1.
soru-kâinatın yaratıcısı olarak allah ispat edildiğinde allah'ın varlık sebebinin ne olduğu soruluyor. allah'a ezeli diyeceğimize kâinata ezeli diyelim diyen (c.ş.) bile var.
cevap: referans olması açısından sherlock dizisinden beğendiğim bir cümleyle başlamak istiyorum.: "olanaksızı elediğinde elinde kalanın ihtimal dahilindeki şey olmasa bile gerçek olacağını sana kaç kez söyledim?"evet, eğer elinde iki ihtimal varsa ve bunlardan biri imkansızsa elde kalan diğer ihtimal gerçeğin kendisidir.
risale-i nur bu mantığı tabiat risalesinde işlemiştir. aynen şu ifade geçmektedir: "evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. hem her mevcud san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. herhalde ey mülhid! bu mevcudu, meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir kadîr-i zülcelal'in kudretiyle icad edilir. madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, şeksiz şübhesiz sabit olur." (lemalar)
ilk nedenin ne olduğu konusunda elimizde birkaç ihtimal var. biri bazı tabi sebeplerle ilk enerjinin ve bu yolla maddenin tesadüfen oluşması veya kâinatın ezeli olması veya ilk nedene ihtiyaç duymayan, varlığı ezeli bir yaratıcının eseri olması.
bu seçeneklere tek tek bakarsak;
1- enerji kendi kendine oluşamaz. bunu bize termodinamik söylüyor. vikipedi'den alıntı yaparsak şöyle diyor: "bu yasa "enerjinin korunumu" olarak da bilinir. enerji, yoktan var edilemez; var olan enerji de yok edilemez; sadece bir şekilden diğerine dönüşür." yani sistemin toplam enerjisi doğal şartlarla değişemez. yani enerji kendi kendine oluşamaz.burada kuantum dalgalarıyla negatif ve pozitif enerjinin kendiliğinden oluştuğunu söyleyen görüş ise zaten allah'ın ispatıdır. yani bilimden tanrıyı bulmak için beklentisi evrenin bir yerinde hokus pokus yaparak bir şeyler yaratan sakallı bir ihtiyar bulmak olacak kadar aptal olmayan herkes için böyledir.
risale-i nur'da bu durum çok güzel açıklanmıştır:"hâlık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. bazen gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.""hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev'iyenin unvanları bulunan ve "âdetullah" namıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti irca' eder. o irca' ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. ebucehil'den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. " (sözler)
yukarıda yapılan tesbiti bir örnekle açıklarsak, diyelim ki her sabah eşimiz veya annemiz bize kahvaltı hazırlayıp uyusun. her sabah kalkıyoruz ve kahvaltı masada hazır. malzemelere bakıyoruz, buzdolabında olan malzemeler. burada, "sabahları buzdolabındaki malzemelerin masada hazırlanması yasası" gereğince gercekleşen bir olay var çıkarımında bulunmak aptallık olacaktır. yani bir insanın enerjinin hatta enerji çiftinin kendiliğinden oluşacağına inanması ama bunu allah'tan bağımsız ele alması gülünçtür. yani binlerce yıl maddenin ezeliyetine dayanan inkar saçmalığını, imanın bir ispatı olan sonradan yaratılış durumunda bile devam ettirmek için gözünü kapatmaya çalışmaktır. ve örneğimizde nasıl kahvaltıyı hazırlayana bir nankörlük yapılmışsa burada da allah'a bir nankörlük söz konusudur.
2. "evren hep vardı" olan argümanları için ise risale-i nur şöyle cevap veriyor: "bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz'-i ihtiyarîden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i'dam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hata düsturu, kadîr-i mutlak'a teşmil etmek istiyorlar.evet kadîr-i zülcelal'in iki tarzda icadı var. biri; ihtira' ve ibda' iledir. yani hiçten, yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. diğeri; inşa ile, san'at iledir. yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. her emrine tâbi' olan zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.evet kàdir-i mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. bir baharda, üç yüz bin enva'-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!.." (lemalar)
ayrıca şunu ekleyelim: "vücudun en kuvvetli mertebesi olan "vücub"un ve vücudun en sebatlı derecesi olan "maddeden tecerrüd"ün ve vücudun zevalden en uzak tavrı olan "mekândan münezzehiyet"in ve vücudun en sağlam ve tagayyürden ve ademden en mukaddes sıfatı olan "vahdet"in sahibi olan zât-ı vâcibü'l-vücud'un en has hâssası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti; vücudun en zaîf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en ziyade mekâna yayılmış olan hadsiz kesretli bir maddî madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen âsâr-ı ilahiyenin onlardan neş'et ettiğini tevehhüm etmek, ne kadar hilaf-ı hakikat ve vakıa muhalif ve akıldan uzak ve bâtıl bir fikir olduğu, risale-i nur'un müteaddid cüz'lerinde kat'î bürhanlarla gösterilmiştir." (lemalar)
kısaca ve anladığım kadarıyla özetlersem: zerreler yani madde hadistir. sonradan yapılıyor. bilim ilerledikçe daha önce temel zannedilen atomun bile daha küçük parçalardan oluştuğu ortaya çıktı. yani madde ezeli değil. ayrıca enerji de termodinamiğin ikinci yasası (entropi) gereği daima düzensizleşme eğilimindedir. buradan iki sonuç çıkmaktadır:1- mevcudata entropi'yi yani düzensizleşme eğilimini kim verdi?2- entropi varsa evrenin bir sıfır noktası olması gerekir. çünkü sonsuzdan beri süregelen bir düzensizleşme olamaz.bu sebeplerle kâinatın ezeli olamayacağı açıktır.
ayrıca üstad yukarıda yeni yaratılan mevcutları örnek vererek yaratım sürecinin devam ettiğini ifade ediyor. örneğin bu baharda yetişecek çiçekler yeni yaratılmış olacaklar (zerrelerinin toparlandığı kabul edilse bile).
başta ifade ettiğimiz gibi ezeli bir yaratıcı dışındaki ihtimaller imkansızdır. allah'ın ezeliyetini kavrayamasak bile gerçek olan, vaki olan, inanılması gereken tek seçenek budur. çünkü madde ve enerji bizim varlık formumuzdadır bu sebeple inceleyebiliyoruz ve onların kendi kendilerine oluşamayacaklarını ve ezeli olamayacaklarını biliyoruz. ama allah bizim varlık formumuzda değildir. o'nun ezeliyetinin hikmetini dünya aklımızla kavrayamasak da aşkın bir varlıkla ilgili olması hasebiyle mümkündür hatta tek mantıklı açıklama olmasından dolayı vacibdir.
risale-i nur'da allah'ın ezeliyetini en mükemmel anlatan ihlas suresi'nin tefsirinde şu ifade geçer: "vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz ilah...yani: ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah..." (sözler)
soru- allah varlığının ve ezeliyetinin hikmetini neden açık bir şekilde anlatmamıştır?
cevap - bu konu marifetullah ile ilgilidir. risale-i nur'dan iki ayrı alıntı yapacağız: "ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan zât-ı akdes! " (lemalar)
"i'lem eyyühel-aziz! cenab-ı hakk'a malûm ve maruf unvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. çünki bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema'dır. hakikatı i'lam edecek bir ifade de değildir. maahâzâ, o unvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. ancak zât-ı akdes'i mülahaza için bir nevi unvandır. amma cenab-ı hakk'a mevcud-u meçhul unvanıyla bakılırsa, marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. ve kâinatta tecelli eden sıfat-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o unvandan tulû' etmesi ağır gelmez." (mesnevi-i nuriye)
anladığımız kadarıyla özetlersek; cenab-ı hak o kadar açıktır ki göz görmez olmuştur. güneşe doğrudan bakmak değil eşyada ışığını görmek gerektiği gibi, allah'a da doğrudan zatını değil eserleri üzerinden isim ve sıfatlarını tefekkür etmek gerekir.(peygamberimizin tavsiyesi de budur.) ve aynı zamanda allah, ekber'dir, ve bu büyüklüğünden azametinden dolayı gizlenmiştir. azim olan; ülfet olunmamak, hafife alınmamak, kudretini hissettirmek için kendini gizler. allah'ın bütün isim ve sıfatları kâinattan ve kur'an-ı kerim'den ispatlanabilir. ama saydığımız sebeplerle göz önünde teşhir edilmemiş olsa gerektir. doğrusunu allah bilir.
