1.
amerikan progressive metal devi dream theater'ın 1994 çıkışlı albümünün adıdır; topluluğun 3. stüdyo albümüdür.
grupla 1997 senesi gibi tanıştığım albüm olup benim için en özel dream theater albümüdür. lise 2'deyken kuşadası'ndaki tansaş'tan orijinal kasetini almıştım awake'in. o zamana kadar dinlediğim hiçbir şeye benzemiyordu gerçekten buradaki müzik. ki aradan geçen 27 senede falan da fikrim çok değişmedi. hala bana göre en ayrıksı progressive metal üretimlerinden biridir. bu arada not olarak düşeyim ki dream theater'ın bir de 1999 çıkışlı scenes from a memory albümü benim için özeldir ve bu ikisi haricindeki dream theater, benim açımdan olmasa da olur hükmündedir. ama bu tabii ki tamamen benim öznel algım/değerlendirmem/yargım. yoksa six degrees of inner turbulence, train of thought gibi albümleri kötü demiyorum. onları da az çok sevmiştim zamanında, benim için kalıcı olamasalar da ancak octavarium ile birlikte dream theater'dan tamamen koptum diyebilirim, awake ve sfam albümleri dışında.
awake'i başlatan kişinin davulcu mike portnoy olduğunu söylemek abes olmaz. yani kendisinin harika bir davul introsu ile açılıyor albüm. zaten buradaki tonlardan bile karşımızda ne kadar "kaliteli" bir üretim olduğunu anlıyoruz. o tom'lar falan... müthiş bir albüm girişi bence. hatta hala albümün girişindeki o kompleks ritimleri ellerimle yaparım ben ara ara. öyle bir akılda kalıcılık, öyle bir ilham vericilik...
awake'in aslında tümden mükemmel bir albüm olduğunu iddia edemem. bu sıfata layık bir dream theater ürünü varsa o da scenes from a memory'dir gözümde. peki neden awake'i daha çok seviyorum o halde? çünkü olumlu anlamda çok tuhaf bir albüm bu. kevin moore'un klavye tuşlarına mistik dokunuşları, james labrie'nin prime vokallari... evet, bana göre awake'i en özel kalan isimler klavyeci moore ve vokalist labrie'dir. jordan rudess geldi ve grup bu yüzden boz(ul)du diyenlerden de değilim aslında ki öyle düşünsem sfam'yi bu kadar övmezdim.
neyse... sfam'yi mükemmel yapan "bütünlük" hissi awake'de olmasa da awake'teki müthiş sound ve ruh da onda yok, bana kalırsa. dt fanları images and words'den bahsetmiyor olmama şaşırıyor olabilirler ancak tüm samimiyetimle söylüyorum ki o albümü hiçbir zaman sevemedim/benimseyemedim. bu hususta ciddi bir azınlığı temsil etsem de tamamen dürüst konuşuyorum. hadi awake ve sfam'ye olan hayranlığımdan bahsetmesem gruba bok atan bir hater olarak algılanabilirdim ama tablonun öyle olmadığı aşikar olmalı, bu değişken düşünüldüğünde.
1997 senesinde lise 2'deydim ve metalciliğimin bıçkınlık dönemleri tabii o yaşlar. awake'de de en çok the mirror parçasına vurulmuştum ilk ki bu çok normal sanırım, öncesinde progressive metal dinlememiş olan bir metalhead olduğum göz önüne alındığında. tabii dinledikçe albümün diğer güzelliklerini, harikalıklarını, fevkaladeliklerini de keşfettim. erotomania'nın sıra dışılığı ve burada gitarist john petrucci'nin adeta uçuşa geçmesi, örneğin. veya lifting shadows off a dream'in o yumuşak, muazzam, mistik şahaneliği... enstrümantal olarak da labrie'nin vokalleri bakımından da ruh okşayıcı, mod değiştiren (olumlu anlamda) bir harikalıktır bu parça ve net olarak albümdeki favorilerim arasındadır.
ve elbette space-dye vest... off ya. bu şarkıyı dinlerken ağlamış bile olabilirim. ağlamaklı bir moda defalarca girdiğim kesin zaten. yalnız şarkıdaki ilham bayağı garipmiş ya. labrie'nin anlattığına göre klavyeci kevin moore, bir dergide uzay efektli (space-dye) bir yelek giyen bir model görmüş, ona aşık olmuş ve... yani biz platonik bir aşk teması üzerinden gidelim bence, diğer türlü bir şarkıya böyle bir şeyin neticesinde isim vermek bir hayli absürt geliyor kulağıma. neyse, space-dye vest... inanılmaz ruhlu, duygulandırıcı bir parça bu hakikaten ve muazzam bir albüm kapanışı diyebilirim.
awake'in sound'una da ayrı bir parantez açmak gerekiyor kanımca. 90'lar metal sound'ları benim zaten favorimdir genel bağlamda fakat awake'in sound'u bunların bile arasında devasa bir ayrıcalığa sahip. zaten bendeki orijinal kasetin kitapçığını tam açtığınızda albümü kaydettikleri stüdyonun muhtemelen panoramik bir fotosu vardı. yani çok yüksek tavanlı ve aşırı büyük bir stüdyo. eh, bir de berklee kökenli ve ultra yetenekli ve süper profesyonel müzisyenlerin olunca... neyse, bana göre awake'e remastering uygulamaya hiç gerek yok cidden. bunu yapmışlardı galiba ve okey ancak orijinal kaydı da bugün bile çok kaliteli ve yeterli olmayı sürdürüyor nazarımda. i&w albümü mesela "beni remaster'layın" diyordu adeta, sound olarak. ama awake zaten olayı baştan bitirmişti. hala da birçok progressive metal grubuna ilham olan, muazzam bir sound'dan ve harika bir kayıttan bahsediyoruz burada. kimisine göre en iyi davul sound'u/kaydı train of thought'tadır mesela. hatta belki de çoğuna göre. bunu anlayabiliyorum ancak daha "impactful" olması paralel olarak daha etkileyici/iyi olması anlamına gelmez bence kayıtların. ben hiç düşünmeden awake'in davul sound'unu tercih ederim bu yüzden.
albümün muhteşem kapağını da koymadan olmaz tanıma.
neyse, fazla uzatmaya gerek yok. dream theater'ın awake'ini favori 5 progressive metal albümüm arasına alırım. bununla da kalmayıp, tüm türler kapsamında bir ilk 10 listesi yapsam, oraya bile alırım. o denli özel bir albümdür benim açımdan yani.
bir de not olarak şunu düşeyim: o dönemde satılan orijinal awake kasetinde, albümde sondan önceki parça olan scarred bulunmuyordu. ben ve benim gibi birçok insan bu şarkıdan epey sonra haberdar olabildi yani.
albümden 3 tane çok sevdiğim parçayı koyuyorum aşağıya. iyi dinlemeler dilerim.
grupla 1997 senesi gibi tanıştığım albüm olup benim için en özel dream theater albümüdür. lise 2'deyken kuşadası'ndaki tansaş'tan orijinal kasetini almıştım awake'in. o zamana kadar dinlediğim hiçbir şeye benzemiyordu gerçekten buradaki müzik. ki aradan geçen 27 senede falan da fikrim çok değişmedi. hala bana göre en ayrıksı progressive metal üretimlerinden biridir. bu arada not olarak düşeyim ki dream theater'ın bir de 1999 çıkışlı scenes from a memory albümü benim için özeldir ve bu ikisi haricindeki dream theater, benim açımdan olmasa da olur hükmündedir. ama bu tabii ki tamamen benim öznel algım/değerlendirmem/yargım. yoksa six degrees of inner turbulence, train of thought gibi albümleri kötü demiyorum. onları da az çok sevmiştim zamanında, benim için kalıcı olamasalar da ancak octavarium ile birlikte dream theater'dan tamamen koptum diyebilirim, awake ve sfam albümleri dışında.
awake'i başlatan kişinin davulcu mike portnoy olduğunu söylemek abes olmaz. yani kendisinin harika bir davul introsu ile açılıyor albüm. zaten buradaki tonlardan bile karşımızda ne kadar "kaliteli" bir üretim olduğunu anlıyoruz. o tom'lar falan... müthiş bir albüm girişi bence. hatta hala albümün girişindeki o kompleks ritimleri ellerimle yaparım ben ara ara. öyle bir akılda kalıcılık, öyle bir ilham vericilik...
awake'in aslında tümden mükemmel bir albüm olduğunu iddia edemem. bu sıfata layık bir dream theater ürünü varsa o da scenes from a memory'dir gözümde. peki neden awake'i daha çok seviyorum o halde? çünkü olumlu anlamda çok tuhaf bir albüm bu. kevin moore'un klavye tuşlarına mistik dokunuşları, james labrie'nin prime vokallari... evet, bana göre awake'i en özel kalan isimler klavyeci moore ve vokalist labrie'dir. jordan rudess geldi ve grup bu yüzden boz(ul)du diyenlerden de değilim aslında ki öyle düşünsem sfam'yi bu kadar övmezdim.
neyse... sfam'yi mükemmel yapan "bütünlük" hissi awake'de olmasa da awake'teki müthiş sound ve ruh da onda yok, bana kalırsa. dt fanları images and words'den bahsetmiyor olmama şaşırıyor olabilirler ancak tüm samimiyetimle söylüyorum ki o albümü hiçbir zaman sevemedim/benimseyemedim. bu hususta ciddi bir azınlığı temsil etsem de tamamen dürüst konuşuyorum. hadi awake ve sfam'ye olan hayranlığımdan bahsetmesem gruba bok atan bir hater olarak algılanabilirdim ama tablonun öyle olmadığı aşikar olmalı, bu değişken düşünüldüğünde.
1997 senesinde lise 2'deydim ve metalciliğimin bıçkınlık dönemleri tabii o yaşlar. awake'de de en çok the mirror parçasına vurulmuştum ilk ki bu çok normal sanırım, öncesinde progressive metal dinlememiş olan bir metalhead olduğum göz önüne alındığında. tabii dinledikçe albümün diğer güzelliklerini, harikalıklarını, fevkaladeliklerini de keşfettim. erotomania'nın sıra dışılığı ve burada gitarist john petrucci'nin adeta uçuşa geçmesi, örneğin. veya lifting shadows off a dream'in o yumuşak, muazzam, mistik şahaneliği... enstrümantal olarak da labrie'nin vokalleri bakımından da ruh okşayıcı, mod değiştiren (olumlu anlamda) bir harikalıktır bu parça ve net olarak albümdeki favorilerim arasındadır.
ve elbette space-dye vest... off ya. bu şarkıyı dinlerken ağlamış bile olabilirim. ağlamaklı bir moda defalarca girdiğim kesin zaten. yalnız şarkıdaki ilham bayağı garipmiş ya. labrie'nin anlattığına göre klavyeci kevin moore, bir dergide uzay efektli (space-dye) bir yelek giyen bir model görmüş, ona aşık olmuş ve... yani biz platonik bir aşk teması üzerinden gidelim bence, diğer türlü bir şarkıya böyle bir şeyin neticesinde isim vermek bir hayli absürt geliyor kulağıma. neyse, space-dye vest... inanılmaz ruhlu, duygulandırıcı bir parça bu hakikaten ve muazzam bir albüm kapanışı diyebilirim.
awake'in sound'una da ayrı bir parantez açmak gerekiyor kanımca. 90'lar metal sound'ları benim zaten favorimdir genel bağlamda fakat awake'in sound'u bunların bile arasında devasa bir ayrıcalığa sahip. zaten bendeki orijinal kasetin kitapçığını tam açtığınızda albümü kaydettikleri stüdyonun muhtemelen panoramik bir fotosu vardı. yani çok yüksek tavanlı ve aşırı büyük bir stüdyo. eh, bir de berklee kökenli ve ultra yetenekli ve süper profesyonel müzisyenlerin olunca... neyse, bana göre awake'e remastering uygulamaya hiç gerek yok cidden. bunu yapmışlardı galiba ve okey ancak orijinal kaydı da bugün bile çok kaliteli ve yeterli olmayı sürdürüyor nazarımda. i&w albümü mesela "beni remaster'layın" diyordu adeta, sound olarak. ama awake zaten olayı baştan bitirmişti. hala da birçok progressive metal grubuna ilham olan, muazzam bir sound'dan ve harika bir kayıttan bahsediyoruz burada. kimisine göre en iyi davul sound'u/kaydı train of thought'tadır mesela. hatta belki de çoğuna göre. bunu anlayabiliyorum ancak daha "impactful" olması paralel olarak daha etkileyici/iyi olması anlamına gelmez bence kayıtların. ben hiç düşünmeden awake'in davul sound'unu tercih ederim bu yüzden.
albümün muhteşem kapağını da koymadan olmaz tanıma.
neyse, fazla uzatmaya gerek yok. dream theater'ın awake'ini favori 5 progressive metal albümüm arasına alırım. bununla da kalmayıp, tüm türler kapsamında bir ilk 10 listesi yapsam, oraya bile alırım. o denli özel bir albümdür benim açımdan yani.
bir de not olarak şunu düşeyim: o dönemde satılan orijinal awake kasetinde, albümde sondan önceki parça olan scarred bulunmuyordu. ben ve benim gibi birçok insan bu şarkıdan epey sonra haberdar olabildi yani.
albümden 3 tane çok sevdiğim parçayı koyuyorum aşağıya. iyi dinlemeler dilerim.
devamını gör...