belirtmek amacıyla kullanılmaktadır. mesela, birine yolladığınız bir maili, o kişinin genel anahtarıyla şifreliyorsunuz. sonra, o mailin açılabilmesi için, yolladığınız kişi özel anahtarını kullanıyor.
sizin gönderdiğinizin anlaşılması içinse, gönderici olan sizin genel anahtarı tarafından doğrulanabilmekte olduğundan, özel anahtarınız ile bunu imzalamanız gerekmektedir. mühür basmak gibi düşünebiliriz :)
ayrıca ilginizi çekebilir, araştırma konusu olarak bırakayım.
(bkz: pgp)*
ek:
eğer buraya kadar okuyan varsa teşekkürlerimi sunarım. konuyla ilgili herhangi bir soru/sorununuz varsa iletişime geçebilirsiniz, bilgim dahilinde yardımcı olmaya çalışırım.
devamını gör...
16.
eskrima
eskrima, kali ya da arnis olarak bilinen, köken olarak filipinlere dayanmakta olan "savaş sanatı", günümüzde dünyanın çoğu noktasında erişilebilir bir öğreti olarak boy göstermektedir. ispanyolca "fencing" anlamına gelen, "esgrima" kelimesinden türemiştir. eskrim ile benzerliklerin görülmesi de işten değil haliyle.
eskrima, kılıç, sopa ve bıçak gibi silahların efektif ve agresif kullanımını barındırır. hamlelerin birçoğu saldırı odakla olmakla beraber, defansif anlamda elle tutulur bir gardı yoktur. hand to hand combat (çıplak el dövüş) ikinci tercihtir ve silaha erişim sağlanamadığı zamanlar dışında pek görülmez.
tarihine gelecek olursak, öncelikle filipinlerin şu anki durumuna kadar değinmemiz gerekir. filipinler, ekonomik anlamda sıkıntı çeken ve gelişmiş devletlerin baskısını hisseden bir ülkedir. günde üç öğün yemek yemenin çoğu yerinde lüks sayıldığı ülkede suç oranı da oldukça yüksektir.
yine eskrimanın aktif olarak uygulandığı 16. yüzyıl dönemlerinde gerçekleşmiş olan sömürge döneminde filipinlerde yoğun ispanyol baskıları yaşanmıştır. ispanyollar eskrima stilini bu dönemde öğrenmiş ve devamında ilginçtir ki tehlikeli olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır.
ispanyolların filipinlilerin kültürünü yok etmek için kitaplarını yakması ve anadilleri olan "baybadin"i yasaklaması sonrasında kültürlerini yaşatmak için türlü yollar bulmuşlardır. bunlarda eskrimanın da payı bulunmaktadır. kali/eskrima içerisindeki hareketlerini yerli dans figürlerinin arasına katmış ve "baybadin" dilinde iğne işçilikleriyle dillerinin devamını sağlamışlardır.
işte bu baybadin dilini işlemiş oldukları şeylerden biri de, eskrima-kali uygulamalarında kullanmakta oldukları el/bilek korumalıklarıdır. kalinin dansla birleştirilmiş bu yeni uygulaması, ispanyolların dikkatini çekmiş ve o korumalıkların adı olan "arnes" şeklinde adlandırılmıştır. zamanla bu kelime evrilerek "arnis" olmuştur.
günümüzde türkiye'de de efektif uygulamalarına rastlanılabilen savaş sanatı, özel askeri birliklerde verilen seminerler ve kişisel dersler ile, modern çağın savaş unsurları arasında yerini kanıtlamayı başarmıştır.
trivia
--------
eskrima sopası, tek ya da çift olarak kullanılmakla birlikte tam olarak sabit bir boyu yoktur, ideal uzunluğu kullanıcının omuz genişliği kadardır. bu da, stil içerisindeki özelleştirilebilirlik ve esneklikle ilgili ufak bir not olarak bulunsun.
eskrima, kılıç, sopa ve bıçak gibi silahların efektif ve agresif kullanımını barındırır. hamlelerin birçoğu saldırı odakla olmakla beraber, defansif anlamda elle tutulur bir gardı yoktur. hand to hand combat (çıplak el dövüş) ikinci tercihtir ve silaha erişim sağlanamadığı zamanlar dışında pek görülmez.
tarihine gelecek olursak, öncelikle filipinlerin şu anki durumuna kadar değinmemiz gerekir. filipinler, ekonomik anlamda sıkıntı çeken ve gelişmiş devletlerin baskısını hisseden bir ülkedir. günde üç öğün yemek yemenin çoğu yerinde lüks sayıldığı ülkede suç oranı da oldukça yüksektir.
yine eskrimanın aktif olarak uygulandığı 16. yüzyıl dönemlerinde gerçekleşmiş olan sömürge döneminde filipinlerde yoğun ispanyol baskıları yaşanmıştır. ispanyollar eskrima stilini bu dönemde öğrenmiş ve devamında ilginçtir ki tehlikeli olduğu gerekçesiyle yasaklanmıştır.
ispanyolların filipinlilerin kültürünü yok etmek için kitaplarını yakması ve anadilleri olan "baybadin"i yasaklaması sonrasında kültürlerini yaşatmak için türlü yollar bulmuşlardır. bunlarda eskrimanın da payı bulunmaktadır. kali/eskrima içerisindeki hareketlerini yerli dans figürlerinin arasına katmış ve "baybadin" dilinde iğne işçilikleriyle dillerinin devamını sağlamışlardır.
işte bu baybadin dilini işlemiş oldukları şeylerden biri de, eskrima-kali uygulamalarında kullanmakta oldukları el/bilek korumalıklarıdır. kalinin dansla birleştirilmiş bu yeni uygulaması, ispanyolların dikkatini çekmiş ve o korumalıkların adı olan "arnes" şeklinde adlandırılmıştır. zamanla bu kelime evrilerek "arnis" olmuştur.
günümüzde türkiye'de de efektif uygulamalarına rastlanılabilen savaş sanatı, özel askeri birliklerde verilen seminerler ve kişisel dersler ile, modern çağın savaş unsurları arasında yerini kanıtlamayı başarmıştır.
trivia
--------
eskrima sopası, tek ya da çift olarak kullanılmakla birlikte tam olarak sabit bir boyu yoktur, ideal uzunluğu kullanıcının omuz genişliği kadardır. bu da, stil içerisindeki özelleştirilebilirlik ve esneklikle ilgili ufak bir not olarak bulunsun.
devamını gör...
17.
tetik disiplini
insan vücudu ve zihninin kusurları göz önünde bulundurularak, eline silah alan her bireyin kazanması gereken bilinç örneklerindedir ve kesinlikle "bizde silah çıktı mı patlar yalnız" algısının ötesindedir.
kırsal arazilerde elinde dolu ve ateşlemeye hazır silahla gezen kimselerin spazm olsun, yüksek sese karşı verilen bir anlık refleks olsun istemeden ateşlemeleri sonucu oluşan yaralanmalar ve can kayıpları ciddi boyutlardadır. bu bağlamda, ülkemizde ve dünyada taktik atış ile ilgilenen kişilere başarılı bir eğitimci tarafından verilen ilk eğitim olmakta/olmalıdır.
namluyu zarar vermek istenilmeyen hiçbir şeye doğrultmamak ve ateş edileceğine emin olana kadar asla parmağı tetik korkuluğunun içine yönlendirmemek, atışın isabetli olmaması, ıskalama ihtimali de göz önünde bulundurularak hedefin yakınında yine zarar verilmek istenmeyen bir şeyin bulunup bulunmaması dikkat edilmesi gereken başlıca faktörlerdir.
atış bittikten sonra ise, parmak mutlaka korkuluktan çıkarılmalı ve eğer yeni bir hedef söz konusu değilse namlu doğrultulmuş halde durmamalıdır.
silah kullanımı, büyük sorumluluk ve soğukkanlılık gerektiren bir eylemdir. herhangi bir modern 9mm'nin hedefe ulaşma süresi, sizin pişman olma hızınızdan çok daha kısadır. önce tedbir.
kırsal arazilerde elinde dolu ve ateşlemeye hazır silahla gezen kimselerin spazm olsun, yüksek sese karşı verilen bir anlık refleks olsun istemeden ateşlemeleri sonucu oluşan yaralanmalar ve can kayıpları ciddi boyutlardadır. bu bağlamda, ülkemizde ve dünyada taktik atış ile ilgilenen kişilere başarılı bir eğitimci tarafından verilen ilk eğitim olmakta/olmalıdır.
namluyu zarar vermek istenilmeyen hiçbir şeye doğrultmamak ve ateş edileceğine emin olana kadar asla parmağı tetik korkuluğunun içine yönlendirmemek, atışın isabetli olmaması, ıskalama ihtimali de göz önünde bulundurularak hedefin yakınında yine zarar verilmek istenmeyen bir şeyin bulunup bulunmaması dikkat edilmesi gereken başlıca faktörlerdir.
atış bittikten sonra ise, parmak mutlaka korkuluktan çıkarılmalı ve eğer yeni bir hedef söz konusu değilse namlu doğrultulmuş halde durmamalıdır.
silah kullanımı, büyük sorumluluk ve soğukkanlılık gerektiren bir eylemdir. herhangi bir modern 9mm'nin hedefe ulaşma süresi, sizin pişman olma hızınızdan çok daha kısadır. önce tedbir.
devamını gör...
18.
el yapımı patlayıcı
güvenlik literatüründe el yapımı patlayıcılar için kullanılan kısaltmasıyla "eyp"
dünyanın hemen her döneminde ve yerinde çoğunlukla terör örgütleri ya da bireysel anarşistler tarafından kullanılmakta olan patlayıcı türü. tercih edilmesinin başlıca sebebi, evde bulunabilecek muhtelif malzemeler ve temel düzeyde kimya/elektrik bilgisi ya da tecrübe ile imal edilebilmesidir. tabii bir de satın alımlardan izinin sürülememesi.
nispeten basit elektrik düzenekleri ya da kimyasal tepkimelerden faydalanılarak aktifleştirilen eyp, yapımında kullanılmış malzemelerden beklenmeyecek düzeyde bir tesire sebebiyet verebilmektedir.
yapısında, çoğunlukla belli iş alanlarında kullanılan ve çok masum görünen konserve kutular, basit bakır teller, gübre, artık kullanılmayan cihazlardan sökülmüş olan elektronik aksamlar gibi malzemeler, yer alabileceklerin yalnızca ufak bir kısmıdır.
asıl nokta, kolay temin edilebilir malzemelerin içindeki etken maddelerden faydalanmaktır. bu maddelerin, kendilerine nazaran zor temin edilen diğer kimyasallarla karıştırılması sonucu çok daha büyük etkiler gözlemlenebilir.
potasyum nitrat, nitrogliserin, nitroglikol, sodyum nitrat, trinitrotoluen , pikrik asit veya cıva fülminat...
oldukça tehlikeli amaçlara hizmet edebilecek kimyasalların bu kadar kolay ve şüphe çekmeden temin edilebiliyor olması ne tuhaf değil mi?
değil. niyeti zarar vermek olan ne yapar ne eder bunu dener zaten. tarihteki en tehlikeli icatlar başta hep barışın elçisi olmak ve insanlığa huzur getirmek için icat edilmemiş midir?
dünyanın hemen her döneminde ve yerinde çoğunlukla terör örgütleri ya da bireysel anarşistler tarafından kullanılmakta olan patlayıcı türü. tercih edilmesinin başlıca sebebi, evde bulunabilecek muhtelif malzemeler ve temel düzeyde kimya/elektrik bilgisi ya da tecrübe ile imal edilebilmesidir. tabii bir de satın alımlardan izinin sürülememesi.
nispeten basit elektrik düzenekleri ya da kimyasal tepkimelerden faydalanılarak aktifleştirilen eyp, yapımında kullanılmış malzemelerden beklenmeyecek düzeyde bir tesire sebebiyet verebilmektedir.
yapısında, çoğunlukla belli iş alanlarında kullanılan ve çok masum görünen konserve kutular, basit bakır teller, gübre, artık kullanılmayan cihazlardan sökülmüş olan elektronik aksamlar gibi malzemeler, yer alabileceklerin yalnızca ufak bir kısmıdır.
asıl nokta, kolay temin edilebilir malzemelerin içindeki etken maddelerden faydalanmaktır. bu maddelerin, kendilerine nazaran zor temin edilen diğer kimyasallarla karıştırılması sonucu çok daha büyük etkiler gözlemlenebilir.
potasyum nitrat, nitrogliserin, nitroglikol, sodyum nitrat, trinitrotoluen , pikrik asit veya cıva fülminat...
oldukça tehlikeli amaçlara hizmet edebilecek kimyasalların bu kadar kolay ve şüphe çekmeden temin edilebiliyor olması ne tuhaf değil mi?
değil. niyeti zarar vermek olan ne yapar ne eder bunu dener zaten. tarihteki en tehlikeli icatlar başta hep barışın elçisi olmak ve insanlığa huzur getirmek için icat edilmemiş midir?
devamını gör...
19.
ninjutsu
japonya'da feodal dönemde ninjalar tarafından uygulanmış olan, yalnızca bir dövüş sanatından ibaret olmayan öğretidir. beraberinde gizlenme, kılık değiştirme, atletizm, tuzak kurma, vahşi doğada hayatta kalma, casusluk, patlayıcı uzmanlığı, nefisle mücadele, meditasyon ve zihinsel dinginlik gibi sayamadığım onlarca alan içerir.
işin savaş/dövüş sanatı kısmında ise kenjutsu(kendo-kılıcın yolunun- uygulamalı halidir, temel duruşlar ve savuruş hareketleriyle birlikte yoğun zihinsel hazırlık gerektiren katana kullanma stili olarak nitelendirilebilir)
iaijutsu(basitçe, kılıcı -katana- kınından çıkarıp, kesiş gerçekleştirdikten sonra tekrar *bakmadan* kınına sokma üzerine bir stil) ,
bojutsu(1.8m boyunda bir sopa, kızıl meşeden imal edilir. bu sopanın kullanıldığı stilse bojutsudur)
jojutsu(1,27m boyunda bir sopa. orijinalleri yine kızıl meşeden imal edilir. bu sopanın kullanıldığı stilse jojutsudur)
kusarigamajutsu (bir ucunda kabzasıyla birlikte kama benzeri bir bıçak, diğer ucunda ise küçük demir bir gülle ve bunları birbirine bağlayan zincirden oluşan bir silah. çoğunlukla rakibin hareketlerini kısıtlamak ya da silahını etkisiz hale getirmek amacıyla kullanımını içeren stilse kusarigamajutsudur)
naginatajutsu (naginata, ucunda bıçak olan bir mızrak olarak nitelendirilebilir. ilgili silahın kullanıldığı stil ise naginatajutsudur) gibi onlarca stil barındıran, yoğun bir disiplindir.
koga ve iga adlı iki ekol ile yaşamını bugünlere yakın bir döneme kadar sürdüren ninjutsu, koga stilinin ustası fujita seiko'nun vefatıyla son bulmuştur. iga ekolü ise, soke masaaki hatsumi -ki kendisi harika biridir, doksan yaşına rağmen hala ders vermekten çekinmez, öğrencilerine karşı sevgi ve saygı doludur- önderliğinde devam etmektir.
ilginç bir bilgi olarak ekleyeyim. masaaki hatsumi'nin, yanlış bilmiyorsam yalnızca üç öğrencisi vardır. bunlardan biri türk olup, kendisi dai shihan ercan şarbat'tır.
işin savaş/dövüş sanatı kısmında ise kenjutsu(kendo-kılıcın yolunun- uygulamalı halidir, temel duruşlar ve savuruş hareketleriyle birlikte yoğun zihinsel hazırlık gerektiren katana kullanma stili olarak nitelendirilebilir)
iaijutsu(basitçe, kılıcı -katana- kınından çıkarıp, kesiş gerçekleştirdikten sonra tekrar *bakmadan* kınına sokma üzerine bir stil) ,
bojutsu(1.8m boyunda bir sopa, kızıl meşeden imal edilir. bu sopanın kullanıldığı stilse bojutsudur)
jojutsu(1,27m boyunda bir sopa. orijinalleri yine kızıl meşeden imal edilir. bu sopanın kullanıldığı stilse jojutsudur)
kusarigamajutsu (bir ucunda kabzasıyla birlikte kama benzeri bir bıçak, diğer ucunda ise küçük demir bir gülle ve bunları birbirine bağlayan zincirden oluşan bir silah. çoğunlukla rakibin hareketlerini kısıtlamak ya da silahını etkisiz hale getirmek amacıyla kullanımını içeren stilse kusarigamajutsudur)
naginatajutsu (naginata, ucunda bıçak olan bir mızrak olarak nitelendirilebilir. ilgili silahın kullanıldığı stil ise naginatajutsudur) gibi onlarca stil barındıran, yoğun bir disiplindir.
koga ve iga adlı iki ekol ile yaşamını bugünlere yakın bir döneme kadar sürdüren ninjutsu, koga stilinin ustası fujita seiko'nun vefatıyla son bulmuştur. iga ekolü ise, soke masaaki hatsumi -ki kendisi harika biridir, doksan yaşına rağmen hala ders vermekten çekinmez, öğrencilerine karşı sevgi ve saygı doludur- önderliğinde devam etmektir.
ilginç bir bilgi olarak ekleyeyim. masaaki hatsumi'nin, yanlış bilmiyorsam yalnızca üç öğrencisi vardır. bunlardan biri türk olup, kendisi dai shihan ercan şarbat'tır.
devamını gör...
20.
şamanizm
kimi grupların kabulüne göre doğa dinlerinin sistematik olarak ilki, en eski din olarak geçen şamanizmin kökeni neredeyse "bilinçli insan"ın tarihiyle aynı zamanlara dayanmaktadır. keşfedilip batı toplumlarına aktarılması esnasında çok tanrılı bir din olarak lanse edilmiş olması, batılı gezginlerin yeterli bilgiye sahip olmamasından kaynaklıdır.
doğa dinlerinin en eskisinin, haliyle günümüz yüksek popülasyonlu modern dinleri gibi tek ve kabul görmüş kaynakları da, metotları da bulunmaz haliyle. çok farklı coğrafyalarda, farklı şekillerde ve farklı bakış açılarıyla algılanmış olan inanç her nasılsa birbiriyle iletişimi olmayan bireylerin bazı unsurları aynı temelde kabulüyle devam etmiştir.
din adamı rolünde karşımıza çıkan şaman figürünün, dört farklı çeşidi vardır; ak, kara, şifacı ve kartal. şamanların beraberinde spiritüal olarak bağ kurdukları hayvan ve elementleri olması, uyguladıkları tedaviler ve ayinlerde bu "hayvan" ve "element" metodunu takip ediyor olmaları da dikkat çekilecek bir diğer unsurdur.
yine din içerisinde sembolik olarak üç farklı alem kabul edilmektedir. "yer, yeraltı ve gök"
bir rivayete göre, islam'daki namaz figürü şamanizmde karşımıza çıkan bir ritüeldeki hareketlerden esinlenilirken, kiliselerde çalınan çanlar ise yine şamanizmdeki çağrı unsuru olarak kullanılmış olan çanlardan gelmektedir.
günümüzde, neo-şamanizm adı altında sürdürülmekte ve kökensel araştırmalarına devam edilmektedir. fakat şu an bilindiği kadarıyla anavatanı sibirya'dır.
(bkz: yakut türkleri)
doğa dinlerinin en eskisinin, haliyle günümüz yüksek popülasyonlu modern dinleri gibi tek ve kabul görmüş kaynakları da, metotları da bulunmaz haliyle. çok farklı coğrafyalarda, farklı şekillerde ve farklı bakış açılarıyla algılanmış olan inanç her nasılsa birbiriyle iletişimi olmayan bireylerin bazı unsurları aynı temelde kabulüyle devam etmiştir.
din adamı rolünde karşımıza çıkan şaman figürünün, dört farklı çeşidi vardır; ak, kara, şifacı ve kartal. şamanların beraberinde spiritüal olarak bağ kurdukları hayvan ve elementleri olması, uyguladıkları tedaviler ve ayinlerde bu "hayvan" ve "element" metodunu takip ediyor olmaları da dikkat çekilecek bir diğer unsurdur.
yine din içerisinde sembolik olarak üç farklı alem kabul edilmektedir. "yer, yeraltı ve gök"
bir rivayete göre, islam'daki namaz figürü şamanizmde karşımıza çıkan bir ritüeldeki hareketlerden esinlenilirken, kiliselerde çalınan çanlar ise yine şamanizmdeki çağrı unsuru olarak kullanılmış olan çanlardan gelmektedir.
günümüzde, neo-şamanizm adı altında sürdürülmekte ve kökensel araştırmalarına devam edilmektedir. fakat şu an bilindiği kadarıyla anavatanı sibirya'dır.
(bkz: yakut türkleri)
devamını gör...