1.
kanadalı hard rock grubu heart' ın şarkısıdır. ann wilson tüm şarkı boyunca elon diyeceğine alon der durur.
devamını gör...
2.
uzun zaman önce ingilizce'deki alone (yalnızlık) sözcüğü, ayrı iki kelime olarak ele alınırdı : all one (hep bir).
all one olmak, temelli ya da geçici olarak tamamen bir bütün olmak, birlik içinde olmak demektir. yalnızlığın amacı tam olarak budur, hep bir olmaktır.
all one olmak, temelli ya da geçici olarak tamamen bir bütün olmak, birlik içinde olmak demektir. yalnızlığın amacı tam olarak budur, hep bir olmaktır.
devamını gör...
3.
bir edgar allen poe şiiridir.
bu şiiri ilk kez okuduğum zaman çantasında kamuran şipal çevirisi franz kafka kitaplarının gri kapakları ile dolanan içindeki bu anlamsız hisleri ne yapacağını bilmeyen karadeniz'in güzel bir şehrinden daha büyük bir taşra kenti olan ankara'ya gelmiş genç bir üniversite öğrencisiydim.
başkaları gibi olmayı asla başaramayarak geldiğim üniversitede yine başkaları gibi olmadığım için yalnız kalmayı tercih etmiştim. tercih edilen yalnızlığın verdiği özgürlük duygusuna o zamandan beri müptelayım.
bu yalnızlık duygusu ve yalnızlık hali çok uzun sürmedi o zaman için. bir sene boyunca tefcih edilmiş yalnızlık halleri ile kendimi kurgu alemlere bıraktım. sinema, edebiyat ve tiyatronun gerçekliği benim için somut gerçeklikten daha üstündü.
sonra bu şiire denk geldim işte. sevdiğim şeyleri yalnızca ve yalnız başıma sevmenin benim için de ne kadar önemli olduğunu o zaman anladım. aslında zaten biliyordum ama edgar allen poe üstadım söyleyince benim için daha da bir anlam kazandı.
şiirin hem ingilizcesini hem türkçesini alıntılıyorum:
from childhoods hour i have not been
as others were; i have not seen
as others saw; i could not bring
my passions from a common spring.
from the same source i have not taken
my sorrow; i could not awaken
my heart to joy at the same tone;
and all i loved, i loved alone.
then- in my childhood, in the dawn
from every depth of good and ill
the mystery which binds me still:
from the torrent, or the fountain,
from the red cliff of the mountain
fron the sun that round me rolled
ın its autumn tint of gold,
from the lightning in the sky
as it passed me flying by,
from the thunder and the storm,
and the cloud that took the form
(when the rest of heaven was blue)
of a demon in my view.
olmadım çocukluğumdan beri
başkalarının olduğu gibi –
görmedim dünyayı, nesneleri
başkalarının gördüğü gibi –
kandırmadı hüznümü, tutkuları
aynı ortak pınarların suları
aynı zevki duymadı yüreğim
aynı şevkle uyanmadı yüreğim –
sevdiğim her şeyi yalnız sevdim –
çocukluğumda, çocukluk çağında
fırtınalı bir ömrün derinliğinden
çıktı hâlâ tutsağı olduğum gizem –
çıktı sellerden ya da pınarlardan –
dağlardaki kızıl kayalıklardan –
gölgesi dolanan güz güneşinden
onun sonsuzdaki altın renginden
çıktı gökyüzünün yıldırımlarından
yanımdan uçarak geçtiği zaman.
ve kasırgadan, gökgürültüsünden
ve buluttan ve bulutun sisinden
(havanın kalanı mavileştiği an)
gözlerimde iblis şeklini alan.
erdoğan alkan
bu şiiri ilk kez okuduğum zaman çantasında kamuran şipal çevirisi franz kafka kitaplarının gri kapakları ile dolanan içindeki bu anlamsız hisleri ne yapacağını bilmeyen karadeniz'in güzel bir şehrinden daha büyük bir taşra kenti olan ankara'ya gelmiş genç bir üniversite öğrencisiydim.
başkaları gibi olmayı asla başaramayarak geldiğim üniversitede yine başkaları gibi olmadığım için yalnız kalmayı tercih etmiştim. tercih edilen yalnızlığın verdiği özgürlük duygusuna o zamandan beri müptelayım.
bu yalnızlık duygusu ve yalnızlık hali çok uzun sürmedi o zaman için. bir sene boyunca tefcih edilmiş yalnızlık halleri ile kendimi kurgu alemlere bıraktım. sinema, edebiyat ve tiyatronun gerçekliği benim için somut gerçeklikten daha üstündü.
sonra bu şiire denk geldim işte. sevdiğim şeyleri yalnızca ve yalnız başıma sevmenin benim için de ne kadar önemli olduğunu o zaman anladım. aslında zaten biliyordum ama edgar allen poe üstadım söyleyince benim için daha da bir anlam kazandı.
şiirin hem ingilizcesini hem türkçesini alıntılıyorum:
from childhoods hour i have not been
as others were; i have not seen
as others saw; i could not bring
my passions from a common spring.
from the same source i have not taken
my sorrow; i could not awaken
my heart to joy at the same tone;
and all i loved, i loved alone.
then- in my childhood, in the dawn
from every depth of good and ill
the mystery which binds me still:
from the torrent, or the fountain,
from the red cliff of the mountain
fron the sun that round me rolled
ın its autumn tint of gold,
from the lightning in the sky
as it passed me flying by,
from the thunder and the storm,
and the cloud that took the form
(when the rest of heaven was blue)
of a demon in my view.
olmadım çocukluğumdan beri
başkalarının olduğu gibi –
görmedim dünyayı, nesneleri
başkalarının gördüğü gibi –
kandırmadı hüznümü, tutkuları
aynı ortak pınarların suları
aynı zevki duymadı yüreğim
aynı şevkle uyanmadı yüreğim –
sevdiğim her şeyi yalnız sevdim –
çocukluğumda, çocukluk çağında
fırtınalı bir ömrün derinliğinden
çıktı hâlâ tutsağı olduğum gizem –
çıktı sellerden ya da pınarlardan –
dağlardaki kızıl kayalıklardan –
gölgesi dolanan güz güneşinden
onun sonsuzdaki altın renginden
çıktı gökyüzünün yıldırımlarından
yanımdan uçarak geçtiği zaman.
ve kasırgadan, gökgürültüsünden
ve buluttan ve bulutun sisinden
(havanın kalanı mavileştiği an)
gözlerimde iblis şeklini alan.
erdoğan alkan
devamını gör...
4.
devamını gör...
5.
efendim?
devamını gör...
6.
devamını gör...