yagami light yazar profili

yagami light kapak fotoğrafı
yagami light profil fotoğrafı
rozet
kendisi dondurmuş
karma: 23821 tanım: 2104 başlık: 77 takipçi: 160
hey there i am using whatsapp

son tanımları


geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

kesinleşmemiş olayı insanlarla paylaşmak

hızlandırmak istediğiniz, belirsiz meseleler varsa mutlaka yapın. olayın bir an önce kesinleşmesiyle sonuçlanır. olumsuz kesinleşmesiyle.
devamını gör...

öğrenci kız

artık bir kitaba daha "osamu dazai'nin kaleme aldığı eser" diye başlamak istemiyorum ama yazar çok akıcı, özgün bir tarza sahip, durduramıyorum efendim. o zaman açılış gelsin:

osamu dazai'nin mini* romanı. ergenlik dönemindeki bir genç kızın herhangi bir gününe tanık oluyoruz. büyük ölçüde de iç dünyasında neler olup bittiğine, gözlemleri ve değerlendirmelerine yer veriyor kitap. üstü kapalı bir biçimde dönemi, dönemin anlayışını ve samimiyeti eleştiriyor. karşımızda algısı açık, gözlem yeteneği yaşının ilerisinde, sorgulayan bir karakter var. genç kız; insanın duygu, düşünce ve davranış arasındaki tutarsızlıklığını keşfediyor ve bunu büyük bir kaygıyla karşılıyor. bu kaygı, yetişkinliğe adım atmaya hazırlanan bir gencin kaygısıyla perdelenmiş. kavram karmaşası yaşıyor, toplumun doğrularıyla kendi doğrularını kıyaslıyor, bireyselliğin düşündüğü kadar ulaşılır olmadığını görüyor.

bize sunulan 24 saatten kısa bir zaman dilimi ancak günün başlangıcı ve bitişi arasındaki düşünsel farklılık, duyguların git gide daha oturaklı hâle gelmesi ve anlayışın ön plana çıkması uzun yıllarda meydana gelebilecek bir değişimi temsil ediyor. bu açıdan yazarın kurguyu yine olabildiğince basit tutup derinliği bir o kadar arttırmasına hayran kaldım.
devamını gör...

pandora'nın kutusu (kitap)

osamu dazai tarafından kaleme alınan japon klasiği.

kitap, 1945'in ağustos-aralık ayları arasında bir gencin şair arkadaşına gönderdiği 13 mektuptan oluşuyor. tarlakuşu lakaplı kahramanımız, 20 yaşında tüberküloz hastası bir genç. tüberküloz hastalarının tedavi edildiği bir sağlık dojosunda geçen günlerini, oradaki hasta ve asistanlarla ilişkilerini, hayata dair umutsuz bakış açısını nasıl değiştirdiğini anlatıyor. o sırada ikinci dünya savaşı'ndan yenilgiyle ayrılan japonya'ya da ışık tutan yazarın, aslında bunu hasta bir adamın iyileşmesiyle ilişkilendirdiği çok açık. hem tarlakuşu'nun hem de diğer karakterlerin savaşı değerlendirme biçimleri çok güçlü ve aydın bir bakışa sahip. yenilginin değil tekrar ayağa kalkmanın daha önemli olduğu vurgulanıyor. pişmanlık ve geçmişe dönük eleştiriler değil, şimdi ve gelecek konuşuluyor. bu düşünceyi hem diyaloglarla doğrudan hem de tarlakuşu'nun değişimiyle dolaylı olarak görüyoruz.

tarlakuşu, hayata karşı ilgisiz ve umutsuz bir gençken zamanla değiştiğini, sağlıklı bir düşünme biçimine sahip olduğunu görüyoruz. değişimini kendisi de görüyor ve zaten bilinçli sürdürdüğü bu hâlini "yeni adam" olarak adlandırıyor. yaşam ve ölüme büyük anlamlar yüklemiyor, onları birbirinin zıttı olarak değerlendirmiyor. umudun insan için kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. kitaba ismini veren de bu anlayışını açıklamak için kullandığı metafor:


"pandora'nın kutusu hikâyesini bilirsin. açılmaması gereken kutu açılır açılmaz hastalık, keder, kıskançlık, açgözlülük, şüphe, ihanet, açlık ve kin gibi akla gelebilecek her türlü kötülük ve uğursuzluk kutudan sürünerek kaçmış, gökyüzünü kaplayarak uçup gitmiş. bundan sonra, insanlar ne yazık ki sonsuza kadar sefalet içinde acı çekip kıvranmak zorunda kalmış. ancak kutunun köşesinde haşhaş tanesi kadar küçük, parıldayan bir taş kalmış ve taşın üzerine belli belirsiz "umut" kelimesi yazılıymış. buna çok önceden karar verilmiştir. insanlar için umutsuzluk denilen şey imkânsızdır. insanlar genellikle umutla kandırılır; ama aynı zamanda "umutsuzluk” kavramıyla da aynı şekilde kandırılırlar."


tek taraflı mektuplardan oluşsa da hikayenin akıp gittiğini görüyoruz. sahtelik hissi katmayacak ölçüde, karşı tarafın görmediğimiz mektuplarına atıfta bulunulmuş. bu sebeple kafa karıştırmadığını ve eksik kalan bir şey olmadığını söyleyebiliriz. su gibi akıp giden, okuması oldukça keyifli bir kitap. ayrıca yazarı git gide daha iyi tanıyor olmaktan memnunum.
devamını gör...

telefona bebek verip konuşmanızı bekleyen ruh hastaları

telefona bebeği isteyenler kadar ruh hastası olduğunu düşündüğüm kişiler.
devamını gör...

tanımlarınızın hesabını soran sevgili

(bkz: only yoldaş can judge me)
devamını gör...

memoirs of a geisha

arthur golden'ın aynı isimli romanından uyarlanan, 2005'te gösterime giren oscar ödüllü film. gerçekten çok beğendim. öncelikle müthiş bir görsellik sunuyor, sırf bu yüzden bile seyredilir. kostümler, evler, ağaçlar, şemsiyeler ulan şemsiyeler bile muhteşem görünüyordu.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kadınları zaten söylemiyorum bile. ama yakışıklı erkek yoktu. bunu da nasıl başardılar gerçekten hayret ediyor insan.. abi siz japonsunuz, yakışıklı adamlarsınız bi' kere. neyse.

chiyo'nun yoksul bir aileden 9 yaşında geyşa olarak eğitilmek üzere satılmasıyla başlayan hayat hikayesini seyrediyoruz. ayrıca bu olaya hiç hakim olmayan biri için de -for example: yagami- biraz genel kültür, biraz ortamlarda satılacak bilgi, işte efendime söyleyeyim biraz farklı bir bakış sunuyor. dans ve müzik üzerine nasıl eğitim aldıklarından tutun da nasıl makyaj yaptıklarına, nasıl uyumaları, nasıl yürümeleri ya da el bileklerini hangi açıda tutmaları gerektiğine kadar geniş bir yelpazede görmüş oluyorsunuz. bu arada kendimi tuttum tuttum ama söyleyeceğim, filmde öyle cinsellik falan yok. hatta anladığım kadarıyla bu geyşaların hayatında da öyle çok cinsellik yok. yemin ederim ki. tek eşli olma* ama aşık olmama gayeleri var daha çok. tabii bu bahsettiğim, ikinci dünya savaşı öncesi geyşalık anlayışı. sonradan ne oldu ne bitti pek fikrim yok. var da, yok işte.

sonradan ismi sayuri olarak değişen ana karakterimiz, başkan denilen bir adama tutuluyor hem de daha çocuk yaşta. tek amacı bir gün ona ulaşabilmek. kalbine yani. hayatını tamamen bunun üzerine kuruyor. başka bir geyşa tarafından öyle bir eğitimden geçiyor ve öyle bir hâle geliyor ki bir anda en gözde geyşa oluyor. sonra ikinci dünya savaşı patlak veriyor. japonya eski japonya değil. başkan eski başkan değil. ama sayuri eski sayuri. ve olaylar gelişiyor. spoiler vermemek için büyük mücadele içindeyim şu an. tanımı noktalıyorum.

nokta.
devamını gör...

çavdar tarlasında çocuklar

1951'de yayımlanan j.d. salinger romanı. ben kitabı seven taraftayım. ana karakterimiz holden'ın bakış açısıyla anlatılıyor.

holden, 16 yaşında bir genç. derslerden kaldığı için okuldan kovuluyor ve kovulduğuna dair mektup ailesinin eline ulaşana kadar, noel öncesi birkaç günü dışarda geçiriyor. aslında bunu 4. kez bir okuldan kovulduğu ve ailesiyle yüzleşmekten kaçındığı için yapıyor. müthiş bir kurgu ya da olay örgüsü yok, kitap boyunca holden'ın zihnindeyiz. sohbetvari, bol argolu ve lanet okumalı bir anlatıma sahip. ayrıca karakterin mizah anlayışına da bayıldım. birkaç yerde içinden geçirdiklerine sesli güldüm.

bazı tarzlar vardır, herkeste aynı durmaz ve hatta başkasında görseniz rahatsız olursunuz. benim için kesinlikle orijinal sayılabilecek ama bir o kadar da normal bir karakterdi. çünkü yaşını düşününce yaptığı ve söylediği şeyler oldukça makul görünüyor. karakterimiz oldukça samimi, zeki sayılabilecek biri.
okurken çoğu zaman kendimle bağdaştırdım. övdükten sonra bunu söylemem hiç hoş olmadı ama kastettiğim farklı. iç dünyasında insanları çok basit meselelerde bile sık sık eleştirdiğini, onlardan şikayet ettiğini, hemen her meselede anlamsız davrandıkları hükmünü verdiğini görüyoruz. duygu geçişleri çok hızlı oluyor. örneğin konuşma başlangıcında karşısındaki kişiyle vakit geçirmekten hoşlandığını düşünürken, 5 dakika sonra nefret ettiğini düşünebiliyordu. ama bunların çoğu davranışlarına yansımadı. çünkü bunlar onun için kayda değer, uygulamaya geçmesi gereken düşünceler değildi. holden devamlı gözlem halindeydi. hem kendini hem diğer insanları gözlemliyor, çözümlemeye çalışıyor ve kaçınılmaz olarak da hüküm veriyordu. neyse ki üstünde duracak kadar da önemsemiyordu.

özellikle değinmek istediğim bir şey var. bu genç adamda en sevdiğim özellik çok saygılı oluşuydu. zaman zaman yaşıtlarına karşı öfke patlamaları yaşayabiliyordu ama kendinden büyüklere çok saygılı davranıyordu. tabii çoğunlukla içinden geçirdikleri farklıydı ama ne önemi var ki? hangimiz bize nutuk çekilirken içten içe mızmızlanmadık? çevresindekiler tarafından özellikle eğitimi konusunda ilgisizlikle suçlanıyordu ama bundan inanılmaz rahatsız olduğu hâlde asla onlarla tartışmaya girmiyordu. ve o zamanlarda iç sesiyle de niyetin iyi olduğunu kabul ediyordu. onun için önemli olan, bir şeyin samimi olup olmadığıydı zaten. bir cümle olumsuzsa bile sırf samimi olduğu için onu benimseyebiliyordu.

çok akıcı, eğlenceli bir kitaptı. gönlümden koca bir 8 puan kaptı. sözlerimi burada noktalarken kitaba ismini veren kısmı alıntılamak istiyorum:


"her neyse, hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta. yetişkin hiç kimse, yani benden başka. ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. ben, çavdar tarlasında ço- cukları yakalayan biri olmak isterdim. çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. biliyorum, bu çılgın bir şey."

devamını gör...

queen charlotte: a bridgerton story

6 bölümlük mini dizi. bridgerton'ı seyretmediyseniz önce bunu seyretmenizi öneririm. ben öyle yaptım ve bu yüzden daha ilgi çekici geldi. arkadaşım daha önce bridgerton'ı seyrettiği için sürekli "haa evet evet bu adama ne olduğunu biliyorum" tarzı cümleler kurdu ve şaşıramadı.

dizi, ingiltere kralı iii. george ve eşi charlotte'ın evliliğini anlatıyor. uyarlanmış bir hikaye, tamamen olayların aslına sadık kalınmamış. daha pek çok şey anlatıyor ve vurguluyor tabii. charlotte'ın ilk siyahi kraliçe olmasıyla birlikte o dönem ingiltere'de yaşayan siyahilerin toplumdaki diğer insanlarla eşit muamele görmeye başlaması, saray çalışanları üzerinden vurgulanan "sınıf farkı var ama hissettirmiyoruz annecim" mesajı, yer yer homoseksüellik, yer yer yasak aşkların o kadar da yasak olmayışı gibi daha da çeşitlendirilebilecek birtakım alt metinler içeriyor. özellikle kral george'un yaşamına ilgimi uyandırmış olması sebebiyle sevdim. ama bunca başlık içinde hikayenin en çok aşk üzerinde dönüp durması hoşuma gitmedi.

ilk 3 bölümde "çerezlik dizi" derken, diğer bölümlere geçince "aaaaaa" diyorsunuz. yine de çerezlik ama hangi çerez? mesela bu antep fıstığı falan. öyle kabuğu soyulmayan aşırı tuzlu yer fıstığı değil. güzel güzel. izlenir.
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

devamını gör...

güne bir şarkı bırak

devamını gör...

kendi sorumluluğunu alamamak

öğretilen ve karşılıklı beslenen durum. iç içe bir toplum yapısına sahip olduğumuz için bireyselleşme epey geri planda kalıyor. insanlar bir anda hayatın içine tekmelendiğinde kendi sorumluluğunu alabiliyor. adapte olmaya çalışırken bocalıyor, yetersiz hissediyor ve daha önce sorumluluğunu üstlenenlerle bağını koparmakta zorlanıyor. yani olması gerekenden oldukça geç yaşlarda, maruz kalarak deneyimliyoruz hayatı.
devamını gör...

the lobster

hakkında ne düşünmem gerektiğinden emin olamadığım 2015 yapımı film. aa bu arada herkes söylemiş biz de söyleyelim, yorgos lantimos filmi efendim.

distopik filmlerde gerçekçilik ve her şeyin akla yatkın olması beklentisini bir kenara bırakıp daha çok mesajlara odaklanmak gerekir elbet, bunu kabul ediyorum ama bu özgürlüğün içinde at koşturulması olayı beni biraz itiyor. nedense distopyayla baskıcı yönetimler çok bağdaştırılıyor. bunu hemen her filmde görüyoruz. iradenin devre dışı bırakılmaya, insanların robotlaştırılmaya çalışıldığı bir düzen içinde buna direnenler.. ve ilk başta o karakterin bunu ummayacağımız kadar sakin, teslimiyetçi bir yapıda oluşu. sonra sihirli değnek etkisiyle "bi dakika bi dakika ben bu oyunu bozarım!" deyişi..

bir yandan fazla uç gördüm, bir yandan da alışılmışın dışında oluşundan keyif aldım. bazen bir rejimin karşısında görünenler ve onunla savaşanlar, aslında sadece karşı tarafın seçtiği yola karşı olabiliyor. yani yöntem aynıysa ve hemen yan taraftaki yoldan benzer adımlarla paralel bir şekilde ilerleniyorsa varılan yer de değişmiyor. ana karaktere baktığımızda şunu görüyoruz; sisteme direnmek isteyen hangi tarafta olursa olsun yasakları çiğneyerek ve yine bir şekilde iradesini teslim ederek bunu yapıyor.

6.8/10 diyorum ve de 7'ye yuvarlayıp gidiyorum efendim. aynı zamanda öneriyorum da. bakmayın ben hep nefret etmiş gibi başlarım anlatmaya..
devamını gör...

geceye bir şarkı bırak

geç bunları
anam babam geç bunları
dırım dırım dırım

devamını gör...

sözlükte olan bitenden habersiz yazar

olan biteni kaçırmanın yanı sıra yeni bir şey olup olmadığını da anlamak zaman alıyor. zaten tansiyon genel olarak yüksek ve bir şey olmadığı zamanlarda bile çok şey oluyor. o yüzden bazı tanımlar eski hesaplaşmaların bugüne yansıması mı yoksa yeni bir aksiyonun üzerine mi yazılıyor anlamıyorum. dejavu hissi en beteri.. mesela bir nickaltı okuyorum. sanki o kavga daha önce edilmişti gibi geliyor. hatta o kavgayı daha önce rüyamda görmüşüm gibi geliyor asksjsh bugün mesela bir şey olmuş. benden kaçmaz. sizde bi haller var. öyle mahzun öyle garip..
devamını gör...

sözlük yazarlarının ruh halini anlatan görseller

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sevgiliyle ortak açılan instagram hesabı

"sevgilim var ulan dünya" şovu beni hep kusturur ama bu işin zirvesi "yağmur ve arda'nın müstakbel annesi" yazısını görmekti. böyle insanlar görünce hiç gerçek dosta sahip olmadıklarını düşünürüm. çünkü gerçek dost, seni komik duruma düşürebilecek davranışlarından korumak için saatlerce hatta günlerce dalga geçer, o şeyden soğutur. "yapma" demez "aptal mısın" der. neyse gideyim de kişisel iletime tarih atayım. yanına da kalp malp bir şeyler ekleyeyim.
devamını gör...

günaydın sözlük

günaydın sözlük.
bugün uyanırken 15 yaş yaşlandım, ömrümde epey bir azalma söz konusu oldu. hava aşırı sıcak ve artık geceleri uyunmuyor. zaten uyunuyor da değildi.. neyse işte ben de balkon kapısını açayım da öyle uyuyayım dedim. sabah 6 civarı odaya kocaman bir kuş daldı. (bkz: bir alarm sistemi olarak kuş) aklım çıktı aklım. ben zaten hafiften tırsarım kuşlardan, üstüne bir de yeni uyanınca korkudan mahvoldum. odanın içinde dört dönüyor, dönerken savaş naraları atıyor.. dümdüz ötüyor aslında ama ne niyetle bilemezsiniz. aptal kuş, perdeden dalıp içeri girdi ama çıkışı bulamıyor bir türlü. bir yandan ben de kendisine "çııııık, aaaaaaa" şeklinde birtakım söylemlerde bulunuyorum. derken benim o kıvrak zekam, o hayatta kalma becerilerim ortama giriyor. perdeyi şöyle azıcık aralıyorum ve gidiyor.

yemin ederim 1 saat kendime gelemedim. kalbim deli gibi atıyor, tanıdığım ne kadar kuş varsa sövüyorum, hatta bir ara ağlamış da olabilirim. buradan devlet yetkililerine seslenmek istiyorum. ya da istemiyorum, seçimden sonra seslenirim. yok yok kalsın.. hı hı teşekkürler.
devamını gör...

mai ve siyah

halit ziya uşaklıgil tarafından kaleme alınmış, yazıldığı dönemi gerçekçi bir biçimde yansıtan, büyük ölçüde diyaloglar üzerinden eleştiren bir eser. dil ve düşünce bakımından ağır bir anlatıma sahip. ama olay örgüsünden midir yoksa karakterlerin sağlam kurgulanmış olmasından mıdır bilmiyorum, benim için akıcıydı. yer yer rahatsız edici, çoğunlukla hüzünlü bir kitaptı. rahatsız ediciliği; yazıldığı döneme göre düşünmenin zorluğundan ve eserin gerçekçiliğinden geliyor.

kitap, başkahramanımız ahmet cemil'in yaşam mücadelesi ve içsel süreçleri etrafında şekilleniyor. hayata dair umutları olan fakat bu umutları alakalı-alakasız birbirine bağlayan, her kayıpta hepsini birden eksilten bir karakter. kitabın ilk yarısında ilkeli, sorumluluk sahibi, çalışkan ve yaşının çok ilerisinde olgunluğa sahip bir ahmet cemil görüyoruz. bu hâliyle gözümüzde parlatılan genç, sayfalar ilerledikçe olgun değil sinmiş, çalışkan değil mecbur bırakılmış, ilkeli değil aksine etkilenmeye ve savrulmaya çok açık biri olarak karşımıza çıkıyor. bir değişimden bahsetmiyorum. aslında karakterin kendisiyle eş zamanlı olarak onu çözümlüyoruz. bu noktada bir alıntı bırakmak isterim ki tüm bu bahsettiklerimi özetliyor:

"en küçük sebepleri en büyük hayaller için yeterli saymış, kendisine sahte temeller üzerine kurulu hayalî bir hayat inşa etmişti."

karakterler üzerinden vurgulanan düşünceler kitaba kesinlikle müthiş bir derinlik katıyor. ahmet cemil'in en yakın arkadaşı olarak karşımıza çıkan hüseyin nazmi sosyoekonomik farklılıkları, raci karakteriyle vurgulanan eski-yeni* çatışması, ikbal'in saflığı ve masumiyeti karşısında vehbi'nin karaktersizliği,* annenin hiçbir konuda eyleme geçmeyen biri olmasına karşın güç veren konumunda oluşu, lamia'nın ulaşılmazlığı.. zıtlıkların yanı sıra vurgulanan bir beraberlik duygusu da var. ve karamsarlığa sürükleyecek bir şekilde görüyorsunuz ki bu beraberlikler ancak bir çaresizliği paylaşmaktan öteye geçemiyor.
devamını gör...

i am melting lannn melting

#2553937

yaaaa ama bu o kadar güzel, o kadar anlamlı bir hediye ki.. tüm moderasyonu göreve davet ediyorum! burada alenen yazar ağlatıyorlar.

çok mutlu oldum, çok duygulandım ve en az senin iyi dileklerin kadarını içimden geçirdim. iyi ki seni tanıdım, iyi ki yollarımız kesişti, iyi ki kankacılık yaptık. hem de hiç utanmadan. iyi ki o gün seni seri beğendim de ekranda uyarı çıktı. iyi kiiii.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim