yagami light yazar profili

yagami light kapak fotoğrafı
yagami light profil fotoğrafı
rozet
kafa izninde
karma: 23821 tanım: 2125 başlık: 77 takipçi: 160
hey there i am using whatsapp

son tanımları


her şeye ve herkese inat normal sözlük’te kalmak

aynen kardeşim uçurumun kenarında bile olsan sırf hayata inat gülümse sjshdhd

t: zor olsa gerek, bir eylem.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

yazarların aklından çıkmayan dizi sahneleri

six feet under'da david'in dua ettiği bir sahne vardı. o kadar çaresiz ve o kadar içten ki aşırı geçmişti bana.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
bu sahneye kadar hiç anlamadığım, sempati duymadığım bir karakterdi. çok katı ve duygusuz bulurdum onu. yanlış hatırlamıyorsam bize sunulan david imajı da bu bölümlerde değişmeye başlamıştı. öyle işte.
devamını gör...

sözlük yazarlarının ruh halini anlatan görseller

peter kırlara gidelim aslanım!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kesinleşmemiş olayı insanlarla paylaşmak

hızlandırmak istediğiniz, belirsiz meseleler varsa mutlaka yapın. olayın bir an önce kesinleşmesiyle sonuçlanır. olumsuz kesinleşmesiyle.
devamını gör...

öğrenci kız

artık bir kitaba daha "osamu dazai'nin kaleme aldığı eser" diye başlamak istemiyorum ama yazar çok akıcı, özgün bir tarza sahip, durduramıyorum efendim. o zaman açılış gelsin:

osamu dazai'nin mini* romanı. ergenlik dönemindeki bir genç kızın herhangi bir gününe tanık oluyoruz. büyük ölçüde de iç dünyasında neler olup bittiğine, gözlemleri ve değerlendirmelerine yer veriyor kitap. üstü kapalı bir biçimde dönemi, dönemin anlayışını ve samimiyeti eleştiriyor. karşımızda algısı açık, gözlem yeteneği yaşının ilerisinde, sorgulayan bir karakter var. genç kız; insanın duygu, düşünce ve davranış arasındaki tutarsızlıklığını keşfediyor ve bunu büyük bir kaygıyla karşılıyor. bu kaygı, yetişkinliğe adım atmaya hazırlanan bir gencin kaygısıyla perdelenmiş. kavram karmaşası yaşıyor, toplumun doğrularıyla kendi doğrularını kıyaslıyor, bireyselliğin düşündüğü kadar ulaşılır olmadığını görüyor.

bize sunulan 24 saatten kısa bir zaman dilimi ancak günün başlangıcı ve bitişi arasındaki düşünsel farklılık, duyguların git gide daha oturaklı hâle gelmesi ve anlayışın ön plana çıkması uzun yıllarda meydana gelebilecek bir değişimi temsil ediyor. bu açıdan yazarın kurguyu yine olabildiğince basit tutup derinliği bir o kadar arttırmasına hayran kaldım.
devamını gör...

pandora'nın kutusu (kitap)

osamu dazai tarafından kaleme alınan japon klasiği.

kitap, 1945'in ağustos-aralık ayları arasında bir gencin şair arkadaşına gönderdiği 13 mektuptan oluşuyor. tarlakuşu lakaplı kahramanımız, 20 yaşında tüberküloz hastası bir genç. tüberküloz hastalarının tedavi edildiği bir sağlık dojosunda geçen günlerini, oradaki hasta ve asistanlarla ilişkilerini, hayata dair umutsuz bakış açısını nasıl değiştirdiğini anlatıyor. o sırada ikinci dünya savaşı'ndan yenilgiyle ayrılan japonya'ya da ışık tutan yazarın, aslında bunu hasta bir adamın iyileşmesiyle ilişkilendirdiği çok açık. hem tarlakuşu'nun hem de diğer karakterlerin savaşı değerlendirme biçimleri çok güçlü ve aydın bir bakışa sahip. yenilginin değil tekrar ayağa kalkmanın daha önemli olduğu vurgulanıyor. pişmanlık ve geçmişe dönük eleştiriler değil, şimdi ve gelecek konuşuluyor. bu düşünceyi hem diyaloglarla doğrudan hem de tarlakuşu'nun değişimiyle dolaylı olarak görüyoruz.

tarlakuşu, hayata karşı ilgisiz ve umutsuz bir gençken zamanla değiştiğini, sağlıklı bir düşünme biçimine sahip olduğunu görüyoruz. değişimini kendisi de görüyor ve zaten bilinçli sürdürdüğü bu hâlini "yeni adam" olarak adlandırıyor. yaşam ve ölüme büyük anlamlar yüklemiyor, onları birbirinin zıttı olarak değerlendirmiyor. umudun insan için kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. kitaba ismini veren de bu anlayışını açıklamak için kullandığı metafor:


"pandora'nın kutusu hikâyesini bilirsin. açılmaması gereken kutu açılır açılmaz hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, ihanet, açlık ve kin gibi akla gelebilecek her türlü kötülük ve uğursuzluk kutudan sürünerek kaçmış, gökyüzünü kaplayarak uçup gitmiş. bundan sonra, insanlar ne yazık ki sonsuza kadar sefalet içinde acı çekip kıvranmak zorunda kalmış. ancak kutunun köşesinde haşhaş tanesi kadar küçük, parıldayan bir taş kalmış ve taşın üzerine belli belirsiz "umut" kelimesi yazılıymış. buna çok önceden karar verilmiştir. insanlar için umutsuzluk denilen şey imkânsızdır. insanlar genellikle umutla kandırılır; ama aynı zamanda "umutsuzluk” kavramıyla da aynı şekilde kandırılırlar."


tek taraflı mektuplardan oluşsa da hikayenin akıp gittiğini görüyoruz. sahtelik hissi katmayacak ölçüde, karşı tarafın görmediğimiz mektuplarına atıfta bulunulmuş. bu sebeple kafa karıştırmadığını ve eksik kalan bir şey olmadığını söyleyebiliriz. su gibi akıp giden, okuması oldukça keyifli bir kitap. ayrıca yazarı git gide daha iyi tanıyor olmaktan memnunum.
devamını gör...

telefona bebek verip konuşmanızı bekleyen ruh hastaları

telefona bebeği isteyenler kadar ruh hastası olduğunu düşündüğüm kişiler.
devamını gör...

tanımlarınızın hesabını soran sevgili

(bkz: only yoldaş can judge me)
devamını gör...

evlenilmemesi gereken erkekler

evlenmeyi çok isteyen erkekler. bir insan bir şeyi çok isteyince ben ondan işkilleniyorum. beynimin melek subaşı lobu devreye girip "bırak bırak sen palavrayı bırak! sen üç milyar yedi yüz elli milyonnn" diyor. dikkatinizi çekerim, o olayda melek abla haklıydı.
devamını gör...

memoirs of a geisha

arthur golden'ın aynı isimli romanından uyarlanan, 2005'te gösterime giren oscar ödüllü film. gerçekten çok beğendim. öncelikle müthiş bir görsellik sunuyor, sırf bu yüzden bile seyredilir. kostümler, evler, ağaçlar, şemsiyeler ulan şemsiyeler bile muhteşem görünüyordu.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kadınları zaten söylemiyorum bile. ama yakışıklı erkek yoktu. bunu da nasıl başardılar gerçekten hayret ediyor insan.. abi siz japonsunuz, yakışıklı adamlarsınız bi' kere. neyse.

chiyo'nun yoksul bir aileden 9 yaşında geyşa olarak eğitilmek üzere satılmasıyla başlayan hayat hikayesini seyrediyoruz. ayrıca bu olaya hiç hakim olmayan biri için de -for example: yagami- biraz genel kültür, biraz ortamlarda satılacak bilgi, işte efendime söyleyeyim biraz farklı bir bakış sunuyor. dans ve müzik üzerine nasıl eğitim aldıklarından tutun da nasıl makyaj yaptıklarına, nasıl uyumaları, nasıl yürümeleri ya da el bileklerini hangi açıda tutmaları gerektiğine kadar geniş bir yelpazede görmüş oluyorsunuz. bu arada kendimi tuttum tuttum ama söyleyeceğim, filmde öyle cinsellik falan yok. hatta anladığım kadarıyla bu geyşaların hayatında da öyle çok cinsellik yok. yemin ederim ki. tek eşli olma* ama aşık olmama gayeleri var daha çok. tabii bu bahsettiğim, ikinci dünya savaşı öncesi geyşalık anlayışı. sonradan ne oldu ne bitti pek fikrim yok. var da, yok işte.

sonradan ismi sayuri olarak değişen ana karakterimiz, başkan denilen bir adama tutuluyor hem de daha çocuk yaşta. tek amacı bir gün ona ulaşabilmek. kalbine yani. hayatını tamamen bunun üzerine kuruyor. başka bir geyşa tarafından öyle bir eğitimden geçiyor ve öyle bir hâle geliyor ki bir anda en gözde geyşa oluyor. sonra ikinci dünya savaşı patlak veriyor. japonya eski japonya değil. başkan eski başkan değil. ama sayuri eski sayuri. ve olaylar gelişiyor. spoiler vermemek için büyük mücadele içindeyim şu an. tanımı noktalıyorum.

nokta.
devamını gör...

çavdar tarlasında çocuklar

1951'de yayımlanan j.d. salinger romanı. ben kitabı seven taraftayım. ana karakterimiz holden'ın bakış açısıyla anlatılıyor.

holden, 16 yaşında bir genç. derslerden kaldığı için okuldan kovuluyor ve kovulduğuna dair mektup ailesinin eline ulaşana kadar, noel öncesi birkaç günü dışarda geçiriyor. aslında bunu 4. kez bir okuldan kovulduğu ve ailesiyle yüzleşmekten kaçındığı için yapıyor. müthiş bir kurgu ya da olay örgüsü yok, kitap boyunca holden'ın zihnindeyiz. sohbetvari, bol argolu ve lanet okumalı bir anlatıma sahip. ayrıca karakterin mizah anlayışına da bayıldım. birkaç yerde içinden geçirdiklerine sesli güldüm.

bazı tarzlar vardır, herkeste aynı durmaz ve hatta başkasında görseniz rahatsız olursunuz. benim için kesinlikle orijinal sayılabilecek ama bir o kadar da normal bir karakterdi. çünkü yaşını düşününce yaptığı ve söylediği şeyler oldukça makul görünüyor. karakterimiz oldukça samimi, zeki sayılabilecek biri.
okurken çoğu zaman kendimle bağdaştırdım. övdükten sonra bunu söylemem hiç hoş olmadı ama kastettiğim farklı. iç dünyasında insanları çok basit meselelerde bile sık sık eleştirdiğini, onlardan şikayet ettiğini, hemen her meselede anlamsız davrandıkları hükmünü verdiğini görüyoruz. duygu geçişleri çok hızlı oluyor. örneğin konuşma başlangıcında karşısındaki kişiyle vakit geçirmekten hoşlandığını düşünürken, 5 dakika sonra nefret ettiğini düşünebiliyordu. ama bunların çoğu davranışlarına yansımadı. çünkü bunlar onun için kayda değer, uygulamaya geçmesi gereken düşünceler değildi. holden devamlı gözlem halindeydi. hem kendini hem diğer insanları gözlemliyor, çözümlemeye çalışıyor ve kaçınılmaz olarak da hüküm veriyordu. neyse ki üstünde duracak kadar da önemsemiyordu.

özellikle değinmek istediğim bir şey var. bu genç adamda en sevdiğim özellik çok saygılı oluşuydu. zaman zaman yaşıtlarına karşı öfke patlamaları yaşayabiliyordu ama kendinden büyüklere çok saygılı davranıyordu. tabii çoğunlukla içinden geçirdikleri farklıydı ama ne önemi var ki? hangimiz bize nutuk çekilirken içten içe mızmızlanmadık? çevresindekiler tarafından özellikle eğitimi konusunda ilgisizlikle suçlanıyordu ama bundan inanılmaz rahatsız olduğu hâlde asla onlarla tartışmaya girmiyordu. ve o zamanlarda iç sesiyle de niyetin iyi olduğunu kabul ediyordu. onun için önemli olan, bir şeyin samimi olup olmadığıydı zaten. bir cümle olumsuzsa bile sırf samimi olduğu için onu benimseyebiliyordu.

çok akıcı, eğlenceli bir kitaptı. gönlümden koca bir 8 puan kaptı. sözlerimi burada noktalarken kitaba ismini veren kısmı alıntılamak istiyorum:


"her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta. yetişkin hiç kimse, yani benden başka. ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. ben, çavdar tarlasında ço- cukları yakalayan biri olmak isterdim. çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. biliyorum, bu çılgın bir şey."

devamını gör...

queen charlotte: a bridgerton story

6 bölümlük mini dizi. bridgerton'ı seyretmediyseniz önce bunu seyretmenizi öneririm. ben öyle yaptım ve bu yüzden daha ilgi çekici geldi. arkadaşım daha önce bridgerton'ı seyrettiği için sürekli "haa evet evet bu adama ne olduğunu biliyorum" tarzı cümleler kurdu ve şaşıramadı.

dizi, ingiltere kralı iii. george ve eşi charlotte'ın evliliğini anlatıyor. uyarlanmış bir hikaye, tamamen olayların aslına sadık kalınmamış. daha pek çok şey anlatıyor ve vurguluyor tabii. charlotte'ın ilk siyahi kraliçe olmasıyla birlikte o dönem ingiltere'de yaşayan siyahilerin toplumdaki diğer insanlarla eşit muamele görmeye başlaması, saray çalışanları üzerinden vurgulanan "sınıf farkı var ama hissettirmiyoruz annecim" mesajı, yer yer homoseksüellik, yer yer yasak aşkların o kadar da yasak olmayışı gibi daha da çeşitlendirilebilecek birtakım alt metinler içeriyor. özellikle kral george'un yaşamına ilgimi uyandırmış olması sebebiyle sevdim. ama bunca başlık içinde hikayenin en çok aşk üzerinde dönüp durması hoşuma gitmedi.

ilk 3 bölümde "çerezlik dizi" derken, diğer bölümlere geçince "aaaaaa" diyorsunuz. yine de çerezlik ama hangi çerez? mesela bu antep fıstığı falan. öyle kabuğu soyulmayan aşırı tuzlu yer fıstığı değil. güzel güzel. izlenir.
devamını gör...

bakalım geri zekalı ne yazmış denilesi yazarlar

bazen bu şeydir.. o kişi gerizekalı asla değildir ama içinizden bu yorumu ekleme ihtiyacı duyarsınız. çünkü bazı stalklamalar zihinde böyle aklanır. önlem gibi biraz. gerizekalı diyerek gidersiniz ki aşırı komik bir şey yazmışsa "hııı çok komik hııı" diyebilir, çok zekice bir tespitte bulunduysa "hıı bi akıllı sensin çünkü" diyebilirsiniz. bazı hakaretler şahsa değildir.
devamını gör...

parasız erkeği sadece annesi sever

bu zamana kadar "yiaa hayır öyle bir şey yok" dedik. saçmalamayın arkadaşlar yaa, dedik. kadınların ekonomik özgürlüklerini elde etmesiyle birlikte bu sözler anlamını yitirdi.. cart curt dedik. erkekler ikna oldu mu? olmadı. okuduğum kitaptan bir alıntı bırakmak istiyorum. bakalım bir de böyle deneyelim.

"şu meşhur eski deyişi biliyor musun? 'yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden uçar.' çoğu insan hep yanlış anlıyor. bu, erkeğin parası bittiğinde kadının ondan ayrıldığı anlamına gelmez. şu demek: bir adamın parası bittiğinde... kalbini kaybeder, değersizdir. o kadar zayıflar ki gülemez bile, garip bir aşağılık kompleksine kapılır, çaresiz kalır ve kadını kendinden uzaklaştıran o adam olur. bu noktada yarı delirir ve uzaklaşana kadar itmeye, itmeye ve itmeye başlar. en azından okuduğum bir kitapta öyle yazıyor. üzücü, değil mi? ne yazık ki bu duyguyu çok iyi biliyorum."
insanlığımı yitirirken/osamu dazai

katılıp katılmadığımı belirtmiyorum. ben elçiyim. söyleyeceklerim bu kadar. şimdi oturup iyiiiiice bir düşünün bakalım.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

insanlığımı yitirirken

osamu dazai'nin "uzun yıllara yayılan edebi intihar mektubunun son bölümü" şeklinde tanımlanan eseri.

yazar ve ana karakter oba yozo'nun oldukça paralel yaşam öykülerine sahip olması sebebiyle ben de yarı otobiyografik olarak değerlendirdim. ancak gizlenmiş, üzerinde oynanarak telafi edilmiş bir şeyler sezdim anlatımda. şunu açıkça söyleyebilirim ki; okuduğum en açık, içsel çözümlemelerde en dürüst karakterlerden biriydi ama yazarın direkt kendisi miydi? yozo, gelişmiş bir gözlem yeteneğine ve farkındalığa doğuştan sahip gibiydi. henüz yaşamadığı hayattan sıkıldığını, heyecanını yitirdiğini veya o heyecana hiç sahip olmadığını, korkunun tüm bedenine ve düşüncelerine hakim olduğunu görmek beni çok hüzünlendirdi.

yozo, insanlara gösterdiği ve bütünüyle sahte bulduğu yanını "soytarı" olarak adlandırıyor. insanları daima güldürerek, onlara karşı nazik ve ilgili görünerek gerçek kişiliğini gizlediğine inanıyor. iç dünyasında kendini hiçbir zaman hiçbir topluluğa ait hissedemeyen, anormal biri olduğunu düşünen ve bundan çektiği acıyla kıvranan bir yozo var. birlikte intihara kalkıştığı kadının, başkanlığına kadar yükseldiği yeraltı örgütünün isimlerini bile hatırlamayacak kadar ilgisiz biri. aslında bu cümleyi yazarken huzursuz hissettim çünkü doğru ifade edememişim gibi geliyor. bence yozo ilgisini bambaşka noktalara yönlendiren ve isimden çok daha önemli detayları zihninde barındıran biriydi. evet, bu çok daha güzel oldu.

kitabın çok daha uzun olmasını, özellikle çocukluğuna dair daha fazla detay barındırmasını isterdim. eminim aynı akıcılığı yakalardı. çözümlemek için yeterli veriye sahip olmadığımız bir karakter. işte yazarın gizlediğine inandığım noktalardan biri bu. tam olarak nasıl bir ailede büyüdü? babası onun için neden o kadar sarsıcı bir noktadaydı? bağımlılıklara meylinin sebebi neydi? ve en önemlisi; yozo neden bir ömür kendini cezalandırmaya ve dozu git gide arttırmaya çalıştı? çok net bir "cezalandırıcılık" hakimdi. katı bir disiplinle büyümenin dışında çok daha travmatik bir olaya dayandığını düşünüyorum. asla cevaplanamayacak bu sorularla kitabı kitaplığa uğurlarken tanımı da sonlandırıyorum.

10/10
devamını gör...

güne bir şarkı bırak

devamını gör...

kendi sorumluluğunu alamamak

öğretilen ve karşılıklı beslenen durum. iç içe bir toplum yapısına sahip olduğumuz için bireyselleşme epey geri planda kalıyor. insanlar bir anda hayatın içine tekmelendiğinde kendi sorumluluğunu alabiliyor. adapte olmaya çalışırken bocalıyor, yetersiz hissediyor ve daha önce sorumluluğunu üstlenenlerle bağını koparmakta zorlanıyor. yani olması gerekenden oldukça geç yaşlarda, maruz kalarak deneyimliyoruz hayatı.
devamını gör...

the lobster

hakkında ne düşünmem gerektiğinden emin olamadığım 2015 yapımı film. aa bu arada herkes söylemiş biz de söyleyelim, yorgos lantimos filmi efendim.

distopik filmlerde gerçekçilik ve her şeyin akla yatkın olması beklentisini bir kenara bırakıp daha çok mesajlara odaklanmak gerekir elbet, bunu kabul ediyorum ama bu özgürlüğün içinde at koşturulması olayı beni biraz itiyor. nedense distopyayla baskıcı yönetimler çok bağdaştırılıyor. bunu hemen her filmde görüyoruz. iradenin devre dışı bırakılmaya, insanların robotlaştırılmaya çalışıldığı bir düzen içinde buna direnenler.. ve ilk başta o karakterin bunu ummayacağımız kadar sakin, teslimiyetçi bir yapıda oluşu. sonra sihirli değnek etkisiyle "bi dakika bi dakika ben bu oyunu bozarım!" deyişi..

bir yandan fazla uç gördüm, bir yandan da alışılmışın dışında oluşundan keyif aldım. bazen bir rejimin karşısında görünenler ve onunla savaşanlar, aslında sadece karşı tarafın seçtiği yola karşı olabiliyor. yani yöntem aynıysa ve hemen yan taraftaki yoldan benzer adımlarla paralel bir şekilde ilerleniyorsa varılan yer de değişmiyor. ana karaktere baktığımızda şunu görüyoruz; sisteme direnmek isteyen hangi tarafta olursa olsun yasakları çiğneyerek ve yine bir şekilde iradesini teslim ederek bunu yapıyor.

6.8/10 diyorum ve de 7'ye yuvarlayıp gidiyorum efendim. aynı zamanda öneriyorum da. bakmayın ben hep nefret etmiş gibi başlarım anlatmaya..
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim