#ödüllü filmler
drama
7.7 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

charlotte wells tarafından yazılıp yönetilen, kendi hayatından izler ve kendisinin ilk uzun metrajlı filmi olma özelliğini taşıyan, paul mescal ve frankie corio'nun tatillerini fethiye'de geçirmekte olan bi baba kızı oynadığı, 2022 cannes'da jüri ödülü alan, 6 ocakta mubi'ye gelmesini beklediğim ya vezir ya rezil olacak o filmdir.

ilk izleyişten üç gün sonra gelen edit: 6 ocak gecesi garip bi şekilde film üzerine düşünüp huzursuz oldum, 7 ocak günü bazı sahneleri tekrar izledim, 8 ocak da benzer şekilde. finali 9 ocakta yemekhanede sıra beklerken last dance sahnesini tekrar izleyip birkaç damla ağlayarak yaptım. minimum etkin konsantrasyona ulaşması birkaç gün sürdü yani.* üzerine düşündükçe etkisi arttı, birkaç kişiden daha aynı şeyi duydum. yakın zamanda ben de sevdiğim birini kaybettim ve birini son görüşün olduğunu bilmeden son kez görmek nasıldır, o son gördüğünde (ya da tüm zaman boyunca, bi gün ölümün geleceğini düşünmeden geçirdiğin her an yani) yaptığın her şey nasıl yanlıştır iyi biliyorum. sophie'nin babasını belki de son görüşünün anılarını hatırlaması veya ona dair anılar uydurması bu yüzden ayrı dokundu. bunun dışında, frankie acayip iyi iş çıkarmış. senaryonun paul mescal'a ait kısımlarını frankie okumamış ve ona çok çaktırmamaya çalışmışlar ki her şeyden habersiz kız çocuğunu oynayabilsin. losing my religion nasıl ikisinin ilişkisine bu kadar uyabildi? ya da under pressure? love dares you to care for the people on the edge of the night? ya vezir ya rezil olacak demiştim, ilk izlerken ikisi de olamadığını düşünmüştüm. ama bu gidişle vezir olma yolunda ilerliyor gibi. maksimum etkin konsantrasyona ulaştığında.*
devamını gör...
efes bardakları, köfte-kokoreç arabası ve son dans sahnesi, outro musikisi dışında hiçbir izlenebilirlik girdabına sokamamıştır şahsımı. 3 gün sonra böyle bir filmin varlığını bile unuturum. bizim bildiğimiz tek aftersun massive attack - aftersun olarak devam edeceğiz hayata. beklentim de yüksek değildi. su gibi de akmadı, neydi lan öyle sinema buysa bırakıyorum şu saatten sonra film izlemeyi desem bir tık abartmış olurum ama abartıldığı kadar iyi bir film olmadığını düşünüyorum. sophie'nin dramı da babanın dramı da empati kurulabilecek bir dram değildi benim için, belki benzer duygularını hissetmiş olanlar sevebilirler. özünde tam bir dünya hassas kalpler için bir cehennemdir filmi olmuş. memleket bizi öyle bi hale soktu ki her şeye <bu da dert mi kardeşim> filtresi oluştu kafada, beni çekmiyor artık böyle avrupalıların mikro ilişki sıkıntıları. hıçkıra hıçkıra ağlayanlar olmuş, acayip şaşırdım. bende mi bir öküzlük var diye düşünmedim değil.

biraz objektif yaklaşırsak baba ve kız arasındaki görünürde iyi olan ilişkinin alttan alta arızalı olduğunu hissettirmesi önemli. yazınca kolay görünüyor ama hem yönetmen hem diyalog hem de oyunculuk iyi olmazsa bunu hissettirmek çok güç olur. mesela filmi ileri sara sara izlerseniz lan ne güzel anlaşıyo baba kız dersiniz, akışına bırakıp izlerseniz ise sophie'nin hayal kırıklarını ve babanın utancını hissedersiniz ve fark edersiniz. onun dışında muğlak bir film, anılar ve görüntüler arasında gidip geliyor, manasız, doldurma diyaloglar.

iyi yönleri ise (klasik yorumlarımızı yapalım): sinematografi 10/10, oyunculuklar 10/10, diegetic/non-diegetic kullanımlar 10/10.

ve de babanın intiharı olduğunu düşündüğüm gece vakti denize koşuşu. iyiydi, hoştu.
devamını gör...
charlotte wells’in yönetmenliğini yaptığı çocukluk, büyümek ve kendini bulmakla ilgili bir baba-kız filmi.
film başından itibaren yüreğinize öküz oturmuş gibi bir his yerleştiriyor sonlara doğru ise bu his büyüyerek kocaman bir hüzne dönüşüyor. izlediğim en güzel hüzünlü film olabilir. anne babası boşanmış 11 yaşında ki sophie’nin babasıyla türkiyede geçirdiği tatilinden günleri anlatıyor. sıradan bir konu gibi gözüken ama oyunculuklar, kullanılan renkler, müzik seçimleri, kamera oyunları ile filmin sıradanlıktan ne kadar uzak sarsıcı ve akılda kalıcı olduğunu görüyoruz. babayı canlandıran normal people dizisinden de tanıdığımız paul mescal ki kendisinin naif ve doğal oyunculuğuna bayılmıştım dizide, bu filmde de inanılmaz doğru bir tercih olmuş, sophie’yi canlandıran frankie corio ise sevimliliği ve o yaşta muhteşem oyunculuğuyla filmin kalitesini yükseltiyor.
genç yaşta ve kendi isteklerini gerçekleştiremeden, kendini tam anlamıyla bulamadan baba olmuş, depresifliğini filmin başından beri hissettiğimiz hatta o depresifliğin içine sizi de muhteşem bir şekilde çeken bir baba karakteri var. sophie ise ergenlik dönemine giriş yapan bir kız çocuğunu canlandırıyor, zaman zaman babasına ebeveynlik yaptığı sahneleri de gördüğümüz, babasını tanımaya çalışırken ona karşı beklentileri olan ve o beklentileri kaybetmemek için gördüğü her küçük şeyde o umuda tutunmaya çalışan olgun bir karakter yansıtıyor ekrana.
sessiz sahnelerde bile baba kız arasında sanki içlerinden geçen sözleri duyacakmış gibi bir hava oluşturuyor film. karaoke sahnesi, otel odasında geçen konuşmalar, baba alçıyı çıkardıktan sonra ki açılış sahnesi, dans sahnesi gibi öyle muhteşem sahnelerle sizi içine çekiyor ki film belki ben kendimden çok şey bulduğum için olabilir ama gözler dolu izledim çoğu sahneyi. sophie’nin gözlerinde gördüğümüz hayal kırıklığı ve sonrasında her şeyin farkında olan o yetişkin çocuk halleri ve babanın kendine ve kızına yetememezliğinin farkında olup kendisine karşı gizlice büyüyen öfkesi, filmin kırılma noktası bunlar bence.
her şeyden öte filmin sonunda oluşan o duygu yoğunluğunu ilk sahneden bile içinize sessizce işleyen bir film bu. gerçekçi bir dram kesinlikle izleyin.
filmin bir sahnesinde çalan “losing my religion” şarkısı ise tam anlamıyla bu filmin hissettirdiklerini anlatan bir şarkı.
devamını gör...
bu filme yüzeysel olarak kötü eleştiri yapanları "çığlık" veya "falling angel" tablolarına bakıp, "ne var yani biri çığlık atıyor diğerinde ağlayan bir melek var, sıkıcı bir tablo" dediklerini de düşünüyorum. bazı filmler didaktik bazısı epik bazısı komedidir, bazısı da dramdır. ve her yönetmenin anlatım tarzı vardır. yeniden çevrim filmlerinde bu farkları görürsünüz. bu film için "sıkıldım", "basit bir baba ve kızı hikayesi" demek yüzeysel kalıyor bu film için.

film bir intihar örüntüsü. kullanılan lensten, odaklanılan mimiklere ve dar karelere kadar bu örüntüyü işliyor. depresyon, hıçkırarak ağlama sahneleri, ani sinirlenmeler, babanın intihar düşüncesinde gidip gelmesi, ilmek ilmek bir sona hazırlıyor.
nasıl diyor şarkıda:
gamsız hayat herkese başka sorar
geçmiş hesaplarını
gamsız hayat herkesi başka yorar
görmez gözünün yaşını
devamını gör...


charlotte wells‘in ilk uzun metraj filmi olmasına rağmen epey iyi bir film, özellikle de ikinci yarısı... filmin ortalarına doğru baba karakterinin depresyonda olduğu ve belli belirsiz intihar edeceği sinyalinin verilmesi çok hoşuma gitti. intiharı gösterilmese de intihar etti. kızın büyümüş hali, babasını her diskoda gördüğü sahne aslında onu kurtarmaya çalışmasıydı, keşke geri dönebilseydim ve kurtarabilseydim düşüncesiydi... bu arada uzun zamandır ölümü, sevdiklerimle olan anımı düşünürken bu filme denk gelmem de değişik hissettirdi. özellikle de anı biriktirme ve onları kaydetme düşüncelerim vardı. çünkü ölüm var ve birinin sesini, yüzünü, bazen düşüncelerini bile unutmak çok kötü olabilir. hazır imkan varken bunları yapmak lazım bence.
devamını gör...
2022 altın portakal film festivalinde izleme şansı bulmuş olduğum film. benim için festivalin en anlamlı filmlerinden biriydi. büyük beklentiyle gitmiştim ve gerçekten de beklentimi karşılamıştı.
devamını gör...
ben çocukken, babamın iş bulamaması yaşadığı psikolojik zorluklar sebebiyle hep depresif olması ve bu durumunu benle paylaşması ve de hep "senin için yaşıyorum sadece" söylemi yalnızlığını ve iç sıkıntısını farketmem babamın bunu bir tek benle paylaşması filme çok tanıdık olmama sebep oldu. babamla aramdaki bağ çok güçlü ama ben babamın karşısında hep çok güçlü durmaya çalışan biri oldum ister istemez bana anlattıklarıyla ona destek olmamı beklemesi, karşısında ağlayamamama sebep oldu. hatırlıyorum da babamın o çaresiz haline hep boğazım düğüm düğüm gözlerim dolu dolu bakardım ama gizlemeye çalışırdım sanki hiçbir şeyin farkında değilmişim gibi.. aftersun da babamla kendimi buldum bu yüzden ve de gözyaşları sel olarak izleyeceğime eminim
devamını gör...
övüldüğü kadar etkilenmedim. hatta neredeyse hiç etkilenmedim. "bu muydu yani günlerce konuşulan" dedim bittiğinde. sanatsal açıdan güzel ve zekice. onu anladım. konusu özellikle bazı yaşanmışlıkları olan insanları çok etkilemiş sanırım. inceleme videolarında bile neredeyse ağlayanlar var. filmde çok ince ayrıntılar var. tam incelemelik film. sinefiller bayılmış haklı olarak.
devamını gör...
yönetmen koltuğunda charlotte wells bulunan, birçok insanın ölüp bitti, hatta bazı insanların "öf abi ilk beşime koyarım bu filmi aşırı iyiydi..." diyerek beni iyice merak ettirdiği lakin izledikten sonra vasat bir olduğunu fark ettiğim hayal kırıklığım oldu bu film...

daha önce charlotte wells'in bir kısa filmini izleyip bayılmıştım. aftersun için beklentim de haliyle çok yüksekti ama beklentimin onda birini bile karşılamayadı bu film... birazcık bahsetmek istiyorum, izlemeyen varsa en azından okumuş olur...

11 yaşlarında olan sophie, fazla vakit geçiremediği lakin kendisini çok sevdiğini fark ettiren babası ile türkiye'ye tatile geliyor. tatili eğlenerek geçirmek istiyorlar, eğleniyorlar lakin sophie'nin babası calum ağabeyimizin çok genç yaşta baba olmayı kaldıramadığını, kendi içerisinde atlatamadığı depresyon işaretlerini de onunla birlikte görüyoruz. filmin bir tarafı içimizi ısıtırken diğer tarafı ne yazık ki biraz canımızı acıtıyor.

filmin görüntüleri çok güzel olmasına karşın bazı sahneler o kadar gereksiz uzundu ki ilk kez bir filmden sıkıldığımı hissettim. bakın arkadaşlar ben 7 saatlik birçok insanın "lan bu ne durgunluk!" diye isyan edeceği filmleri soluksuz izlemiş insanım ama bunda öyle eğreti durmuş ki anlatamam...

bu filmin bu ülkede kadar tutmasının iki nedeni var bence, birincisi türkiye'de geçmesi, ikincisi eski laik güzel türkiye esintilerini görmemiz. yoksa bu filmden güzel olan baba-kız temalı onlarca film var.

bu film bir de 7.7 almış imdb'de, 6.1 falan alması gereken bir şey bu, fazlası değil.

hayal kırıklığı...
devamını gör...
sanat sepet filmlerini genelde hanım vasıtasıyla ara ara izlerim. genellikle beğenimi de gizli tutarım. ama bu film beni sinirlendirmekten başka bir şeye yaramamıştır.

[[spoiler]]
film için gördüğüm en güzel yorum, first world country problems oldu.

ülkemizde ve bizim gibi toplumlarda baba, her ne kadar iskele babası istisnaları da olsa evin direği olup, yerine hayatını eşine ve çocuğuna vakfetmesi de bir görev addedilir.
ceketini satıp çocuğunu okutmak ya da son kuruşuyla çocuğuna bir yarım döner alıp aç değilim demek, bir efsane değil doğrudan yaşanmışlıklardır.
intihar edip de çoluk çocuğunu arkada bırakan kimse hayırla yad edilmez.

şimdi gelelim filmimize. konuyu özetlemek gerekirsek, depresyonun pençesinde, erken yaşta çocuk sahibi olmuş ve hayatını sonlandırmaya karar vermiş bir adam ve kızı ile geçirdiği son tatili, 20 sene sonraki kızının gözünden anlatan bir film.

filmin tüm teması, calum'un hayata tutunmaya yönelik son çırpınışlarının başarısız olması ve kızına kendinden sonrası için bıraktığı anılar.

adam, hayatını sonlandırmadan önce kızına kucak dolusu bir travma bırakıyor ve biz seyirciden de bu meşru bir hareketmiş gibi son anlarındaki diyaloglardan, adamın son çırpınışlarından dramatize olup "vah vah" denmesi bekleniyor.

bir kız babası olarak, şu filmdeki enstantenelerden bir tanesi dahi, ne kadar dipte olursam olayım kızım için yaşamayı bırakmamı engeller.

yok hayat bana gülümsemedi, yok doğum günümde dayak yedim, yok evliliğim iyi gitmedi alayı hikaye.
benim için burada şerefsiz bir adamdan başka bir şey yok.
hem sürekli ağlayıp sızlanacaksın, hem çocuğunla intihar etmeden önce son tatilinde dahi "karaoke" meselesinden zıtlaşacaksın, hem çocuğuna filmde gördüğümüz gibi 20 yıl sonra bile seni takıntı haline getirmesine neden olacak bir travma bırakacaksın. kusura bakmayın da böyle adamın anca kalıbına tükürülür.

bir diğer konu ise, ortalama bir insan, babası böyle bir şey yapmışsa 20 sene sonra babasının nasıl bir yavşak olduğunu anlar. filmde bakıyoruz durum tam tersi. halı motifi olsun, dans sahneleri olsun bir kabullenme mevcut.

böyle bir adam oldu da yaşasaydı, 30 yaşındaki kızından sülük gibi geçinmeye çalışacak, sürekli duygusal manipülasyonlara girecek bir adam olurdu.
reel düzlemde, böyle bir kızın hissedeceği en büyük duygu nefret olurdu.

işte first world country problems de burada ön plana çıkıyor.
adam filmin tamamında kızı için hiçbir endişe hissetmiyor. 16-17 yaşında çocuklarla gönderiyor, gece otelde sokakta bırakıyor ve zıbarıyor, öncesinde kızı otelde bırakıp çekip gidiyor.
aman çocuğumu kaçırırlar, istismar ederler vs gibi bir kaygı yok. film icabı dahi yok.
birey ve iç dünyası her şeyden önemli. öyle ki, küçük yaşta babasız kalan kız, 20 sene sonra bile kızamıyor, sadece "anlamlandırmaya" başlıyor.

sonuç olarak, biz doğu toplumlarına duygusal açıdan hitap edecek bir film değil. bizim mindsetimize göre fazla "şımarıkça".

bugün intihar edecek olsa bir ay sonra çoluğum çocuğum ne yer ne içer diye düşünülen bir toplumda, çocuğunun maddi durumu öncelik listesinde dahi bulunmayan ve içsel sıkıntıları nedeniyle çocuğunun hayatını cehenneme çeviren bir adamı dramatize edemezsiniz.

hele hele bu iç sıkıntısına somut bir gerekçe göstermeden, bu kısmı ucu açık bırakarak mümkünatı yoktur.

[/spoiler]]
devamını gör...
charlotte wells in yazdığı ve yönettiği, paul mescal ve frankie corio nun başrolünde oynadığı 2022 yapımı dram filmi.
cannes film festivali'nde jüri ödülünü ve başka festivallerde de birçok ödülü silip süpürmüştü.

film annesi ve babası boşanmış 11 yaşındaki bir kızın babası ile birlikte türkiye'ye geldiği tatili anlatıyor.
filmin yönetmeni filmle ilgili;

geçmişten bir anıyı yad etmek ve o anın size hissettirdiğini hatırlamaya çalışmak yepyeni bir duyguyu beraberinde getiriyor

diyor ve film boyunca da bu taahhüt yerine geliyor zaten.
bir de ingilizce'ye çevrilmenin çok zor olduğu ve bir çok duygunun kombinasyonu olan "hasret" kelimesinin de filmi özetlediğini aktarıyor.

büyük ihtimalle herkesin bayılmayacağı, kişisel sebeplerle sevilecek bir film ama benim açımdan çok dağıtıcı ve vurucuydu.
yitik bir insanın ne olursa olsun mutlu olamaması ve o depresyon kuyusundan çıkamaması; kızının dahi o eli ne yaparsa yapsın tutamaması ve tüm bunların kişinin iradesinden bağımsız bir şekilde gerçekleşmesi insanı bin parçaya ayıran bir durum.
ben zaten küçük insan hikayelerine ve dramlarına bayılıyorum; hayatın yalın halini net bir şekilde gördüğüm bu film tam da öyle bir filmdi; dünyadaki 3-5 insan haricindeki kişiler için "kimse" olan birinin hikayesi şahane anlatılmıştı.

filmin vurucu hissi film bittikten, üzerinden günler geçtikten sonra üzerime gelmişti ve hala aklıma geldikçe o garip hüznü üzerimden atamıyorum.
ve film boyunca insanı tetikte tutan "kesin bi bokluk olacak" dürtüsü ve bunu paul mescal in bakışlarında görmek de müthiş bir seyir keyfiydi.
devamını gör...
charlotte wells'in yönetmenliğinde çekilen aftersun mükemmel bir film değildir, öyle olduğunu iddia eden de pek yoktur fakat beni saatlerce ağlatabilen başka bir film olmadı. baba-kız arasındaki o bağı ve babanın çaresizliği derinlerime kadar hissettim.
benim için her zaman özel kalacak.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim