imaninsanıinsaneder yazar profili

imaninsanıinsaneder kapak fotoğrafı
imaninsanıinsaneder profil fotoğrafı
rozet
karma: 440 tanım: 11 başlık: 124 takipçi: 15
hey there i am using whatsapp

son tanımları


tevbe suresi 111. ayet

allah mü'minlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır. (tevbe sûresi, 9:111)

canımız, malımız ve alt küme olarak maddi manevi organlarımız hepsi allah'ın emanetidir. eğer o'na satmazsak zayi olacak. hem bu dünyada hem ahirette başımıza belalar getirecek. eğer allah'a satarsak -ki zaten o'nun emaneti- hem değerlenecek, hem korunacak hem de ebedi bir saadette bize daha güzel bir şekilde geri verilecek.

mesela;

aklını şeytana verirsen; geçmişin pişmanlıkları ve geleceğin korkularını kuşanan belalı bir taciz aleti olur. eğer allah'a satarsan; kâinattaki sırları açıp hikmete ulaşan bir tefekkür makinesi olur.

gözü nefis için çalıştırırsan; heves yolunda bir kavvad derecesine iner. eğer allah'a satarsan; güzel manzaraların gözlemcisi ve kâinat çiçeklerinin arısı olur.

dili(tat alma duyusunu) nefis için çalıştırsan; midenin ve iştahın kapıcısı olur. ama allah'a satarsan allah'ın yeryüzünde ihsan ettiği sofraların şakir bir gurmesi olur.

işte böyle maddi manevi her şeyi zaten asıl sahibi olan allah'a satmak o duyuların değerini arttırır. insan emanette emin olarak huzura varır.

eğer emanete ihanet ederse cezasını görür.

yani kur'an-ı kerim'in 9. süresi olan tevbe suresinin 111. ayetinde de ifade ve emredildiği üzere allah'ın emanetlerini allah'a satmak son derece kârlı bir iştir.

( risale-i nur'dan altıncı söz'ü okurken aklıma gelenler)
aynı risaleden bir dua: " ya rab! kusurumuzu affet, bizi kendine kul kabul et. emanetini kabzetmek zamanına kadar bizi emanette emin kıl. âmîn."
devamını gör...

namaz

24 ten 1'ini 24'ü verenin rızası için kurban etmek,
hem de bu sayede rahatlamak,
hem de bu sayede geriye kalan 23 saatte yapılan işleri de ibadet haline getirmek,
hem de bu sayede azaptan kurtulmak,
hem de bu sayede cennet gibi bir ödülü kazanmak,

çok kârlı bir iş vesselam.

(risale-i nur'dan dördüncü ve beşinci sözleri okurken aklıma gelenler)
devamını gör...

dindar

alkol içmez.
zina yapmaz.
uyuşturucu kullanmaz.
masum birini öldürmenin, bütün insanlığı öldürmek gibi olduğuna inanır.
yalan, iftira ve dedikodudan uzak durur.
emeğiyle kazanmak ister.
günde 5 defa rabbine dayanır.
günde en az 20 defa elhamdülillah der ve haline şükreder.
vesaire vesaire

dindarlık bir yoldur ve daha dünyada bile yüzde 90 ihtimalle daha karlıdır. elbette ki amaç bu kârlar değil allah'ın rızası olmalıdır ama hangi yolun doğru olduğuna karar vermek için bu kâr bir işaret olabilir.
(risale-i nur'dan üçüncü söz'ü okurken aklımda kalanlar...)
devamını gör...

iman

bismillahirrahmanirrahim

iman ve emin olmak aynı kökten gelir. kur'an'da mü'minler kendilerine gayb olan şeylere iman etmeleriyle övülürler. ve iman edenler için hep saadet müjdesi vardır.

bu şekilde bir iman dünyada bile cennettir. çünkü küfür her şeyi başıboş gösterir. anlamsız bir dünya, amaçsız bir hayat, biçare canlılar... güçlünün güçsüzü ezdiği, zalimin yanına yaptıklarının kâr kaldığı bir dünya... oysa iman hayata anlam ve amaç katar. doğum olayını silahaltına alınma gibi ölümü de vazifeden terhis gibi gösterir. her türlü acının panzehirini taşır.

iyice düşünelim. bu şiirsel kâinatı yaratan güç taç beyiti olan dünyayı bir zulüm alanına çevirir mi? bir hücreyi bile amaçsız bırakmayan bir hikmet insan hayatını amaçsız bırakır mı?
(risale-i nur'dan ikinci söz'ü okurken aklımda kalanlar)
devamını gör...

bismillahirrahmanirrahim

bismillahirrahmanirrahim
yeni doğmuş bir yavru en güçsüz haldedir. ne ihtiyaçlarını fark edecek bilinci vardır ne de tedarik edebilecek gücü. ama bir bakarız başında iki insan adeta ona hizmetçilik ediyor. veya hastaların başında güçlü kuvvetli insanları hizmet ederken görürüz. işte bu acz içindeki kuvveti sağlayan şey rahmetten başka bir şey değildir.

eğer masamızın üstünde güzelce hediye şeklinde kaplanmış ve ismimizin yazılı olduğu bir paket görseydik, paketi açtığımızda çok ihtiyacımız olan bir şey bulsaydık bunun bizi tanıyan ve değer veren birinden geldiğine şüphemiz kalmazdı.

şimdi bir düşünelim. zigot halinden yetişkin bir insan haline gelene kadar ülfet perdesi altında ne kadar hediyelerle donatıldık. bir vücut giydik. o vücuda göz, kulak, beyin gibi ihtiyacımız olan uzuvlar yerleştirildi. doğduğumuz anda yiyeceğimiz hazırdı. ve bu yaşa kadar da bizi bir şekilde buldu. bunların hepsini doğa(tabiat) ürünü olarak görmek arkada hükmeden şefkat ve merhamet manalarına kör kalmak demek olur.

kâinat bir bütün, yüz milyarlarca galaksi ve bunların arasında hala gizemi çözülmemiş fiziksel olaylar, karanlık maddeler ile suyun içindeki balık arasında bile bir bağ var. o balığı oluşturan elementler semadan geldi mesela. yani düşününce bize o hediyeleri gönderen zat aynı zamanda kâinatı birden idare eden zat. o'na nihayetsiz uzağız. ama o'nun rahmeti o'nu bize yakın ediyor. güneşin tüm yeryüzünü aydınlatırken bir damla suda da parlaması gibi allah'ın rahmeti de tüm kâinatı işletirken aynı zamanda kalbimizden vücudumuza kan pompalıyor.

işte besmele bunu hatırlatıyor bize. önce lafza-i celal ile başlıyor. tüm azametiyle kâinatın rabbinin kim olduğunu söylüyor. sonra rahman ismiyle dünya yüzünü şenlendiren rahmete özel olarak bakıyor. daha sonra ise rahim ismiyle insanın dış ve iç dünyasındaki rahmet yansımalarını nazara veriyor.

birinci söz'deki örnekte denildiği gibi bu dünyaya birer seyyah olarak geldik. ihtiyaçlarımız sonsuz, bize zarar verebilecek çok şey var. bu durumda olan bir insanın içindeki her şeyle beraber tüm kâinatın rabbine dayanması ne kadar büyük bir gereklilik. ve o rabbin bu teslimiyetin anahtarı olan besmeleyi gönderdiği kitapta 114 defa zikrederek insanın eline vermesi ne kadar büyük bir merhamet. bu rahmetin sahibine ne kadar şükredilse yine az.

(risale-i nur'dan birinci söz'ü okurken aklıma gelenler)
devamını gör...

tevekkül

özellikle siyaset vb geniş daireler gibi insanın çok çok az etki edebileceği alanlarda rahatlatan öğreti.

"manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir kadîr-i rahîm'in mülküdür. mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek. o hem hakîm'dir, hem rahîm'dir. mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. dehşet aldığın zaman, ibrahim hakkı gibi "mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme."
mektubat / risale-i nur
devamını gör...

allah'ın ezeliyeti

soru-kâinatın yaratıcısı olarak allah ispat edildiğinde allah'ın varlık sebebinin ne olduğu soruluyor. allah'a ezeli diyeceğimize kâinata ezeli diyelim diyen (c.ş.) bile var.

cevap: referans olması açısından sherlock dizisinden beğendiğim bir cümleyle başlamak istiyorum.: "olanaksızı elediğinde elinde kalanın ihtimal dahilindeki şey olmasa bile gerçek olacağını sana kaç kez söyledim?"evet, eğer elinde iki ihtimal varsa ve bunlardan biri imkansızsa elde kalan diğer ihtimal gerçeğin kendisidir.

risale-i nur bu mantığı tabiat risalesinde işlemiştir. aynen şu ifade geçmektedir: "evet madem mevcudat var ve inkâr edilmez. hem her mevcud san'atlı ve hikmetli vücuda geliyor. hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. herhalde ey mülhid! bu mevcudu, meselâ bu hayvanı ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor; yani esbabın içtimaında o mevcud vücud buluyor.. veyahud o kendi kendine teşekkül ediyor.. veyahud tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor.. veyahud bir kadîr-i zülcelal'in kudretiyle icad edilir. madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur, evvelki üç yol muhal, battal, mümteni', gayr-ı kabil oldukları kat'î isbat edilse; bizzarure ve bilbedahe dördüncü yol olan tarîk-i vahdaniyet, şeksiz şübhesiz sabit olur." (lemalar)

ilk nedenin ne olduğu konusunda elimizde birkaç ihtimal var. biri bazı tabi sebeplerle ilk enerjinin ve bu yolla maddenin tesadüfen oluşması veya kâinatın ezeli olması veya ilk nedene ihtiyaç duymayan, varlığı ezeli bir yaratıcının eseri olması.
bu seçeneklere tek tek bakarsak;

1- enerji kendi kendine oluşamaz. bunu bize termodinamik söylüyor. vikipedi'den alıntı yaparsak şöyle diyor: "bu yasa "enerjinin korunumu" olarak da bilinir. enerji, yoktan var edilemez; var olan enerji de yok edilemez; sadece bir şekilden diğerine dönüşür." yani sistemin toplam enerjisi doğal şartlarla değişemez. yani enerji kendi kendine oluşamaz.burada kuantum dalgalarıyla negatif ve pozitif enerjinin kendiliğinden oluştuğunu söyleyen görüş ise zaten allah'ın ispatıdır. yani bilimden tanrıyı bulmak için beklentisi evrenin bir yerinde hokus pokus yaparak bir şeyler yaratan sakallı bir ihtiyar bulmak olacak kadar aptal olmayan herkes için böyledir.

risale-i nur'da bu durum çok güzel açıklanmıştır:"hâlık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i rububiyetini hiçe indirir. bazen gayet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, manasız kaldı.""hem birer irade-i külliye ve birer ihtiyar-ı âmm ve birer hâkimiyet-i nev'iyenin unvanları bulunan ve "âdetullah" namıyla yâdedilen fıtrî kanunların birisine, hususî ve kasdî bir hâdise-i rububiyeti irca' eder. o irca' ile, onun nisbetini irade-i ihtiyariyeden keser; sonra tutar tesadüfe, tabiata havale eder. ebucehil'den ziyade muzaaf bir echeliyet gösterir. " (sözler)

yukarıda yapılan tesbiti bir örnekle açıklarsak, diyelim ki her sabah eşimiz veya annemiz bize kahvaltı hazırlayıp uyusun. her sabah kalkıyoruz ve kahvaltı masada hazır. malzemelere bakıyoruz, buzdolabında olan malzemeler. burada, "sabahları buzdolabındaki malzemelerin masada hazırlanması yasası" gereğince gercekleşen bir olay var çıkarımında bulunmak aptallık olacaktır. yani bir insanın enerjinin hatta enerji çiftinin kendiliğinden oluşacağına inanması ama bunu allah'tan bağımsız ele alması gülünçtür. yani binlerce yıl maddenin ezeliyetine dayanan inkar saçmalığını, imanın bir ispatı olan sonradan yaratılış durumunda bile devam ettirmek için gözünü kapatmaya çalışmaktır. ve örneğimizde nasıl kahvaltıyı hazırlayana bir nankörlük yapılmışsa burada da allah'a bir nankörlük söz konusudur.

2. "evren hep vardı" olan argümanları için ise risale-i nur şöyle cevap veriyor: "bu bedbahtlar, âciz-i mutlak ve yalnız bir cüz'-i ihtiyarîden başka ellerinde olmayan firavunlaşmış kendi nefisleri, hiçbir şeyi i'dam ve yok edemediklerinden ve hiçbir zerreyi, bir maddeyi, hiçten, yoktan icad edemediklerinden ve güvendikleri esbab ve tabiatın ellerinde hiçten icad gelmediği cihetle, ahmaklıklarından diyorlar: "yoktan var olmaz, var da yok olmaz" deyip, bu bâtıl ve hata düsturu, kadîr-i mutlak'a teşmil etmek istiyorlar.evet kadîr-i zülcelal'in iki tarzda icadı var. biri; ihtira' ve ibda' iledir. yani hiçten, yoktan vücud veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor. diğeri; inşa ile, san'at iledir. yani kemal-i hikmetini ve çok esmasının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anasırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor. her emrine tâbi' olan zerratları ve maddeleri, rezzakıyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.evet kàdir-i mutlak'ın iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. varı yok etmek ve yoğu var etmek; en kolay en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. bir baharda, üç yüz bin enva'-ı zîhayat mahlukatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoğu var edemez!" diyen adam, yok olmalı!.." (lemalar)

ayrıca şunu ekleyelim: "vücudun en kuvvetli mertebesi olan "vücub"un ve vücudun en sebatlı derecesi olan "maddeden tecerrüd"ün ve vücudun zevalden en uzak tavrı olan "mekândan münezzehiyet"in ve vücudun en sağlam ve tagayyürden ve ademden en mukaddes sıfatı olan "vahdet"in sahibi olan zât-ı vâcibü'l-vücud'un en has hâssası ve lâzım-ı zâtîsi olan ezeliyeti ve sermediyeti; vücudun en zaîf mertebesi ve en incecik derecesi ve en mütegayyir, mütehavvil tavrı ve en ziyade mekâna yayılmış olan hadsiz kesretli bir maddî madde olan esîr ve zerrat gibi şeylere vermek ve onlara ezeliyet isnad etmek ve onları ezelî tasavvur etmek ve kısmen âsâr-ı ilahiyenin onlardan neş'et ettiğini tevehhüm etmek, ne kadar hilaf-ı hakikat ve vakıa muhalif ve akıldan uzak ve bâtıl bir fikir olduğu, risale-i nur'un müteaddid cüz'lerinde kat'î bürhanlarla gösterilmiştir." (lemalar)

kısaca ve anladığım kadarıyla özetlersem: zerreler yani madde hadistir. sonradan yapılıyor. bilim ilerledikçe daha önce temel zannedilen atomun bile daha küçük parçalardan oluştuğu ortaya çıktı. yani madde ezeli değil. ayrıca enerji de termodinamiğin ikinci yasası (entropi) gereği daima düzensizleşme eğilimindedir. buradan iki sonuç çıkmaktadır:1- mevcudata entropi'yi yani düzensizleşme eğilimini kim verdi?2- entropi varsa evrenin bir sıfır noktası olması gerekir. çünkü sonsuzdan beri süregelen bir düzensizleşme olamaz.bu sebeplerle kâinatın ezeli olamayacağı açıktır.

ayrıca üstad yukarıda yeni yaratılan mevcutları örnek vererek yaratım sürecinin devam ettiğini ifade ediyor. örneğin bu baharda yetişecek çiçekler yeni yaratılmış olacaklar (zerrelerinin toparlandığı kabul edilse bile).

başta ifade ettiğimiz gibi ezeli bir yaratıcı dışındaki ihtimaller imkansızdır. allah'ın ezeliyetini kavrayamasak bile gerçek olan, vaki olan, inanılması gereken tek seçenek budur. çünkü madde ve enerji bizim varlık formumuzdadır bu sebeple inceleyebiliyoruz ve onların kendi kendilerine oluşamayacaklarını ve ezeli olamayacaklarını biliyoruz. ama allah bizim varlık formumuzda değildir. o'nun ezeliyetinin hikmetini dünya aklımızla kavrayamasak da aşkın bir varlıkla ilgili olması hasebiyle mümkündür hatta tek mantıklı açıklama olmasından dolayı vacibdir.

risale-i nur'da allah'ın ezeliyetini en mükemmel anlatan ihlas suresi'nin tefsirinde şu ifade geçer: "vâcib, kadîm, ezelî olmazsa, olmaz ilah...yani: ya müddeten hâdis ise, ya maddeden tevellüd, ya bir asıldan münfasıl olsa, elbette olmaz şu kâinata penah..." (sözler)

soru- allah varlığının ve ezeliyetinin hikmetini neden açık bir şekilde anlatmamıştır?

cevap - bu konu marifetullah ile ilgilidir. risale-i nur'dan iki ayrı alıntı yapacağız: "ey şiddet-i zuhurundan gizlenmiş ve ey azamet-i kibriyasından istitar etmiş olan zât-ı akdes! " (lemalar)

"i'lem eyyühel-aziz! cenab-ı hakk'a malûm ve maruf unvanıyla bakacak olursan, meçhul ve menkûr olur. çünki bu malûmiyet, örfî bir ülfet, taklidî bir sema'dır. hakikatı i'lam edecek bir ifade de değildir. maahâzâ, o unvan ile fehme gelen mana, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp zihne ilka edemez. ancak zât-ı akdes'i mülahaza için bir nevi unvandır. amma cenab-ı hakk'a mevcud-u meçhul unvanıyla bakılırsa, marufiyet şuâları bir derece tebarüz eder. ve kâinatta tecelli eden sıfat-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsufun o unvandan tulû' etmesi ağır gelmez." (mesnevi-i nuriye)

anladığımız kadarıyla özetlersek; cenab-ı hak o kadar açıktır ki göz görmez olmuştur. güneşe doğrudan bakmak değil eşyada ışığını görmek gerektiği gibi, allah'a da doğrudan zatını değil eserleri üzerinden isim ve sıfatlarını tefekkür etmek gerekir.(peygamberimizin tavsiyesi de budur.) ve aynı zamanda allah, ekber'dir, ve bu büyüklüğünden azametinden dolayı gizlenmiştir. azim olan; ülfet olunmamak, hafife alınmamak, kudretini hissettirmek için kendini gizler. allah'ın bütün isim ve sıfatları kâinattan ve kur'an-ı kerim'den ispatlanabilir. ama saydığımız sebeplerle göz önünde teşhir edilmemiş olsa gerektir. doğrusunu allah bilir.
devamını gör...

tövbe

hak dinin getirdiği yasaklar öylesine hayatı korur ki inançsızlar peygamberlerin bunları toplumu ilerletmek için -haşa- uydurduğuna inanmışlardır.

gerçekten günahlar genelde sağlığa veya toplumsal ilişkilere zararlı şeylerdir.bir belgeselde izlemiştim. damardan eroin alan bağımlılar bu enjeksiyon işleminden zevk aldıklarını zannediyorlarmış. oysa ki yaşanan şey vücudu bağımlı kıldıkları zehre ulaşmayı sağlayan can yakıcı bir ritüel. aynı belgeselde bağımlılık için çıkarıldığında rahatlama hissi veren dar bir ayakkabı giyme benzetmesi yapılıyordu. aslında bağımlılıklar çok daha kötüdür. çünkü yoksunluğun verdiği sıkıntı dar bir ayakkabıdan daha kötüdür. ve bağımlılıkların çoğu dar bir ayakkabıdan daha masraflı ve tehlikelidir.

risale-i nur'da günahlarla ilgili şöyle bir uyarı yapılıyor: "masiyetin mahiyetinde, bilhâssa devam ederse, küfür tohumu vardır. çünki o masiyete devam eden, ülfet peyda eder. sonra ona âşık ve mübtela olur. terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. sonra o masiyetinin ikaba mûcib olmadığını temenniye başlar. bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. en-nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü'l-ikabı inkâra sebeb olur." (mesnevi-i nuriye)

yani kötülük ve günahların ülfet olunma riski var. hatta aşık ve mübtela olunma riski var. çünkü o günahlara zehirli bal gibi geçici bir zevk de katılmış. ama önceki paragrafta bahsettiğimiz gibi aslında o günaha bağımlı olduktan sonra çekilecek yoksunluk ızdırabı düşünülünce alınan o cüz'i zevk beş kuruş etmez.

günahlar ne kadar yaygın da olsa, ne kadar kolay ulaşılabilir de olsa iki dünya için zararlı oldukları bir gerçek. kurtulmak lazım. bu konuda şanslıyız. çünkü rabbimiz son fermanında ümitsizliğe düşmeyi yasaklayarak tövbe edilirse her günahı affedeceğini buyuruyor.bir şair "hayat bir korkular ve alışkanlıklar bütünüdür." diyor. risale-i nur'da da "terkü'l-âdât mine'l-mühlikât" cümlesi geçiyor. yani adetleri ve alışkanlıkları terketmek kolay değildir. insanı sarsar. her ne kadar bu alışkanlıklar zararlı bile olsa... ama ümitsizliğe yer yok! kur'an-ı kerim şarabı yasaklayınca o güne kadar tiryaki olan sahabeler bir daha ağızlarına bile sürmediler. demek ki iman kuvveti her türlü alışkanlığın sahte konforunu unutturacak ulvi bir güzellik sunabilir.

en büyük günahlardan biri allah'tan ümit kesmektir. ibadetlerin yani kulluğun ruhu ise ihlas yani samimiyettir. allah her samimi tövbeyi ve bu yöndeki çabayı kabul eder. bir hadis-i şerifte mealen "allah korkusundan yaşaran göz cehennemde yanmaz" buyruluyor. elbetteki günahın manası küçük değildir. her bir günah küçük büyük bir parça allah'a bilinçli veya bilinçsiz isyandır. galaksilerin bile dinlediği bir kudretin emirlerinden yüz çevirmektir. atomları bile gören bir latif'i kendine kayıtsız sanmaktır. ama öte yandan allah'ın rahmetinin gazabını geçtiğini hatırlamak, samimi tövbenin yaratılma gayelerimizden biri olduğunun farkında olmak gerekir.

allah gaffariyeti ve rahimiyeti hürmetine bilerek, bilmeyerek işlediğimiz; küçük, büyük bütün günahlardan kurtarsın ve bağışlasın. amin.
devamını gör...

evren

ne kadar küçük olsak da içinde
hayallerimiz ulaşır sınırlarına
şimdilik kalsak da hayret içinde
bir gün varır aklımız tüm sırlarına
devamını gör...

güzelliği göreceli yapan şeyin aşk olduğu tezi

güzellik neden mi görecelidir?

doğumundan itibaren karantinada tutulmuş bir insana "sonsuz ve mutlak güzel" desek zihninde ne canlanır? -hiçbir şey. çünkü güzel kavramını anlayamaz. ama normal insanlar hayatları boyunca genetik, çevre vb faktörler dolayısıyla bir güzellik algısı edinirler. böylece güzel denildiğinde neden bahsedildiğini anlarlar. mutlak güzel dendiğinde de kavrayamasalar da hayranlık ve merak hissedebilirler.

tüm gördüğümüz bu evren allah'ın kendi sanatını görmesi ve göstermesi için yaratılmıştır. insanın varlık amacı allah'ı tanımaktır. oysa allah taşıdığı unvanların mutlak ve sınırsız sahibidir. o'nu tanıyabilmek için o sıfatların ne olduğunu bilmek gerekir. bu yüzden yaşadığımız perdeler dünyasında güzel-çirkin, iyi-kötü, adalet-zulüm, varlık-yokluk birbiri içine girmiştir. ve biz bu sayede yani zıtları sayesinde güzellik gibi pozitif özelliklerin mahiyetini anlayabiliyoruz. böylece mutlak olan rabbimizi tanımak için elimizde veriler olmuş oluyor.

yani aslında güzellik göreceli değildir. mutlak ve nesnel bir güzellik vardır. ama o'nu müşahede etmenin yeri cennettir. bu dünyada o'nu ucundan da olsa hissedebilmek için güzellik kavramını anlamamız gerekiyor. bunun için de güzelliğin derecelerinin olması gerekiyor. nasıl ki sadece 0 ve 1'i bilen birine sonsuzu anlatamayacaksak, sayıların farklı derecelerine ihtiyacımız varsa aynen öyle de sonsuz gibi kavranamaz olan allah'ın güzelliği hakkında bir marifet edinmek için güzelliğin farklı derecelerini görmeye ihtiyaç vardır.
devamını gör...

hayatın sıkıcı olmamasını sağlamak

boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız rabbine yönel.

(94-inşirah suresi 7-8. ayet)



insan bu dünyaya okumak için gelmiştir. bu yüzden ilk emir "oku"dur. ama okumak için önce okumayı bilmek gerekir. nasıl yazıyı okumak için önce bir okuma alışkanlığı kazanmak gerekiyorsa hayatı ve kâinatı okumak için de bir alt yapı gerekir.

(bkz: carl gustav jung) "dışarıya bakan rüya görür, içine bakan uyanır." der. kendini tanıma çabasına girmek sonsuz bir uğraşıyı getirir. ama insanın iç dünyasını da okumayı öğrenmesi gerekir.

kâinatı ve hayatı ve insanı okumanın yolu kur'an-ı kerim ile öğrenilir. bu asırda uygun bir tefsir arayanlara risale-i nur'u öneririm. tefekkür nedir ve nasıl yapılır bir kere öğrenen bir insan artık istese de duramaz.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim