(1) "şafak türküsü" isimli şiirin giriş cümlesi.
(2) ahmet kaya tarafınsan seslendirilen şarkı ile meşhur olmuş şiirin ilk cümlesi. buradan
(3) şair nevzat çelik’in anlattığı ve fenomen şiir şafak türküsü'nün bilinmeyen öyküsü...


“şu tek tip elbise direnişinin filan başladığı cezaevidir. burada işte bize tek tip elbiseler giydirdiler, kapı altından girerken işte acayip saçımızı sakalımız işkenceyle kestiler. daha sonra işte, küçücük pencereleri vardı, ve tel örgüleri vardı, sık demir örgüleri vardı. işte biz girer girmez, şey yaptık, çıkarttık tabii üstümüzdekileri. o tel örgüleri falan parçaladık çünkü, içeriye hava bile girmiyordu.

yaklaşık iki buçuk yıl boyunca, biz o hücre tipi cezaevinde, üç kişilik ve tek kişilik hücrelerde 2.5 yıl boyunca havalandırmaya çıkamadan yaşamak zorunda kalmıştık. şafak türküsü, 83’te metris’te esas olarak yazıldı, ama tamamlanma süreci şeydir. bayrampaşa özel tip cezaevi’dir.

şimdi yazdığım süreç, haziran ortaları filandı, 83’te 5-6 aylık bir yazma süreci vardır şafak türküsü’nün. işte biz operasyonla, yani yazılma sürecinde operasyonla bayrampaşa özel tip cezaevi’ne nakledildik. orada zaten şeyimiz kalem ve kağıdımızın olmasının dışında hiçbir şeyimiz yoktu. pijama terlik yaşadık zaten. o süreçte yazıldı, zaten açlık grevine başlamıştık. gelir gelmez bir otuz gün süren bir açlık grevi yaşadık bayrampaşa özel tip cezaevi’nde. yani şafak türküsü’nün yazılma süreci içerisinde bir 30 günlük açlık grevi de girmiştir.

ben, idamla yargılanıyordum. sonuçta sadece ben değil benim gibi yüzlerce kişi idamla yargılanıyordu. yani hemen hemen her davada tutukluların neredeyse üçte biri, dörtte biri filan idam istemiyle yargılanıyorlardı. aslında adi vakadan biri haline gelmişti. çünkü diyelim ki 16 kişinin kaldığı bir hücrede 10 kişi idamla yargılanıyordu. ya da 3 kişilik bir hücrede iki ikisi idamla yargılanabiliyordu. dolayısıyla herkes için ortaklaşa ve giderek sıradanlaşan bir duygu haline geliyordu.

fakat bir taraftan da idamlar gerçekleştiriliyordu. tanıdığımız birebir tanıdığımız insanları da asmaya başlamışlardı. doğal ki tabii bu senin kendi hayatında bir somut bir olgu olarak duruyor. ve sen gerçekten dört duvarın içerisindesin, başka bir hayattasın ve zamanı belli olmayan, hem yargılama sonucu idama gitme açısından, hem tahliyeye giden süreç açısından baktığın zaman, neye çıkacağını asla bilemediğin bir psikoloji içerisinde yaşıyorsun. ve o dönemde temel olgusu da insanların idam edilmesidir.

dolayısıyla ben de bir şairdim. bu duygunun zaten içerisindeydim. ama bunu kavramsal bir süreç içerisinde yerini anlatabilmek, duyurabilmek için ya bu saiktir bana elbette şafak türküsü’nü esin olmak bana yazdıran. bunu bir başkaldırı olarak düşünmemiz lazım, çünkü şiirin bütününe baktığın zaman orada asla yılmayan, pes etmeyen ve gelecek güzel günleri isteyen güzel gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan bir dünya ve özgürlüğü isteyen insanların ortak dramını yakalayan bir şeydir.

dolayısıyla daha ilk başından şeyi söyler ya; ‘beni burada arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama’ yani, en başından şey yapar, itiraz eder. yıkılmamasını söyler annesine. ve dolayısıyla bütün o inanmışlara, halka gelecek güzel günlerin bir inancı, direnci temsil eder.

şimdi benim şiirler tabii ki, 82, 81 ortalarından itibaren dışarıya çıkmaya başlamıştı. ya adım da zaten bir biçimde şaire çıkmıştı cezaevinde. ya mektuplar yoluyla, işte cezaevi idaresinde filan mektuplarda bir biçimde benim şiirlerim yer alıyordu. bu dışarı çıkarma yazdığını, bizimle ilgili bir şeydi.

fakat, ya benim ilk şiirlerimi şair anlamında işte bir lehçe anlamında fark edenler şeydir, a. kadir, tanju cılızoğlu. a. kadir’in mesela çok şeyi vardır. desteği, övgüsü vardır. bestelenmeden önce zaten, liste başı olan ve işte ne bileyim çok fazla sayıda satan bir kitaptı. daha sonra benim müebbet türküsü yayınlandı. müebbet türküsü de aynı şekilde, aylarca iki kitap yan yana liste başı kaldı. ahmet kaya’nın onu kaset haline getirmesi, orada birkaç şiir daha vardır, dört şiir vardır o kasette. 1986 ortalarıdır.” buradan


(4) şiirin tamamı:

şafak türküsü

1
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama

kaç zamandır yüzüm tıraşlı
gözlerim şafak bekledim
uzarken ellerim
kulağım kirişte
ölümü özledim anne
yaşamak isterken delice

2
bugün görüş günü
günlerden salı
ıslak
sarı bir yağmur
ülkemin neresine bakarsa ay
orada yitik bir anne ağlıyor
sen aralıyorsun yağmuru
acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
sonra bir umut koşuyorsun
yüreğin avcunda
ısırırken
çırpıntı gözlerini
(ah verebilseydim keşke
yüreği avcunda koşan
herbir anneye
tepeden tırnağa oğula
ve kıza kesmiş
bir ülkeyi armağan
koşma anne
birdenbire batacak olan
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
oysa benim için gece
ışık hızıyla koşan
kısa ve soğuk bir zamandır
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
uykusuz
yorgun
ve korkak

3
sanırım baytardı
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
boşver hipokrat amca
üzülme ne olur
sen de anne
sen de üzülme
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
korkak kahraman gecelerimi
düşlerimle sınırsız
diretmişliğimle genç
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
usulca açılıverdi
yanağımda tomurcuk

pir sultan'ı düşün anne
şeyh bedrettin'i
börklüce'yi
torlak kemal'i düşün anne
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
deniz'i düşün anne
her mayıs şafağında uzun
uzun döverken darağaçlarını
ve o şafaktan doğma
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
insanları düşün anne
düşün ki yüreğin sallansın
düşün ki o an
güneşli güzel günlere inanan
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
sıcak omuzlar değerken omzuma
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
bayraklar ve türkülerle
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
açık alanlarda ağır
kartalların konup kalktığı
yalçın kayalardan biriydim
ölüp dirildim yeniden
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
özgürlük adına ekmek adına
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
tahtadan atların boynuna çıplak
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
kardeşlik adına
havadaki kuş denizdeki balık adına
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
ıraktı gözlerim cok ırak
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
kalsa da silinir gider
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
tören adımlarıyla ölmek
ne garip şey anne
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
masa üstünde üşüyen bir sigara
yanında küçücük bir cam bardak
içinde rengi bu gecenin
cılız titrek bir kibrit
kağıt kalem
sandalye
geride flu
yağlı
büküm büküm bir ip
ve çingene kuralına uygun
değişmez dekoru mudur
idam mahkumunun

6
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
pul pul dökülecek yaz sivası eylül'ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
çingenenin kara kıllı ellerinde gördüm
anladım ki küllenen sigaradır
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
alacaşafağında ülkemin
yıldız uçurmak varken
oturup yıldızlar içinde
kendi buruk kanımı içtim

7
ne garip duygu şu ölmek
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
bir açıklaması vardır elbet
giderken darağacına

8
geride
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
bağışla beni güzel annem
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
elleri değsin istemedim
gözleri değsin istemedim
ağlayıp koklayacaktın
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
karşımda kurum kurumlaşan darağacı
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
ökse de olsa dört bir yanı)
birdenbire acıdı boynum
gelecekler var birbiri ardınca genç
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
az yumuşak dik
şu kefenin yakasını

9
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
bir soluk ben de yaşamak isterdim
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
nazım'iın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı

ölmek ne garip şey anne
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
sedef kakmalı bir kutu içinde
vermek isterdim çocukların ellerine
sonra
sonra benim güzel annem
damdan düşer gibi
vurulmak isterdim bir kıza

10
künyemi okudular
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
kefenin cebi yok
koynuma yıldız doldurmuşum
koşun çocuklar çocuklar koşun
sabah üstüme
üstüme geliyor
yanlış mı duydum yoksa
erkenci bir horoz mu ötüyor
keskin bir acı bilenmiş
gitgide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
usulca baktım yüzlerine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
darağacı
bir zaman rüzgarda
saçını tarayan telli kavak değil mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
söyle anne
o çingene
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
sevmedi mi çılgınca

11
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
işkenceler zindanlar hücreler
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
mideme karşı
kısacası
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
gülmek umut etmek özlemek
ya da mektup beklemek
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
baba olamayacağım örneğin
toprak olmak ne garip şey anne
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ve yüreğimin ırmakları taştı
taşacakken
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
dağdır ki sende göçer
ben yaprak derim çiçek derim
cam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
gül yanaklı çocuğa benzer
yine de
oğlunu yitirmek kim bilir
ne garip şey anne

12
beni burada arama anne
kapıda adımı sorma
saçlarına yıldız düşmüş
koparma anne
ağlama
kırıldıysa düş evinin kapısı
bütün kırık kapıların çağrılısıyım
kızların yanaklarında çukurlaşan
biten başlayan aşkların ortasındayım
her kavgada ölen benim
bayrak tutan çarpışan
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
özlem benim kavga benim aşk benim
bekle beni anne
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
cam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
öylece kalkar uykudan şalterler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah
acını süpürmek için açtığında kapını
adı başka sesi başka nice yaşıtım
koynunda çiçekler
çiçekler içinde bir ülke getirirler
başlarını koymak için yoğun dizine
sen hazır tut dizini anne
o mükemmel güne

buradan

*
devamını gör...
muazzam bir ahmet kaya şarkısı.
saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama, demesi bence her anneye dokunur.
devamını gör...
saçlarına yıldız düşmüş, koparma annem.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"beni buralarda arama anne" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim