yazar: didem madak
yayın yılı: 2002
2011 yılında aramızdan ayrılmış olan yazarın, 2002 yılında yayımlanan ikinci şiir kitabıdır.
kitapta ismini aldığı, ah'lar ağacı şiiri ile birlikte toplam 9 şiirine yer verilmiştir.
yazar kitabı sesinin tonunu emanet ettiği ahlat ağacı'na adarken, okuyucularına ise ahlarını emanet etmiştir.
yayın yılı: 2002
2011 yılında aramızdan ayrılmış olan yazarın, 2002 yılında yayımlanan ikinci şiir kitabıdır.
kitapta ismini aldığı, ah'lar ağacı şiiri ile birlikte toplam 9 şiirine yer verilmiştir.
yazar kitabı sesinin tonunu emanet ettiği ahlat ağacı'na adarken, okuyucularına ise ahlarını emanet etmiştir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "ignoranceisbliss" tarafından 01.12.2020 16:02 tarihinde açılmıştır.
1.
en sevdiğim şiirinlerden biridir, canım didem madak'ın. adına başlık açılmış olmasına pek sevindiğim, böyle başlıkların sayısının artmasını dilediğimdir de. bu şiirin bir ağıt, bir vasiyet, bir iç dökme ve koca bir sığınma olduğunu düşünüyorum. hepsi aynı anda ve hepsinden başka bir şey olarak. didem madak'ı bu kadar sevme sebeplerimden biridir bu şiir ve aynı isimli şiir kitabı. bu dünyada didem ile tanışamadık ama ahirette sohbet edebilmeyi en çok istediğim insanlardan biri o. allah rahmet eylesin, ahlar ağacı'nın güzel şairine.
"...
bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan dünyaya
bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
sonunda ben de alıştım.
ah...dedim sonra,
ah!"
"...
bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan dünyaya
bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
sonunda ben de alıştım.
ah...dedim sonra,
ah!"
devamını gör...
2.
ezberinden okuyan, okuduğunu yaşayan ve yeryüzündeki cennet sesine sarıp yollayanlar var.
yok demeyin, var.
bugün gördüm ben, arkada araba sesleri, kısık bir arka plan müziği, "burası en sevdiğim kısmıydı" diyen bir ara nağme, rüzgar ve fırtına, hepsi sen hepsi sana diyen battal boy sevda, tüm bunları nasıl taşıyacağımı düşünen ben, bitmeyen tanım, tamamen gitti aklım..
yok demeyin, var.
bugün gördüm ben, arkada araba sesleri, kısık bir arka plan müziği, "burası en sevdiğim kısmıydı" diyen bir ara nağme, rüzgar ve fırtına, hepsi sen hepsi sana diyen battal boy sevda, tüm bunları nasıl taşıyacağımı düşünen ben, bitmeyen tanım, tamamen gitti aklım..
devamını gör...
3.
didem madak’ın bir ah üzerine bin söz söylediği şiirinden adını alan kitabı.
“sesimin tonunu emanet ettiğim ahlat ağacına” diyerek bu ağaca hediye etmiş.* şiirinde ahlat ağacını ah’ların ağacı olarak tanımlıyor. muhtemelen bu şiirin çıkış noktası da bu bağlantı.
kitabın metis yayınlarındaki son basımında kapak tasarımı semih sökmen’e ait. “iyi tasarımcı kitaba ruh üfleyen kişidir” diyen bu beyefendi metis yayınlarının kurucu ortağı imiş aynı zamanda. sonbaharda yere dökülen sarı yaprakları andıran bu tasarımı bence çok başarılı, sahiden kitapta okuduklarımın bir yansıması gibi geldi bana, çok beğendim:

kitabın ilk 33 sayfası kitaba ismini veren “ah’lar ağacı” şiirine ayrılmış. şahsımın çok sevdiği bu şiir hakkında haddimi aşarak birkaç kelam etmezsem eksik kalır. benim için bu şiir hiç şüphesiz içtenliğin şiiridir. yavan, abartılı, süslü tek bir dizesi yok. didem hanımın yaşadığı, hissettiği, isyan ettiği, içinde susturduğu, bastırdığı her şey bu şiire samimiyetle yerleşmiş. hatta belki içinden taşan ve taşamayan her şey oracıkta bir yerde duruyordu da didem hanım sadece üzerlerindeki örtüyü bize servis etmek üzere kaldırdı. yazdıkları öyle kendisinden.
bu şiirin en sevdiğim kısmı:
“iç ses, diye söylendim
çocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya:
tanrım bana hiç erimeyen,
kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
kardeşimle kendimize durmadan,
olmayan çayları,
olmayan fincanlardan içerdik.
olmayan kapıları açardık,
olmayan ziller çaldığında.
siyah papyonlu olurdu mutlaka
resim defterimizdeki damat.
yedi günde yarattığımız dünya
mutlu olurduk pastel koksa.”
kitapta ahlar ağacından başka sekiz şiir daha mevcut. didem hanımın ah ettiklerine tanık olmak adına okunmasını tavsiye ediyorum. bu tanıklık muhakkak bizim de göğsümüze bastırdığımız birçok duyguyu açığa çıkaracaktır.
edit: eser gökay'ın sesinden
“sesimin tonunu emanet ettiğim ahlat ağacına” diyerek bu ağaca hediye etmiş.* şiirinde ahlat ağacını ah’ların ağacı olarak tanımlıyor. muhtemelen bu şiirin çıkış noktası da bu bağlantı.
kitabın metis yayınlarındaki son basımında kapak tasarımı semih sökmen’e ait. “iyi tasarımcı kitaba ruh üfleyen kişidir” diyen bu beyefendi metis yayınlarının kurucu ortağı imiş aynı zamanda. sonbaharda yere dökülen sarı yaprakları andıran bu tasarımı bence çok başarılı, sahiden kitapta okuduklarımın bir yansıması gibi geldi bana, çok beğendim:

kitabın ilk 33 sayfası kitaba ismini veren “ah’lar ağacı” şiirine ayrılmış. şahsımın çok sevdiği bu şiir hakkında haddimi aşarak birkaç kelam etmezsem eksik kalır. benim için bu şiir hiç şüphesiz içtenliğin şiiridir. yavan, abartılı, süslü tek bir dizesi yok. didem hanımın yaşadığı, hissettiği, isyan ettiği, içinde susturduğu, bastırdığı her şey bu şiire samimiyetle yerleşmiş. hatta belki içinden taşan ve taşamayan her şey oracıkta bir yerde duruyordu da didem hanım sadece üzerlerindeki örtüyü bize servis etmek üzere kaldırdı. yazdıkları öyle kendisinden.
bu şiirin en sevdiğim kısmı:
“iç ses, diye söylendim
çocukken şöyle dua ederdim tanrı’ya:
tanrım bana hiç erimeyen,
kırmızı bir bonbon şekeri yolla.
eski tül perdelerden gelinlik biçerdik
kardeşimle kendimize durmadan,
olmayan çayları,
olmayan fincanlardan içerdik.
olmayan kapıları açardık,
olmayan ziller çaldığında.
siyah papyonlu olurdu mutlaka
resim defterimizdeki damat.
yedi günde yarattığımız dünya
mutlu olurduk pastel koksa.”
kitapta ahlar ağacından başka sekiz şiir daha mevcut. didem hanımın ah ettiklerine tanık olmak adına okunmasını tavsiye ediyorum. bu tanıklık muhakkak bizim de göğsümüze bastırdığımız birçok duyguyu açığa çıkaracaktır.
edit: eser gökay'ın sesinden
devamını gör...
4.
kitabın başında; sesinin tonunu ahlat ağacına emanet ettiğini dile getiren didem madak imzalı eser olup 2002 yılında yayınlanmıştır.
pulbiber mahallesi kitabındaki şiirlere kıyasla bu kitabındaki şiirlerinin daha duygusal olduğunu lâakal kendi adıma söyleyebilirim.
bu şiirleri daha duygusal yapan şey ise galiba yitirdiği annesine duyduğu özlem ve yokluğunun acısının gözle görülür nitelikte olmasıydı.
annesizlik sanki bütün ömrüne sirayet etmiş ve ne yapsa, nereye gitse de bu acıdan kurtulamamış gibi geliyor onu okurken.
özlem denilen şey ya görmekle, ya vuslatla ya da ölümle son bulabilir belki de ancak.
görmek ya da kavuşmak ihtimâlleri yoksa da acıyı dindirecek tek şey ölüm olur, şairin de hayatını kaybetmesinin verdiği acı sevenleri için hiç geçmeyecek olsa da en azından artık annesi için acı çekmeyecektir, ölümü onu acıdan kurtaran tek şey olmuştur.
şiirlerin işlediği konular ise şairin hayatını yansıtıyor, annesizlik, anlaşılmamak, hüzün, kimsesizlik hissi, her şeye biraz alışma çabası, acıların pençesinden kurtulamamak, ah etmek, annesizlik sonucunda epey büyümüş olmak, ruhen büyümek, acıların onun hayata bakış açısına olan etkisi, şiirlerin işlediği konulardandı denilebilir.
kitabı ilk okuyuşum değil ancak yeniden üzerinden geçmekte fayda var diye düşünüyorum.
birkaç dize ile burada bitiriyorum.

berbattı, bir şiire böyle başlanmazdı.
bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan
dünyaya bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan sonunda ben de alıştım.
insan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.
bazen sevinirim
sevinmek nedense hep yedi yaşında.
ya siz,
nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
nasıldı
öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?
hayatıma hayat diyemem artık.
anlatmak isterdin kendini durmadan
bir bardağa bile olsa.
en iyi hikayeleri ölüler anlatır
kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
yorgunum, kahvem çamur gibi
batmaya da razıyım, artık beni anla.
pulbiber mahallesi kitabındaki şiirlere kıyasla bu kitabındaki şiirlerinin daha duygusal olduğunu lâakal kendi adıma söyleyebilirim.
bu şiirleri daha duygusal yapan şey ise galiba yitirdiği annesine duyduğu özlem ve yokluğunun acısının gözle görülür nitelikte olmasıydı.
annesizlik sanki bütün ömrüne sirayet etmiş ve ne yapsa, nereye gitse de bu acıdan kurtulamamış gibi geliyor onu okurken.
özlem denilen şey ya görmekle, ya vuslatla ya da ölümle son bulabilir belki de ancak.
görmek ya da kavuşmak ihtimâlleri yoksa da acıyı dindirecek tek şey ölüm olur, şairin de hayatını kaybetmesinin verdiği acı sevenleri için hiç geçmeyecek olsa da en azından artık annesi için acı çekmeyecektir, ölümü onu acıdan kurtaran tek şey olmuştur.
şiirlerin işlediği konular ise şairin hayatını yansıtıyor, annesizlik, anlaşılmamak, hüzün, kimsesizlik hissi, her şeye biraz alışma çabası, acıların pençesinden kurtulamamak, ah etmek, annesizlik sonucunda epey büyümüş olmak, ruhen büyümek, acıların onun hayata bakış açısına olan etkisi, şiirlerin işlediği konulardandı denilebilir.
kitabı ilk okuyuşum değil ancak yeniden üzerinden geçmekte fayda var diye düşünüyorum.
birkaç dize ile burada bitiriyorum.

berbattı, bir şiire böyle başlanmazdı.
bir zamanlar kendimi
bulunmaz hint kumaşı sanmıştım.
kaç metredir benim yokluğum?
benden daha çok var sanmıştım.
benim yokluğumdan
dünyaya bir elbise çıkar sanmıştım.
dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan sonunda ben de alıştım.
insan unutandır
ve insan unutulmaya mahkum olandır.
bazen sevinirim
sevinmek nedense hep yedi yaşında.
ya siz,
nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat?
nasıldı
öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak?
hayatıma hayat diyemem artık.
anlatmak isterdin kendini durmadan
bir bardağa bile olsa.
en iyi hikayeleri ölüler anlatır
kime ne anlatarak bitirsem hayatımı?
yorgunum, kahvem çamur gibi
batmaya da razıyım, artık beni anla.
devamını gör...