tolstoyun trençkotu yazar profili

tolstoyun trençkotu kapak fotoğrafı
tolstoyun trençkotu profil fotoğrafı
rozet
karma: 14424 tanım: 573 başlık: 78 apolet: 1 takipçi: 81
Liriklerde kendi sürrealizmini yaşayan bir envizyoner https://eksisozluk.com/biri/gogolevskayanoch

son tanımları | başucu eserleri


after life

stand-up gösterilerinde tek bir mimiğimin dahi oynamadığı, her bir dizi projesinde ağzımın açık kaldığı ve hayranlığımın dakikalar geçtikçe arttığı, metin yazarlığından zeka fışkıran, zekatını dağıtsa 10 sezonluk efsane dizi çıkacak olan ricky gervais isimli metin yazarı-komedyenin dizi projesi. birçok karakteriyle destan yazdığı, değil dizinin bitmemesini arzulamak her bir bölümünü döndüre döndüre tekrar seyrettiğim sanat eseri. bu diziye o kadar bağlıyım ve sevgi duyuyorum ki, bunun sebebi tony'den hayatıma dair nokta atışları görmek, benim aklımdan geçenleri onda bulmak olabilir.


bu çağın filozofu olan tony'nin yaşamına dair bir dizi.

bu çağın filozofu diyorum çünkü herkesin peşinde koştuğu maddiyat, anlık zevkler gibi şeylerde gözü olmayan, yaşamın varlığını sorgulayan bir insan. kaybettiği tek varlık olan eşinin arkasından sürekli ağlamaklı olan bir insan..

sürekli mutsuz. fakat mutsuz olurken ne kadar muhteşem bir insan olduğunu rastgele bir posta dağıtıcısına yaptıklarından, ağzıyla "orospusun" dediği(kadın da sürekli seks işçisi diye düzeltiyor) kadına ne kadar büyük bir sevgi beslemesinden anladığımız, saf iyilik ile dolu bir insan. o kadar iyilikle dolu ki, intihar bile edemiyor. psikoloğunun dediği gibi(bu arada gervais muhteşem bir psikolog karakteri yaratmış ve stand-uplarında değindiği konuları onun üzerinden işliyor- her seansta kahkaha attım) kendini kandırıyor çünkü hayattan bıkmış gibi davranırken hayata hiç bilmediği ve fark etmediği kadar bağlı.

diğer bir taraf ve çok komik olan konu ise , kaba saba konuşmaları sevmeyen tony'nin kendi yaptığı iğrenç ofansif şakaların farkında bile olmaması. örneğin "mala çakmak" şeklinde bir konuşmaya denk geldiğinde salon erkeğine dönüşüyor ama kendi yaptıkları çok daha enteresan.

hint asıllı yeni başlayan kızla(bilerek böyle diyorum) aralarındaki uyum, herkese ters davranırken ona karşı en başından çok sıcakkanlı olması, ne kadar büyük bir insan sarrafı olduğunun da göstergesi. çünkü ofiste(bu kelimeyi kullandım ya the office seyredeceğim şimdi açıp çünkü canım çekti) sevgiye değer tek kişi hint asıllı kadın. kayın biraderinin iyi bir insan gibi görünüp o kadar da iyi bir insan olmadığını söylemek isterim.

"insanlar lisa ile bir şeyler yapmayı özlediğimi sanıyorlar. aksine lisa ile hiçbir şey yapmamayı özlüyorum"

devam edecek...

final sonrası ara edit: aşağıdaki kısa edit spoiler o yüzden seyretmediyseniz okumasanız daha iyi olur.

son sahneden bir önceki sahnede dostunun fotoğraf çektikten sonra makineye bakıp yüzündeki ifadenin değişme sebebi, haber röportajlarının sonrası çektiği fotoğraflardan birisini çektiğini fark etmesi oluyor. tony'nin intiharı kesin bir gerçeklik.

son sahnede önce köpeğinin, sonra tony'nin ortadan yavaş yavaş kaybolma sebebi, tony'nin köpek ölmeden intihar etmediğini anlamamızın istenilmesi. köpeğin ölümüne kadar duran tony sonra belli ki intihar ediyor.
devamını gör...

ice

sözlük yönetiminden ice (camel şarkısı) başlığını talep ediyorum.

camel 1979 çıkışlı 7. stüdyo albümü i can see your house from here 9. şarkısı.

camel'ın andrew latimer liderliğinde piyano,elektronik piyano, synthesizer, gitar, bas gitar, davul dokunuşları ile dünyaya bıraktıkları ağıt.

gitar ile harikalar yaratması dışında aynı zamanda adeta hikayeler anlatan, masallar anlatan latimer, özellikle konser versiyonlarında duygu yoğunluğu sebebiyle insanın yüreğinde büyük bir yumru olmasına sebep olur.

"progressive rock, kendinizden bir şeyler katmanız gereken, anlık ve çok talep edilen değil, daha genelin anlamakta zorlanacağı bir tür. bu yüzden amerika'da zorlansak ta avrupa'da ve japonya'da turlar düzenlediğimiz bazı şehirlerde bizi anlayan kitlelerimiz var. konserlerdeki seyircilerimiz bize bağlı ve her konseri daha da eğlenceli hale getiriyorlar." diyen latimer'in akdeniz ülkelerinden çok, özellikle kuzey ülkelerinde çok daha fazla dinlenildiğine yemin edebilirim.

progresif olması dışında birçok şarkısında çok çeşitli tuşlu çalgılar kullanılması, üflemeli çalgılarla birçok şarkıda sos yapılması, grubun introvert kişilerde talep meydana gelmesini sağlamasının yanında gerçekten depresyonu tetikleyen özellikleri ile de karamsar bir hava ortaya çıkmasına sebep oluyor.


birçok bilimsel araştırmada depresyondaki kişilerin gerek görsel, gerek duysal medyalarda daha çok hüzünlü seçimler yapmasının sebebi, sadece kötü hissetmeye duyulan arzu değil, aynı zamanda duruma en uygun medyaların bunlar olması sebepli yani konsepte de uygun olması için tercih edildiği savunuluyor. böyle olunca ice gibi, comfortably numb gibi efsaneler introvert kişilerin, aynı zamanda depresyon dönemlerinde olan kişilerin en çok tercih ettikleri eserler oluyor.

depresyonda olan insanların daha çok hüzünlü tercihler yapmalarının en büyük sebeplerinden bir diğeri de, bu depresyon durumunu bile isteye devam ettirme yani depresyona bağlanma durumu olabilir. çünkü insan ice ya da stationary traveller dinlediğinde gerçekten içinde bulunduğu durumdan yani düşünsel acıdan zevk almaya devam ederken bir yandan da çıkmayı hiç düşünmeyerek sonsuz bir sarmala kendini kaptırıyor.

bu rastgele makalede buna değinilirken, diğer yandan da şarkıya tekrar gelirsek latimer'in yoğunluğu en güzel performansı aşağıdaki linkteki performansı olabilir.

bu versiyona neredeyse aşığım diyebilirim. gitar sololar, dinginlik derken belki de en güzel versiyonu budur.

ayrıca ilk, yani stüdyo versiyonu zaten nefistir.

tabii introvert olun olmayın, dışa dönük içe dönük olun olmayın fark etmez, ice'dan alacağınız keyif size yeter de artar bile.

bir başka yazıda görüşmek üzere...
devamını gör...

sosyopatların özellikleri

uzun yıllardır anlatılan basmakalıp tanımında çok büyük bir paradoks olan kişilik özellikleridir. 1 ve 2 numara bu durumu anlatır.