cevap: referans olması açısından sherlock dizisinden beğendiğim bir cümleyle başlamak istiyorum.: "olanaksızı elediğinde elinde kalanın ihtimal dahilindeki şey olmasa bile gerçek olacağını sana kaç kez söyledim?"evet, eğer elinde iki ihtimal varsa ve bunlardan biri imkansızsa elde kalan diğer ihtimal gerçeğin kendisidir.
risale-i nur bu mantığı tabiat risalesinde işlemiştir. aynen şu ifade geçmektedir: "evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. hem her mevcud san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. herhalde ey mülhid! bu mevcudu, meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir kadîr-i zülcelal'in kudretiyle icad edilir. madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, şeksiz şübhesiz sabit olur." (lemalar)
ilk nedenin ne olduğu konusunda elimizde birkaç ihtimal var. biri bazı tabi sebeplerle ilk enerjinin ve bu yolla maddenin tesadüfen oluşması veya kâinatın ezeli olması veya ilk nedene ihtiyaç duymayan, varlığı ezeli bir yaratıcının eseri olması.
bu seçeneklere tek tek bakarsak;
1- enerji kendi kendine oluşamaz. bunu bize termodinamik söylüyor. vikipedi'den alıntı yaparsak şöyle diyor: "bu yasa "enerjinin korunumu" olarak da bilinir. enerji, yoktan var edilemez; var olan enerji de yok edilemez; sadece bir şekilden diğerine dönüşür." yani sistemin toplam enerjisi doğal şartlarla değişemez. yani enerji kendi kendine oluşamaz.burada kuantum dalgalarıyla negatif ve pozitif enerjinin kendiliğinden oluştuğunu söyleyen görüş ise zaten allah'ın ispatıdır. yani bilimden tanrıyı bulmak için beklentisi evrenin bir yerinde hokus pokus yaparak bir şeyler yaratan sakallı bir ihtiyar bulmak olacak kadar aptal olmayan herkes için böyledir.
risale-i nur'da bu durum çok güzel açıklanmıştır:"hâlık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. bazen gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.""hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev'iyenin unvanları bulunan ve "âdetullah" namıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti irca' eder. o irca' ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. ebucehil'den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. " (sözler)
yukarıda yapılan tesbiti bir örnekle açıklarsak, diyelim ki her sabah eşimiz veya annemiz bize kahvaltı hazırlayıp uyusun. her sabah kalkıyoruz ve kahvaltı masada hazır. malzemelere bakıyoruz, buzdolabında olan malzemeler. burada, "sabahları buzdolabındaki malzemelerin masada hazırlanması yasası" gereğince gercekleşen bir olay var çıkarımında bulunmak aptallık olacaktır. yani bir insanın enerjinin hatta enerji çiftinin kendiliğinden oluşacağına inanması ama bunu allah'tan bağımsız ele alması gülünçtür. yani binlerce yıl maddenin ezeliyetine dayanan inkar saçmalığını, imanın bir ispatı olan sonradan yaratılış durumunda bile devam ettirmek için gözünü kapatmaya çalışmaktır. ve örneğimizde nasıl kahvaltıyı hazırlayana bir nankörlük yapılmışsa burada da allah'a bir nankörlük söz konusudur.
2. "evren hep vardı" olan argümanları için ise risale-i nur şöyle cevap veriyor: "bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz'-i ihtiyarîden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i'dam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hata düsturu, kadîr-i mutlak'a teşmil etmek istiyorlar.evet kadîr-i zülcelal'in iki tarzda icadı var. biri; ihtira' ve ibda' iledir. yani hiçten, yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. diğeri; inşa ile, san'at iledir. yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. her emrine tâbi' olan zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.evet kàdir-i mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. bir baharda, üç yüz bin enva'-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!.." (lemalar)
ayrıca şunu ekleyelim: "vücudun en kuvvetli mertebesi olan "vücub"un ve vücudun en sebatlı derecesi olan "maddeden tecerrüd"ün ve vücudun zevalden en uzak tavrı olan "mekândan münezzehiyet"in ve vücudun en sağlam ve tagayyürden ve ademden en mukaddes sıfatı olan "vahdet"in sahibi olan zât-ı vâcibü'l-vücud'un en has hâssası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti; vücudun en zaîf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en ziyade mekâna yayılmış olan hadsiz kesretli bir maddî madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen âsâr-ı ilahiyenin onlardan neş'et ettiğini tevehhüm etmek, ne kadar hilaf-ı hakikat ve vakıa muhalif ve akıldan uzak ve bâtıl bir fikir olduğu, risale-i nur'un müteaddid cüz'lerinde kat'î bürhanlarla gösterilmiştir." (lemalar)
kısaca ve anladığım kadarıyla özetlersem: zerreler yani madde hadistir. sonradan yapılıyor. bilim ilerledikçe daha önce temel zannedilen atomun bile daha küçük parçalardan oluştuğu ortaya çıktı. yani madde ezeli değil. ayrıca enerji de termodinamiğin ikinci yasası (entropi) gereği daima düzensizleşme eğilimindedir. buradan iki sonuç çıkmaktadır:1- mevcudata entropi'yi yani düzensizleşme eğilimini kim verdi?2- entropi varsa evrenin bir sıfır noktası olması gerekir. çünkü sonsuzdan beri süregelen bir düzensizleşme olamaz.bu sebeplerle kâinatın ezeli olamayacağı açıktır.
ayrıca üstad yukarıda yeni yaratılan mevcutları örnek vererek yaratım sürecinin devam ettiğini ifade ediyor. örneğin bu baharda yetişecek çiçekler yeni yaratılmış olacaklar (zerrelerinin toparlandığı kabul edilse bile).
başta ifade ettiğimiz gibi ezeli bir yaratıcı dışındaki ihtimaller imkansızdır. allah'ın ezeliyetini kavrayamasak bile gerçek olan, vaki olan, inanılması gereken tek seçenek budur. çünkü madde ve enerji bizim varlık formumuzdadır bu sebeple inceleyebiliyoruz ve onların kendi kendilerine oluşamayacaklarını ve ezeli olamayacaklarını biliyoruz. ama allah bizim varlık formumuzda değildir. o'nun ezeliyetinin hikmetini dünya aklımızla kavrayamasak da aşkın bir varlıkla ilgili olması hasebiyle mümkündür hatta tek mantıklı açıklama olmasından dolayı vacibdir.
risale-i nur'da allah'ın ezeliyetini en mükemmel anlatan ihlas suresi'nin tefsirinde şu ifade geçer: "vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz ilah...yani: ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah..." (sözler)
soru- allah varlığının ve ezeliyetinin hikmetini neden açık bir şekilde anlatmamıştır?
cevap - bu konu marifetullah ile ilgilidir. risale-i nur'dan iki ayrı alıntı yapacağız: "ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan zât-ı akdes! " (lemalar)
"i'lem eyyühel-aziz! cenab-ı hakk'a malûm ve maruf unvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. çünki bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema'dır. hakikatı i'lam edecek bir ifade de değildir. maahâzâ, o unvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. ancak zât-ı akdes'i mülahaza için bir nevi unvandır. amma cenab-ı hakk'a mevcud-u meçhul unvanıyla bakılırsa, marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. ve kâinatta tecelli eden sıfat-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o unvandan tulû' etmesi ağır gelmez." (mesnevi-i nuriye)
anladığımız kadarıyla özetlersek; cenab-ı hak o kadar açıktır ki göz görmez olmuştur. güneşe doğrudan bakmak değil eşyada ışığını görmek gerektiği gibi, allah'a da doğrudan zatını değil eserleri üzerinden isim ve sıfatlarını tefekkür etmek gerekir.(peygamberimizin tavsiyesi de budur.) ve aynı zamanda allah, ekber'dir, ve bu büyüklüğünden azametinden dolayı gizlenmiştir. azim olan; ülfet olunmamak, hafife alınmamak, kudretini hissettirmek için kendini gizler. allah'ın bütün isim ve sıfatları kâinattan ve kur'an-ı kerim'den ispatlanabilir. ama saydığımız sebeplerle göz önünde teşhir edilmemiş olsa gerektir. doğrusunu allah bilir.
devamını gör...
2.
#3813268
tanrının varlığının ispatı için sherlock dizisinin bir repliği sizin için yeterli olabilir.(ki muhtemelen siz o repliği duymadan önce de yetinmekteydiniz.)
repliğe gelince: elinizde iki ihtimal varsa ve bunlardan biri kesin imkansızsa, elinizde iki değil bir zavallı ihtimal varmış demektir. daha baştan kesin imkansız olanı bile ihtimal sayma yanılgınız, elinizdeki tek(!) 'ihtimal'i gerçek sanma yanılgınızdan farklı olmaz. ilk düğmeyi yanlış ilikledikten sonraki durum sürer yani. inanışınızdaki inanılmaz muhteşemlikte ve muktedirlikte birisi, hiç ispatını böylesi zayıf/tutarsız argümanlarla tartıştırmaya gerek duyacak acziyette olabilir mi sizce. öyleyse ispatına uğraşmaya değer mi..ve unutmayın: ihtimal, muhtemel olabileceklerden sadece biri demektir. ki olacağı da, ihtimalliği de kesin değildir/olmayabilir de..
ispat dediğiniz, kesin gerçek dediğiniz "bu"mu..?
risalei nuru sherlock replikleriyle değil, bilimle sınayın. dizi kadar eğlenceli olmaz tabii. ama kesin ne, bilgi ne, ispat ne gibi konularda sizi umarım daha doğru yönde geliştirir.
tanrının varlığının ispatı için sherlock dizisinin bir repliği sizin için yeterli olabilir.(ki muhtemelen siz o repliği duymadan önce de yetinmekteydiniz.)
repliğe gelince: elinizde iki ihtimal varsa ve bunlardan biri kesin imkansızsa, elinizde iki değil bir zavallı ihtimal varmış demektir. daha baştan kesin imkansız olanı bile ihtimal sayma yanılgınız, elinizdeki tek(!) 'ihtimal'i gerçek sanma yanılgınızdan farklı olmaz. ilk düğmeyi yanlış ilikledikten sonraki durum sürer yani. inanışınızdaki inanılmaz muhteşemlikte ve muktedirlikte birisi, hiç ispatını böylesi zayıf/tutarsız argümanlarla tartıştırmaya gerek duyacak acziyette olabilir mi sizce. öyleyse ispatına uğraşmaya değer mi..ve unutmayın: ihtimal, muhtemel olabileceklerden sadece biri demektir. ki olacağı da, ihtimalliği de kesin değildir/olmayabilir de..
ispat dediğiniz, kesin gerçek dediğiniz "bu"mu..?
risalei nuru sherlock replikleriyle değil, bilimle sınayın. dizi kadar eğlenceli olmaz tabii. ama kesin ne, bilgi ne, ispat ne gibi konularda sizi umarım daha doğru yönde geliştirir.
devamını gör...
"allah'ın ezeliyeti" ile benzer başlıklar
allah allah
17