yazar: halid ziya uşaklıgil
yayım yılı: 1897
baş karakter ahmet cemil etrafında şekillen bir yaşam örgüsü söz konusudur bu eserde. dönemin politik olaylarına eserin yazıldığı yılı dikkate alırsak hiçbir suretle değinemez halid ziya uşaklıgil fakat örtük bir biçimde umudu aşılar, umutlarını kaybeden insanları anlatarak istibdat yönetimine göndermede bulunur.
yayım yılı: 1897
baş karakter ahmet cemil etrafında şekillen bir yaşam örgüsü söz konusudur bu eserde. dönemin politik olaylarına eserin yazıldığı yılı dikkate alırsak hiçbir suretle değinemez halid ziya uşaklıgil fakat örtük bir biçimde umudu aşılar, umutlarını kaybeden insanları anlatarak istibdat yönetimine göndermede bulunur.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "issinabi" tarafından 08.02.2021 01:21 tarihinde açılmıştır.
1.
başları iteleye iteleye giden ama sonu bir çırpıda biten harika bir roman. sonlarında çaresizliği çok yoğun hissedersiniz. bitirdikten sonra uzun süre ahmet cemil’in yerine kendinizi koyup boş duvarları izlersiniz.
devamını gör...
2.
lise yıllarım da sayısal öğrencisi olmama rağmen ders çalışmaktan kaçmak ama vicdan azabı da çekmemek adına kendime uyguladığım bir çeşit yöntemdi türk klasiklerini okumak. zaten geç kalmışlık duygusu içinde çırpınırken ahmet cemil'in iç muhasebeleri ve hayalleri beni aldı aldı duvara vurdu.
devamını gör...
3.
uşaklıgil'in okuduğum tek romanı. karamazov kardeşler-a tale of two cities- to kill a mockingbird gibi yine bir baba ayrıntısı üzerine başlayan ya da devam eden ya da biten diğer hikayeler benzeri bir gelişme bölümü var.
the catcher in the rye*, a tale of two cities sonrasında notre-dame de paris okumak gibidir. başlar başlamaz ilk 80-90 sayfada duvara çarparsınız.
kitap okurken, kitap okumaktan bunaltan kitaplara kendinizi hazırlayın ya da hiç okumayın. kitap okumaktan midenizin bulanmasını ve kitaplardan soğumayı emin olun istemezsiniz. beğenmediğiniz kitapları sırf genel beğeniyor diye kendinize dikte etmeyin.
ben bu romanı okudum. kürk mantolu madonna'nın 5-6 gömlek daha kaliteli olduğunu düşünüyorum. bu romana hissettiklerimin birebir aynısını ince memed için de hissediyorum. birçok insan ise türk edebiyatı'nda genelde 1 numaraya bu romanı ya da ince memed'i yazıyor. çünkü kendilerini küçük bir kitleye dahil zannedip böyle ağır ve rezil(evet yanlış duymadın rezil) anlatımlı romanları en üst sıralara taşıyorlar.
bunun çok benzeri william faulkner'ın the sound and the fury'sinde de var. yukarıda anlattıklarımın neredeyse aynısı bu romanda da var ve kendini gerçek okur zannedenler bu kitaplar üzerinden bir üstünlük gösterisi organize ediyorlar.
işin bir de dönem ayrıntısı vardır ki bakın, victor hugo'nun anlattığı paris te paris'tir, charles dickens'ın anlattığı paris te paris'tir. ben, dickens'in paris anlatımını daha çok severim mesela. çünkü dickens paris'teki muhteşem bir binanın kenarındaki mermeri 15 sayfa boyunca anlatmaz, o mermerin üzerinde oturan çocuğun dramını 15 sayfa anlatır. bu yüzdendir ki bir de, dönemlerin ve dönemlerin anlatıcılarının dili ve sizin o dile uyumunuz kitabın sonunu getirebilmeniz için çok önemli. eğer dili ne kadar muhteşem olursa olsun beğenmedi iseniz bırakın okumayın.
herkesin beğenilerine saygı duymak gibi bir zorunluluğunuz yok. beğenmiyorsanız koyun kenara, 5-10 yıl sonra okursunuz. gerçek bir okur kitaptan sıkılmak gibi bir saçmalığın içine düşmez. okuyacak, sadece efsane klasiklerden binlerce roman var. sevmediğini at kenara dursun, nasılsa sen bir okursun, elbet birgün o romana da vakit ayırırsın. "kitap beni çok sıktı, zar zor okudum" yorumları beni üzüyor resmen, ne gerek var ki bu işkenceyi kendinize yapmaya?
büyük harflerle yazıyorum "zorunda değilsiniz."
the catcher in the rye*, a tale of two cities sonrasında notre-dame de paris okumak gibidir. başlar başlamaz ilk 80-90 sayfada duvara çarparsınız.
kitap okurken, kitap okumaktan bunaltan kitaplara kendinizi hazırlayın ya da hiç okumayın. kitap okumaktan midenizin bulanmasını ve kitaplardan soğumayı emin olun istemezsiniz. beğenmediğiniz kitapları sırf genel beğeniyor diye kendinize dikte etmeyin.
ben bu romanı okudum. kürk mantolu madonna'nın 5-6 gömlek daha kaliteli olduğunu düşünüyorum. bu romana hissettiklerimin birebir aynısını ince memed için de hissediyorum. birçok insan ise türk edebiyatı'nda genelde 1 numaraya bu romanı ya da ince memed'i yazıyor. çünkü kendilerini küçük bir kitleye dahil zannedip böyle ağır ve rezil(evet yanlış duymadın rezil) anlatımlı romanları en üst sıralara taşıyorlar.
bunun çok benzeri william faulkner'ın the sound and the fury'sinde de var. yukarıda anlattıklarımın neredeyse aynısı bu romanda da var ve kendini gerçek okur zannedenler bu kitaplar üzerinden bir üstünlük gösterisi organize ediyorlar.
işin bir de dönem ayrıntısı vardır ki bakın, victor hugo'nun anlattığı paris te paris'tir, charles dickens'ın anlattığı paris te paris'tir. ben, dickens'in paris anlatımını daha çok severim mesela. çünkü dickens paris'teki muhteşem bir binanın kenarındaki mermeri 15 sayfa boyunca anlatmaz, o mermerin üzerinde oturan çocuğun dramını 15 sayfa anlatır. bu yüzdendir ki bir de, dönemlerin ve dönemlerin anlatıcılarının dili ve sizin o dile uyumunuz kitabın sonunu getirebilmeniz için çok önemli. eğer dili ne kadar muhteşem olursa olsun beğenmedi iseniz bırakın okumayın.
herkesin beğenilerine saygı duymak gibi bir zorunluluğunuz yok. beğenmiyorsanız koyun kenara, 5-10 yıl sonra okursunuz. gerçek bir okur kitaptan sıkılmak gibi bir saçmalığın içine düşmez. okuyacak, sadece efsane klasiklerden binlerce roman var. sevmediğini at kenara dursun, nasılsa sen bir okursun, elbet birgün o romana da vakit ayırırsın. "kitap beni çok sıktı, zar zor okudum" yorumları beni üzüyor resmen, ne gerek var ki bu işkenceyi kendinize yapmaya?
büyük harflerle yazıyorum "zorunda değilsiniz."
devamını gör...
4.
ciddi anlamda okumakta zorlandığım başka kitap olmamıştı herhalde. o kadar uzun sürdü ki bittiğinde üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissettim. yazarın iki kere sadeleştirme yaptığı bilgisini de vereyim. hikaye çok güzel fakat anlatım beni kanser etmişti. serveti fünun döneminde yazıldığı göz önünde bulundurulursa gayet olağan aslında.
devamını gör...
5.
halid ziya uşaklıgil'in çok kıymetli eseri.insanın hayatta her türlü zorlukla karşılaşabileceğini ve bu zorluklarla başa çıkmak için mücalede vermesi gerektiğini anlatan, okurken çok zamanımı alan fakat kesinlikle tavsiye edebileceğim müthiş bir roman.
devamını gör...
6.
bütünüyle ahmet cemil'in hayatini anlatıyor olsa da sanki kendim yaşıyormuş gibi okuyup hayal ettiğim bir kitaptı. 10 gün boyunca ahmet cemil lamia ikbal her yerde çekimleydiler. o kadar akıcı ve gerçekciydi yani. belki ilerleyen zamanlarda tekrar okuyabilirim dediğim sayılı kitaplardan oldu. puanım 9/10
devamını gör...
7.
lise yıllarımda herkes aşkı memnu ' yu okurken ben mai ve siyah 'ı seçmiş hakkında sunum hazirlamistim. okurken zorlandığımı hiç düşünmedim. yıllar sonra bu başlık sayesinde tekrar okuma isteği uyandi:)
devamını gör...
8.
bir türk olarak okumakta zorlandığım, 100 sene önce yazılmış bir kitabın dilinin ne kadar farklı olduğunu bize gösteren, batılı tarzda yazılmış, belki de ilk türk romanıdır. ilk bölümlerde çok sıkıcı konuşmalara şahit olduğumuz romanın, ikinci ve son bölümlerinde biraz daha akıcı olması hele şükür dedirtmiştir. kitabı genel hatlarıyla düşündüğümüzde , dönemine göre modern bir bakış açısı ve tasvirleriyle avrupai tarz yansıtan bir kitaptır. ağır arapça farsça karışımlı türkçe bir yazım olmasaydı gayet anlaşılabilir ve sevilebilecek bir romandır.
devamını gör...