1.
ㅤㅤㅤㅤㅤㅤ
son tanımları
3.
orhan veli kanık seçme şiirler
" serde erkeklik var, ağlayamam... "
bir garip orhan veli kanık imzalı 71 sayfalık eser; seçilmiş şiirleri yer almakta iken 1997 yılında yayınlanmıştır.
sayfa sayısı yayınevine göre değişiklik göstermektedir.
orhan veli bütün şiirleri kitabındaki şiirlerin çoğu bu kitapta da yer almaktadır.
o kitapta yer alan şiirlerden farklı şiirler okuyacağımı sandığım için bana biraz hayal kırıklığı oldu, ancak unutmamalı ki orhan veli kanık çok fazla şiir yazacak kadar uzun yaşayamamış, 36 yaşında bu hayattan göçüp gitmiştir...
bir mazlum olduğu her dizesinden belli iken, şiirlerinde gizli bir hiciv de söz konusu gibidir, kendisini çok önemseyen, dünyanın kendisi hatrına döndüğünü sananlar için kaleme aldığı şiirler de vardır, yalnızlığını, aşık olduğu zamanlarını, yoksulluğu ve de ölümü yansıtan şiirlerdir sıklıkla.
garipliği, hüznü, kimsesiz hissetmeyi, ağlamak isteyip de ağlayamamayı, çaresiz hissedilen zamanları, bir şeylere ya da hayata kırgın olmayı konu alan şiirler olduğunu söylemek mümkün olacaktır.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

mesele falan değildi öyle,
to be or not to be kendisi için;
bir akşam uyudu;
uyanmayıverdi.
aldılar, götürdüler.
yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
haklarını helâl ederler elbet.
alacağına gelince...
alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
şiir yazma hastalığım
hep böyle havalarda nüksetti;
beni bu güzel havalar mahvetti.
bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum..
istanbul'da, boğaziçi'ndeyim;
bir fakir orhan veli;
veli'nin oğlu;
târifsiz kederler içindeyim.
bakakalırım giden geminin ardından;
atamam kendimi denize, dünya güzel;
serde erkeklik var, ağlayamam..
böyle yokuş değilse eğer
ölüm hiç de fena bir şey değil.
hiçbirine bağlanmadım
ona bağlandığım kadar.
insanları sevmesini bilir
yaşamayı sevdiği kadar.
yaşamak kolay değil ya kardeşler,
ölmek de kolay değil;
kolay değil bu dünyadan ayrılmak...
bir garip orhan veli kanık imzalı 71 sayfalık eser; seçilmiş şiirleri yer almakta iken 1997 yılında yayınlanmıştır.
sayfa sayısı yayınevine göre değişiklik göstermektedir.
orhan veli bütün şiirleri kitabındaki şiirlerin çoğu bu kitapta da yer almaktadır.
o kitapta yer alan şiirlerden farklı şiirler okuyacağımı sandığım için bana biraz hayal kırıklığı oldu, ancak unutmamalı ki orhan veli kanık çok fazla şiir yazacak kadar uzun yaşayamamış, 36 yaşında bu hayattan göçüp gitmiştir...
bir mazlum olduğu her dizesinden belli iken, şiirlerinde gizli bir hiciv de söz konusu gibidir, kendisini çok önemseyen, dünyanın kendisi hatrına döndüğünü sananlar için kaleme aldığı şiirler de vardır, yalnızlığını, aşık olduğu zamanlarını, yoksulluğu ve de ölümü yansıtan şiirlerdir sıklıkla.
garipliği, hüznü, kimsesiz hissetmeyi, ağlamak isteyip de ağlayamamayı, çaresiz hissedilen zamanları, bir şeylere ya da hayata kırgın olmayı konu alan şiirler olduğunu söylemek mümkün olacaktır.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

mesele falan değildi öyle,
to be or not to be kendisi için;
bir akşam uyudu;
uyanmayıverdi.
aldılar, götürdüler.
yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.
duyarlarsa öldüğünü alacaklılar
haklarını helâl ederler elbet.
alacağına gelince...
alacağı yoktu zaten rahmetlinin.
şiir yazma hastalığım
hep böyle havalarda nüksetti;
beni bu güzel havalar mahvetti.
bir yer var, biliyorum;
her şeyi söylemek mümkün;
epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
anlatamıyorum..
istanbul'da, boğaziçi'ndeyim;
bir fakir orhan veli;
veli'nin oğlu;
târifsiz kederler içindeyim.
bakakalırım giden geminin ardından;
atamam kendimi denize, dünya güzel;
serde erkeklik var, ağlayamam..
böyle yokuş değilse eğer
ölüm hiç de fena bir şey değil.
hiçbirine bağlanmadım
ona bağlandığım kadar.
insanları sevmesini bilir
yaşamayı sevdiği kadar.
yaşamak kolay değil ya kardeşler,
ölmek de kolay değil;
kolay değil bu dünyadan ayrılmak...
devamını gör...
5.
düğüm (kısa film)
elif kübra dadalı tarafından yönetilen kısa film; senaryosu da elif kübra dadalı ve ayça dadalı tarafından yazılmış iken 2023 yılında yayınlanmıştır.

emek verdiği bir şeyi feda eden genç bir ressamın sevgi uğruna kendi yeteneğinden vazgeçmesi konu ediniliyor.
melek adlı genç kadın bitirdiği resimlere asla kendi imzasını atmıyor, onun yerine yalçın adındaki adam kendi imzasını atıp resmi kendisi yapmış gibi davranıyor ve boş yere göğsü kabarıyor,
ana fikir bence şuydu;
emek vermediğin hiçbir şey senin değildir,
filmin duygularla ilintisi fazla yoktu ama ben kendi bakış açıma göre yeniden yorumlayacağım, zirâ farklı bakış açılarından ele almaya ve yorumlamaya açık bir kısa filmdi.
bazen bir insana sen emek verirsin, onda en çok sen iz bırakmış, en çok sen düşünmüş, ardından en çok sen ağlamışsındır, cefasını sen çekmişsindir ama sefasını başkaları sürüyordur, film bana nedense bana bunu hatırlattı, emek verdiği esere başkası hiç emek vermeden sahip olduğu için olsa gerek diye düşünüyorum.
kesinlikle farklı bir kısa filmdi, sinematografik açıdan iyi gibiydi.
adı düğüm olsa da bağ konusunda düşündüren yanları vardı.
fedakârlık ve ödün verme üzerine de düşündüren bir kısa filmdi.

emek verdiği bir şeyi feda eden genç bir ressamın sevgi uğruna kendi yeteneğinden vazgeçmesi konu ediniliyor.
melek adlı genç kadın bitirdiği resimlere asla kendi imzasını atmıyor, onun yerine yalçın adındaki adam kendi imzasını atıp resmi kendisi yapmış gibi davranıyor ve boş yere göğsü kabarıyor,
ana fikir bence şuydu;
emek vermediğin hiçbir şey senin değildir,
filmin duygularla ilintisi fazla yoktu ama ben kendi bakış açıma göre yeniden yorumlayacağım, zirâ farklı bakış açılarından ele almaya ve yorumlamaya açık bir kısa filmdi.
bazen bir insana sen emek verirsin, onda en çok sen iz bırakmış, en çok sen düşünmüş, ardından en çok sen ağlamışsındır, cefasını sen çekmişsindir ama sefasını başkaları sürüyordur, film bana nedense bana bunu hatırlattı, emek verdiği esere başkası hiç emek vermeden sahip olduğu için olsa gerek diye düşünüyorum.
kesinlikle farklı bir kısa filmdi, sinematografik açıdan iyi gibiydi.
adı düğüm olsa da bağ konusunda düşündüren yanları vardı.
fedakârlık ve ödün verme üzerine de düşündüren bir kısa filmdi.
devamını gör...
6.
nadia hashimi
1977 doğumlu afgan asıllı amerikalı yazar ve çocuk doktoru olarak bilinir; ayrıca kadın hakları savunucusu olarak da tanınmıştır.
amerika'da yaşamına devam ettiği bilinmektedir.
bazı kitapları
kadife pantolonlu çocuk
kabuğunu kıran inci
penceresiz ev
ay düşerken

amerika'da yaşamına devam ettiği bilinmektedir.
bazı kitapları
kadife pantolonlu çocuk
kabuğunu kıran inci
penceresiz ev
ay düşerken

devamını gör...
7.
hızır (şarkı)
türkücü ve sunucu songül karlı şarkısı; 2023 yılında yayınlanmış iken söz müziğin ayaz aydın imzası taşıdığı bilinmektedir.

yetiş ya hızır dardayım hazır hazır
nefes almak haram
yaşamaksa kusur
gel de kurtar beni
bu dert yutar beni
kalmadı bende huzur...

yetiş ya hızır dardayım hazır hazır
nefes almak haram
yaşamaksa kusur
gel de kurtar beni
bu dert yutar beni
kalmadı bende huzur...
devamını gör...
8.
neredeyse yaşayacaktın
" sendin ölümüm: tutabilirdim seni,
her şey düşerken elimden... "
1920/ 1970 yılları arasında yaşayan büyük edebiyatçı paul celan imzalı eser; dilimize oruç aruoba tarafından çevrilmiş ve türkçe baskısı 2005 yılında yapılmıştır.
şiirlerin almanca asılları da kitaba eklenmiştir.
zaman kırmızısı dudaklarla
hiçkimse'nin gülü
ellerin zamanlarla dolu
dil kafesi kitaplarından sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu.
neredeyse yaşayacaktın, ama öldün hissinin ağır bastığı şiirlerdi benim için,
hayatın söze dökülememiş kırıcı yan ve zamanlarını emsalsiz bir şiirle yansıtıyor paul celan.
onulmaz uzaklıkları, kendisine dair fark edişleri, vâroluşu ve ölümü, aşkı, birine duyulan bağlılığı, bazen de her şeyin kayıp gidişini, acıyı, hayatın keskin olduğu zamanları yansıtıyor şiirlerinde.
kişiyi sorgulamaya iten, düşündüren, merak uyandıran, sarsan, yıkan ve derinden etkileyen şiirler olduğunu söylemek mümkün olacaktır, en düşündürücü bulduğum sözlerden biri ise " ağlamayı öğrenirken " sözü oldu, ağlamayı öğrenmek sözünü ise gerçek acıyla tanışma eylemi olarak düşünmek mümkün gibi.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.
kesinlikle okunulası bir eserdi.

anam, yanımdan, yaktı kar beni:
aradığımda yüreğimi, ağlasın diye, bulduğum, ah, yaz kokusuydu, senin gibiydi.
geldi yaşlar. dokudum örtüyü.
o suskun kadın
gelip koparınca kafalarını lalelerin:
kim kazanır?
kim kaybeder?
kim çıkar pencereye?
ilk kim anar onun adını?
benim gözlerimi alan biridir.
onda gözlerim, kapılar kapanalı beri.
parmaklarında taşır onları yüzükler gibi.
taşır şehvet ve safir parçaları gibi:
kardeşim olmuştu bile güzün;
sayıyor bile günleri ve geceleri.
ölüm bir ustadır
gözü mavidir almanya’dan
seni vurur kurşunla, vurur tam alnından..
yakınız, efendimiz,
yakın ve kavranabilir.
gelsin, daha hiç olmayan!
gelsin bir insan mezardan..
ve olduğum,
bağışlar eskiden olduğumu.
o taş.
o taş, havadaki, izlediğim.
senin gözün, taş kadar kör.
ışınlar. itiyorlar bizi birbirimize.
taşıyoruz görüntüyü, acıyı ve adları.
geçti sıla ile uçurum arasında hafızandan
bir yabancı yitmişlik
biçimlenip gelmişti karşına,
sanki neredeyse yaşayacaktın.
yazılmamış yapraklardan okunan mektup, ölüm durgunluğu yansılarının üstünde gümüş grisi zincir,
peşinden üç gümüş vuruş.
bilirsin: atlayış seni aşar, hep.
zamanı geldi, zamanın gelmesinin.
üzerine yağmur yağan patikada
küçük hokkabaz vaazı sessizliğin.
öyle, sanki işitebilecektin,
sanki seni hâlâ sevdiğimi.
nerede kendimi unuttumsa
sende düşünce oldun,
bir şey hışırdayıp geçti ikimizin içinden:
dünyanın ilk en son sallantısı.
ikisi de ister vârolmayı ve ölmeyi..
her şey düşerken elimden... "
1920/ 1970 yılları arasında yaşayan büyük edebiyatçı paul celan imzalı eser; dilimize oruç aruoba tarafından çevrilmiş ve türkçe baskısı 2005 yılında yapılmıştır.
şiirlerin almanca asılları da kitaba eklenmiştir.
zaman kırmızısı dudaklarla
hiçkimse'nin gülü
ellerin zamanlarla dolu
dil kafesi kitaplarından sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu.
neredeyse yaşayacaktın, ama öldün hissinin ağır bastığı şiirlerdi benim için,
hayatın söze dökülememiş kırıcı yan ve zamanlarını emsalsiz bir şiirle yansıtıyor paul celan.
onulmaz uzaklıkları, kendisine dair fark edişleri, vâroluşu ve ölümü, aşkı, birine duyulan bağlılığı, bazen de her şeyin kayıp gidişini, acıyı, hayatın keskin olduğu zamanları yansıtıyor şiirlerinde.
kişiyi sorgulamaya iten, düşündüren, merak uyandıran, sarsan, yıkan ve derinden etkileyen şiirler olduğunu söylemek mümkün olacaktır, en düşündürücü bulduğum sözlerden biri ise " ağlamayı öğrenirken " sözü oldu, ağlamayı öğrenmek sözünü ise gerçek acıyla tanışma eylemi olarak düşünmek mümkün gibi.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bitiriyorum.
kesinlikle okunulası bir eserdi.

anam, yanımdan, yaktı kar beni:
aradığımda yüreğimi, ağlasın diye, bulduğum, ah, yaz kokusuydu, senin gibiydi.
geldi yaşlar. dokudum örtüyü.
o suskun kadın
gelip koparınca kafalarını lalelerin:
kim kazanır?
kim kaybeder?
kim çıkar pencereye?
ilk kim anar onun adını?
benim gözlerimi alan biridir.
onda gözlerim, kapılar kapanalı beri.
parmaklarında taşır onları yüzükler gibi.
taşır şehvet ve safir parçaları gibi:
kardeşim olmuştu bile güzün;
sayıyor bile günleri ve geceleri.
ölüm bir ustadır
gözü mavidir almanya’dan
seni vurur kurşunla, vurur tam alnından..
yakınız, efendimiz,
yakın ve kavranabilir.
gelsin, daha hiç olmayan!
gelsin bir insan mezardan..
ve olduğum,
bağışlar eskiden olduğumu.
o taş.
o taş, havadaki, izlediğim.
senin gözün, taş kadar kör.
ışınlar. itiyorlar bizi birbirimize.
taşıyoruz görüntüyü, acıyı ve adları.
geçti sıla ile uçurum arasında hafızandan
bir yabancı yitmişlik
biçimlenip gelmişti karşına,
sanki neredeyse yaşayacaktın.
yazılmamış yapraklardan okunan mektup, ölüm durgunluğu yansılarının üstünde gümüş grisi zincir,
peşinden üç gümüş vuruş.
bilirsin: atlayış seni aşar, hep.
zamanı geldi, zamanın gelmesinin.
üzerine yağmur yağan patikada
küçük hokkabaz vaazı sessizliğin.
öyle, sanki işitebilecektin,
sanki seni hâlâ sevdiğimi.
nerede kendimi unuttumsa
sende düşünce oldun,
bir şey hışırdayıp geçti ikimizin içinden:
dünyanın ilk en son sallantısı.
ikisi de ister vârolmayı ve ölmeyi..
devamını gör...
11.
ateş dansı
" arkama bakamam zorlama beni... "
1933/ 2021 yılları arasında yaşayan türk şair ve yazar sezai karakoç imzalı eser; 1995 yılında yayınlandığı bilinmektedir.
monna rosa ve leyla ile mecnun (kitap) adlı eserlerinden sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu.
sezai karakoç okuduğum her kitabında sanki göğsüme bir hançer saplar gibi, nitekim bu kitabında da böyle oldu, etkileyici bulduğum dize sayısı azımsanamayacak ölçüdeydi.
ruhun ateşte yanmasını, insanın birden ölüme soyunmasını, mevsimlerin ve zemherinin acımasızlığını, unutulanı hatırlamayı, yazısız bir mezar taşı gibi hissedilen zamanları, hayatın keskinliğinin hissedildiği durumları kendine özgü bir şiir formuyla yansıtıyor bu kitabındaki şiirlerinde sezai karakoç
geride bırakmış olmanın ağır gelme hissi ile yaşamayı, yaşamın kıyamet gibi geldiği anları, benzerine az rastlanılır bir biçimde yazıyor şair, düşündüren, etkileyen, ürpertici bir şiir söz konusu sanki, hayatın zemheri olduğu zamanları derinden hissettiren şiirler olduğunu söylemem mümkün olacaktır.
şiirlerin bendeki yansıması bu şekildeydi, beklentimi karşılayan bir kitap oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

dağların dibinden gelen depremi durduramazdı.
heykeltıraş için değil, ressam için değil
şair için model olmayı bildi.
bir anda hayatı soyunup ölüme girdi...
sonbahar acımasız bir ruh gibi
göğdelere siner..
ev içlerinde unutulanı
hep o unutulanı hatırlatır.
ve sen şairsin,
kelimeler ülkesindeki bilge.
yazısız bir mezar taşısın belki
ama kendisi yazı olan.
git gidebildiğin yere
kağıttan kalemden, defterden öte.
merhameti ruhun en iç musîkisi yapmak
ve ölümü çevirmek diriliş hayatına.
önüne çıkar hayat, yol kesen gibi.
bu korkunç talandan ne umdun?
düğün bitti, bir ağıt kaldı ortada sade.
öldü ve kendi ağıtını yazamadan gitti..
1933/ 2021 yılları arasında yaşayan türk şair ve yazar sezai karakoç imzalı eser; 1995 yılında yayınlandığı bilinmektedir.
monna rosa ve leyla ile mecnun (kitap) adlı eserlerinden sonra kendisinden okuduğum son kitap bu oldu.
sezai karakoç okuduğum her kitabında sanki göğsüme bir hançer saplar gibi, nitekim bu kitabında da böyle oldu, etkileyici bulduğum dize sayısı azımsanamayacak ölçüdeydi.
ruhun ateşte yanmasını, insanın birden ölüme soyunmasını, mevsimlerin ve zemherinin acımasızlığını, unutulanı hatırlamayı, yazısız bir mezar taşı gibi hissedilen zamanları, hayatın keskinliğinin hissedildiği durumları kendine özgü bir şiir formuyla yansıtıyor bu kitabındaki şiirlerinde sezai karakoç
geride bırakmış olmanın ağır gelme hissi ile yaşamayı, yaşamın kıyamet gibi geldiği anları, benzerine az rastlanılır bir biçimde yazıyor şair, düşündüren, etkileyen, ürpertici bir şiir söz konusu sanki, hayatın zemheri olduğu zamanları derinden hissettiren şiirler olduğunu söylemem mümkün olacaktır.
şiirlerin bendeki yansıması bu şekildeydi, beklentimi karşılayan bir kitap oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

dağların dibinden gelen depremi durduramazdı.
heykeltıraş için değil, ressam için değil
şair için model olmayı bildi.
bir anda hayatı soyunup ölüme girdi...
sonbahar acımasız bir ruh gibi
göğdelere siner..
ev içlerinde unutulanı
hep o unutulanı hatırlatır.
ve sen şairsin,
kelimeler ülkesindeki bilge.
yazısız bir mezar taşısın belki
ama kendisi yazı olan.
git gidebildiğin yere
kağıttan kalemden, defterden öte.
merhameti ruhun en iç musîkisi yapmak
ve ölümü çevirmek diriliş hayatına.
önüne çıkar hayat, yol kesen gibi.
bu korkunç talandan ne umdun?
düğün bitti, bir ağıt kaldı ortada sade.
öldü ve kendi ağıtını yazamadan gitti..
devamını gör...
12.
feuer frei
alman müzik grubu rammstein şarkısı; grubun 2001 yılında yayınladığı mutter adlı albümde yer almaktadır.
şarkının birden fazla isim tarafından yazıldığı bilinmektedir.

acıyı bilenler tehlikelidir
ruhu yakan ateşten
patlama! patlama!
ateşler içindeki bir çocuk tehlikelidir
onu hayattan ayıran ateşle birlikte
senin mutluluğun
benim mutluluğum değil,
benim sefaletim
senin mutluluğun
benim sefaletim...
şarkının birden fazla isim tarafından yazıldığı bilinmektedir.

acıyı bilenler tehlikelidir
ruhu yakan ateşten
patlama! patlama!
ateşler içindeki bir çocuk tehlikelidir
onu hayattan ayıran ateşle birlikte
senin mutluluğun
benim mutluluğum değil,
benim sefaletim
senin mutluluğun
benim sefaletim...
devamını gör...
13.
annenin ölmesi
dünyanın neresine gidersen git, bundan daha büyük bir acı bulamayacaksın.
(evlat acısı hariç)
(evlat acısı hariç)
devamını gör...
14.
anja kampmann
1983 doğumlu alman yazar ve şair olarak bilinir; yazdığı kitabın çok sayıda ödül aldığı bilinmekte iken türkçe'ye çevrilmiş bir kitabı da bulunmaktadır.
bazı kitapları
sular yükselirken

insan, her şeyin içinden kayıp geçtiği ince zardı adeta.
bir insanın yaşadığı zamanı döndürebileceği ve hikaye parçalarından sonunda bir bütün oluşturacağı an gelecek miydi acaba?
bazı kitapları
sular yükselirken

insan, her şeyin içinden kayıp geçtiği ince zardı adeta.
bir insanın yaşadığı zamanı döndürebileceği ve hikaye parçalarından sonunda bir bütün oluşturacağı an gelecek miydi acaba?
devamını gör...
16.
anne şefkati (kısa film)
kim tarafından çekildiği umrumda değil, ama yine de belirtmek gerekiyor, resul kurt ve eyüp kurt tarafından çekilen kısa film; 2020 yılında yayınlanmıştır.

bu yazıyı da filmi tanıtmak için değil, hayatta her an herkesi kaybedebileceğimiz gerçeğini hatırlatmak için yazıyorum.
annesinin ve büyüklerinin öğütlerini dinlemeyen, öf! demeyi alışkanlık haline getirmiş bir çocuğun annesinin kıymetini bilmemesi konu ediniliyor.
o sırada yanına gelen arkadaşı ise ona bu davranışının doğru olmadığını anlatıyor, onun annesi ise artık yok, damdan düşenin halini damdan düşen anladığı için diğer çocuklar onun söylediklerini pek de ciddiye almıyor, daha sonra annesi artık hayatta olmayan çocuğun annesinin mezarına gittiğini görüyoruz, annesine sarılmak isterken toprağına sarılmak dışında çaresi kalmamış.
5 gündür öksüz olan benim için duygusal bir kısa filmdi, özellikle de diğer çocuk annesinin mezarındayken yukarda bir melek imgesi görülüyor, annesinin onu sadece fiziksel olarak bırakmak zorunda kaldığını ama artık hayatta olmasa bile koruduğunu düşündürüyor.
yunus emre'nin çok sevdiğim bir lafı vardır, ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil diye...
bu söz acıya dayanma gücü veriyor olsa da sevdiklerimizin kıymetini onlar yaşarken bilmek zorunda olduğumuz gerçeğini de değiştirmiyor.
hayat bilinmez ve tahmin edilemez bir şeydir, kimi ne zaman nasıl kaybedeceğini bilemezsin, her kaybediş zamansız ve kahredicidir, geriye sadece anılar ve keşkeler kalır, toprağına sarılmak ve yüzünü son kez görmek her şeyden daha acı olduğu için onlara olan sevgimizi onlar hayatta iken hissettirmeliyiz.
çünkü mezar taşları ses duymuyor...

bu yazıyı da filmi tanıtmak için değil, hayatta her an herkesi kaybedebileceğimiz gerçeğini hatırlatmak için yazıyorum.
annesinin ve büyüklerinin öğütlerini dinlemeyen, öf! demeyi alışkanlık haline getirmiş bir çocuğun annesinin kıymetini bilmemesi konu ediniliyor.
o sırada yanına gelen arkadaşı ise ona bu davranışının doğru olmadığını anlatıyor, onun annesi ise artık yok, damdan düşenin halini damdan düşen anladığı için diğer çocuklar onun söylediklerini pek de ciddiye almıyor, daha sonra annesi artık hayatta olmayan çocuğun annesinin mezarına gittiğini görüyoruz, annesine sarılmak isterken toprağına sarılmak dışında çaresi kalmamış.
5 gündür öksüz olan benim için duygusal bir kısa filmdi, özellikle de diğer çocuk annesinin mezarındayken yukarda bir melek imgesi görülüyor, annesinin onu sadece fiziksel olarak bırakmak zorunda kaldığını ama artık hayatta olmasa bile koruduğunu düşündürüyor.
yunus emre'nin çok sevdiğim bir lafı vardır, ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil diye...
bu söz acıya dayanma gücü veriyor olsa da sevdiklerimizin kıymetini onlar yaşarken bilmek zorunda olduğumuz gerçeğini de değiştirmiyor.
hayat bilinmez ve tahmin edilemez bir şeydir, kimi ne zaman nasıl kaybedeceğini bilemezsin, her kaybediş zamansız ve kahredicidir, geriye sadece anılar ve keşkeler kalır, toprağına sarılmak ve yüzünü son kez görmek her şeyden daha acı olduğu için onlara olan sevgimizi onlar hayatta iken hissettirmeliyiz.
çünkü mezar taşları ses duymuyor...
devamını gör...
17.
batık kent
" yitiş başlıyor... "
1920/ 1993 yılları arasında yaşayan türk şair, yazar ve senarist sabahattin kudret aksal imzalı 132 sayfalık eser; hayatını kaybettikten sonra yayınlanmış ve kapağında ise son şiirler olduğu belirtilmiştir.
geçenlerde okuduğum eşik (kitap) adlı eserinden sonra içimde diğer yazdıklarını da okuma isteği peydâ oldu,
anlamına erişmenin kolay olmadığını düşündüğüm bir şiir tarzı söz konusu gibi.
kitabımıza geçelim;
kitabın adının batık kent olduğu gibi, sanki bir batışı, bir yok oluşu, bir yitirmeyi, bir sonu hissettirmeyi amaçlayan şiirler gibiydi.
boşuna avunmayı, çocukluğa duyulan özlemi, yaşamın ansızın bitiverecek olmasını, zamanın bizden bağımsızlığını, sonsuz sandıklarının yok oluşunu, hiç olduğunu hissetmeyi, zamanın ürpertici olduğu zamanları derinden hissettiren şiirlerdi.
insanın anılarından ibâret olduğunu düşündüren dizeler de vardı, gidenin yokluğunda kendine kalmayı hissettiren şiirler de, çok severek okuduğum bir kitap oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

yok neye baksan
zaman şimdi anlatı.
sanrı eşittir görmekle.
bize bakıp sırıtmakta
çürük dişleri gecenin.
dün, özlemdi.
şimdi, anı.
hep uzaklaşır saat bir şeyden
bilsek, neden?
harap bahçelerden geçtim
ölmek için yanınızda
savruldum öteye
hiçtim
sonu buldum kapınızda.
nesnelerdeyim, uzantıda
sonsuza dek uyanık..
gördük, her şey yaşandı ve öldü.
bir tınıyla sessizliğimizde
arkaya bakmadan gideriz biz de...
her şey şaşkınlığa benziyor!
ölüverdik bir günde.
gitsek diyorduk
sonuna dek düşüncenin..
1920/ 1993 yılları arasında yaşayan türk şair, yazar ve senarist sabahattin kudret aksal imzalı 132 sayfalık eser; hayatını kaybettikten sonra yayınlanmış ve kapağında ise son şiirler olduğu belirtilmiştir.
geçenlerde okuduğum eşik (kitap) adlı eserinden sonra içimde diğer yazdıklarını da okuma isteği peydâ oldu,
anlamına erişmenin kolay olmadığını düşündüğüm bir şiir tarzı söz konusu gibi.
kitabımıza geçelim;
kitabın adının batık kent olduğu gibi, sanki bir batışı, bir yok oluşu, bir yitirmeyi, bir sonu hissettirmeyi amaçlayan şiirler gibiydi.
boşuna avunmayı, çocukluğa duyulan özlemi, yaşamın ansızın bitiverecek olmasını, zamanın bizden bağımsızlığını, sonsuz sandıklarının yok oluşunu, hiç olduğunu hissetmeyi, zamanın ürpertici olduğu zamanları derinden hissettiren şiirlerdi.
insanın anılarından ibâret olduğunu düşündüren dizeler de vardı, gidenin yokluğunda kendine kalmayı hissettiren şiirler de, çok severek okuduğum bir kitap oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

yok neye baksan
zaman şimdi anlatı.
sanrı eşittir görmekle.
bize bakıp sırıtmakta
çürük dişleri gecenin.
dün, özlemdi.
şimdi, anı.
hep uzaklaşır saat bir şeyden
bilsek, neden?
harap bahçelerden geçtim
ölmek için yanınızda
savruldum öteye
hiçtim
sonu buldum kapınızda.
nesnelerdeyim, uzantıda
sonsuza dek uyanık..
gördük, her şey yaşandı ve öldü.
bir tınıyla sessizliğimizde
arkaya bakmadan gideriz biz de...
her şey şaşkınlığa benziyor!
ölüverdik bir günde.
gitsek diyorduk
sonuna dek düşüncenin..
devamını gör...
18.
bir doktorun hayatı
" beni türk hekimlerine emanet ediniz... "
mustafa kemal atatürk
senaryosu murat toktamışoğlu tarafından yazılan ve aynı ismin yönettiği kısa film; 2015 yılında yayınlanmış ve cerrahpaşa tıp fakültesi mezunlarının katkılarıyla hazırlanmış olduğu bilgisi verilmiştir.

bir doktorun çocukluğundan itibaren doktor olduğu zamana kadar yaşadıkları, küçük kızının bakış açısından anlatılmıştır.
babası çocuk oluyor, teneffüslerde bile ders çalışıyor hep babası, büyüyor ve tıp fakültesini kazanıyor, doktor olmak için yaşamının büyük bir bölümünü bu uğurda feda etmiş ve hastasını kaybettiğinde gözyaşı döküyor, mesleğini salt statü ve para için yapmıyor, canın kıymetini bilerek yaşıyor.
hayat kurtarmak üzerine kurulu bu yaşamda yeri geliyor çocuğunun doğum günü partisini yarıda bırakıp acil vakalarda hastalarına koşuyor, hastayı kaybettiğinde ise hasta yakını tarafından sözel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor, ya da öldürülebiliyor...
doktorluk en kutsal mesleklerden biri ve hayat kurtardıkları için emeklerine paha biçilemez, hiçbir doktor hasta yakını tarafından öldürülmeyi hak etmez, doktorlara ve sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin oldukça duygusal bir biçimde yansıtıldığı, etkileyici bir kısa filmdi.
ailenden birini, en sevdiğin insanı bir doktora emanet ettiysen, dünyada en muhtaç olduğun kişi, o doktordur.
bunu unutmamalı..
mustafa kemal atatürk
senaryosu murat toktamışoğlu tarafından yazılan ve aynı ismin yönettiği kısa film; 2015 yılında yayınlanmış ve cerrahpaşa tıp fakültesi mezunlarının katkılarıyla hazırlanmış olduğu bilgisi verilmiştir.

bir doktorun çocukluğundan itibaren doktor olduğu zamana kadar yaşadıkları, küçük kızının bakış açısından anlatılmıştır.
babası çocuk oluyor, teneffüslerde bile ders çalışıyor hep babası, büyüyor ve tıp fakültesini kazanıyor, doktor olmak için yaşamının büyük bir bölümünü bu uğurda feda etmiş ve hastasını kaybettiğinde gözyaşı döküyor, mesleğini salt statü ve para için yapmıyor, canın kıymetini bilerek yaşıyor.
hayat kurtarmak üzerine kurulu bu yaşamda yeri geliyor çocuğunun doğum günü partisini yarıda bırakıp acil vakalarda hastalarına koşuyor, hastayı kaybettiğinde ise hasta yakını tarafından sözel ve fiziksel şiddete maruz kalıyor, ya da öldürülebiliyor...
doktorluk en kutsal mesleklerden biri ve hayat kurtardıkları için emeklerine paha biçilemez, hiçbir doktor hasta yakını tarafından öldürülmeyi hak etmez, doktorlara ve sağlık çalışanlarına uygulanan şiddetin oldukça duygusal bir biçimde yansıtıldığı, etkileyici bir kısa filmdi.
ailenden birini, en sevdiğin insanı bir doktora emanet ettiysen, dünyada en muhtaç olduğun kişi, o doktordur.
bunu unutmamalı..
devamını gör...
19.
alabama'da şafak
" yüreğim paramparça... "
amerikalı şair ve yazar langston hughes imzalı 122 sayfalık eser; türkçe'ye ergin koparan tarafından çevrilmiştir.
özgün baskısı 1969 yılında yayınlanmış iken türkçe baskısı ise 1985 yılında yapılmıştır.
bir siyahî olan langston hughes ırkından dolayı türlü aşağılamalara ve şiddete maruz kalmış, beyaz ırkın üstünlüğü her yerde ve her zaman karşısına çıkmış, otobüse bindiğinde hep en arkaya oturmak zorunda kalırmış, ten rengiyle dalga geçilir ve değersiz hissettirilirmiş.
şiir türünde yer alan kitapta bu gibi durumlar şiir formunda karşımıza çıkıyor, şairin maruz kaldığı ırkçılık onu ise beyaz olmak isteyen ve beyazlardan nefret eden biri haline getirmiş, direkt böyle söylemiyor ama şiirlerde yine de bu gerçeklik hissediliyor.
tek bir konu etrafında örülü şiirler olmasından dolayı umduğum etkiyi bulamadığım bir kitap oldu, elbette içinde olduğu durumu, ele aldığı metne yansıtabilir insan, ancak bu durumdan başka hiçbir şeyden söz etmeyince fazla etkileyici olamayabiliyor.
langston hughes yaşadığı travmalara, ırkçılığa rağmen yine de umudunu yitirmemeye çalışan bir insan olduğunu da bazı şiirlerinden hissettiriyor.
en iyi bulduğum dize ise;
yüreğim paramparça dizesi oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

karayım ben:
gecenin karanlığınca kara,
afrikamın derinliklerince kara.
köleydim ben:
sildirirdi sezar, saray merdivenlerini bana.
bendim,
washington'un çizmelerini parlatan.
merak ediyorum nerede öleceğimi.
yalnız olduğum zamanlar,
bilmem neden
yalnız olmayacağını düşünürüm
hep ileride.
ben de sizin gibi özgürlük istiyorum.
öyle can sıkıcı ki
hep yoksul olmak.
ölüm umurumda değil,
fakat nefret ediyorum
yapayalnız ölmekten.
biliyorum, beni neyin çıldırttığını.
etkim yok senin üzerinde.
fakat sürdüreceğim yakana yapışmayı.
çıldırtana dek seni.
düş yitince,
hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
sanki el ele verip
almak istediler elimden
gülmemi, sevmemi, yaşamamı..
amerikalı şair ve yazar langston hughes imzalı 122 sayfalık eser; türkçe'ye ergin koparan tarafından çevrilmiştir.
özgün baskısı 1969 yılında yayınlanmış iken türkçe baskısı ise 1985 yılında yapılmıştır.
bir siyahî olan langston hughes ırkından dolayı türlü aşağılamalara ve şiddete maruz kalmış, beyaz ırkın üstünlüğü her yerde ve her zaman karşısına çıkmış, otobüse bindiğinde hep en arkaya oturmak zorunda kalırmış, ten rengiyle dalga geçilir ve değersiz hissettirilirmiş.
şiir türünde yer alan kitapta bu gibi durumlar şiir formunda karşımıza çıkıyor, şairin maruz kaldığı ırkçılık onu ise beyaz olmak isteyen ve beyazlardan nefret eden biri haline getirmiş, direkt böyle söylemiyor ama şiirlerde yine de bu gerçeklik hissediliyor.
tek bir konu etrafında örülü şiirler olmasından dolayı umduğum etkiyi bulamadığım bir kitap oldu, elbette içinde olduğu durumu, ele aldığı metne yansıtabilir insan, ancak bu durumdan başka hiçbir şeyden söz etmeyince fazla etkileyici olamayabiliyor.
langston hughes yaşadığı travmalara, ırkçılığa rağmen yine de umudunu yitirmemeye çalışan bir insan olduğunu da bazı şiirlerinden hissettiriyor.
en iyi bulduğum dize ise;
yüreğim paramparça dizesi oldu.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.

karayım ben:
gecenin karanlığınca kara,
afrikamın derinliklerince kara.
köleydim ben:
sildirirdi sezar, saray merdivenlerini bana.
bendim,
washington'un çizmelerini parlatan.
merak ediyorum nerede öleceğimi.
yalnız olduğum zamanlar,
bilmem neden
yalnız olmayacağını düşünürüm
hep ileride.
ben de sizin gibi özgürlük istiyorum.
öyle can sıkıcı ki
hep yoksul olmak.
ölüm umurumda değil,
fakat nefret ediyorum
yapayalnız ölmekten.
biliyorum, beni neyin çıldırttığını.
etkim yok senin üzerinde.
fakat sürdüreceğim yakana yapışmayı.
çıldırtana dek seni.
düş yitince,
hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
sanki el ele verip
almak istediler elimden
gülmemi, sevmemi, yaşamamı..
devamını gör...
20.
ahmed şamlu seçme şiirler
" yokluğun, diri gömülme deneyi... "
tam adı ey aşk, ey aşk! mavi yüzün görünmüyor olan, ahmed şamlu imzalı 71 sayfalık eser; farsça aslından dilimize ise cavit mukaddes tarafından çevrilmiş ve 2004 yılında yayınlanmıştır.
ahmed şamlu; 1925/ 2000 yılları arasında yaşamış iranlı şair, yazar, gazeteci ve yönetmen olarak bilinmektedir.
modern iran şiirinin temel taşlarından biri kabul edilmiştir.
kitabın adında ünlem ve noktalama işaretleri yer aldığı için anlatım bozukluğuna mahal vermemek adına seçme şiirler adıyla açılmıştır.
şairin okuduğum ilk kitabı oldu,
kelimeleri böylesine etkileyici bir insanla edebî açıdan tanışmış olmaktan oldukça mutluyum, son zamanlarda okuduğum en iyi şiir kitaplarından biriydi.
aşka, ölüme, ayrılmış olmaya, beklemeye, bağlanmış olmaya, bağların kopuşuna dair oldukça etkileyici ve sarsıcı şiirlerdi, bazı dizeleri o kadar iyiydi ki, o neydi lan dercesine büyülendiğim fazla dize vardı.
en etkileyici bulduğum dizelerden biri ise;
yokluğun, diri gömülme deneyi dizesi oldu, birinin yokluğunun diri gömülmekle eş değer tutulması hayli etkileyici ve düşündürücüydü.
şairin hayatın fırtınalı zamanlarını kendine özgü bir şiir formuyla yansıtma biçimi fevkâlâde idi, aşk, ölüm, yıkım üzerine düşündüren bir yanı vardı şiirlerin.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.
ey aşk, ey aşk! mavi yüzün görünmüyor..

sitemin yenilgisidir bakışın
ve gözlerin
yarının yepyeni bir gün olacağını söylüyor.
öykü değilim -okumak için
-ses değilim -duymak için-
veya görebileceğin bir şey
öğrenebileceğin bir şey değilim.
ben, ortak sızıyım.
gizli aydınlıkta seninle ağladım,
hayatta olanlar için,
ve karanlık mezarlıkta seninle söyledim
en güzel nağmeleri
çünkü bu sene ölenler
yeryüzünün en yüce aşıkları sayılırdı.
sesin, sesimi çok iyi tanıyor..
boynumuza saplanan hançerle
zamanın dışındayız.
ateşin ve ilahın olmadığı bir boşlukta
senin bakışını ve itimadını
ümitsiz dualarla istedim.
senin aynanın karşısına
bir ayna bırakıyorum
senden ebedi bir varlık yaratmak için.
ve mesafe boş bir tecrübedir.
gömleğinin kokusu burada şimdi,
ve uzaklarda dağlar soğuktur.
ellerinin şarkısından yoksunum,
ve dünya merhabadan yoksun.
onun hatırası
-ki öfke ve cesaret sembolüdür
ateşi parlatıyor, açık gözlerinizde.
geç vakitlere kadar.
fırsat acımasızca kısaydı,
ve olay, beklenmedik...
yazmış olduğum o dar geçide
elvedaya
dönüp bakıyorum:
zaman kısaydı
ve yolculuk usandırıcı
fakat biricikti eksiksiz.
hiç kimse
kendi ölümüne böyle korkunç kalkmadı benim yaşama oturduğum gibi.
ben senin ilk bakışınla başlatıldım...
tam adı ey aşk, ey aşk! mavi yüzün görünmüyor olan, ahmed şamlu imzalı 71 sayfalık eser; farsça aslından dilimize ise cavit mukaddes tarafından çevrilmiş ve 2004 yılında yayınlanmıştır.
ahmed şamlu; 1925/ 2000 yılları arasında yaşamış iranlı şair, yazar, gazeteci ve yönetmen olarak bilinmektedir.
modern iran şiirinin temel taşlarından biri kabul edilmiştir.
kitabın adında ünlem ve noktalama işaretleri yer aldığı için anlatım bozukluğuna mahal vermemek adına seçme şiirler adıyla açılmıştır.
şairin okuduğum ilk kitabı oldu,
kelimeleri böylesine etkileyici bir insanla edebî açıdan tanışmış olmaktan oldukça mutluyum, son zamanlarda okuduğum en iyi şiir kitaplarından biriydi.
aşka, ölüme, ayrılmış olmaya, beklemeye, bağlanmış olmaya, bağların kopuşuna dair oldukça etkileyici ve sarsıcı şiirlerdi, bazı dizeleri o kadar iyiydi ki, o neydi lan dercesine büyülendiğim fazla dize vardı.
en etkileyici bulduğum dizelerden biri ise;
yokluğun, diri gömülme deneyi dizesi oldu, birinin yokluğunun diri gömülmekle eş değer tutulması hayli etkileyici ve düşündürücüydü.
şairin hayatın fırtınalı zamanlarını kendine özgü bir şiir formuyla yansıtma biçimi fevkâlâde idi, aşk, ölüm, yıkım üzerine düşündüren bir yanı vardı şiirlerin.
seçtiğim bazı dizeleri bırakarak burada bir son veriyorum.
ey aşk, ey aşk! mavi yüzün görünmüyor..

sitemin yenilgisidir bakışın
ve gözlerin
yarının yepyeni bir gün olacağını söylüyor.
öykü değilim -okumak için
-ses değilim -duymak için-
veya görebileceğin bir şey
öğrenebileceğin bir şey değilim.
ben, ortak sızıyım.
gizli aydınlıkta seninle ağladım,
hayatta olanlar için,
ve karanlık mezarlıkta seninle söyledim
en güzel nağmeleri
çünkü bu sene ölenler
yeryüzünün en yüce aşıkları sayılırdı.
sesin, sesimi çok iyi tanıyor..
boynumuza saplanan hançerle
zamanın dışındayız.
ateşin ve ilahın olmadığı bir boşlukta
senin bakışını ve itimadını
ümitsiz dualarla istedim.
senin aynanın karşısına
bir ayna bırakıyorum
senden ebedi bir varlık yaratmak için.
ve mesafe boş bir tecrübedir.
gömleğinin kokusu burada şimdi,
ve uzaklarda dağlar soğuktur.
ellerinin şarkısından yoksunum,
ve dünya merhabadan yoksun.
onun hatırası
-ki öfke ve cesaret sembolüdür
ateşi parlatıyor, açık gözlerinizde.
geç vakitlere kadar.
fırsat acımasızca kısaydı,
ve olay, beklenmedik...
yazmış olduğum o dar geçide
elvedaya
dönüp bakıyorum:
zaman kısaydı
ve yolculuk usandırıcı
fakat biricikti eksiksiz.
hiç kimse
kendi ölümüne böyle korkunç kalkmadı benim yaşama oturduğum gibi.
ben senin ilk bakışınla başlatıldım...
devamını gör...



