öne çıkanlar | diğer yorumlar

dergah yayınları dünya edebiyatı serisinden, ivan repila imzalı, kısa bir roman.

ormanın derinliklerinde bir kuyuya düşmüş 2 erkek kardeşin, yaşama tutunma mücadelesinin konu edinildiği -sonu itibariyle oldukça sarsıcı- bir eser.kardeşlerin kimlikleri hakkında her hangi bir bilgi yok ; büyük ve küçük olarak isimlendiriliyorlar.kuyuya nasıl düştükleri meçhul ama orda kalmaya hiç niyetleri yok çünkü bir amaçları var ve bunu gerçekleştirmek zorundalar.aç ve susuzlar, zaman zaman kuyu çevresini ziyaret eden kurtlar gibi başka düşmanları da var.sanki her şey onlara karşı durmak ve sınırlarını zorlamak için var.yalnız insanoğlunun hayatta kalma içgüdüsünün tüm bu olumsuzluklara karşı olağanüstü gücü de asla hafife alınmamalı.özellikle bu içgüdüye şiddetli bir amaç eşlik ediyorsa...

tek seferde okunup bir kenara atılabilecek bir kitap değil.kitabın sonunda tüm taşlar yerine oturuyor ve hiç beklenmedik bir sürpriz ile yazar okucuyu oldukça şaşırtıyor.hatta kitabı okurken anlamlandıramadığınız ya da farklı düşündüğünüz şeyler tokat gibi suratınıza çarpılıyor.dil inanılmaz akıcı, kapalı tek bir yerde geçse de hiç sıkılmadan okumak mümkün.son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan biri.

www.dergah.com.tr/kitaplar/...
devamını gör...
bu kitabı okuyan birinin daha olması mutluluğuyla.
ispanyol bir yazarın kaleme aldığı muhteşem kitap. sadece kuyuya düşen iki kardeşin hikayesinden daha fazlasını görüyoruz kitapta. asıl anlatılmak istenen büyük devletlerin küçük devletler üzerindeki etkisini göstermekmiş. hatta girişte okuduğumuz zengin devletler zengin olduğu için fakir devletler fakir değildir zengin devletler daha zengin olsaydı fakirler de aynı derece fakir olurdu sözü ya da buna benzer olan söz bu konuya atıfta bulunmak için yazılmış. büyük kardeş büyük devletleri küçük kardeş de küçük devletleri temsil ediyor. büyük olan hayatta kalmak için küçük olanın az yemek yemesi konusunda onu ikna ediyor mesela.

bana kalırsa kitap bundan da öte bir varoluşçu çabanın kitabı. iki kardeş annelerine yemek götürmek için çıktıkları yolda kuyuya düşerler. bu kuyu ne kadar büyük ya da ne kadar küçük net bir bilgi olmamakla birlikte ruh halinize ve algınıza göre zaman zaman daralıp genişliyor. iki kardeş bu kuyudan çıkmaya çalışırken açlık ve benlikleriyle bir savaş halindeler. küçük kardeşin konuşma dilini unutması varlığının anlamsızlaşmaya başlaması da aklımıza var olmak için ihtiyacımız olan iletişim kurmak ve anlaşılmaktır, sadece anlatmak yetmez benim anlamım ve değerim anlaşıldığımda ortaya çıkar diye özetleyebileceğimiz varoluşçuluk ve dil arasındaki ilişkiyi özetler nitelikte.

kitabı okurken aklıma gelenlerden biri de şu: mezapotamya mitolojisinde inisiyasyon rutinlerinden biri de erkekleri kapalı bir odada ya da tabutta günlerce bekletmektir. böylece erkeğin ergenliğini kazandığı, çocuk olarak ölüp yetişkin olarak doğduğuna inanılırdı. bizim küçük kardeş erginliğe erişirken büyük kardeş ölür. ölmesi gerekir çünkü yaşarsa kahraman olamaz.

tüm bunları id, ego, süperego olarak anlamlandıranlar da var.
yani kitabın güzelliği kesinlikle her okuyanın farklı bir anlam çıkarmasında yatıyor. bu kadar yerinde metafor kullanmak da bir alkışı hakkediyor bence. yazarın eline sağlık.

sabaha kadar konulup sayfa sayfa yazmalık başka kitap okuyan varsa söylesin.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"atilla’nın atını çalan çocuk" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim