techpriest yazar profili

techpriest kapak fotoğrafı
techpriest profil fotoğrafı
rozet
karma: 4805 tanım: 316 başlık: 26 takipçi: 44
Omnissiah protects

son tanımları


ankaray

gençliğime çok şey ifade eden metrodur - 'geçtiği' demek anlamsız bir abartı. okul başlangıcında aşti'den kurtuluş'a gidilir oradan oflaya puflaya hacettepe otobüsüne atlanırdı. yurda yerleştikten sonra servis ile bahçeliye iner sevgilimle gezerdim. bahçelievler durağı tuhaf bir biçimde bahçelievler'e yakın değildi, yedinci caddeye gidecekseniz beşevlerde inmeniz daha makuldü acayip bir biçimde.

okul açıldıktan sonra da kızılay'da yapılan derin felsefi muhabbetlerin sonucunda eve dağılırken kızılay-kolej-kurtuluş rotasını yürürdük. hem açılırdık o soğukta hem de konforlu bir rotaydı. kolej durağını görünce zaten yolun yarısına geldiğimizi anlardık misler gibi.

ego kartımız hep yanımızda olurdu - zira ankaray ankara içinde bizim için önemli yerlere gidişti. otobüsler de vardı tabii ama o zamandan çakmıştık raylı sistemin daha dakik bir biçimde istediğimiz yere ulaştırdığını. dahası kışın o ayazdan korunmanın yollarından birisiydi. yaşayan bilir, hacettepe otobüsünü beklerken botlarımın ayazdan yere yapışmışlığı var - öyle pis soğukları vardı o dönemler ankara'nın.

keşke yine kullanmak nasip olsa da, ne o kız kaldı, ne o arkadaşlar ne de o ankara...
devamını gör...

ev işi yapan erkek

ev işi derken iki türlüsü var. birincisi olağan haftalık olan. bunu robota ve deterjanlı hazır bezlere iteliyoz. robot yerdeki çeri çöpü alırken masa ve ıvır zıvırın tozları da bezle alınıyo. bi de aylık yaptığım var - robota deterjanlı mop takarak hem süpürtüp hem de ilk paspası yaptırıyorum - ardından da viledayla geçiyorum. üç ayda da bir cam siliyoz.

insan kir pas ve kaos içinde oturmamalı yav.
devamını gör...

sözlükten sevgili yapıp kafa iznine çıkmak

kafa izni ne ya, hesap sildirmek için kampanya başlatan oldu. benim fikrim sözlükten sevgili yapmak tehlikeli bir şey olduğu yönünde, bir anda sadece nikiyle tanıdığın insanlar yüzünden ilişki gerginlikleri çıkabilebilir mesela.

ama 'riks budur!' diyen delikanlılarımız ve hanımkızlarımız var. sonra 'drama neden çıkıyo' diye soruyoz.

neyse ya, bana ne.
devamını gör...

6 kelimelik hikayeler

bebek ayakkabıları. az kullanılmış.

- ernest hemingway
devamını gör...

kur’an’ın piyasadaki incil’leri düzeltmesi

başta diyeyim, bir teolog değilim. olsam olsam felsefeciyim sadece ama tarihi olarak baktığımızda eski ahit ile yeni ahidin toplamasına incil diyoruz. eski ahit zaten tevrat. yeni ahit ise isa’nın yaşamının dört havari tarafından aktarılması. üçünün bu dediğine diğeri ihtilaflı bir şey diyor.

bu dörtlü 60-80 hatta milattan sonra 90’lı yıllarda yazılan anlatılar. mark’ınkisi ilk (65’ler) matthew ise mark’ın anlatısı ile uyumlu olarak aramice yazılan ve sonradan yunancaya çevrilen bir anlatı. matthew ve luke isa’nın bebeklik anlatısını (yılbaşı hikayesi, üç kralın gökteki kayan yıldızı görmesi falan filan) anlatırken diğerlerinde böyle bir şey yok. matthew ise isa’nın şeceresini anlatarak başlıyor. john ise anlatıdan ziyade doktrine odaklanıyor.

bir de bu anlatılarda yaşanan bir uyumsuzluk da var. mark’taki 661 pasajla kıyasla 600’den fazlası matthew’da var luke ise 350 ile geliyor. ama 200 adet pasaj sadece matthew ve luke’da varken diğerlerinde yok.

bu konuya getirilen en yaygın açıklama ise “iki döküman hipotezi”. deniyor ki mark ve bilmediğimiz bir kaynağın toplamı matthew’in anlatısı. ama bu anlatı toplamları da bir acayip.

luke diyor ki, isa doğduğunda suriye’nin valisi quirinius diye bir adamdı, isa doğduğunda ebeveynleri nüfusa yazdırmaya gitti. evet suriye’de quirinius diye bir vali vardı ama bu adam m.s 6 veya 7’de olan bir şey. 8’de de bir nüfus sayımı var ama bu noktada da quirinius yok. matthew ve luke kral herod’dan bahsediyor - tamam da herod m.ö. 4’te ölmüş bir adam.

dahası da var. yine luke diyor ki vaftizci yahya, imparator tiberius’un 15. senesinde vaaz vermeye başlamış. bu suriye tarihine göre 26-27. yılar, roma’ya göre de 28-29. isa ve yahya hemen anında mı karşılaştı yoksa arada zaman var mıydı? bu meçhul.

nitekim hristiyanlık öğretilerinde özellikle teslis konularında da ayrılık vardı - tam da bu yüzden imparator konstantin 325 yılında iznik konseyini toplayarak teslisi esas ilan etti.

velhasıl ortada bir anlatı var ama işte. kuran bunu düzeltmiş midir bilemem, o kadar dini bilgim yok ama incil anlatısı tarihi gerçeklere çok uyuşmuyor.
devamını gör...

sözlükçüler dindar olsaydı alacağı nick'ler

ben aldım zaten.
devamını gör...

zinaya tövbe etmek

bu konudaki en gerçekçi serzenişi aziz augustine yapmıştır:

- ey tanrım, beni mazbut kıl - ama henüz değil

diyerek.
devamını gör...

uhud savaşı'nda tepeyi terk eden okçular

amiga dönemini de sayarsam binlerce saatlik taktik strateji oyunları deneyimimle aldığım anlı şanlı koltuk generali rütbemle konuşursam eğer operasyonel bir müdahalede en istenmeyen şey aynı anda birden fazla kuvvetle çatışmaktır. bu yüzden saldıran taraf hem arkasını hem de yanını yöresini kollamaya korumaya çalışır ki öndeki çatışma grubu işini yapsın. öndeki adam:

- lan nooluyo olm, niye arkadan bize giriyolar nası iş lan bu

demesin. saldıran ordu kendini örs ve çekiç arasında bulmasın.

bu kurala uymayan devlet, ordu ve diğer kuvvetlerin başına gelenler cannae savaşından beri okutulan şeyler.

bu okçuların ise yatacak yeri yok. bir kere emir verilmiş - emre niye itaatsizlik ediyorsun. ikincisi, ganimet kaçıyo mu olm? nabıcan yani en önce sen şeedince. bir de okçusun olm sen? gelişinden hafif piyadesin. adam “aa bunlar dağıldı lan” deyip üstüne kuvvetini salınca - ki salmış - neyine güveniyosun ya? “yaa ben senin kayınçoyu yağmalıyodum kardeş, afbuyur” mu diyecen ne diyecen? bi de dönmeyecek misin olm aynı karargaha? demeyecekler mi “kardeş hayırdır?” diye?

nereden tutsan elinde kalıyor. başlarına ne geldiyse haketmişlerdir.
devamını gör...

dişçi

şansınıza iyi bir doktor/kurum geldiyse tek sıkıntısı para vermek olan ama işin korku duvarını aştığınız doktordur. sık gidip geldiğinizde - mevzubahis tek diş ise, ki umarım öyle olur - doktor ile diş arasındaki muhabbete bir nevi veli toplantısındaki veli gibi katılırsınız:

- oo techpriest beyin 46’sı mı gelmiş
- selam doktor amca!

gibi saçma sapan diyaloglara maruz kalabilirsiniz kafanızın içinde. nitekim benim 46’nın artık everilesi gelmiş onun yerine implant falanmış. baba yüreği işte, bağrımıza zirkon basıcaz oturucaz :’)
devamını gör...

sözlüğün en hanımefendi yazarı

(bkz: scaremongering) - bu kız uslu uslu takılıyor, dellendiği zaman da haklı delleniyor.
devamını gör...

patlamış mısır

ne zaman canım çekip yesem sonucunda dişçi yollarının göründüğü atıştırmalık. 'ha? nasıl yani?' dediğinizi duyar gibiyim. anlatayım; anlatayım ki aranızda nasıl insanlar yaşıyor, doğal seçilimin bizi getirdiği yer nereler hep beraber görelim öğrenelim. kendimim diye demiyorum arkadaşlar, ibret vesikasıyım. benden örnek alarak çocuklarınıza 'bak bu adam gibi yaşama' diyebilirsiniz, açık kart.

bundan seneler önce canım çekmiş, patlatmışım yiyorum tamam mı. dibinde kalan patlamamış, vatanına milletine ihanet etmiş patlamamış mısırlar var. aldım birini kemirmeye çalışıyorum. hani patlamamış olabilir ama az kemirince yeniyo gibi sulu zırtlak aptal bir düşünceye sahibim. nitekim o patlamayan mısır gidip kaç senelik diş minesini patlatıyor. bir hafta boyunca 'yok yea bişi olmadı' falan diye yiğitliğe bok sürdürmüyorum ama kırık yere pirinç geldi mi de gözümden yaşlar geliyor. paşa paşa gidiliyor dişçiye. kanal tedavisini fırlatıyor kafama. oturuyorum aşağı.

daha sonra yine patlatmışım, yiyorum. bu sefer hatalarından ders alan bi insanım, patlamamışlara bulaşmıyorum. bişeyler oluyor sert bir acı saplanıyor ağzıma. aynada bakıyorum, bişey görünmüyor. 'lan allah allah' diyorum. ekmek yiyemiyorum sivri bir şey batıyor dişetime. sonra bir anlıyorum ki şerefsiz patlamış mısır aynı dişi (evet o kanal tedavisi olan dişin) ikiye bölmüş. dişin bir kısmı duruyor, diğeri 30 derece açıyla bana bakıyor. ulan hayır bu sefer sert bişey de kemirmedim, hissetmedim bile..

yine dişçi yolları görünüyor, 'zirkonyum yabıcaz' diyor. benim boynum bükük - yani kendim ettim kendim buldum ne diyeceğim adama. zirkonyum dese de okey, plütonyum dese de okey o noktada.

kısacası beceriksizin elinde diş parçalayan bi bok bu. dikkatli olmakta fayda var.
devamını gör...

kablonet

2010lardan beri kullandığım internet servis sağlayıcı kablonet - ya da "türksat kablo". oturduğunuz yere göre hizmet kalitesi rezil de olabiliyor - vezir de. ben şansıma hiç rezil olmadlm bunca süreden beri. kadıköy'de çok sorun yaşadıklarını duydum ama net bir şey söyleyemiyorum. ben sadece kendi deneyimimden bahsedebilirim:

- 100 diyorsa 100 veriyor. stabil biçimde çalışıyor.
- modemlerinin wifi menzili içler acısı. ya repeater alacaksınız (kötü çözüm, repeater olarak kullanmaya çalışınca çok verim alınmıyor. dibinde ethernet portu olanlardan alıp modemden repeatere kablo çekip access point olarak kullanmak lazım) ya da parayı gömüp mesh network'e geçeceksiniz.
- eski müşterilerine özel kampanya yapan tek telekomünikasyon firması. geri kalanlar varolan müşterilerini hunharca kazıklarken bu adamların bu olayını sevmemek elde değil.
- evde televizyon izleyenler varsa internet + televizyonu tek faturada ödemek efektif. yayınları da yeterli, belgesel, film falan filan derken doyurucu.
- yeni tv kutuları bence fazla karışık. "alt tarafı film izleyecez, tv bakacaz, uzay mekiği mi oğlum bu" diyen anamın babamın yorumudur ki haklılar. tamam bir sürü özellik var ama yani - istiyoz mu bunları bi soraydınız ya?
- teknik ekibi bir iyi bir kötü. kimi zaman işinin ehline denk geliyorsunuz, kimi zaman da "link ışığı yanıyo mu" teyzesi olabiliyor muhatabınız. ya bu yakınlarda ciddi bi personel girdi çıktısı oldu onun acısı bu ya da başka şeyler var. bilmiyorum bunu.
- teknik ekibe niye girdim, zira nivna'nın da bahsettiği üzere başımıza bi telefon aboneliği şeysi çıkarttılar. yani tv kutusundaki soruyu tekrarlıycam, "abi sorsaydınız bi? belki istemiyoduk?" ama benim şüphelendiğim birileri böyle bi hedef koydu:

- argadaşlar, bu sene tüm abonelerimiz sadece kaplotvci değil, kaplotelefoncu da olacak! yürüyün aslanlarım!

dedi ve olanlar oldu. benim beldemdeki kablonet hattı bayağı stabilken, bu telefon zırtı çıktığından bu yana elektrik gidip geldiğinde tertemiz 30dk bi kendine gelemiyo. modem bi aptallaşıyo. yenisini de aldım, yenisi de aynı işi yapınca iade edip kös kös döndüm eskisine. telefonda az gerilmedik:

- ya kardeşim, ben telefon istemiyorum. böyle bi ihtiyacım yok. nolur iptal edin şunu. parası aynı kalsın, sözleşmesi aynı kalsın. hattınız sapıtıyo burada, sıkıntı yaşıyorum.
- yapamayız

deyip çıkıyorlar. kendi altyapılarının henüz böyle bir telefon heyecanına hazır olmadığını - en azından benim evimin bağlı olduğu hattın diyelim - anlatamadım, anlamıyorlar.

böyle tatlı-ekşi bir iletişimim var kendileriyle.
devamını gör...

gazozun gereksiz bir içecek olması

biraz yaşçılık olacak ama:

yav siz gazoz içtiğinizi falan mı sanıyonuz?

fazla değil bundan 30-35 yıl öncesi. hava sıcak, böyle sıcak değil ama. istanbul biraz daha yeşil, henüz gündemimizde ozon deliğine tecavüz var - buzdolabı üreticilerine

-hidroflorokarbonlu gaz koymayın, giderse hepimiz cilt kanserinden ruhuna fatihayız

zılgıtları çekiliyor. bizim umrumuzda değil. benim ve mahalledeki arkadaşlarımın en umrunda olan şeyler bakkaldan alınmış, sıcak plastik kokan, top ve akşamın dokuzuna kadar kah maçlayarak kah çocukça gündemimizde önemli olan şeyleri tartışmak. gerçi "umrumuzda değil" diyorum da nasıl tekrarlandıysa hala ezberden şak diye yazabiliyorsam... bir de öyle "hepatobiliopankreatik ve laparoskopik cerrahi ünitesi" var unutamadığım sözsel travmalardan ama konu dışı, geçiyorum.

nitekim henüz hormonlar yok, iş yok, okul yok. minnacık bebeleriz. hayatımızdaki sorunları da sorun falan sanıyoruz. o derece masumuz.

o maç oynanır, leş gibi terlenir. sonra

- annneeaaaa

denilerek para istenir "gazoz alcaz" diye. mahalle bakkalının yolu tutulur. rasim amca dizi şeysi olsa

- oo çocuklar hoşgeldiniz, gazoz mu alcanız

falan der güleç yüzüyle. ama tabii rasim amca dizi şeysi olmadığı için

- ne istiyonuz, açmayın gofretlerin kutusunu nemleniyo

der bizi bi göz hapsine alarak niyetimizi sorardı. biz bu bakkala zaten ya ekmek, ya gaste, ya da gazoz için gelirdik. geri kalan alışverişleri anamız babamız yapardı zaten. gazoz istiyoz deyince de metal soğutucudan çıkartır, açar, verirdi çamlıca gazozları.

oğlum öyle bir tad yok ya. bir kere kafaya dikerken buz gibi içiliyor, buzlu yerinden tutuyosun zaten. öyle bir görünümü var ki daha gördüğünde soğuğu hissediyorsun. sımsıcak da olsa, dışarıda kalmış bile olsa dersin ki "kutuplardan taze geldi, azcık ısınsın. hasta olmayalım". yani bünye gazoza aç zaten, daha görünümüyle mest ediyordu.

evet şimdi de var, denedim o "çamlıca"yı - ama o çamlıca değil o. yani okulda çok sevdiğiniz bir arkadaşınız vardır, selim diyelim, eve geldiğinizde "oğlum arkadaşın selim'de geldi." der anneniz bi sevinirsiniz ama o selim, akraba kadrosundan "arkadaş" olmuş selim çıkar ya. tam o hissi yaşattı. şişe cam olacak, değil. içeriği o içerik olacak. alakası yok. hayalkırıklığının son katresi.

bir o gazoz, "gazoz" gibiydi, bir de istanbul'da anadolu'ya giden otobüslerin kalktığı "şark kahvesi"'ndeki elvan gazozlar. yav arkadaş, ne koydunuz bunların içine. elin koka kolası, pepsisi, kentaki frayd çikını o formülü devlet sırrından daha sır olarak saklarken siz niye nasıl yani ya.

bir de fruko vardı - televizyonlar gelince "onyüzbinmilyon baloncuk" diyen sevimli kız çocuklu bir reklamı vardı ara ara çıkan ekranlarda. fruko benim bireysel tarihçemde tadıyla iz bırakmayan bir gazozdu. şişesi afilli bir yeşildi ama bak. güzeldi o şişe.

ama sprite mprite falan gerçekten boş iş. kim yazdı, nerede okudum bilmiyorum da işte tanrıyı gören göz işlevini yerine getirdiği için kör olur gibi bir şeydi. biz o dönemlerde o gazozu tattık, o güzeldi. gerekliydi. çocukluğumuzun tadıydı lan o gazoz. şimdi ise fruktoz şurubuna kaldık.

bir de öyle panda dondurmaları var anlatmak istediğim de, onun sonu tatsız. o yüzden o da başka zamana kalsın.
devamını gör...

normal sözlük

valla arkadaşlar, sessiz diye üzülmeyin. burası karıştı mı pis karışıyor. yine de güzel sözlük, ulan kaç senelik ekşi hesabımı açmıyorum; buraya geliyorum delleniyorum kapatıyorum hesabı sonra yine eksikliğini hissediyorum.

güzelliğini buradan anlıyorum ben. nasıl pis bir zehri varsa damara bir defa girmeyegörsün... çekirdek alışkanlığımı yendim, limonatayı yendim, burayı yenemiyorum.
devamını gör...

cadı sila

pek çoğumuzda olan gotik kız sempatisinin sebebidir bu fiktif karakter. benim fikrim hugo’nun da kendine karşı boş olmadığı ama bu yürümeyi yapılacak en yoz biçimde yaptığı yönünde.

ya düşünün, bölümlerce altın topluyorduk. nabıcak olum hugo o kadar altını? bacak kadar canlı zaten. ne yiyebilir, ne içebilir, saray maray mı alacak elli santimlik varlık? altının ışıltısı ile sila’nın aklını alacak - nitekim aynada bakıyo kendine görüyo malzemeyi yani. hayır bilmediğimiz bir kumar borcu, kredi borcu, tefeci şeysi varsa bilemem de yani.

neyse konu hugonun terbiyesizliği değil - sila’ya da kızmıyor değilim hani. yav bacım, git iksir yap, cevşen falan yaz, kraliyete satarsın parayı kırarsın. hugo’nun manasız ilgisine de mazhar olmazsın di mi?

vizyonsuzluk böyle bişey işte.
devamını gör...

stargate sg-1

amazon prime video’ya tekmili birden gelmiştir. x-files ile kıyasla teknolojinin ilerlemesinden daha az etkilendiğini düşünüyorum. mulder falan sahra telsizi gibi cep telefonları ile takılırken azcık insan tarihin ilerlediğini farkediyor.

kabul, bir anlamda abd askeriyesine reklam da yapan bir dizidir, hava kuvvetlerine başvuruyu üç kat arttırdığı için jack o’neill’ı oynayan, bizim macgyver olarak da bildiğimiz, richard dean anderson’a fahri rütbe bile verilmiştir.

ama güzel dizidir. izletir. sezon 1’den başlarsınız bir bakmışsınız beşinci sezona merhaba demişsiniz.
devamını gör...

vantilatörle hayata tutunanlar

olay şükürcülük değil de toplumcanak klimanın tam olarak nasıl konumlandırılacağını bilmememizden kaynaklanıyor.

hepimiz gibi ben de mal gibi klimayı salona taktırdım. çünkü hesapta salonda vakit geçiriyoruz di mi? yani en fazla vakit geçirilen yerin soğuması lazım. kimse de demiyor ki

oğlum, mal evladım. öğrenci olsan, hayatının önemli kısmı okulda; çalışıyor olsan işyerinde geçiyo. niye gidip salonu soğutuyosun, git yatak odasına taktır.

yok ama, o klima salonun en ihtişamlı yerine takılır. sonra kös kös gidilir vantilatör alınır ki rahatça uyunabilsin. ha salona yer döşeği açmak, ya da oturma takımına büzüşerek uyumak da bir tercih. bittabi yatak odasına da klima alınabilir ama şu zamana kadar bu delikanlılığı yapanı görmedim.
devamını gör...

sosyal medya etkileşimi

bir nevi istemli akıl bozukluğudur. akıl bozukluğudur zira parasosyal etkileşime sebebiyet verir istemsizce.

insanoğlu tuhaf varlık, beyni gelişmiş olsa da o gelişmişliğin altında yatan bir ilkel insan hala ısrarla

ben burdayım lan! burdayım! et var mı?

diye soruyor. sanıyoruz ki biz birilerine puan bastıkça, izledikçe ya da bize favori itfaiyenin hortumundan su misali fışkırdıkça ve takipçi sayımız yükseldikçe daha “önemli” bir insan oluyoruz. televizyondan bize bakan zeki müren’in bize

aman efendim, sefalar getirdiniz, hoş geldiniz

demesini bekliyoruz. gerçi ne televizyon kaldı, ne de zeki müren. dopamini salgılıyoruz ya, o ilkel adam

eveet, daha fazla, dahaaa daaa

diye hönkürüyor. üzerindeki röbdoşambrı, ayağındaki ipek terliğiyle medeni tarafımız da

tibi ifinim

diye boyun büküyor. oysa ortada reel bir şey yok. ekrana bakıyoruz, elimizdeki plastik ve metalden oluşan bir zımbırtıya basıyoruz. birisinin bildirim kısmının pörtlemesine sebebiyet veriyoruz.

ezcümle, sosyal medya ne sosyal ne de medya olan bir mecra. etkileşimi de o kadar oluyor.
devamını gör...

bir üstteki yazar hakkında düşünülenler

nicki güzel yazarlardan. öyle ya düşünüp bugün yaptığım eylemlerden ne hayır gelmiş, yarını da yarın düşünsün…
devamını gör...

en kral kahvenin nescafe gold olması

kral mı bilemiyorum ama nescafe gold mahalle bakkalından tut en hiper süper markete kadar rahatça bulunabilen bir arkadaşımız. basıyorsun üstüne sıcak suyu, ses etmeden çözünüyor, şak diye dakikasında kafeine kavuşuyoruz. jacobs üstün mü evet, ama bulunmuyor şelepsis.

gel, ne olur gel, adaklar adadım gel

moduna girip market market gezip bulamamışlığım var yakubun kahvesini. ama nescafe nasıl bir tedarik zinciri kurduysa boy boy, çeşit çeşit sırıtıyor.

şekerli var, şekersiz var, şekersiz ama kremalısı var gel vatandaş gel.

diye bağıran pazarcı gibi raf raf, ışıl ışıl.

kral olmasa da dük, dük olamasa da konttur neskafe.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim