1.
islam dini.
varlık nedir? düşünürler, binlerce yıldır varlığın tam olarak ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor. bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için o şeyin ne olduğunu bilmek gerekir. bu nedenle, öncelikli olarak sorulması gereken soru, bilmenin ne anlama geldiğidir. "bilgi nedir?" sorusunu doğru cevaplamadan "varlık nedir?" sorusunu doğru cevaplamak mümkün değildir. bundan dolayı, epistemoloji her zaman ontolojiden öncedir.
olgularla aramızdaki zihinsel ilişki, inançlarla kurulur. birimiz üçgenlerin üç kenarı olduğuna inanırken, bir başkası dört kenarlı bir üçgenin var olduğuna inanabilir. ancak, ikimizin de haklı olması mümkün değildir. peki, haklı olanı haklı yapan gerekçe nedir? üçgenlerin üç kenarı olduğuna inanan kişi niçin haklıdır? çünkü üçgenlerin üç kenarı olması bir olgudur. inanç-olgu ilişkisi doğru kurulduğunda, olguya dair inancımızda haklı oluruz. işte tam burada, inanç ahlakı devreye girer; o olmadan, olgularla ilişkimizde haklı olamayız.
clifford’un inanç ahlakı isimli eserindeki "bir şeye yetersiz delile dayanarak inanmak herkes için, her zaman ve her yerde yanlıştır." ifadesine bu açıdan yaklaşmak ufuk açıcı olacaktır. çünkü, biz herhangi bir şeye yeterli kanıta dayanarak inandığımızda, o şey hakkında haklı oluruz. bir şey hakkında haklı olmamız, onun doğruluğundan emin olma hakkına sahip olmamız demektir. bunun adı da bilmektir. bu durumda, bilmek, doğru inanmak demektir. böylelikle bilginin doğru inanç olduğu sonucuna varırız. "doğru inanç vardır." önermesinin zıttına, yani "doğru inanç yoktur." önermesine baktığımızda, bu önermenin hiçbir zaman doğru inanç olamayacağını görürüz. dolayısıyla, "doğru inanç vardır." önermesi her zaman doğru inançtır. o halde, eğer doğru inancın her zaman var olduğunu kabul edersek, bilgi biz insanlardan bağımsız olarak vardır. ancak, doğru inanç doğası gereği doğru inanana muhtaçtır. bu nedenle, doğru inancın sürekli var olduğunu ispatladığımızdan, onu sürekli var eden en az bir doğru inananın varlığı zorunludur. her zaman doğru inanan tek midir, yoksa birden fazla mı?
her zaman doğru inanan biri, hiç yanılmayacağından; bu da yalnızca onun her şeyi bilmesiyle mümkün olacağından, doğru inanan aynı zamanda her şeyi bilendir. her şeyi bilen biri ise, zaman ve mekân içindeki her olayı bilir. çünkü sadece zamanı ve mekânı her tarafından kuşatıp gözeten, zamanın ve mekânın içindeki tüm olayları bilebilir. mutlak bilen, mekânı her tarafından kuşattığından tektir, yücedir ve sonsuz büyüklüktedir. ayrıca, bilen, doğru inancı sürekli var ettiğinden, aynı zamanda var edendir. tekrarlıyorum: var eden; her zaman doğru inanan ve her şeyi bilendir.
tarih boyunca, tek, yüce, sonsuz büyüklükte, her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen bir var eden tasavvuru yalnızca kur’an’da geçmektedir. kur’an’da geçen el-alîm (bilen), el-hâlik (var eden), el-aliyy (yüce), el-azîm (büyük) ve el-muhît (kuşatan) gibi isimlerin hepsi, bizim akıl yürütme yoluyla ulaştığımız sonuçları desteklemektedir. bu nedenle, bizim akıl yürütmeyle vardığımız sonucun, bin küsur sene önce zaten ifade edilmiş olması, kur’an’ın tanrı vahyi olduğuna delildir. bilen, var eden, sonsuz büyüklükte olup en yüce ve tek olan tanrı'dır.
tanrı, kitabında; kendi katında tek dinin islam olduğunu belirtmektedir. bu noktada, epistemoloji ile başlayıp ontoloji ile süregelen serüvenimiz, islam dini ile devam etmektedir. peki, islam dini nedir? islam, barışmak demektir; din ise yöntem. o hâlde, islam dini, barışma yöntemidir. tanrı ile, yani mutlak var eden ile barışma, bu yöntemin temelini oluşturur. kur'an'da, türkçesiyle okunan'da; barışma'nın en önemli şartı tek bir tanrı'ya inanmaktır. tanrı'nın; bilen, var eden, en yüce, sonsuz büyüklükte ve tek olduğunu göz önüne aldığımızda, zaten tek bir tanrı'ya inanmak zorunda olduğumuz sonucu çıkar. bu yalnızca teolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda epistemolojik ve ontolojik bir gerekliliktir. bu durum, barışma'nın epistemoloji ve ontoloji ile iç içe olduğunu gösterir. buna bir delil de okunan'da elçi ibrahim'e atfedilen "inananıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." (en'am-82) ayetidir. bu ayet, "doğru inanç bilgidir" tanımını desteklemektedir. ayrıca, bu ayetin diğer bir önemi de içinde vurgulanan yöntemdir: eğer inancımıza haksızlık karıştırmazsak, güvene ve doğru yola ulaşacağımız belirtilir. bu da, barışma'nın epistemolojik temelini oluşturur.
okunan'da, barışmanın bir diğer önemli şartı da tanrı'nın yani mutlak var eden'in hoşnut olacağı bir insan olmaktır. biz var edilenler, ancak var edilme nedenimize uygun eylemlerde bulunursak mutlak var eden'in hoşnutluğunu kazanabiliriz. barışma yöntemi tam olarak budur: tanrı'nın rızasını kazanmak için yapılan her şey.
okunan, barışma yönteminin ana kaynağıdır ve biz müslümanlara, yani barışmakta olanlara, rehberlik etmektedir. okunan'ı bize ulaştıran, elçi ve nebi olan muhammed, türkçesiyle övülmüş olan'dır. ona bu şerefli ismi veren tanrı; tüm elçilerine ve onlara uyanlara, barışmayı bir yöntem olarak seçmiş ve onlardan lütfunu esirgememiştir. barış, nebi muhammed ve diğer tüm elçilerin üzerine olsun; olmuştur da.
kendilerine barışmayı bir yöntem olarak seçen tüm inananlar, yaptıkları eylemleri tanrı'ya, onun hoşnutluğunu kazanmak için sunarlar. ben de bu yazıyı tanrı'ya ithaf ediyorum. barış ile...
edit: yazıda düzenlemeler yapıldı.
varlık nedir? düşünürler, binlerce yıldır varlığın tam olarak ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor. bir şeyin ne olduğunu öğrenmek için o şeyin ne olduğunu bilmek gerekir. bu nedenle, öncelikli olarak sorulması gereken soru, bilmenin ne anlama geldiğidir. "bilgi nedir?" sorusunu doğru cevaplamadan "varlık nedir?" sorusunu doğru cevaplamak mümkün değildir. bundan dolayı, epistemoloji her zaman ontolojiden öncedir.
olgularla aramızdaki zihinsel ilişki, inançlarla kurulur. birimiz üçgenlerin üç kenarı olduğuna inanırken, bir başkası dört kenarlı bir üçgenin var olduğuna inanabilir. ancak, ikimizin de haklı olması mümkün değildir. peki, haklı olanı haklı yapan gerekçe nedir? üçgenlerin üç kenarı olduğuna inanan kişi niçin haklıdır? çünkü üçgenlerin üç kenarı olması bir olgudur. inanç-olgu ilişkisi doğru kurulduğunda, olguya dair inancımızda haklı oluruz. işte tam burada, inanç ahlakı devreye girer; o olmadan, olgularla ilişkimizde haklı olamayız.
clifford’un inanç ahlakı isimli eserindeki "bir şeye yetersiz delile dayanarak inanmak herkes için, her zaman ve her yerde yanlıştır." ifadesine bu açıdan yaklaşmak ufuk açıcı olacaktır. çünkü, biz herhangi bir şeye yeterli kanıta dayanarak inandığımızda, o şey hakkında haklı oluruz. bir şey hakkında haklı olmamız, onun doğruluğundan emin olma hakkına sahip olmamız demektir. bunun adı da bilmektir. bu durumda, bilmek, doğru inanmak demektir. böylelikle bilginin doğru inanç olduğu sonucuna varırız. "doğru inanç vardır." önermesinin zıttına, yani "doğru inanç yoktur." önermesine baktığımızda, bu önermenin hiçbir zaman doğru inanç olamayacağını görürüz. dolayısıyla, "doğru inanç vardır." önermesi her zaman doğru inançtır. o halde, eğer doğru inancın her zaman var olduğunu kabul edersek, bilgi biz insanlardan bağımsız olarak vardır. ancak, doğru inanç doğası gereği doğru inanana muhtaçtır. bu nedenle, doğru inancın sürekli var olduğunu ispatladığımızdan, onu sürekli var eden en az bir doğru inananın varlığı zorunludur. her zaman doğru inanan tek midir, yoksa birden fazla mı?
her zaman doğru inanan biri, hiç yanılmayacağından; bu da yalnızca onun her şeyi bilmesiyle mümkün olacağından, doğru inanan aynı zamanda her şeyi bilendir. her şeyi bilen biri ise, zaman ve mekân içindeki her olayı bilir. çünkü sadece zamanı ve mekânı her tarafından kuşatıp gözeten, zamanın ve mekânın içindeki tüm olayları bilebilir. mutlak bilen, mekânı her tarafından kuşattığından tektir, yücedir ve sonsuz büyüklüktedir. ayrıca, bilen, doğru inancı sürekli var ettiğinden, aynı zamanda var edendir. tekrarlıyorum: var eden; her zaman doğru inanan ve her şeyi bilendir.
tarih boyunca, tek, yüce, sonsuz büyüklükte, her şeyi kuşatan ve her şeyi bilen bir var eden tasavvuru yalnızca kur’an’da geçmektedir. kur’an’da geçen el-alîm (bilen), el-hâlik (var eden), el-aliyy (yüce), el-azîm (büyük) ve el-muhît (kuşatan) gibi isimlerin hepsi, bizim akıl yürütme yoluyla ulaştığımız sonuçları desteklemektedir. bu nedenle, bizim akıl yürütmeyle vardığımız sonucun, bin küsur sene önce zaten ifade edilmiş olması, kur’an’ın tanrı vahyi olduğuna delildir. bilen, var eden, sonsuz büyüklükte olup en yüce ve tek olan tanrı'dır.
tanrı, kitabında; kendi katında tek dinin islam olduğunu belirtmektedir. bu noktada, epistemoloji ile başlayıp ontoloji ile süregelen serüvenimiz, islam dini ile devam etmektedir. peki, islam dini nedir? islam, barışmak demektir; din ise yöntem. o hâlde, islam dini, barışma yöntemidir. tanrı ile, yani mutlak var eden ile barışma, bu yöntemin temelini oluşturur. kur'an'da, türkçesiyle okunan'da; barışma'nın en önemli şartı tek bir tanrı'ya inanmaktır. tanrı'nın; bilen, var eden, en yüce, sonsuz büyüklükte ve tek olduğunu göz önüne aldığımızda, zaten tek bir tanrı'ya inanmak zorunda olduğumuz sonucu çıkar. bu yalnızca teolojik bir zorunluluk değil, aynı zamanda epistemolojik ve ontolojik bir gerekliliktir. bu durum, barışma'nın epistemoloji ve ontoloji ile iç içe olduğunu gösterir. buna bir delil de okunan'da elçi ibrahim'e atfedilen "inananıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır." (en'am-82) ayetidir. bu ayet, "doğru inanç bilgidir" tanımını desteklemektedir. ayrıca, bu ayetin diğer bir önemi de içinde vurgulanan yöntemdir: eğer inancımıza haksızlık karıştırmazsak, güvene ve doğru yola ulaşacağımız belirtilir. bu da, barışma'nın epistemolojik temelini oluşturur.
okunan'da, barışmanın bir diğer önemli şartı da tanrı'nın yani mutlak var eden'in hoşnut olacağı bir insan olmaktır. biz var edilenler, ancak var edilme nedenimize uygun eylemlerde bulunursak mutlak var eden'in hoşnutluğunu kazanabiliriz. barışma yöntemi tam olarak budur: tanrı'nın rızasını kazanmak için yapılan her şey.
okunan, barışma yönteminin ana kaynağıdır ve biz müslümanlara, yani barışmakta olanlara, rehberlik etmektedir. okunan'ı bize ulaştıran, elçi ve nebi olan muhammed, türkçesiyle övülmüş olan'dır. ona bu şerefli ismi veren tanrı; tüm elçilerine ve onlara uyanlara, barışmayı bir yöntem olarak seçmiş ve onlardan lütfunu esirgememiştir. barış, nebi muhammed ve diğer tüm elçilerin üzerine olsun; olmuştur da.
kendilerine barışmayı bir yöntem olarak seçen tüm inananlar, yaptıkları eylemleri tanrı'ya, onun hoşnutluğunu kazanmak için sunarlar. ben de bu yazıyı tanrı'ya ithaf ediyorum. barış ile...
edit: yazıda düzenlemeler yapıldı.
devamını gör...