1- çok üst düzey yalanları karşı tarafın anlayamayacağı şekilde söylerler.
2- utanma duyguları, empati duyguları yoktur

barbie bebek kapak fotoğraflı 3. sınıf magazin dergileri tanımıdır bu tanımlar ve gerçeği yansıtmaz. şimdi gelelim neden gerçeği yansıtmadığının açıklandığı çelişkiye...

bir insanın çok iyi yalan söyleyebilmesi için, karşı tarafa çok iyi empati yaparak, karşı tarafın inanma ihtimalini kuvvetlendirmesi gerekir.

tamamen bağımsız bir örnek vermek gerekirse, pop müzik hayranı bir kadına pop müzik ile ilgili çok iyi bir yalan söylemek için onun pop müzik hakkındaki bilgisini tartmak ölçmek gerekir. buna göre yalanın kalitesini ayarlamış yani yalanı karşı tarafın inanacağı bir hale getirmiş olmak gerekir.

sözün özü, sosyal zekanızın çok üst seviye olması gerekir, empati yeteneğinizin ve poker face olma yeteneğinizin(ki bu da sosyal zeka ile doğrudan ilintilidir) çok gelişkin olması gerekir ki karşı tarafı bu yalanlara inandırın. bu yüzdendir ki çok üst düzey zeki insanlarda toplumdan soyutlanma vardır ve bu soyutlanmaya mensup olan insanların değil insanları kandırmak, gündelik hayattaki sohbetlere eşlik etmeleri, basit sosyal tartışmaları bile kazanmaları mümkün değildir.


dizi ve filmlerde aktörlerin canlandırdıkları çok sevimli karakterler bu tanımı karşılamaz. tıpkı alfa erkek alfa kadın olmadığı gibi, sosyal zekası çok düşük olan süper zeka bir insanın da manipülasyon yeteneğinin üst düzey olması beklenemez.

manipülasyon, yalan için çok üst seviye empati-sosyal zeka gerekir.

bunların dışındaki bazı özellikler akla mantığa uygundur.
devamını gör...

richard bach

öğretmenin sana ders veren değil, senin ders aldığın kişidir.

sözünün sahibi. duymak ve dinlemek, bakmak ve görmek eylemlerinin farkını bana tekrar hatırlatan amerikalı yazar. bu söz bana mahmut hocanın "okul, yalnızca dört duvarla çevrili tepesinde dam olan yer değildir. okul her yerdir." sözünü hatırlattı. mahmut hoca da bir kurgu karakter olarak benim ders aldığım nadir anlardan birisinin öğretmeni olmuş oldu böylece. o bir öğretmen olduğu için bu sözler benim aklıma girmedi çünkü münir özkul bir öğretmen değil bir sanatçı. ama söylediklerinin benim aklımda kalma sebepleri o sözleri, filmdeki diğer binlerce sözden daha çok kendime alacak değerde görmem. ya da "ailesiyle vakit geçirmeyen erkek, gerçek bir erkek değildir." sözü ki buradaki erkek, ingilizce'deki man kalıbı olduğu için ve man ingilizce'de bir yandan da insanoğlu olarak kullanılabildiği için "ailesiyle vakit geçirmeyen insan..." olarak ta unisex kabul edilebilir.

yaşamların neredeyse en başından beri hep öğrenim görüyoruz. binlerce saat onlarca yıl. ama aklımızda hep sevdiğimiz, aşık olduğumuz insanı hatırladığımız dersteki konu, sevdiğimiz öğretmenin dersindeki konu kalıyor; binlerce saatten sadece hatrımızda kalan anları hatırlayıp neredeyse diğer bütün anları ise unutuveriyoruz. binlerce saatlik derslerden en akılda kalan anlar öğretmenimizin basmakalıp bilgileri verdiği değil o bilgilere kendi yorumunu kattığı anlar oluyor. hatırladığımız en gereksiz bilgi bile genelde öğretmenin yaptığı bir şaka ile bizi kendine çektiği bilgi oluyor. bu yüzden zaten bir kere kan uyumumuz olan öğretmenimiz bizim sonraki 40-50 yıllık öğrenim sürecimize etki ediyor, unutulmaz insanlar oluyorlar. bunun farkındalığına vardığımızda da bu sözdeki gibi kulaklarımızı kapatıyor, algılarımızı açacak an ya da kişiye denk geldiğimizde sonuna kadar bir elektrik süpürgesi gibi çekiyoruz ki bu elektrik süpürgesi örneğini bireycilik başlığındaki yazımda da amatörce işlemeye çalışacağım.

richard bach bana bu yazı başındaki cümleyi okuyup hak vermemi sağlarken ve bana zaten bildiğim şeyi anlatıp üzerine düşünmemi sağlarken; bir başka kendi cümlesi olan "öğrenmek zaten bildiğimiz bir şeyi bulmaktır. öğretmek te başkalarına, onların bildikleri şeyleri hatırlatmaktır." sözünü daha iyi anlamamı sağlıyor.

okuduğum metinlerde yazar için "benim aklımdan geçenler, dilimin ucundakilerdi bunlar." derken martin'in* "o kadar çok şey söylemek istiyorum ve aklım o kadar dolu ki... ama aklımdan geçenleri anlatabilecek kelime dağarcığım henüz yok" demesi ve kendi cehaletine yaptığı serzenişi hatırlıyorum. öğrendiğim birçok şeyin ya da aydınlanmanın aslında daha önce kafamın içinde olduğunu fark ediyorum.


gerçekten de yeni öğrendiğimiz şeyler aslında aklımızdakilerin tercümesi, zaten bildiğimiz şeylerin bize bir hatırlatması olabilir.
devamını gör...

red flag

tehlike göstergesi, uyaran. görüldüğünde hazırlıklı olmanız gereken durumun anlatımı, ilişkilerde bir metafor.

son yıllarda ilişkilerde çok kullanılan işaret fişeği. ingilizce'deki karşılığı red flag olabilir ama türkçemize çevirirken benim işaret fişeği demem daha çok hoşuma gidiyor. çünkü bizi sertçe uyarmaktan çok istikametimizi belirleyen anlamı daha çok hoşuma gider. red flag, bir tehlike olduğunu gösterirken, işaret fişeğinin olduğu yerde bir şeyler olduğunu fark ederiz. karşı cins farkında olmadan işaret fişeğini havaya ulaştırırsa tehlike olmadan önce çok çok erkenden güzergahımızı belirler, buna göre kazaya sebebiyet vermeyiz. kırmızı bayrak durumu ise acil bir uyarıdır. bu yüzden metafor bakışında işaret fişeğinin daha çok hoşuma gittiğini söylemek istedim. aslında aşağıda bir serzeniş te olabilir.

kabaca tanımıyla: "bir şey olmaz" denilerek aşkın, heyecanın, mutluluğun etkisiyle göze görünmeyen unsurların aslında ne kadar çok olduğunu ve bütün ağırlığıyla karşımıza geldiğini, gözümüzün önündeki perde kalktıktan sonra bir anda bütün algılarımız açılmış vaziyette gördüğümüz, bir dönem mutluluk hormonunun tavan yaptığı için görünmez olan unsurların teker teker gözümüzün önüne gelmesi durumu. genelde yukarıdaki cümle sebebiyle ilişki sonrasında fark edilen bu durumlar dolayısıyladır ki, bir süre sonra red flagler ilişki öncesi bir uyaran haline gelir. haklı olarak kani olunur ki yaş ilerledikçe ilişkiler zorlaşır; yaş ilerledikçe karşı cinse karşı hormonlarınız azalmaz, aksine artar; azalan şey umutlardır. hal böyle olunca karşı cinsle tanışma aşamasında o heyecan olsa dahi red flaglerin 18-22 civarları yaş aralığındaki gibi görünmezlikleri azalır. bu yüzden yaş ilerledikçe tahammül seviyemiz düşerken, hormonlarımız azar ve ters orantı olduğu bu durum bizi felaket şekilde etkiler. çünkü gönül eğlenmek isterken beyin ise "bir daha üzüleceksin yapma şunu" uyarıları verir sürekli. yaş ilerledikçe güzergahları yaklaşırken değil, kilometrelerce öteden belirlemeye başlarız. bu yüzdendir ki artık iyice içimize kapanmak kurtuluşumuza dönüşür, hatalardan korkar hale geliriz. mutlu olmak isteriz ama gelecekte mutsuz olma korkusu beynimizi kemirip durur.

red flag çok feci bir şeydir. yaş almanın en tehlikeli tarafıdır. insan tanıdıkça insandan uzaklaşır, karşı cinsten uzaklaşır, yabaniliğe alışırsınız. sanat üzerine, sevgi üzerine, aşk üzerine hassas olmanıza rağmen red flag'ler yüzünden hayatınız bir işkenceye dönüşür ve içeride romantik, nazik, muhteşem insanken dışarıda tam bir yabani olursunuz.

çağımız çok tehlikeli bir çağ. bunun emin olun milyonlarca sebebi var ancak bu konu bağlamında durumu değerlendirdiğimizde tehlikeli olan şey, acıları tecrübe etmeden, öğrenerek tecrübe etmektir. bu durum sizin hayat enerjinizi çok daha küçük yaşlarda bitirir. bu yüzden korkak, ilişkilerden kaçan, hayatı mükemmel yaşamaya çalışırken mutsuz olan insana dönüşürsünüz. çağın dezavantajı dolayısıyla okuduklarınız ya da duyduklarınız size heyecanlar yasama fırsatını vermez. küçük bir çocuğun sıcak bir şeye dokunmadan ateşin yakıcılığını fark etmesi mümkün değildir. fakat siz red flagler konusunda o kadar çok tecrübe okur ve o kadar çok farklı hayatlara şahit olursunuz ki, bir süre sonra kendi hayatınızı yaşamamaya başlarsınız. yani genç yaşta yaşlanırsınız; hayatın bütün hata yapma heyecanlandıran uzak kalır, internette okuduğunuz binlerce kelimelik "red flagleri anlama yöntemleri" yazılarında aslında olumsuzluklardan kaçmış olmaz; kendi hayatınızın çalınmasına, hayatın heyecanlarını yaşama şansınızın elinizden alınmasına olanak tanımış olursunuz.

tüketim toplumunun her bir yıl daha kötü hallere düştüğü varsayımıyla, herşeyde olduğu gibi ilişkilerde de kolay tüketim hastalığına yakalanır, kendi tatlı hatalarınızı bile tecrübe edemeden başkalarının hatalarını kafanıza kodlayarak başkalarının red flag'leri üzerinden hayatınızı yaşamış olursunuz.

hayat mükemmel yaşamak için çok kısa. önemli olan ufak hataları da yaşayıp hayatı bütün renkleri ile tecrübe etmek. ilişki tavsiyeleri, ilişkiler üzerine okuduklarınız, herşey sizin ilişkilerden alacağınız güzellikleri yok eden unsurlardır. bu yüzden red flag'leri öngörmek yerine hayatı bütün hatalarıyla yaşamayı öğrenmek lazım. hayattan keyif almayı öğrenmek lazım. her gün mutluluk, hatasız yaşama çabası hayatınızı berbat şekilde yaşamanızı sağlar. ilişkilerden alacağınız her bir ayrıntı sizin için önemlidir.
devamını gör...

haarp

2 bölümlük yazı.

1-) tanımlar bölümü.
2-) tolstoyun trençkotu yorum bölümü.

1-)

iyonosfer

atmosferin elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyon’ların ve serbest elektronların bulunduğu 70 km ile 500 km lik kısmı. 2. arz atmosferinin dış bir kuşağı. güneşten veya yıldızlar arası uzaydan gelen ışımalar, burada atmosfer gazlarının atom ve moleküllerini iyonlar veya elektrikle harekete getirir. iyonosferin yüksekliği zamana ve mevsime göre değişir fakat sınırının 25 ila 50 mil arasında olduğu kabul edilir. ışıma ve yansıtma özelliklerine göre çeşitli tabakalara ayrılır. karakteristik bir olay, bazı radyo dalgalarını yansıtmasıdır. bu katmanda gazlar iyon halinde bulunur. bu yüzden radyo dalgaları çok iyi iletilir.sıcaklık yüksektir, ancak gazlar çok seyrek olduğu için sıradan bir termometreyle ölçülen sıcaklık düşüktür.

iyonosferin kısa bir tanımı.

haarp, işte bu iyonosferin yapısına hakim olmaya çalışan bir düzenin, sistemin adı. amaç yer altı gibi, bu dünyaya mahsus bir aptal uğraşı ile değil, daha çok radyo dalgaları üzerinden insanlığın değişimi ve gelişimine katkı sağlayabilecek gelişimlere odaklanmak. radyo dalgaları ve iyonosferdeki tepkimelere hakim olmaya, atmosferin tabakalarından olan iyonosferin zor katmanlarına - mecazen diyorum bunu - ulaşmaya çalışmak. çünkü insanoğlunun yer altını çözmek gibi, şeffaf şekilde yer altına hakim olmak gibi bir şansı yok. şimdi cümleye devam etmek için sismograf tanımına geçelim.

sismograf, yer hareketlerini sürekli olarak kaydederek yer sarsıntılarının büyüklüğünü, süresini, merkezini ve zamanını saptamaya yarayan aygıta denir. depremlerin ölçümünde kullanılır. en basit türü bir ucu dayanaklı, öbür ucunda bir kayıt kalemi bulunan, yay ile desteklenmiş ağırlıklı bir çubuktan oluşmaktadır.

sismograf dediğiniz alet, en temel, en basit şekilde yer hareketlerini inceler. ama bir tepkiye karşılık, inceleme şansınız vardır. işte yukarıda, tanımın üzerinde dediğim gibi, insanoğlunun yer altına şeffaf şekilde hakim olma şansı yoktur. yer altına kamera bağlamak ve bütün bir yer altını incelemek gibi bir şansınız yoktur. bu yüzdendir ki, deprem, tsunami gibi unsurları sadece bu unsurların verecekleri tepkiler üzerinden incelersiniz. bunları önceden keşfedemez, bunlara tam olarak! hakim olamazsınız.

yer altına para harcamak, tıpkı aya gitmeye para harcamak gibidir. size bir getirisi olmadığı sürece buraya para harcamak milyonlarca doları çöpe atmak demektir. şu anda ve özellikle 80'li yıllardan sonraki teknolojik sıçrayışlar ile beraber insanoğlu uzayın, uzak galaksilerin peşinde olan bir canlıdır. hal böyle olunca, amerika birleşik devletleri ya da teknoloji ve bilimin erki olan diğer devletler, yer altında türkiye ve benzeri yerleri sallamak gibi deli saçması, aptal uğraşı işlerle uğraşmazlar. bunun için, yani bu tip ülkeleri karıştırmak, bu tip ülkeleri ekonomik, askeri, siyasi anlamda yerle bir etmek için haarp değil, daha basit bir sistem olan istihbarat birimleri vardır. bu tip birimlerle rahatlıkla küba, türkiye, rusya vs. gibi ülkeleri oyun alanınıza çevirebilir, elinizdeki devasa teknolojik güçlerle bu ülkeleri alt edebilirsiniz. bana haarp başlığının bu tanım bölümünde fetö, darbeler tarihi, ekonomik ve siyasi tarihimizle ilgili cümleler kurdurtmayın hem kalbinizi kırarım hem de tatsız olaylar yaşanır. haarp safsatasına ancak ve ancak, küba, türkiye gibi dış mihraklardan beslenen ülkelerde inanılır. amerika vb. yerlerde bu hikayelere, safsatalara inananlar zaten gözümde aptal bile değildir.



2-) tolstoyun trençkotu'nun yorum bölümü.

nadir okunacak başka bir yazım için tekrardan iyi akşamlar.

haarp'ın geçici bir konu değil sadece bir zincirin parçası olduğunu bilenler hak verecekler. insanoğlunun cahil kalmasının yüzyıllardır yüzlerce, binlerce parametresinden birisi ve en yenilerinden. her tipten milletin "bizim milletimiz neden böyle?" sorusunun ortak paydalarından birisi. ortak yanlışlık, cahil kalan tek bir milletin değil, insanlığın genel anlamda popülasyonunun sabit şekilde minimum yüzde 35-40'lık bölümünün mutlaka bu döngünün sürekli devam etmesi için farkında olarak ya da olmadan mücadele içinde olmasıdır. aslında bütün ayrı ayrı tartışmaların odağını tek bir "insanoğlunun cehaleti biter mi?" sorusuna çekmek gerekir; var mıdır bu soruya vereceğiniz bir "evet, biter." cevabı? eğer böyle bir cevabınız var ise size katılırım. benim bizzat tolstoyun trençkotu olarak cevabım hiçbir zaman evet olmayacak. hatta anarşist bir aptal olarak cevap hakkımı "sonuna kadar hayır. ahmaklık hiçbir zaman bitmez" olarak veriyorum.



celal şengör der ki "felsefe okumak için mutlaka almanca bilmelisiniz." ve ayrıca başka başka alanlar için dil öğrenme tüyoları verirken, dil öğrenmenin hem doğa bilimleri hem sosyal bilimler için elzem olduğunu eklerken birçok bilim dalında hangi dillerin yararlı olabileceğini ekler.

aptal olmamak değil de, aptal kalmamak için mutlaka ama mutlaka makale anlayabilecek kadar ingilizce bilmelisiniz. çünkü anadilinizde her zaman ama her zaman manipüle edilme şansınız vardır. buna ufak bir örnek olarak karamazov kardeşler ya da don quijote'deki metinleri orijinalinden okumadığınız sürece her zaman manipüle edilme şansınız var diyerek sadece bu iki metni bile verebiliriz ki bunlar gibi daha yüzlerce örnek var. dediklerimin anlaşılması için bu metinler okunmalı ve hangi bölümlerin (türk düşmanlığı iddiası oluşturulabilecek) manipülasyona açık olduğunu bilmek gerekir o yüzden burayı transit geçiyoruz. bu üstte bahsettiğim dil avantajı benim çok işime yarıyor çünkü çağımızda, özellikle bilgili olduğunu zanneden ama bilgilerinin dahi yanlış olduğunu bilemeyecek kadar çakma bilginlerin, aptalların olduğu çağımızda bir kaynak araştırırken, safsatalardan en kolay kurtulma yöntemi safsatanın çıkış noktasının anadilini bilmektir. böylelikle anadildeki yanlış kaynakları(çok fazla yanlış kaynak var) ve safsatanın anadilindeki o safsatayı destekleyenlerin de yazdıklarını görebilir, size benzeyen(kafanızda buna benzer teoriler varsa yani cahil iseniz) komplo teorisyenlerini de öğrenebilirsiniz. ironiktir ki, bunun farkına vardığınızda artık safsataya inanmaz, doğruya direkt kaynağından ulaştığınız için cahil kalacakken, tam tersine akıllanırsınız. örnek vermemi ister misiniz?

tolstoy ve saklanan hz. muhammed kitabı başlığına lütfen şimdi bir ziyaret yapın. bu başlıkta, beni belirli süredir arada sırada okuyanlardan özür dilerim ama bir şeyler yazacaktım 11 ay önce; yazı öyle taslaklarda kalmış. taslak fetişisti olduğumu zaten okuduysanız daha önce, bilirsiniz. sanırım aylar önce konuyla ilgili yazarken gereksiz görüp sıkıldım. başlıkta yazılanlara lütfen bakın. birisi, gerçekten belirli miktarda ajan tarafından islamiyet'in engellenmesi için bu kitabın ortadan kaldırıldığına inanıyor. bu düşünceyi beğenen insanlar var. bu insanlar, böyle bir şeyin olduğuna gönülden inanıyorlar. çünkü inanmak kolay, doğruya ulaşmak ise zor. "tembellik en güzeli, ver elime komplo teorisi okuyayım bana ne araştırmaktan" diyor.

bu örneğini verdiğim safsatayı ortadan kaldırmanın yolu nedir? birincisi lev nikolayeviç tolstoy okuyacaksınız. ikincisi onu anlayıp, dünya görüşüne hakim olacaksınız. üçüncüsü, onun dinlere bakış açısına hakim olacaksınız. peki sevgili normal sözlük yazarları, bu üç maddenin olması için ne lazım? mesai harcamak. birkaç saat değil neredeyse birkaç yüz saat harcamak. ancak, kolay olan nedir? kolay olan, sizin önünüze koyulan bilgi adı altındaki safsatayı okumak ve aydınlanmak*. böylelikle siz, teknoloji çağında en yukarıdaki çakma bilginlerden birisi olacaksınız. nasıl? çok basit bir yöntem değil mi? size ne ki tolstoy'u anlamaktan; tolstoy üzerine biraz bilgi sahibi olmaktan. tolstoy ruslar tarafından boğazlanarak, müslüman olduğu için ve din değiştirdiği için hristiyanlığın gücü adına !* öldürülmüş te olabilir. gayet güzel bir teori. düşünmeye bile gerek yok. hatta ben sizi manipüle etmek gibi bir ahmaklığa düşersem yine bir tolstoy eseri olan anna karenina'da, sırpların ruslarla işbirliğini ve osmanlıya (türklere) karşı savaşma düşüncesini, levin üzerinden eleştiren tolstoy'un, bu yüzden, yani rus düşmanı ve türk dostu olduğu için öldürüldüğünü ve bu kitabın son eserlerinden birisi olduğunu da ballandıra ballandıra öyle bir anlatırım ki, günün sonunda "vay bee mümin, alperen ocakları petersburg şubesi genel başkanı tolstoy ruslar tarafından öldürülmüş" diye gece yatarken buna dertlenirsiniz.

haarp diye bir şey yıllar yıllar önce ortaya atıldı. kaynakları okuyup öğrendiğinizde haarp'ın yer altından çok yer üstü ile ilgili olduğunu, radyo dalgaları üzerinden teknolojik gelişimlere ve uzay bilimlerine biraz olsun yardımcı olmak için olduğunu fark edersiniz. haarp'ın amerika'nın bizim gibi zaten ortadoğu coğrafyası olmuş ve zaten din vb. unsurlarla, teknolojiden uzak bir şekilde yaşamaya devam eden toplumlarda ilgili olamayacağını, amerika birleşik devletleri'nin bizi ve bize benzer ülkeleri, istediği gibi, kukla gibi elinde oynattığını ufak çaplı yakın tarih araştırmaları ile öğrenirsiniz.

burada benim gibi uzun yazılar yazan ve bu yazıları öne çıkmak değil, sadece bir anlatım yapmak için kullanan insanları pek bulamazsınız. yazının burasına kadar geldiyseniz tekrardan iyi akşamlar dilerim. esen kalın.
devamını gör...

savaş ve barış

cousinage, dangereux voisinage : aile toplantısı sırasında, kuzen olan nikolay ve sonya'nın arasındaki ilişkiyi farkeden anna mihailovna'nın onlar çıktıktan sonra arkalarından, babaya söylediği cümle. en sevdiğim kalıplarda üst sıralara şimdiden girdi bile.

iletişim yayınları i.y olalı ilk defa güzel bir iş yapmış diyecektim ki diğer birçok nefis işlenen eseri hatırladım ve kalan gerçekten rezalet kitaplardan dolayı, nefis işlenen bazı başyapıt kitaplarına haksızlık yapmadım. birçok başlıkta yarım kalan girdiler görürsünüz ve genelde bunların sahibi benim; birçoğunda ise tanımlar taslaklarda çünkü ele avuca gelen düzgün tanımlar girmek için uğraşıyorum, çok uzun yıllar sistemde kalacağını öngördüğüm edebi eser başlıklarında, en altta da bundan bahsettim. biz olur da ölürsek arkada da bir şeyler kalsın. bırakıp, iletişim yayınları övgüsüne gelirsek, sebebi başilov, yani mihail sergeyeviç bashilov olarak i.y baskısında anılan ressam ve ve görseller ile yapıtı zenginleştirmeleri.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel :

yaşlı ve soylu, eskiden güçlü ve zengin olan ama oğlunun bu görselde gördüğünüz anda yaptığı rica minnet ile askeriyede iyi bir yer kazanmasına sebep olmasını bu soylu geçmişine borçlu olan ve kontesten oğlunun üniforması için verdiği parayı gözyaşları ile alan drubetskaya, burada sözünü ettiğim ricayı, geçmişte çok iyilikler yaptığı ve bir anlamda güçlü şekilde yetişmesini sağladığı adamdan geçmişin hatrına yapmasını istediği iyilik için gerekli olan ricayı ve ısrarı gerçekleştiriyor.



laf arasında, eserin olağanüstü bir dilinin, bunun yanında mazlum beyhan, nihal yalaza taluy gibi enfes bir işe imza atan leyla soykut'un da ne kadar eli öpülesi bir iş çıkarttığını söyleyip, 9 ay önce buraya yazdığım "hangi çevirmenden okuyayım?" sorusunun cevapsız kalmasına rağmen, 9 ay önce valizime i.y baskısını atmaya karar verip, ne kadar iyi bir karar verdiğimj belirtmek isterim. başlığında daha sonra bir şeyler yazacağım leyla soykut, metinin akıcılığına büyük destek vermiş. metin o kadar yumuşak ilerliyor ki, eğer bir kitabı bitirmek değil dünyasını keşfetmek için ve keyif almak için okuyorsanız aldığınız keyif sürekli katlanıyor. keyif almayan bir insansanız zaten zorunluluk olarak görüyorsunuzdur.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel :

gerek piyer ile ilk karşılaşmalarında onu manipüle etmedeki ve kendini sevdirmedeki ince zekası, gerek diğer taraftan küçük kız nataşa rostova'yı avcuna alması ve onu kendine bağlamasının görüldüğü, bu görselde de ayrıca gördüğümüz boris'in, iki yukarıdaki görselde onu kurtarmak için herşeyi yapan annesiyle(drubetskaya) olan tasviri ise hemen aşağıdaki görselde. internetten bulamadığım için kitaplıktan alıp kendi çekimimi ekledim. altta sol tarafta göreceğiniz görselde anne oğul var.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

---

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel :

işte tam bir asiktokrasi, gücü elinde tutanların ukalalığı ve pastadaki payının tasviri. bütün soylu ama aynı zamanda zengin olan insanların toplum, hiyerarşik düzen, napoleon ve koltuğa nasıl geçtiği üzerine dedikodusunu yaptıkları o nefis sekansın tasviri burada, ki sağdaki beyefendiyi neredeyse birebir tasvir ettiğini bölüm iii'de nedime anna pavlovna'nın amaçlarını gerçekleştirmek için organize ettiği akşamda yani tasvir edilen bu çizimin kaynağında görebilirsiniz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel :

dolohov, anatol ve arkadaşlarının, daha sonra piyer'in de ayık kafayla gaza gelmesine sebep olan, cam kenarında tehlikeli şekilde, düşmeden içki içmek için para karşılığı iddiaya tutuşmaları, yaramazlıklarının tasviri. görselde, arkadaşları dolohov ne yapıyor diye heyecanla seyrederken, sandalyede oturup gözlerini kapatan ve tedirgin olan, korkan kişi piyer.






birçok ressam tarafından tasvir edilen savaş ve barış, hem ilk tasvir eden hem de sevilen şekliyle mihail sergeyeviç başilov tarafından ortaya konulmuş ve iletişim yayınları baskısında yer verildiği için(gerçekten güzel düşünce) buraya alma gereği duydum. romana özel çizimleri tolstoy'un müzesinde olan ressamın gerçekçi boyalar değil de çizimlerinin olmasının sebebi, tosltoy'un canlı görünümlü boya izlerindense, çizimleri daha çok sevmesi. bu yüzden romanlarının çizimlerine özel olarak ilgi duyar, zevk alırdı. dönemin meşhurlarından olan ressam başilov, işlerinde rusya'nın en popüler ressamlarından, ve tolstoy'a uzak bir insan olmadığı için bu iş için en doğru kişi olduğunu hissettiriyor - ki tolstoy mektuplarında bazı sahneler için eskiz siparişi dahi veriyor - sonucunda da ortaya müzede kalacak kadar güzel işler çıkıyor. tolstoy'un, örneğin ressamın nataşa rostova'yı tasvirini beğenmeyip, hatta kendi ailesine ait görseller göndererek benzerlerini yaptırmak istemesi de ayrı bir ayrıntı. kendi eserine olabilecek en güzel eskizlerin ortaya çıkması için böylesine emek vermesi, lev'i sevmemiz için bir başka sebep. zaten hem eskiz hem de diğer işlerin büyük mücadele vermelerine rağmen az olması, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.

romanın ayrıca bir daha, bana hissettirdiklerine dair yorumlarını yapmam için, 8-9 ay önce okuduğum romanları genellikle düşüncelerimde demlendikten, biraz bekleyip daha başka okumalarda bana hatırlattıkları ye yeni okumalarla bu yorumlayacağım romanın arasında bazı ilişkiler kurmayı sevdiğim ve sonra yorumladığımdan dolayı biraz bekletmem, belirli süre sonra da sözlükte yayınlamam gerekecek. tıpkı martin eden, karamazov kardeşler, deniz feneri, jane eyre vb. vb. gibi. dedim ya, olur da ölürsek arkada bir şeyler kalsın. zaten putin amca bazen belgorod'ın köyünde bile bizi rahat bırakmıyor. çok ağır, ilgiden uzak yazılar yazıp gerekli başlıklara bırakma sebebim şu anki popülasyon değil, sözlüğün sonraki popülasyonu.
devamını gör...

büyük umutlar

great expectations. yazı, sıfır spoiler ile anlatmaya çalışmama rağmen işler çığrından çıkmış olabilir ve spoiler içerebilir o yüzden okumayabilirsiniz.

anlatıcıların geneli temel karakteri hikayenin göbeğine koyar ve onun hayatında, süreç ilerlerken büyük değişimler ortaya koyarak okuru kendine çeker.

burada da pip, özel bir karakter olarak neredeyse imkansızı istemesine rağmen bunu sanki sıradan bir durummuş gibi hissettiriyor.

dilimize bu kitap özelinde umut olarak çevrilen expectations kelimesi, umuttan çok beklenti kelimesidir ve kişinin "acaba olur mu?" hayalinden çok; ileride mutlaka bir şekilde gerçekleş(tir)eceği durum, olay üzerine beklentisini niteler. dickens ta bu romanda bu yüzden, pip'in karakterini tek bir kitap ismiyle anlatmak için(ki okuduktan sonra anca anlaşılır doğal olarak) great hopes değil great expectations olarak koyar kitabın adını.

ta en başından kitabın sonunu, kitabın önemli karakterlerinden birisinin kim olduğunu anlarız. bunun en büyük sebebi, bugünkü sinema ve televizyon kurgusunun bu vb. kitaplardan alınması sebebiyledir. yani biz aslında büyük umutlar'ı okumasak ta benzeri yüzlerce senaryoyu çocukluğumuzdan itibaren seyrettiğimiz için, bu kitabı okur okumaz sonunda o kilit karakterin kim olduğunu keşfediyoruz. yazılarımda birçok kere özellikle spoiler vermeme sebebim okurların kitapla ilgili sonunu öğrenmeden bilgi sahibi olmaya çalışmalarını sağlamak.

pip, hayatımda en ağır korku filminden daha korkutucu sekilde genç bedeniyle öylece dikilerek bir kadının ağaçta kendini astığı yanılgısına kapıldığında, net şekilde dickens'ın kim olduğunu da anladım. bu, bir author'un ne kadar yetenekli olduğunun aslında okur tarafından kolayca anlaşılabileceğinin göstergelerinden.

pip'in ablasının, eniştesinin anlatımları, eniştesinin saflığı ve cahilliğini henüz çok küçükken keşfetmesi, ablasının despot karakterinin anlatımı ve bu kadar güçlü bir kadının tam da bu duruma uyan bir kurgu ile; güçlülüğüne yakışır şekilde bir olayla kitabın gelişme bölümünde yer alması ve hayatının değişmesi derken neden despot olduğunun, olmak zorunda olduğunun anlatılması...

kitaptaki dans sekansları, miss havisham'ın içinde bulunduğu durum, her birimizin kendi hayalinde gerçekleşen, pip'in mum ışığında defalarca yürüdüğü o malum koridor. köşkün varlık içinde yokluğun bir tasviri olması, genç kızın küstah ama haklılık payı olan tavırları. filmleştirme konusunda en çok yaklaşan 1946 yapımı film ve en çok puan toplayan da o film ki bunun sebebinin döneme en yakın yılda çekilmiş olması ve teknolojik imkanların da dolayısıyla o döneme yakın olması denilebilir. yeni yüzyılda dönem filmi çekmek çok zor. teknoloji ilerledikçe yapaylık artıyor gibi bir durum var.

kişilerin, bireyin hayattaki pozisyonuna bağlı olarak o kişiye karşı tavırlarının değişmesi - ki martin eden'da daha geniş çaplı, tek bir karakter değil birçok karakterin baş karaktere tavrı üzerinden ele alınır bu- ve bireyin bunun farkına varması üzerinden okurun sayfalar geçtikçe yaptığı empati ile güzel bir insan, toplum eleştirisi.

joe'nun bizzat, daha sonra hakkında yazacağım mujik(rus edebiyatında vasatı ve avamı yaşam biçimi olarak belirlemiş karakter tiplemesi) tasviri olması, onun pip'e olan sevgisi ve ilerleyen sayfalardaki saygısı, ona ve zekasına her zaman güvenmesi, aralarındaki yaşları ilerledikçe genişleyen uçurumun güzel yansıtılması derken kitabın özellikle o bölümlerde şu gibi akıp gitmesi...

kitaptaki kötü karakterin, malum pip'i yükselten iyi karaktere göre bir nebze daha güzel gizlenmesi de benim için güzel bir ayrıntıdır.

benim için kişisel olarak martin eden, goriot baba, çok az gazap üzümleri çağrışımları yapan bu kitap diğer kitapları gibi bir solukta bitiyor fakat bir farkla. charles dickens gerçekten dili çok akıcı bir yazar. bu yüzden elinize 500 sayfaya yakın bir kitabını aldığınızda kitabın olduğundan daha kısa yazıldığı hissi en fazla alınan yazarlardan birisi.

miss havisham ve joe sebebiyle başucu kitapları listesindedir. karakter yaratmak değil mühim olan, karakterin sesine kadar insana hissettirmektir.


kitabın benim için en ağır ama çok çok daha uzun hatta sayfalarca olmasını istediğim bölümü, pip'in köşk bahçesinde dolaşırken miss havisham'dan aldığı izlenim dolayısıyla bilinçaltında yarattığı kendini ağaca asması sahnesidir. kitaplarda en çok hayran olduğum birkaç sahneden birisidir hatta ileri gidersem ilk 5'e bile yazabilirim.
devamını gör...

lincoln (film)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

steven spielberg'ün yönettiği, d-day lewis'in* abraham lincoln'ı canlandırdığı 2012 yapımı film. yukarıda gördüğünüz üzere; gangs of newyork filminde lincoln posterine balta atan bir gangster iken, bu filmde ise o filmde balta attığı posterdeki adamın kendisini oynar. balta atma sahnesini bırakıyorum:

buradan







kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
yazı aşağısında belirttiğim 'now scene'den, kendim çekip koyduğum bir ekran görüntüsü.

abraham lincoln, bilinen en basit hap bilgilerden birisinin öznesi ve o hap bilgi de 1860 ile 1865 yılları arasındaki yaşlanma hızı.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


bir devlet adamının psikolojik zorluklar dolayısıyla nasıl hayatının yerle bir olduğunun fotoğraflardaki karşılığı, işte bu filmde birebir gösterilir ki bence en güzel yaşlandırma tekniklerinden bazı örnekler var. seyirciye lincoln'a empati beslenmesi için bol malzeme var; oyunculuk konusu zaten başka bir konu ve makyajdan tutun iskelet yapısına kadar bir bütün halinde lincoln ortaya çıkarılmıştır. lincoln'den d-day lewis 5-6 cm kısa olmasına rağmen makyaj sonrası nefis bir kalıp ortaya çıkarılmış, oyunculukla karakterin genel yaratımı birleşince ortaya muhteşem bir eser çıkmış. bazıları gerçekten sıkıcı bulur. ben ise her zerresinden keyif alarak seyrederim her seferinde. yaşlanma konusundaki vurgu, filmde iç savaş sonrasındaki şu sahnede belirtilir

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


lincoln, sevilme sebebi iyi bir insan olmak değil, istediklerini elde edecek liderliği göstermesi olarak gösterilen bir lider. bu da her zaman olmasa dahi, genellikle halk ile paralel olması dolayısıyla onu halkın sevdiği liderlerden birisi yapıyor. en büyük farkı siyahiler konusundaki kaderi belirlemesi olarak biliniyor fakat bizzat kendi açıklamalarında; çıkarları için yapmayacağı şey olmadığını ve zafere ulaşmak için kötü bir insana bürünebileceğini bile itiraf eden lincoln, bu filmde daha çok vicdanı özellikleri ile önplana koyuluyor, öne sürülüyor. satır başında söylediğim, istediğini elde eden bir insan olduğunun güzel bir portresi şu birkaç dakikada, evet oyu alınması için yaptığı konuşmada görülüyor.

buradan




iç savaş öncesi ve sonrasından, iç savaşın bunalımının lincoln makamındaki yansımaları, arkaplanda yaşadıklarından bahseden film, güzel bir şekilde suikaste çok yer ayırmayarak saygısını gösteriyor. filmden sahneler, filmde gördüğümüz şeyleri açıkça söyleme sebebim bu filmin bir biyografi olması ve size şimdi vereceğim "filmi seyretmeden önce iç savaş ve lincoln'ün görüşlerini araştırın" tavsiyesi, bu filmden keyif almanız için gereklidir.
devamını gör...

büyük umutlar

birçok zaman, arkamızda bıraktıklarımızı, aynı bıraktığımız gibi bulacağımız aptallığına düşüyor, herşey dinamik olmadan bizim bıraktığımız düzende devam edecek zannediyoruz.

pip, hayatını çizip büyük adam olacağına emin şekilde evden ayrılmış, sonrasında da uzun süreler boyunca yaşadığı onca şeyden sonra, hayal kırıklığı ile evine dönüp "onlar bari beni anlarlar. onlarla gül gibi geçinip giderim." bencilliği ile evine döndüğünde, bir zaman önce o gittikten sonra zamanın bu bıraktığı tarafta donmadığını, tıpkı onun yaşadığı taraftaki gibi dinamik şekilde devam ettiği gerçeğini yüzünde feci bir tokat gibi tecrübe ediyor. bıraktığı kadının hep onu bekleyerek pause tuşuna basıp kendini pip dönene kadar rafa kaldıracağını düşünen pip, bunun(düşüncenin) onu seven insana karşı ne büyük bir küstahlık, ihanet olduğunu bile fark etmiyor. ona değer veren kadının kendi hayatını kuracağı ihtimali bile aklına gelmiyor.

hayatımızda, pembe dönemlerimiz devam ederken biz de tıpkı pip gibi, yokluğumuzda acı çeken insanları görmeden yanlarından geçip gidiyoruz. fakat ne zaman ki, hayatımızda yaşadığımız düşüşler bizi eski hayatımıza dönmeye zorluyor, rayımızda giderken hayal kırıklığı makasının yönümüzü değiştirmesi ve tekrardan başladığımız yöne ilerlememiz sebebiyle, bize belli süre görünmez olan kişiler bir anda görünür ve değerleri durumuna geliyorlar.

işte o zaman bütün o pembe dünyamızda yaşıyorken varlığından haberdar bile olmadığımız insanlar bir anda görünür oluyor, vücuda geliyor ve varlığından haberdar olarak o kişi ya da kişilere aslında hakaretlerin, ihanetlerin en büyüğünü ediyoruz.

sanki bunun farkındalığındaymış gibi konuşan ben, pip'i bu romanda yadırgayan kişi olarak değil, charles dickens'ın kaleminde farkına vararak, bir dönem, bir bilemedin iki kişiye karşı pip'in ta kendisi olduğumu fark ettim. açıklamak istemediğim sebeplerden, bu küstahlığı yaptığım kişiye hiç fark ettirmeden onun bana olan değerinden çok, şartlar beni oraya getirdiği için varlığını fark etmemin ne kadar aşağılık bir şey olduğunu dickens sayesinde, anca yıllar sonra fark ettim.

bu yüzdendir ki benim görüşüme göre, hayatımızda sevgi zannettiğimiz birçok şey aslında kıymet bilmememizin gecikmiş farkındalığı.

hımym'da* lily başarılı bir ressam olsaydı hiçbir zaman dönmeyecekti. değil hiçbir zaman dönmemek, bambaşka hayatı içinde savrulup dururken artık marshall'ın varlığını bile unutup yıllarını geçirecekti. çünkü marshall ona "ben hep seninleyim" mesajını vermiş olup, hiçbir tehdit unsuru ve lily'i değersiz hissettirecek bir unsuru olmadığı için lily marshall'ı pause ile durdurup, istediği zaman ona dönüp aynı sekilde bulabileceği bilinciyle, onu rahatlıkla üzdü. döndüğünde de pip'ten farklı olarak herşeyi bıraktığı gibi bulmuş olması, onun pip'ten daha az aşağılık insan olduğunu değil, daha şanslı insan olduğunu gösteriyor. ağlayarak, hayallerinden uzak şekilde yaşamın nasıl ellerinden kayıp gittiğini marshall'a anlatırken, karşısındaki kişinin hayallerinin öznesi olduğunu ve o kişinin yegane hayalinin onunla bir ömür geçirmek olduğunun dahi farkında olamayacak kadar bencildi. bu yüzden sevdiğini zannettiği marshall'ı sevmediğini onun dışında herkes biliyordu.


yıllar sonra çocukluk yuvasına dönüşünü yapan, ağır hayalkırıklıkları ile mecburen eskiye dönen pip, en güzel cevabı alıyordu. çünkü dünya onun etrafında dönmüyor. bu yüzden, bencillik ve büyük bir küstahlık sahibi olan pip, romanın iyi görünen ama kötü olma ihtimalini akıllara getiren, sorgulatan başrolü.
devamını gör...

spiegel im spiegel

ing. mirror in the mirror. yani ayna içinde ayna; yansıma içinde yansıma, resim içinde resim, kare içinde kare, sonsuzluk içinde sonsuzluk. sanatçı arvo pärt'ın 1978 yılı çıkışlı, estonya'dan ayrılmadan önceki son bestelerinden olan, piyano ve keman içerikli bestesi. benim ise 2004 yılı çıkışlı dear frankie filmi soundtrack 7. sıradaki eseri olarak ilk defa tanıdığım, tanıştığım eser. kemanın yumuşaklığına piyanonun süregelen fakat sakin dokunuşları eşlik eder. çok net, çok temiz bir sound ile eşsiz bir dinleme deneyimi sunar ki klasik müziğin hüzünlü eserlerinin ortak özelliğidir. estonya'nın sovyetler'in parçası olması pärt'ın nereden kaynaklı, bu hüzne sahip olduğunun da net cevabıdır aslında. tarkovski, turgenyev, puşkinvari ağırlık hissedilir eser(lerin)de.

gece vakti, birçok şeyi arkada bırakıp sessiz, ıpıssız yollarda ilerlemek olarak benim hafıza sözlüğümde yer etmiş olan, gördüğüm, duyduğum anda bana bunu çağrıştıran ve bunun tanımını yapan beste. uzun yıllardır çok yürüdüm, çok tren seyahati, araba seyahati yaptım. bu yüzden bu tip şeylere çok fazla anlam yükleyen, yalnızlığıma eşlik eden herşeyi çeşitli imge, obje ve güzelliklere hafızamda kilitli bıraktığım ve gerektiğinde açıp baktığım ya da tekrar yaşadığım şeyler olarak bakıyorum. ne zaman açıp dinlesem bana o sert kış ayları, sıcak yaz aylarında kilometrelerce yolda başımı cama(tren-otobus) yaslamış, sol ya da sağ tarafa yaslanmışken yansımalardaki silik sarı sokak lambalarının, gece huzurundaki düzenini, hayatla ilgili ağır düşünceler üzerine yaptığım mesailerimi hatırlatıyor. yolculuk hiç bitmeyecekmiş gibi istasyon istasyon ilerlerken yaşanmışlığın ve o anlık kimsesizliğin bünyemdeki ağırlığını tekrar tekrar hissediyorum. ağır olma sebebi dert değil, cevap bulunamayan sorular olması. belli dertlerin çözülme ya da çözülmemesi üzerine düşünebilir en azından çaresizliğiniz bu sınırlar üzerine olur. ama bu tip hayat üzerine düşüncelerde belirsizlik ve sonsuzluk olduğu için hiçbir zaman cevap bulamazsınız. göz altı morluklarının kaynağı her zaman vitaminsizlik ya da uykusuzluk olmaz. asıl kaynağı hayat düşüncesidir. bu düşünce de bir kere aklınıza girdi mi, bir daha ne uykudan ne de gecelerden verim alırsınız; göz altı morluklarınızın açıklaması net şekilde yaşanmışlıktır tam da bu yüzden. sessiz gecelerde her taraf ıssız olduğu anda, bazı bünyelerin daha bir yaşam dolu olmasının sebebi de bu dolu zihindir. ironik şekilde daha yaşam dolu olan zihin yine kendini, en çok geceleri harap ederek yaşlandırır. çözüm bulunmaz çünkü mesele bir kere o uyanışın olmasıdır. sonrasında ne geri dönüş olur ne de bir daha yastığa rahatça koyulur o baş.

pärt, hüznün bestesini uzun yıllar akıllardan silinmeyecek bir hale getirmiştir ki henüz 40 yıl olmuşken klasikler arasında, hüznün marşları arasında şimdiden yerini almış.

sevgili ivanmilinski'nin kitap okuma müzikleri başlığını 1 yıl önce görmüş, kenara bir taslak atarak kenarda tutmuştum. bugünden itibaren de benim onlarca, yüzlerce saatlik okumalarımda arkada çalan bütün eserleri önce kendi başlığı, sonra da o başlıkta listeleyecegim. ilk sırada bu eser olsun dedim. antisosyal'in gereğinden fazla anlam yükleyeceği bu listelerden birisi de bende var. hem de çooook uzun süredir, ve sürekli güncelleniyor. başlangıcı yapmışken devamını da önümüzdeki aylar, belki yıllarda getireceğim. liste başlıkların içi doldurulmuş şekilde genişleyecek ve ilgili başlıkta kalacak.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim