1.
hayatımda karşılaştığım ilk cadı bir kelt cadısıydı. o zamanlar ankarada öğrenciydim, avukatlık bir işim vardı sakarya caddesinde, baya eski, büyük bir bina vardı adını hatırlayamıyorum iş hanı gibi bir şeydi, ama öyle betonarme ve ruhsuz cansız kasvetli bir yapı inşaa etmişlerki daha içeri girer girmez insanı boğuyor. dışarısı baya canlı ve kalabalıkken binaya girince simülasyondan gerçek hayata geçmişsiniz gibi tuaf bir his uyandırıyordu. işin garip tarafı bende, ustalıkla, ciddiyetle yapılmış mimari yapıların ve el yapımı objelerin eskidikçe ve diğer insanların yaşantılarına şahit oldukça onların enerjisini biriktirip kendine yeni bir kişilik oluşturduklarına dair garip bir inançta var. öyle yapılarla ve objelerle karşılaşınca enerjilerini hissedebiliyorum. bu bina da uğursuz ve kötü bir enerji yayıyordu.
asansör ilk 3 kata çıkmıyordu sonraki katlara çalışıyordu sadece, tek başıma bindim ve 5. kata çıktım, ucuz yollu iş çözen bir avukat için şaşılacak bir yazıhane olmamalı diye düşündüm. asansörden çıkınca koridordaki temizlikçi veya çaycıdan birisine 49 nolu yazıhaneyi sormak istedim fakat ikiside aynı yöne doğru hızlıca gittikleri için yetişemedim. arkama baktığımda yönlendirici bir tablo gördüm koridorun solundan tekrar sola dönmem gerekiyordu. odayı buldum ve kapının dışındaki zile kısa aralıklarla iki defa bastım. yüzlerce yazıhane olmasına rağmen pek az insan vardı binada, boğuk sesler ve duvarlarda oynayan gölgeler dışında birine denk gelmek güçtü. herkes terkedilmiş metruk bir binada saklambaç oynuyor gibiydi.
kapıyı orta yaşlı bir teyze açtı, avukat beyle görüşeceğimi söyledim, içeri aldı beni, bekleme odasına geçtim, avukatın görüştüğü bir müvekkili varmış. binadaki atmosfere uygun bir şekilde, bekleme odasındaki her şey en az 20 yıllık belki daha eski şeylerdi. binanın iç kısmındaki havalandırma alanına bakan küçük bir pencere vardı odada, diğer yazıhanelerin pencerelerini görebiliyordum oturduğum yerden ama çoğuna perde çekilmiş yada hareketsizlerdi. sekreterin, beklerken bir şey içmek ister misiniz? sorusuyla irkildim,
-orta şekerli kahve mümkünse.
masadaki gazete ve dergilerden avukatın politik duruşu rahatça anlaşılabilirdi. içeriden zaman zaman kahkaha sesleri geliyordu. avukat müvekkiliyle iyi vakit geçiriyor gibiydi. umarım işi erken hallederimde çıkışta yağmura yakalanmam diye düşünüyordum. hava kapalıydı yanımda şemsiye yoktu kıyafetlerim mahvolurdu. birden zilin çaldığını duydum, uzunca ve tek sefer basıldı zile. sekreterin giydiği topukludan çıkan tak tak sesler kapıyı açmasıyla son buldu. ağlamaklı bir kadın sesi işittim avukat beyi soruyordu sekreter onuda içeri, bekleme odasına aldı. en az 1.80 boyunda beyaz tenli, siyah saçlarını topuz yapmış vatkalı uzun lacivert bir elbise giymiş ay tanrıçası gibi bir kadın. kahretsin ki bende venüstrafobi var güzel bir kadın görünce anlamsız bir şekilde tedirgin oluyorum. kadını görür görmez oturduğum yerde daha bi toparlanma ihtiyacı hissettim. bana bakıp nazikçe merhabalar dedikten sonra, kolundaki çantasını kucağına koyup karşımdaki koltuğa yerleşti. görgülü bir hanımefendi gibi bacaklarını birleştirip ikisini de yana doğru yatırarak oturup, ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi.
güzel kadınlar beni çok rahatsız eder, aynı ortamda durmak bile işkence gibi gelir. kan basıncım yükselir, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilemem...sekreter, beklerken ikram olarak ne arzu ettiğini sordu. kadın, eğer varsa bir fincan karadut çayı, yoksa bir bardak su kafi, dedi. kapıdan girdiği sıra hariç, kadına tekrar bakmaya çekindim, göz göze gelmemek için dergilerden birini alıp karıştırmaya ve rahatlamaya çalıştım. aşırı güzel kadınlardan korktuğum kadar o ürkütücü güzelliğin cazibenin beni çekmesinede dayanamam, içimi kemiren bir merakla daha iyi görmek bakmak isterim. gizlice gayet doğal refleksleri taklit ederek, çok kısa bir anlığına tekrar kadını süzdüm. kocaman göğüsler ve gayet cüretkar bir degaje ortasında, ucunda haç olan bir kolyesi vardı. bu farklı bir haçtı katolik haçı yada malta haçı değil, bu ortasında küçük bir daire olan kelt haçıydı.
***********
ankara, keltlerin yani galatyalıların kurduğu bir şehir, belkide buranın en soylu ailelerindendir, gibi saçma bir düşünce geçti kafamdan, binlerce yıl sonra hala burda kalan keltler olabilir mi? kelt haçı paganların haçı olarakta bilinir, hristiyanlıktan çok iskandinav paganlarıyla ilişkili hatta mısırlıların ankh haçıyla çok benzer bir sembol. sıradan bir hristiyan neden kelt haçı taksın ki? bu dini bir sembolden çok paganik bir haç, hiç bir hristiyan mezhep bu haçı kullanmaz. belki de kullanır bilemiyordum. sekreter elinde tepsiyle içeri girdi ve herkesin dikkatinin dağıldığı bu anda kadına tekrar bir anlığına bakma şansım oldu.
-orta şekerli kahveniz.
-teşekkür ederim.
çayını alırken bir kaç defa daha baktım, dolgun bir yüzü, düzgün ve biçimli hatları var, neredeyse kusursuz diye içimden geçirdim. elimde oyalanıp durduğum dergiyi kahvemi içmek için kenara bıraktım. bu kadar güzel bir kadınla aynı odada kalmak beni çok geriyordu. ruhum sıkışıyor, bedenim eziliyordu sanki. rujunu kırmızının öyle bir tonundan seçmişki teniyle dudakları arasında, düşünmeden ölüme atlamak isteyeceğiniz derin bir uçurum varmış gibiydi.
-siz, ne kadar oldu bekleyeli?
kısa bir anlığına, hiç üzerime alınmadım benimle konuştuğu aklımın ucundan bile geçmedi. kiminle konuştuğuna şaşırdım hatta. biraz afalladıktan sonra,
-yoo, sizden bir kaç dakika önce geldim bende.
birden kafasını dış kapıya doğru çevirip, yüksek ve tehditkar bir ses tonuyla,
-pardon, burda sigara içebiliyor muyuz? diye seslenmesiyle sekreterin kapıya gelmesi çok sürmedi,
-tabi, size küllük getireyim.
sekreterin onayını aldıktan sonra bana dönüp,
-rahatsız olmazsınız değil mi?
-aslında bende kullanıyorum. dedim, şimdi beklediğim şey sigarasından bana da ikram etmesiydi sonuçta ortamın kontrolünü hak talep ederek ele geçirmişti. şimdi adalet dağıtması gereken kısım başlıyordu. yalandan hesabı ödemeye çalışan ama pekte hevesli olmayan tipler gibi ceplerimi yoklamaya başladım.
-buyrun, burdan için.
normalde başkasının uzattığı sigarayı reddederim ama bu kadar güzel bir kadının ikram ettiği sigarayı içmemeye kesinlikle karşı koyamazdım. ademin kendisine uzatılan yasak elmayı neden reddedemediğini o an büyük bir aydınlanma yaşıyormuşçasına idrak ettim. yinede tuaf bir şey vardı, sigaralar elle sarılmış ve bir tabakanın içindeydi. bir defa almak için uzanmış bulundum ne olursa olsun içecektim, üstelik içinde kenevir falan varsa pekte yabancı olduğum bir şey değildi.
-teşekkürler, sarma sigara mı bu? yinede sorguladım ama tamamen normal davranmak için kendimi zorladığım için sordum.
-evet, özel bir harman tütünü bazı bitkilerle aromalandırdım.
ne? tütünü neyle aromalandırabilir ki yaban mersini suyuna batırıp marine mi etti? inanılmaz zevkleri olan gizemli bir kadın.
-ne tür bitkiler? bu soruyu ancak sigaramı yakıyorken sorabilirdim, yakmadan sormak güvensizlik yaratırdı.
-atropa belladona ve pelin otuyla karıştırdım. pelin otu güzel bir tat bırakıyor, diğeride biraz gevşemeni sağlıyor.
-ilginç, daha önce hiç böyle bir karışım duymadım, dedim. sigaradan çektiğim ilk nefes biraz sertti farklı bir tadı vardı, sigaranın içinde başka bir şeyler olduğu kesindi. artık kadına daha rahat bakabiliyordum, degajesi öyle bir girdap yaratıp beni içine çekiyordu ki gözlerimin kaymasına engel olamıyordum. göğüslerinin arasındaki kelt haçına tutunup kendimi boğulmaktan kurtarıyordum her seferinde. kadınla iletişim kurdukça daha çok rahatsız olsamda kendimi alıkoyamıyordum. şu kelt haçını neden takmıştı acaba.
masada ki gazetenin tarihi gözüme takıldı 31 ekim, kenarda, üzerine korkutucu bir gülen surat kazınmış bal kabağı fotoğrafı duruyordu. 31 ekim, 1 kasım... bu gece samhain bayramı yani cadılar bayramı diye bildiğimiz aslında kelt halkına ait olan kutsal bir gün. kendiliğinden kaşlarım çatılmaya başladı. arkama yaslandım, sigaradan daha derin ve daha hızlı nefesler alıyordum, elimde olmadan zihnim bir şeyleri birleştirmek istiyordu...
**********
buraya ne için gelmiştim? kadın resmen aklımı başımdan aldı. hava kararmak üzere, avukat hala içerdeki müvekkili ile görüşüyor. bende burda venüstrafobi atakları geçiriyorum. çıplak gözle güneşe bakmaya ne kadar dayanabiliyorsam, bu kadına bakmaya da o kadarcık dayanabiliyordum. karbeyaz teninin ne kadar yumuşak ve pürüzsüz olabileceğini hayal ettim. yüzüne nispeten ayaklarına bakmaya cesaret edebiliyordum, bu havalarda çorapsız, bilekten sarmalı topuklu ayakkabı giyilir mi üstelik tertemiz, dış kapıya kadar arabayla gelmiş olmalı. sadece ayak bilekleri bile bir kadının güzelliğini tek başına anlatabilecek kadar bilgi verir insana. bilekten sarmalı topuklu, ayağı kitap gibi gösteren en hoş kadın ayakkabısı, kadın çok zevkli kıyafeti, çantası sigara içerken ki yüz ifadesi, jestler dumanı üfleyişi, o dumanın odanın içinde yayılıp soluduğum havayla ciğerlerime dolması, her şey fevkalade...
-öğrenci misiniz?
duyduğu sesle irkilip, uykudan uyanan bir çocuk gibi ayıldım daldığım yerden.
-evet öğreniyoruz. yani evet öğrenciyim.
öğreniyoruz mu dedim ben? ağzım mı gevşedi acaba, kendimi tuaf hissediyordum.
-hangi bölüm?
-türk ana halk dilimi bölü, nele oluyor konujamıogn. (öksürüp boğazımı temizlemeye çalışıyorum) kahvemden bir yudum aldım, dilim kütük gibi ağır, oynatamıyordum.
-ahhaahaa iyi misiniz?
bu sinsi gülüş, tam bir cadı kahkahası.
-ana veriğin sıgara işinde ne ardı?
öyle küçümseyici bakışlarla, bana bir kuklaymışım gibi bakıp gülümsüyordu.
-biraz atropa belladonna yağı ve pelin otu vardı sadece, hoşuna gitmedi mi?
atropa belladonna bella güzel donna kadın demek italyancada, ne yani güzel avrat otundan mı bahsediyor, bu tam cadı işi işte beni zehirledi mi şimdi?
-seeen irrr jadızınn.
ağzım yüzüm yamulmuş gibi hissediyordum çenemi dilimi dudağımı zorla kımıldatabiliyordum. daha önce güzelliğinden korktuğum kadının şimdide şerrinden korkmaya başladım psikoz geçirmeme ramak kalmıştı. tüm uzuvlarıma ağırlıklar çökmüş vucudumda bir karıncalanma başlamıştı kıpırdayamıyordum ve odadaki her şey büyüyordu. kadın bana sinsice baktı ve,
-beni farkedeceğini biliyordum bu yüzden seni seçtim.
-he sejmesi?
-auranı görebiliyorum, seni içeri girerken gördüm ve takip ettim, bu gece birini baştan çıkarmam lazımdı malum ritüeller, sende bunun için çok uygun görünüyordun. aahhhahhhaa.
-gkonyen, zeen ir helt jadısızın.
-ahhhaaahhhha yok artık bunu nasıl anladın, seni hafife almışım sanırım. söylemek istediğin başka bir şey varsa şimdi tam zamanı çünkü birazdan uçmaya başlayacaksın ve uyanınca benimle karşılaştığın için çok sevineceksin.
-zehnde aynı sıgaradn içjdin ama benib givi olmadın neden??
-ahhhahhhaa çok sevdim seni, bundan sonra yediğine içtiğine dikkat edersin...
bunu söylerken karadut çayı içtiği fincanı elinde sallıyordu cümlesini bitirip fincandaki son yudumuda içerken bana göz kırptı. karadut çayı pan zehir olmalıydı. tanrım dünyanın en güzel kadını karşımda ve ben çarpılmış gibi hissediyordum. cadı veya uzaylı daha önce bu levelde bir güzellik görmemiştim şiddeti giderek artan bir zarafet... onu istiyordum, yürekten istiyordum, her zerrem onu arzuluyormuşçasına dilim damağım kurumaya başladı. kilitlenen vucudum hafiflemeye başladı, kasıklarımda soğuk ve ferahltıcı bir esinti başladı, testislerimin içindeki 4 silindirli turbo motorun pistonları vızırvızır çalışmaya başladı. aletim, paladyum nikel karışımı tank zırhı delen kalibresi 1500 bir mermi gibi ateşlenmeye hazır hale geldi.
sertleştim, kilitlendim, öfkeliydim, şehvet doluydum, eğer bana verdiği zehirli bitki beni öldürmezse çok kötü bir trip yaşayacaktım. önce bakışım bulandı daha sonra renkler hiç olmadıkları kadar parlamaya başladılar. kafam kafatasımdan sızıyordu, istediğim her şeyi görebiliyordum, kadının bacaklarını hayal etmeye başladığımda elbisesi yok oluyordu. hemen göğüslerini görmek istedim kadın çırılçıplaktı, uzanmak istiyordum, bedenim koltuğa yapışık olduğu halde hayaletimin kadına doğru uzanmasını hissettim. bedenimden çıkabiliyordum kadın çıplaktı, göğüslerini tutmak için elimi uzatıp dokunduğumda parmağıma bir diken battığını hissettim, dokunduğum yerden yani göğsünden bir anda çiçekler yeşillenmeye başladı hızlıca büyüyen sarmaşık çiçeği kadının bütün vucudunu sardı ve daha sonra koltuktaki bedenimi de ayaklarından yakalayıp sarmaya başladı o sarmaşık.
yavaşça farklı bir şekilde nefes aldığımı hissettim hayalet gibiydim silüetim vardı ama cismim yoktu duvarlardan geçebilirdim. sarmaşık yavaş yavaş kaybolmaya başladı ve tarifi imkansız bir huzur kaplamaya başladı içimi. her şey mavinin ve beyazın boşluğuna dönüşmeye başladı, her hangi bir zemine basmıyordum yerde yada havada değildim ama istediğim yöne süzülebiliyordum. var olmanın dayanılmaz hafifliği böyle bir şey olmalıydı galiba. zihnim giderek bulanıklaşmaya başladı sanki hep buradaymışım gibi hissetmeye başladım. gözlerimi kapatsamda görmeye devam ediyordum. artık başka bir şey olduğumu düşünmeye çalışırken tam orada film koptu ve gerisini hatırlayamıyorum malesef...
gözümü açtığımda acilde kolumda serumlaydım, hemşireyi yıllardır tanıyormuşum gibi o kadın nerde diye sordum hala bilincim yerinde değildi. daha sonra acil çalışanlarından öğrendiğim kadarıyla avukatın sekreteri beni baygınlık sebebi ile hastahaneye getirmiş tam 4 saattir kendimde değilmişim.
bir daha o cadıyla hiç karşılaşmadım, beni bir kurban olarak seçmişti beni bir oyuncak gibi kullanmıştı, bir daha asla böyle bir şeye izin vermemek için cadılara karşı yöntemler geliştirmeye karar verdim.
devamını gör...
2.
aşk büyüsü
ıki şişe süt, muzlu puding ve bi paket pötibör alıp marketten çıktım. bildiğim en kolay pastayı yapmak için heycanlanıyordum. eve doğru yol alırken, bir anda hava karardı. gökyüzündeki tüm bulutlar toplanmıştı sanki, inceden bir rüzgar başladı. yerdeki yapraklar uçuşmaya başladı havada. rüzgar şiddetlendi ve atkım boynumdan uçup kaldırıma düştü. yerden almak için eğildiğimde arkamdan gelen birinin olduğunu farkettim, yanında kara bir kediyle birlikte gezen bir kadın peşimdeydi.
yüzüne bakmadım kadının, sezgilerim kuvvetlidir. bu kadın beni endişelendirdi.
kediler.. kara bir kedi. kahretsin, bu bir cadı olmalı. hemen dönüp arkama baktım, kimse yoktu. hava açık, rüzgar yok! bu kesinlikle bir cadıydı, onu farkettiğimi anladı. eve gidince, hemen suzanı aradım. olanları anlattım. benim için endişelendi, evden çık güvenli değil, bana uğra. dedi. pasta yapmak için aldığım zımbırtılarıda yanıma alıp, taksiye bindim. suzanın etilerdeki evine gittim. ıçeri girince, elimdeki poşetleri suzana verdim
-zahmet etmeseydin, nedir bunlar? dedi.
-boşver şimdi onları, sende rüya kapanı vardı, bana onu göster hemen, dedim. yatak odasında olduğunu söyleyince, birlikte yatak odasına gittik. rüya kapanını alıp, yarım saat kadar uyumak istediğimi söyledim ama suzan izin vermedi.
suzan eski bir cadıydı, şimdi sadece akbüyüyle ilgileniyor. hayatımda gördüğüm en sakin insan, dünyadaki en soğuk kanlı kadındır. tam olarak ruhsuz biri. her zaman elinde zehirli çiçeklerle yada iksirlerle dolaşır. beni heycanlı görünce garipseyerek baktı.
-sakin ol, neler olduğunu baştan anlat. yüzünü gördün mü? diye sordu.
-hayır, sadece ayaklarını ve kedisini gördüm.
-kara kediydi ha, emin misin?
-evet, onu görmeden önce hava karardı, rüzgar çıktı. onu farkettikten sonra hepsi yok oldu bir anda hiç bir şey olmamış gibi.
-sanırım peşinde biri var.
-öyle görünüyor.
-rüya kapanıyla ne yapacaksın?
-zihnimde bir şey var. senden çok önemli bir kaç şey isteyeceğim, benim için yapar mısın?
-elbette ne istiyorsun?
-pudingli mozaik pasta ve limonata. yapar mısın?
-ben ne anlarım pasta yapmaktan!
-hazır olunca beni uyandırırsın.
-kış uykusuna yatman gerek o halde. dedi
1 saat sonra suzan beni uyandırdı.
-birazdan bir misafirim gelecek. dedi
-kim?
-öğrencim, ona bildiklerimi öğretiyorum.
-cadı mı yetiştiriyorsun.
-hayır, beyaz cadı olmak istiyor.
duvardaki üzerlik nazarlığı dikkatimi çekti.
.
-bunu neden kullanıyorsun?
-o sadece bir süs.
-süs olmadığını biliyorsun.
kapı çaldı, suzan açmaya gitti. ıçeri geçtim, masanın üzerinde bi tabak dolusu, kocaman kurabiyeler vardı. iflah olmaz bir kurabiye canavarıyımdır ama bunu kimse bilmez. suzan gelmeden ağzıma 4 tane kurabiye sıkıştırdım. misafiri içeri geliyordu. yutkunamıyordum, masada şarap şişesi gibi bişey vardı, diktim kafaya. ıçeri girdiklerinde, dudaklarımın kenarında kalan kırıntıları bile temizlemiştim. çok güzel bir kadınla, -hatta bu bir elf kızı olmalıydı- birlikte içeri geldi suzan. misafiriyle birlikte bana yaklaşıp misafirine;
-bu benim değerli bir arkadaşım, gerçek adını kimsenin bilmesini istemiyor. o bir avcı. bu yüzden dikkatli olmak zorunda.
misafiri, suzanı dinlerken, onu öyle bir süzdüm ki bu kadar çekici biriyle daha önce karşılaşmamıştım. suzan bana döndü,
-bu da öğrencim ve değerli bir dostum. bilmen gereken adı helen. dedi
suzanın misafiri sadece güzel bir kadınken, adının helen olduğunu duymamla birlikte güzelliği bahar gibi çoğalmaya başladı. ellerim, körpe bir filizi okşar gibi helenin ellerine uzandı.
-tanıştığıma memnun oldum, hemde hayatım boyunca bu günü bekliyormuşum gibi sevgili helen... helen diyip hülyalara daldım. tanrım neler oluyor bana.
-çok naziksiniz, bende sizi ııı birazcık olsun tanımayı çok isterdim. adınız olabilecek herhangi bir isim bile verseniz yeterdi.
-elbette, helen elbette. dudaklarına en çok yakışacak ismi düşünüyorum bende. biraz daha konuş, bulunca söylerim sana, böylece dudaklarında can bulacak ismi, gerçek adımla değiştireceğim.
helen, suzana dönüp
-arkadaşın çok romantik biri, neden beni daha önce tanıştırmadın. dedi.
suzan gülümsemek için zorladı kendini, hemen helene sordum
-söylesene helen mozaik pasta yapmasını biliyor musun?
-tabiki. ben zaten pastacıyım, harika kurabiyeler, pastalar, kekler yapabilirim. cihangirde pastanem var. yarın uğrasana.
-ah helen, ne güzel cihangir dedin öyle. cihangir artık benim adım. burdan çıkar çıkmaz senin pastanene geleceğim.
-suzanla birlikte gelsenize yarın, o biliyor yerini.
suzan bana garip garip bakıyordu. misafirine dönüp
-helen neden oturmuyorsun, bizde cihangirle içecek bir şeyler getirelim. dedi ve birlikte mutfağa geçtik. cidden çok sinirlendirmişti beni bu hareketi, helenle beklemeliydim ben, yalnız bırakmamız çok kaba bir davranış oldu. mutfağa girdik. suzan gözlerimin içine bakıyordu. ne olduğunu anlamadım.
-neyin var senin? dedi suzan
-çok mutluyum, arkadaşın heleni çok sevdim. bekar dimi? biliyorsundur sen.
-şaka mı yapıyorsun bu halinde ne? senin bi kadınla ilgilendiğine hayatta inanmam. büyülenmiş gibisin.
-suzan, ben aşık oldum helene.
-içerde, masada duran şeylere dokunmadın değil mi?
kahretsin, kurabiyelerinden aşırdığımı farketmiş.
-tabiki hayır suzan, neden bahsediyorsun? helen şuan içerde yalnız. misafirine ayıp oluyor, hadi içeri geçelim, hiç bir şeye dokunmadım. endişelenme. dedim
suzan pek inanmasada söylediklerime içeri geçtik.
gözlerimi helenden alamıyordum. tanrım ne kadar güzel. elfçe biliyormuş gibi konuşmak istedim.
-helen, demek beyaz cadı olmak istiyorsun.
-aslında cadı demeleri pek hoşuma gitmiyor. ben sadece doğamda var olan güçleri ortaya çıkarmak ve bunları doğru bir şekilde kullanmak istiyorum.
-sürükleyici.
gülümsedi
-siz baya ilginç birisiniz. dedi.
tanrım, hayatımda hiç bu kadar güzel bir iltifat duymamıştım. helenin sesi kulaklarımı yalıyordu adeta. hiç böyle aşık olmamıştım. şimdiden çıldırmaya başladım helen için. kendimi, kendime hakim olmaya zorladım.
-öyleyse karanlık güçleride tanıman gerek. dedim
-bahseder misin biraz. herşeyi ögrenmek istiyorum.
suzana baktım. gözleriyle beni onaylamadığını belirtti
-bugün başımdan geçen olayı anlatayım mı? diye sordum suzana
-neden başka şeylerden bahsetmiyoruz? dedi suzan
helen
-çok özel değilse anlatsın lütfen, merak ettim. dedi. helene kitlenmiştim, anlatmaya başladım
-marketten çıkmış, eve doğru yurüyordum sokakta. birden kara bulutlar toplandı gökyüzünde, yağmur yağacak sandım fakat şiddetli bir rüzgar çıktı birden. boynumdaki atkım, uçup yere düştü, yerden almak için eğildiğimde, arkamda kara kediyle dolaşan bir kadın olduğunu farkettim. yoluma devam ederken, bunun cadı olduğunu anladım ve yüzünü görmek için arkama döndüğümde kaybolmuştu! hava bir anda açtı, rüzgar dindi. hepsi 3-5 saniye içinde oldu.
-çok garip, bir anda kadın yok oldu ve hava normale döndü ha? bir cadı bunları yapabilir mi?
-ortadan kaybolmak ve mevsimleri değiştirmek gibi mi? hayır cadılar o kadarına güç yetiremez. bu olanları bana gösterdi. bir düş gösterdi sadece. hiç orda olmayabilir, çok uzaklarda da olabilir.
-cadı olduğunu nasıl anladın?
suzan araya girdi. masadaki kurabiyeleri ve şişeyi kaldırıp
-şunları mutfağa bırakayım. bir şeyler içer misiniz?
ben su, helen, karadut çayı istedi. suzan gidince cevap verdim.
-kara kediden anladım.
-evet, bu bilindik birşey, yani kara kedi besleyenlerin cadı olduğu inancı biraz eski ve uydurma gibi değil mi sence? cadılar neden kara kedi beslesin ki?
-kara kedileri paratoner olarak kullanırlar. negatif enerjiyi kediye aktarıp kontrol altında tutarlar. aksi halde ürettikleri enerji onlara zarar verir. kara kediler bu iş için çok uygun.
-ciddi misin? bundan haberim yoktu?
-normal. sen ak büyüyle ilgileniyorsun.
-kara büyüyü de öğrenmem gerekiyor mu?
-ak büyü, kara büyü olmadan yeterince anlaşılamaz ve doğru kullanılamaz.
-anlatsana biraz, senin peşinde bir cadı mı var şuan.
-evet öyle görünüyor. hemde kötü bir cadı. kara büyü yapan cadıların ayinlerini duydun mu hiç?
helen, heycanlı gözlerle bana bakıyordu
-hayır,.. ne yapıyorlar?
-dolunay vakti, ormanda toplanıp dans ederler.
bazı iğrenç ve korkunç ritüelleri vardır. onları gerçekleştirirler. daha sonra hep birlikte, büyük bir büyü yaparlar ve kara kedilere aktarırlar güçlerini.
-bunu neden yapıyorlar?
-çünkü onlar cadı, hepsi ruhunu bazı güçler karşılığında iblise sattı.
helen tedirgin olmuştu.
-suzan... dedi. o daha önce kara büyü yapan bir cadıymış. bu doğru mu?
-evet, onu ben yakaladım.
-nasıl yani?
-kara büyü yapan cadıları avlıyorum. ben bir cadı avcısıyım.
-daha önce hiç bir avcı görmemiştim. pek bilgimde yoktu açıkçası. belirsiz bazı hikayeler var sadece aklımda. peki daha sonra ne yapıyorsun onlara.
-onlara, iblisle yaptıkları anlaşmayı nasıl bozacaklarını öğretiyorum, sonra beyaz cadıya dönüştürüyorum.
helen bana hayranlıkla bakıyordu.
-cadılara dair her şeyi biliyorsun o halde. dedi
-hemde her şeyi. dedim.
-bugün başından geçen olay... peşinde ki kim sence?
-bunu düşünmeye pek vaktim olmadı açıkçası. cadılar etrafında dolanıyorsa, sana büyü yapacaklar demektir.
-neden sana büyü yapmak istiyor olabilirler ki?
-intikam için olabilir. bir çoğunu beyaz cadıya çevirdim. kalan cadılar beni tehdit olarak görüyorlar. ama bana yaklaşmaya cesaret edemezler. bir çoğunu etrafımda dolandığı için yakaladım. bunun farklı bir amacı var. intikam almak istiyor ama neden? onu kızdırmış olmalıyım. bir çok cadıyı üzdüm hangisi olabilir ki? tabi ya beni tuzağa düşürmek için bunu yaptı.
-nasıl bir tuzak.
-helen! çok basit.. sana bir vizyon gösterir cadı, anlamsız ama etkileyici bir vizyon, sonra buna vereceğin ilk tepki onun yapmanı istediği asıl şeydir. ben ne yaptım peki? suzanı aradım hemen. olanları anlattım.
helen meraktan ölüyordu.
-ee suzan ne dedi.
-bana gel, evin güvenli değil. dedi bende çıktım geldim hemen.
-yani bu cadı, senin, suzanı aramanı mı istedi, ona ulaşmanı.
-evet, herşey yeterince açık değil mi? ıyide, neden suzana ulaşmamı istesin ki?
-anladığım kadarıyla seni tuzağa düşürmek istiyor. ıntikam almak için olabilir mi?
-helen!! tam olarak öyle, çok akıllısın. devamında olanlara bakalım, suzana yani buraya geldim, yorgundum, biraz uyudum, sonra sen geldin, görür görmez sana vuruldum.
-ne?
-sesli düşünmüyordum değil mi?
-hayır doğrudan bana anlatıyorsun, benden etkilendin mi?
-evet helen, ölüyorum senin için, yoksa tuzak bu mu? beni sana aşık etmek mi?
-benimle ne ilgisi olabilir, ben temel şeyleri biliyorum sadece. basit bir kaç iksir, kolay büyüler falan. benim bu işte bir parmağım yok. lütfen inan bana.
-helen, ah helen ne desen inanırım ben sana.
suzan elindeki tepside içeceklerle geldi.
-neler konuşuyorsunuz?
emin olduğum bir şey varsa o da suzanın bi haltlar karıştırdığı. lafı dolandırmayı sevmem.
-suzan, bugün dışarda başıma gelen şeyleri sen ayarladın değil mi?
-neden bahsediyorsun? benimle bir ilgisi yok.
-suzan beni tanıyorsun. yalan söylersen cezalandırılırsın. benden birşey saklayamazsın. biliyorsun.
suzanın soğuk bakışları donmaya başladı. burnundan soluyordu belli etmeden. her şeyi itiraf etmeye hazırlandı.
-ben sadece mutlu olacağımıza inandım.
-neden bahsediyorsun?
-evet...hepsini ben yaptım, sonra beni arayacağını biliyordum. seni eve çağıracaktım, her şeyi hazırlamıştım. ama sen o salak pudingli pastadan isteyince işler karıştı.
-tanrı aşkına suzan, sadede gel! amacın neydi?
-bugün helenle birlikte senin için aşk kurabiyeleri hazırlamıştık. helenin olan bitenden haberi yoktu, buraya da habersiz geldi. o kurabiyeleri yiyince bana aşık olacaktın, ilk beni görseydin bana aşık olacaktın.
-neden sana aşık olmamı istedin ki?
-benim neler çektiğimi anlamanı istedim, benim sana aşık olduğum gibi bana aşık ol istedim.
-puff, neden böyle bir şey istedin ki delirdin mi?
-o kadar aptalsın ki, hiç bir büyü sende işe yaramıyor.
demek helenle tanışmamız garip bir mucize ha? suzana sevgiyle baktım.
-teşekkürler suzan, sen benim için çok önemli birisin, kazarada olsa bu iyiliğini asla unutmayacağım, beni helenle tanıştırdığın için sana minnettarım.
suzan helene bakıp
-çok şanslı birisin dedi.
helen
-kurabiyelere iksiri fazladan koymuştum, seni çok sevsin her kimse diye düşündüm.
suzan
-sende ondan hoşlandın mı?
helen
-nereye isterse giderim arkasından.
ben
-ne saçmalıyorsunuz! kurabiyelerle ilgisi yok, helen rüyalarımdaki kadın nerde görsem hemen aşık olurdum ki.
helende beni seviyordu, felsefemin adını helenizm koymak geliyordu içimden, nasıl bir aşk bu. ne dedi az önce, nereye istese giderim dedi. ayağa kalktım.
-suzan, ben eve gitmek istiyorum. sonra helene döndüm ve dedim ki. helen, benimle gel, mozaik pasta yapabilen birine ihtiyacım var. bunun için senden daha iyisini bulamam. malzemeler mutfakta onları alıp çıkalım hemen. dedim.
suzan ruhsuz bir ceset gibi tepkisizdi. bu aşık halin mi, diye dokundurdum. helenle dışarı çıktık. hatunun klasik arabası var be. arabaya bindikten sonra, norah jones sever misin? diye sordu.
-bayılırım. dedim.
ıki şişe süt, muzlu puding ve bi paket pötibör alıp marketten çıktım. bildiğim en kolay pastayı yapmak için heycanlanıyordum. eve doğru yol alırken, bir anda hava karardı. gökyüzündeki tüm bulutlar toplanmıştı sanki, inceden bir rüzgar başladı. yerdeki yapraklar uçuşmaya başladı havada. rüzgar şiddetlendi ve atkım boynumdan uçup kaldırıma düştü. yerden almak için eğildiğimde arkamdan gelen birinin olduğunu farkettim, yanında kara bir kediyle birlikte gezen bir kadın peşimdeydi.
yüzüne bakmadım kadının, sezgilerim kuvvetlidir. bu kadın beni endişelendirdi.
kediler.. kara bir kedi. kahretsin, bu bir cadı olmalı. hemen dönüp arkama baktım, kimse yoktu. hava açık, rüzgar yok! bu kesinlikle bir cadıydı, onu farkettiğimi anladı. eve gidince, hemen suzanı aradım. olanları anlattım. benim için endişelendi, evden çık güvenli değil, bana uğra. dedi. pasta yapmak için aldığım zımbırtılarıda yanıma alıp, taksiye bindim. suzanın etilerdeki evine gittim. ıçeri girince, elimdeki poşetleri suzana verdim
-zahmet etmeseydin, nedir bunlar? dedi.
-boşver şimdi onları, sende rüya kapanı vardı, bana onu göster hemen, dedim. yatak odasında olduğunu söyleyince, birlikte yatak odasına gittik. rüya kapanını alıp, yarım saat kadar uyumak istediğimi söyledim ama suzan izin vermedi.
suzan eski bir cadıydı, şimdi sadece akbüyüyle ilgileniyor. hayatımda gördüğüm en sakin insan, dünyadaki en soğuk kanlı kadındır. tam olarak ruhsuz biri. her zaman elinde zehirli çiçeklerle yada iksirlerle dolaşır. beni heycanlı görünce garipseyerek baktı.
-sakin ol, neler olduğunu baştan anlat. yüzünü gördün mü? diye sordu.
-hayır, sadece ayaklarını ve kedisini gördüm.
-kara kediydi ha, emin misin?
-evet, onu görmeden önce hava karardı, rüzgar çıktı. onu farkettikten sonra hepsi yok oldu bir anda hiç bir şey olmamış gibi.
-sanırım peşinde biri var.
-öyle görünüyor.
-rüya kapanıyla ne yapacaksın?
-zihnimde bir şey var. senden çok önemli bir kaç şey isteyeceğim, benim için yapar mısın?
-elbette ne istiyorsun?
-pudingli mozaik pasta ve limonata. yapar mısın?
-ben ne anlarım pasta yapmaktan!
-hazır olunca beni uyandırırsın.
-kış uykusuna yatman gerek o halde. dedi
1 saat sonra suzan beni uyandırdı.
-birazdan bir misafirim gelecek. dedi
-kim?
-öğrencim, ona bildiklerimi öğretiyorum.
-cadı mı yetiştiriyorsun.
-hayır, beyaz cadı olmak istiyor.
duvardaki üzerlik nazarlığı dikkatimi çekti.
.
-bunu neden kullanıyorsun?
-o sadece bir süs.
-süs olmadığını biliyorsun.
kapı çaldı, suzan açmaya gitti. ıçeri geçtim, masanın üzerinde bi tabak dolusu, kocaman kurabiyeler vardı. iflah olmaz bir kurabiye canavarıyımdır ama bunu kimse bilmez. suzan gelmeden ağzıma 4 tane kurabiye sıkıştırdım. misafiri içeri geliyordu. yutkunamıyordum, masada şarap şişesi gibi bişey vardı, diktim kafaya. ıçeri girdiklerinde, dudaklarımın kenarında kalan kırıntıları bile temizlemiştim. çok güzel bir kadınla, -hatta bu bir elf kızı olmalıydı- birlikte içeri geldi suzan. misafiriyle birlikte bana yaklaşıp misafirine;
-bu benim değerli bir arkadaşım, gerçek adını kimsenin bilmesini istemiyor. o bir avcı. bu yüzden dikkatli olmak zorunda.
misafiri, suzanı dinlerken, onu öyle bir süzdüm ki bu kadar çekici biriyle daha önce karşılaşmamıştım. suzan bana döndü,
-bu da öğrencim ve değerli bir dostum. bilmen gereken adı helen. dedi
suzanın misafiri sadece güzel bir kadınken, adının helen olduğunu duymamla birlikte güzelliği bahar gibi çoğalmaya başladı. ellerim, körpe bir filizi okşar gibi helenin ellerine uzandı.
-tanıştığıma memnun oldum, hemde hayatım boyunca bu günü bekliyormuşum gibi sevgili helen... helen diyip hülyalara daldım. tanrım neler oluyor bana.
-çok naziksiniz, bende sizi ııı birazcık olsun tanımayı çok isterdim. adınız olabilecek herhangi bir isim bile verseniz yeterdi.
-elbette, helen elbette. dudaklarına en çok yakışacak ismi düşünüyorum bende. biraz daha konuş, bulunca söylerim sana, böylece dudaklarında can bulacak ismi, gerçek adımla değiştireceğim.
helen, suzana dönüp
-arkadaşın çok romantik biri, neden beni daha önce tanıştırmadın. dedi.
suzan gülümsemek için zorladı kendini, hemen helene sordum
-söylesene helen mozaik pasta yapmasını biliyor musun?
-tabiki. ben zaten pastacıyım, harika kurabiyeler, pastalar, kekler yapabilirim. cihangirde pastanem var. yarın uğrasana.
-ah helen, ne güzel cihangir dedin öyle. cihangir artık benim adım. burdan çıkar çıkmaz senin pastanene geleceğim.
-suzanla birlikte gelsenize yarın, o biliyor yerini.
suzan bana garip garip bakıyordu. misafirine dönüp
-helen neden oturmuyorsun, bizde cihangirle içecek bir şeyler getirelim. dedi ve birlikte mutfağa geçtik. cidden çok sinirlendirmişti beni bu hareketi, helenle beklemeliydim ben, yalnız bırakmamız çok kaba bir davranış oldu. mutfağa girdik. suzan gözlerimin içine bakıyordu. ne olduğunu anlamadım.
-neyin var senin? dedi suzan
-çok mutluyum, arkadaşın heleni çok sevdim. bekar dimi? biliyorsundur sen.
-şaka mı yapıyorsun bu halinde ne? senin bi kadınla ilgilendiğine hayatta inanmam. büyülenmiş gibisin.
-suzan, ben aşık oldum helene.
-içerde, masada duran şeylere dokunmadın değil mi?
kahretsin, kurabiyelerinden aşırdığımı farketmiş.
-tabiki hayır suzan, neden bahsediyorsun? helen şuan içerde yalnız. misafirine ayıp oluyor, hadi içeri geçelim, hiç bir şeye dokunmadım. endişelenme. dedim
suzan pek inanmasada söylediklerime içeri geçtik.
gözlerimi helenden alamıyordum. tanrım ne kadar güzel. elfçe biliyormuş gibi konuşmak istedim.
-helen, demek beyaz cadı olmak istiyorsun.
-aslında cadı demeleri pek hoşuma gitmiyor. ben sadece doğamda var olan güçleri ortaya çıkarmak ve bunları doğru bir şekilde kullanmak istiyorum.
-sürükleyici.
gülümsedi
-siz baya ilginç birisiniz. dedi.
tanrım, hayatımda hiç bu kadar güzel bir iltifat duymamıştım. helenin sesi kulaklarımı yalıyordu adeta. hiç böyle aşık olmamıştım. şimdiden çıldırmaya başladım helen için. kendimi, kendime hakim olmaya zorladım.
-öyleyse karanlık güçleride tanıman gerek. dedim
-bahseder misin biraz. herşeyi ögrenmek istiyorum.
suzana baktım. gözleriyle beni onaylamadığını belirtti
-bugün başımdan geçen olayı anlatayım mı? diye sordum suzana
-neden başka şeylerden bahsetmiyoruz? dedi suzan
helen
-çok özel değilse anlatsın lütfen, merak ettim. dedi. helene kitlenmiştim, anlatmaya başladım
-marketten çıkmış, eve doğru yurüyordum sokakta. birden kara bulutlar toplandı gökyüzünde, yağmur yağacak sandım fakat şiddetli bir rüzgar çıktı birden. boynumdaki atkım, uçup yere düştü, yerden almak için eğildiğimde, arkamda kara kediyle dolaşan bir kadın olduğunu farkettim. yoluma devam ederken, bunun cadı olduğunu anladım ve yüzünü görmek için arkama döndüğümde kaybolmuştu! hava bir anda açtı, rüzgar dindi. hepsi 3-5 saniye içinde oldu.
-çok garip, bir anda kadın yok oldu ve hava normale döndü ha? bir cadı bunları yapabilir mi?
-ortadan kaybolmak ve mevsimleri değiştirmek gibi mi? hayır cadılar o kadarına güç yetiremez. bu olanları bana gösterdi. bir düş gösterdi sadece. hiç orda olmayabilir, çok uzaklarda da olabilir.
-cadı olduğunu nasıl anladın?
suzan araya girdi. masadaki kurabiyeleri ve şişeyi kaldırıp
-şunları mutfağa bırakayım. bir şeyler içer misiniz?
ben su, helen, karadut çayı istedi. suzan gidince cevap verdim.
-kara kediden anladım.
-evet, bu bilindik birşey, yani kara kedi besleyenlerin cadı olduğu inancı biraz eski ve uydurma gibi değil mi sence? cadılar neden kara kedi beslesin ki?
-kara kedileri paratoner olarak kullanırlar. negatif enerjiyi kediye aktarıp kontrol altında tutarlar. aksi halde ürettikleri enerji onlara zarar verir. kara kediler bu iş için çok uygun.
-ciddi misin? bundan haberim yoktu?
-normal. sen ak büyüyle ilgileniyorsun.
-kara büyüyü de öğrenmem gerekiyor mu?
-ak büyü, kara büyü olmadan yeterince anlaşılamaz ve doğru kullanılamaz.
-anlatsana biraz, senin peşinde bir cadı mı var şuan.
-evet öyle görünüyor. hemde kötü bir cadı. kara büyü yapan cadıların ayinlerini duydun mu hiç?
helen, heycanlı gözlerle bana bakıyordu
-hayır,.. ne yapıyorlar?
-dolunay vakti, ormanda toplanıp dans ederler.
bazı iğrenç ve korkunç ritüelleri vardır. onları gerçekleştirirler. daha sonra hep birlikte, büyük bir büyü yaparlar ve kara kedilere aktarırlar güçlerini.
-bunu neden yapıyorlar?
-çünkü onlar cadı, hepsi ruhunu bazı güçler karşılığında iblise sattı.
helen tedirgin olmuştu.
-suzan... dedi. o daha önce kara büyü yapan bir cadıymış. bu doğru mu?
-evet, onu ben yakaladım.
-nasıl yani?
-kara büyü yapan cadıları avlıyorum. ben bir cadı avcısıyım.
-daha önce hiç bir avcı görmemiştim. pek bilgimde yoktu açıkçası. belirsiz bazı hikayeler var sadece aklımda. peki daha sonra ne yapıyorsun onlara.
-onlara, iblisle yaptıkları anlaşmayı nasıl bozacaklarını öğretiyorum, sonra beyaz cadıya dönüştürüyorum.
helen bana hayranlıkla bakıyordu.
-cadılara dair her şeyi biliyorsun o halde. dedi
-hemde her şeyi. dedim.
-bugün başından geçen olay... peşinde ki kim sence?
-bunu düşünmeye pek vaktim olmadı açıkçası. cadılar etrafında dolanıyorsa, sana büyü yapacaklar demektir.
-neden sana büyü yapmak istiyor olabilirler ki?
-intikam için olabilir. bir çoğunu beyaz cadıya çevirdim. kalan cadılar beni tehdit olarak görüyorlar. ama bana yaklaşmaya cesaret edemezler. bir çoğunu etrafımda dolandığı için yakaladım. bunun farklı bir amacı var. intikam almak istiyor ama neden? onu kızdırmış olmalıyım. bir çok cadıyı üzdüm hangisi olabilir ki? tabi ya beni tuzağa düşürmek için bunu yaptı.
-nasıl bir tuzak.
-helen! çok basit.. sana bir vizyon gösterir cadı, anlamsız ama etkileyici bir vizyon, sonra buna vereceğin ilk tepki onun yapmanı istediği asıl şeydir. ben ne yaptım peki? suzanı aradım hemen. olanları anlattım.
helen meraktan ölüyordu.
-ee suzan ne dedi.
-bana gel, evin güvenli değil. dedi bende çıktım geldim hemen.
-yani bu cadı, senin, suzanı aramanı mı istedi, ona ulaşmanı.
-evet, herşey yeterince açık değil mi? ıyide, neden suzana ulaşmamı istesin ki?
-anladığım kadarıyla seni tuzağa düşürmek istiyor. ıntikam almak için olabilir mi?
-helen!! tam olarak öyle, çok akıllısın. devamında olanlara bakalım, suzana yani buraya geldim, yorgundum, biraz uyudum, sonra sen geldin, görür görmez sana vuruldum.
-ne?
-sesli düşünmüyordum değil mi?
-hayır doğrudan bana anlatıyorsun, benden etkilendin mi?
-evet helen, ölüyorum senin için, yoksa tuzak bu mu? beni sana aşık etmek mi?
-benimle ne ilgisi olabilir, ben temel şeyleri biliyorum sadece. basit bir kaç iksir, kolay büyüler falan. benim bu işte bir parmağım yok. lütfen inan bana.
-helen, ah helen ne desen inanırım ben sana.
suzan elindeki tepside içeceklerle geldi.
-neler konuşuyorsunuz?
emin olduğum bir şey varsa o da suzanın bi haltlar karıştırdığı. lafı dolandırmayı sevmem.
-suzan, bugün dışarda başıma gelen şeyleri sen ayarladın değil mi?
-neden bahsediyorsun? benimle bir ilgisi yok.
-suzan beni tanıyorsun. yalan söylersen cezalandırılırsın. benden birşey saklayamazsın. biliyorsun.
suzanın soğuk bakışları donmaya başladı. burnundan soluyordu belli etmeden. her şeyi itiraf etmeye hazırlandı.
-ben sadece mutlu olacağımıza inandım.
-neden bahsediyorsun?
-evet...hepsini ben yaptım, sonra beni arayacağını biliyordum. seni eve çağıracaktım, her şeyi hazırlamıştım. ama sen o salak pudingli pastadan isteyince işler karıştı.
-tanrı aşkına suzan, sadede gel! amacın neydi?
-bugün helenle birlikte senin için aşk kurabiyeleri hazırlamıştık. helenin olan bitenden haberi yoktu, buraya da habersiz geldi. o kurabiyeleri yiyince bana aşık olacaktın, ilk beni görseydin bana aşık olacaktın.
-neden sana aşık olmamı istedin ki?
-benim neler çektiğimi anlamanı istedim, benim sana aşık olduğum gibi bana aşık ol istedim.
-puff, neden böyle bir şey istedin ki delirdin mi?
-o kadar aptalsın ki, hiç bir büyü sende işe yaramıyor.
demek helenle tanışmamız garip bir mucize ha? suzana sevgiyle baktım.
-teşekkürler suzan, sen benim için çok önemli birisin, kazarada olsa bu iyiliğini asla unutmayacağım, beni helenle tanıştırdığın için sana minnettarım.
suzan helene bakıp
-çok şanslı birisin dedi.
helen
-kurabiyelere iksiri fazladan koymuştum, seni çok sevsin her kimse diye düşündüm.
suzan
-sende ondan hoşlandın mı?
helen
-nereye isterse giderim arkasından.
ben
-ne saçmalıyorsunuz! kurabiyelerle ilgisi yok, helen rüyalarımdaki kadın nerde görsem hemen aşık olurdum ki.
helende beni seviyordu, felsefemin adını helenizm koymak geliyordu içimden, nasıl bir aşk bu. ne dedi az önce, nereye istese giderim dedi. ayağa kalktım.
-suzan, ben eve gitmek istiyorum. sonra helene döndüm ve dedim ki. helen, benimle gel, mozaik pasta yapabilen birine ihtiyacım var. bunun için senden daha iyisini bulamam. malzemeler mutfakta onları alıp çıkalım hemen. dedim.
suzan ruhsuz bir ceset gibi tepkisizdi. bu aşık halin mi, diye dokundurdum. helenle dışarı çıktık. hatunun klasik arabası var be. arabaya bindikten sonra, norah jones sever misin? diye sordu.
-bayılırım. dedim.
devamını gör...
3.
apartman boşluğu
2 yıldır ilk defa odamın penceresinden, karşımdaki apartmana dikkatlice baktım.
penceresinde çiçek yetiştiren kimdi acaba? dolaptan dürbünümü çıkartıp baktım, perdeler çekili, içerisi görünmüyordu. kim yaşıyordu ki o evde? dürbünü dolaba koyarken eski bir şiir kasedi buldum.
çıkartıp masaya koydum, bunu dinlemek için gereken teknoloji çoktan demode olmuştu. kasedi kırıp bandı çıkarttım. o evde kim yaşıyordu ki? kimin aklına pencere kenarında çiçek yetiştirmek gelir ki? yaşlı bir çift olabilir mi? yalnız yaşayan güzel bir kadın? dürbünü çıkarıp tekrardan baktım, hangi çiçek olduğunu merak ediyordum. mine çiçeği, aynısafa ve atropa belladona. belladona mı? kim neden bunu yetiştirsin ki?
mutfağa koşup iki diş sarmısak aldım ve ceketimi giyip evden çıktım. hemen gidip orda kimin yaşadığını öğrenmeliydim.
apartmanın girişindeki kapı zillerine baktım, hiç birinde isim yazmıyordu. kapı açıktı içeri girdim, ışıklar yanmıyordu. baya eski bir binaydı. çakmağımı yakıp basamakları görmeye çalıştım.
4. katta olmalıydı, girişteki kapı numarasına göre hesapladım. kapı numarası 13 olmalı, yukarı çıkıp kapıyı buldum.
zile bastım, çalışmıyordu. kapıyı tıklattım, ses yok. bir daha çaldım kapıyı yine kapıyı açan olmadı. kimse yok galiba, diye düşünüp geri döndüm, merdivenlere doğru yöneldiğimde,
-kimsiniz? diye bir ses geldi. dönüp baktığımda, kapının açık olduğunu gördüm ama içerdekini net göremiyordum karanlıktı.
-ben yandaki apartmanda oturuyorum
-ne istiyorsunuz?
-çiçekleriniz..
-hangi çiçekler?
-pencerenizin önündeki çiçekler
-neden bahsediyorsunuz, çiçek yok bizim penceremizin önünde
-karıştırmış olabilirim özür dilerim.
-önemli değil, aç mısın?
-anlamadım
-aç mısın diyorum, yemek yedin mi?
-hayır, yemedim henüz
-içeri gel o zaman, yemek hazır
çiçekler bu evin penceresinde, eminim. haberi mi yok acaba? insan tanımadığı birini neden yemeğe davet eder? burası neden bu kadar karanlık? neden bu daveti kabul etmek zorunda hissediyorum kendimi? evime gidip birşeyler yiyebilirim oysa.
-yemekte ne var? diye sordum
-ne biçim misafirsin sen içeri gel hadi.
kapıdan ayrılıp içeri girdi. kapıya yaklaştım, eşikten geçerken karşıma dikildi, elindeki kadehi uzatıp, susamışsındır, dedi. kadehi aldım. nezaketen bir yudum içtim ama su değildi bu, kekremsi tadı olan kokusuz tuaf bir şerbetti. kadehi tekrar ona uzattım, içerisi karanlıktı. koridordan ilerlemeye devam et, dedi. devam ettim.
salona geçmiştim, yemek yemek için hazırlanmış iki kişilik bir masa gördüm.
bu kadar dar bir salon görmemiştim. kadının gelmesini bekledim, bir kaç dakika geçti ama kimse gelmedi. seslenmek istedim ama bir anda başım dönmeye başladı, koltuğa oturup bekledim. bütün perdeler çekilmiş, dışardan gram ışık girmiyordu odaya. mum ışığıyla aydınlanıyordu içerisi. kendimi iyi hissetmiyordum. ayağa kalkmaya çalıştım, yavaşça salondan çıkıp karşımdaki odaya girdim. yan yana duran iki kadın gördüm.
yine başım dönmeye başladı, ilk bulduğum yere oturdum.
esmer olan kadın,
-hoşgeldin. dedi
-ne içirdiniz bana?
-çiçeklerden yaptığımız lezzetli bir şerbet sadece
sarhoş gibiydim, bu kadınlarda neyin nesiydi bana içirdikleri şey.. anlamıyorum..
diğer kadın ayağa kalk dedi
bir anda ayağa kalktım, hayatımda ilk defa kendi iradem dışında hareket ettiğimi hissedince korkmaya başladım.
-yaklaş
adımlarımı kontrol edemiyordum, istemsizce kadına yaklaştım. etrafımda dönmeye başladı, kafasında bere olan karşımdaki eski koltuğa oturdu, bacak bacak üzerine atıp bir sigara yaktı
-demek çiçeklerimiz için geldin buraya
-neden antropa belladona yetiştirdiğinizi biliyorum. dedim
-nedenmiş anlatsana biraz
-siz cadısınız.
korkunç kahkahalar atmaya başladılar. sarışın olan, diz çökmemi söyledi. dizlerim kırılmış gibi yere çöktüm.
-çok zeki birisin, peki sana ne yapacağımızı biliyor musun.
-hiç bir şey yapamayacaksınız.
yeniden kahkaha atmaya başladılar
-öyle mi, neden biraz dans etmiyorsun. ayağa kalk ve bizim için dans et.
vucudum ayaklanmaya başlayınca, durun. dedim
-ne oldu.
-buraya sizi uyarmaya geldim.
esmer olan, yerinden kalkıp dibime kadar sokuldu ve şuh bir sesle
-uyarılmayalı uzun zaman olmuştu, bunu nasıl yapacaksın merak ediyorum. dedi ve dudaklarını yalamaya başladı
-kendimi kontrol edemeden bunu nasıl yapabilirim.
-gerçektende bizi uyarmaya geldin yani ?
-evet tam da düşündüğünüz gibi
-pekala görelim bakalım ne yapacaksın
kendimi kontrol edebiliyor muyum diye kollarımı kıpırdattım
-oturabilir miyim
-fazla vaktin yok
oturdum ve elimi ceketimin cebine koydum. bir anda elim dondu
-sadece sakız çiğnemek istiyorum
ellerimi kontrol edebiliyordum tekrar. cebimde bir diş sarımsağı buldum, avucumda gizleyerek ağzıma atıp çiğnemeye başladım
esmer olan, sarışın olana baktı. sonra bana döndü
-neler oluyor, ne yedin sen?
-sakin ol, sarımsak çiğnemeyi seviyorum sadece
ıkisininde bakışları dondu tedirgin olmaya başladılar. esmer olan,
-sana kötü bir şey yapmak gibi bir niyetimiz yoktu, sadece eğleniyorduk.
-eğlencenizi böldüğüm için üzgünüm. sizin gibi sürtüklerle çok karşılaştım, ben bir cadı avcısıyım.
o korkunç kadınlar şimdi kedi yavrusu gibi birbirine bakınıyordu
şimdi de ben gülmeye başladım. esmer olan
-bizden ne istiyorsun diye sordu.
-benim için çalışmanızı istiyorum
-dalga mı geçiyorsun
-hayır ciddiyim
-kabul etmezsek ne yaparsın
-ıksiriniz beni etkilemiyor diğer numaralarınızda işe yaramaz. benimde sihirli sözcüklerim var. size neler yapabileceğimi hayal gücünüze bırakıyorum.
-ne istediğini söyler misin artık
-biriniz benim için ev işlerini yapacak, diğerinizde bir iş bulup çalışacak, para kazanacak. bundan sonra benim evimde yaşayacaksınız.
adi sürtükler kahkahayı basıp kendilerini yere attılar.
-ayağa kalkın diye bağırdım
ok gibi fırlayıp ayağa kalktılar, yüzlerindeki ifade acı bir gülümsemeye dönüştü. sarışın olan,
-bunu nasıl yaptın diye sordu
oturduğum yerden odadaki perdelerin yavaşça açılmasını sağladım. ıkisininde gözleri fal taşı gibi açıldı. ışıktan korkup kenara geçtiler.
-neden beni ciddiye almıyorsunuz dedim
-bizden ne istiyorsun sana zarar vermedik ki.
-yemek için ne hazırlamıştınız söyler misin
-şey... biz pratik bir şeyler hazırlayacaktık.
-yalan söylüyorsun, kamışımı kesip pişirecektiniz menüde bu vardı.
yerimden kalkıp esmer olanın üzerine doğru yürüdüm, elimi bacaklarının arasına sokup gözlerine baktım, çorabının arasından sigara paketini aldım. diğer elimle de göğüslerinin arasından çakmağı çıkartıp bir sigara yaktım. bunlara diz çökmelerini söyleyip odada dolanmaya başladım.
sarışın olan
-bunu nasıl yapıyorsun, çok yeteneklisin
ceketimin cebinden bir parşömen çıkarıp önüne attım, tetragrammaton. dedim
esmer olan
-bunu şimdiye kadar kimse başaramadı nasıl olur?
dolaptaki şeylere baktım.
-bu aptal iksirlerle mi iş görüyorsunuz.
-sen kombinasyonu bulan kişi misin?
-bu seni ilgilendirmez, bu evi ateşe verin her şeyi yakın bana taşınıyoruz artık. size konukseverliğimi tattırmak istiyorum. diyerek odadan çıktım arkamdan istemsizce geliyorlardı. uzun zamandır cadı yakalamıyordum, şanslı günümdeydim.
2 yıldır ilk defa odamın penceresinden, karşımdaki apartmana dikkatlice baktım.
penceresinde çiçek yetiştiren kimdi acaba? dolaptan dürbünümü çıkartıp baktım, perdeler çekili, içerisi görünmüyordu. kim yaşıyordu ki o evde? dürbünü dolaba koyarken eski bir şiir kasedi buldum.
çıkartıp masaya koydum, bunu dinlemek için gereken teknoloji çoktan demode olmuştu. kasedi kırıp bandı çıkarttım. o evde kim yaşıyordu ki? kimin aklına pencere kenarında çiçek yetiştirmek gelir ki? yaşlı bir çift olabilir mi? yalnız yaşayan güzel bir kadın? dürbünü çıkarıp tekrardan baktım, hangi çiçek olduğunu merak ediyordum. mine çiçeği, aynısafa ve atropa belladona. belladona mı? kim neden bunu yetiştirsin ki?
mutfağa koşup iki diş sarmısak aldım ve ceketimi giyip evden çıktım. hemen gidip orda kimin yaşadığını öğrenmeliydim.
apartmanın girişindeki kapı zillerine baktım, hiç birinde isim yazmıyordu. kapı açıktı içeri girdim, ışıklar yanmıyordu. baya eski bir binaydı. çakmağımı yakıp basamakları görmeye çalıştım.
4. katta olmalıydı, girişteki kapı numarasına göre hesapladım. kapı numarası 13 olmalı, yukarı çıkıp kapıyı buldum.
zile bastım, çalışmıyordu. kapıyı tıklattım, ses yok. bir daha çaldım kapıyı yine kapıyı açan olmadı. kimse yok galiba, diye düşünüp geri döndüm, merdivenlere doğru yöneldiğimde,
-kimsiniz? diye bir ses geldi. dönüp baktığımda, kapının açık olduğunu gördüm ama içerdekini net göremiyordum karanlıktı.
-ben yandaki apartmanda oturuyorum
-ne istiyorsunuz?
-çiçekleriniz..
-hangi çiçekler?
-pencerenizin önündeki çiçekler
-neden bahsediyorsunuz, çiçek yok bizim penceremizin önünde
-karıştırmış olabilirim özür dilerim.
-önemli değil, aç mısın?
-anlamadım
-aç mısın diyorum, yemek yedin mi?
-hayır, yemedim henüz
-içeri gel o zaman, yemek hazır
çiçekler bu evin penceresinde, eminim. haberi mi yok acaba? insan tanımadığı birini neden yemeğe davet eder? burası neden bu kadar karanlık? neden bu daveti kabul etmek zorunda hissediyorum kendimi? evime gidip birşeyler yiyebilirim oysa.
-yemekte ne var? diye sordum
-ne biçim misafirsin sen içeri gel hadi.
kapıdan ayrılıp içeri girdi. kapıya yaklaştım, eşikten geçerken karşıma dikildi, elindeki kadehi uzatıp, susamışsındır, dedi. kadehi aldım. nezaketen bir yudum içtim ama su değildi bu, kekremsi tadı olan kokusuz tuaf bir şerbetti. kadehi tekrar ona uzattım, içerisi karanlıktı. koridordan ilerlemeye devam et, dedi. devam ettim.
salona geçmiştim, yemek yemek için hazırlanmış iki kişilik bir masa gördüm.
bu kadar dar bir salon görmemiştim. kadının gelmesini bekledim, bir kaç dakika geçti ama kimse gelmedi. seslenmek istedim ama bir anda başım dönmeye başladı, koltuğa oturup bekledim. bütün perdeler çekilmiş, dışardan gram ışık girmiyordu odaya. mum ışığıyla aydınlanıyordu içerisi. kendimi iyi hissetmiyordum. ayağa kalkmaya çalıştım, yavaşça salondan çıkıp karşımdaki odaya girdim. yan yana duran iki kadın gördüm.
yine başım dönmeye başladı, ilk bulduğum yere oturdum.
esmer olan kadın,
-hoşgeldin. dedi
-ne içirdiniz bana?
-çiçeklerden yaptığımız lezzetli bir şerbet sadece
sarhoş gibiydim, bu kadınlarda neyin nesiydi bana içirdikleri şey.. anlamıyorum..
diğer kadın ayağa kalk dedi
bir anda ayağa kalktım, hayatımda ilk defa kendi iradem dışında hareket ettiğimi hissedince korkmaya başladım.
-yaklaş
adımlarımı kontrol edemiyordum, istemsizce kadına yaklaştım. etrafımda dönmeye başladı, kafasında bere olan karşımdaki eski koltuğa oturdu, bacak bacak üzerine atıp bir sigara yaktı
-demek çiçeklerimiz için geldin buraya
-neden antropa belladona yetiştirdiğinizi biliyorum. dedim
-nedenmiş anlatsana biraz
-siz cadısınız.
korkunç kahkahalar atmaya başladılar. sarışın olan, diz çökmemi söyledi. dizlerim kırılmış gibi yere çöktüm.
-çok zeki birisin, peki sana ne yapacağımızı biliyor musun.
-hiç bir şey yapamayacaksınız.
yeniden kahkaha atmaya başladılar
-öyle mi, neden biraz dans etmiyorsun. ayağa kalk ve bizim için dans et.
vucudum ayaklanmaya başlayınca, durun. dedim
-ne oldu.
-buraya sizi uyarmaya geldim.
esmer olan, yerinden kalkıp dibime kadar sokuldu ve şuh bir sesle
-uyarılmayalı uzun zaman olmuştu, bunu nasıl yapacaksın merak ediyorum. dedi ve dudaklarını yalamaya başladı
-kendimi kontrol edemeden bunu nasıl yapabilirim.
-gerçektende bizi uyarmaya geldin yani ?
-evet tam da düşündüğünüz gibi
-pekala görelim bakalım ne yapacaksın
kendimi kontrol edebiliyor muyum diye kollarımı kıpırdattım
-oturabilir miyim
-fazla vaktin yok
oturdum ve elimi ceketimin cebine koydum. bir anda elim dondu
-sadece sakız çiğnemek istiyorum
ellerimi kontrol edebiliyordum tekrar. cebimde bir diş sarımsağı buldum, avucumda gizleyerek ağzıma atıp çiğnemeye başladım
esmer olan, sarışın olana baktı. sonra bana döndü
-neler oluyor, ne yedin sen?
-sakin ol, sarımsak çiğnemeyi seviyorum sadece
ıkisininde bakışları dondu tedirgin olmaya başladılar. esmer olan,
-sana kötü bir şey yapmak gibi bir niyetimiz yoktu, sadece eğleniyorduk.
-eğlencenizi böldüğüm için üzgünüm. sizin gibi sürtüklerle çok karşılaştım, ben bir cadı avcısıyım.
o korkunç kadınlar şimdi kedi yavrusu gibi birbirine bakınıyordu
şimdi de ben gülmeye başladım. esmer olan
-bizden ne istiyorsun diye sordu.
-benim için çalışmanızı istiyorum
-dalga mı geçiyorsun
-hayır ciddiyim
-kabul etmezsek ne yaparsın
-ıksiriniz beni etkilemiyor diğer numaralarınızda işe yaramaz. benimde sihirli sözcüklerim var. size neler yapabileceğimi hayal gücünüze bırakıyorum.
-ne istediğini söyler misin artık
-biriniz benim için ev işlerini yapacak, diğerinizde bir iş bulup çalışacak, para kazanacak. bundan sonra benim evimde yaşayacaksınız.
adi sürtükler kahkahayı basıp kendilerini yere attılar.
-ayağa kalkın diye bağırdım
ok gibi fırlayıp ayağa kalktılar, yüzlerindeki ifade acı bir gülümsemeye dönüştü. sarışın olan,
-bunu nasıl yaptın diye sordu
oturduğum yerden odadaki perdelerin yavaşça açılmasını sağladım. ıkisininde gözleri fal taşı gibi açıldı. ışıktan korkup kenara geçtiler.
-neden beni ciddiye almıyorsunuz dedim
-bizden ne istiyorsun sana zarar vermedik ki.
-yemek için ne hazırlamıştınız söyler misin
-şey... biz pratik bir şeyler hazırlayacaktık.
-yalan söylüyorsun, kamışımı kesip pişirecektiniz menüde bu vardı.
yerimden kalkıp esmer olanın üzerine doğru yürüdüm, elimi bacaklarının arasına sokup gözlerine baktım, çorabının arasından sigara paketini aldım. diğer elimle de göğüslerinin arasından çakmağı çıkartıp bir sigara yaktım. bunlara diz çökmelerini söyleyip odada dolanmaya başladım.
sarışın olan
-bunu nasıl yapıyorsun, çok yeteneklisin
ceketimin cebinden bir parşömen çıkarıp önüne attım, tetragrammaton. dedim
esmer olan
-bunu şimdiye kadar kimse başaramadı nasıl olur?
dolaptaki şeylere baktım.
-bu aptal iksirlerle mi iş görüyorsunuz.
-sen kombinasyonu bulan kişi misin?
-bu seni ilgilendirmez, bu evi ateşe verin her şeyi yakın bana taşınıyoruz artık. size konukseverliğimi tattırmak istiyorum. diyerek odadan çıktım arkamdan istemsizce geliyorlardı. uzun zamandır cadı yakalamıyordum, şanslı günümdeydim.
devamını gör...
4.
beyaz cadı
1.bölüm
1989'un ağustos sıcağında doğdum. babam doğu ekspresinde kondüktör olarak çalışıyordu. annem güzel sanatlar fakültesinden mezun seramikle ilgili. nasıl tanıştıklarını anlatmayacağım. bebekliğim, çocukluğum çok zor geçmiş, annem öyle diyor. ışığa karşı çok hassas gözlerim, hayatımı kontrol eden bu hastalığın adı fotofobi. benimki ileri düzeyde geç farkedilmesi ve daha bebekken fazlaca ışığa maruz kalmak çok daha kötü hale getirdi. dayanabildiğim ışık şiddeti sadece 3 candela, yada 3 mum ışığının verdiği aydınlık diyelim, maksimum buna dayanabiliyorum ama o bile benim için fazla.
okula gitmedim, beni annem eğitti ben büyüdükçe annemin de bana daha kapsamlı şeyler öğretmesi gerekiyordu birlikte çok şey öğrendik. okuduğum kitapları hatırlamıyorum bile 10 yaşıma kadar televizyon izleyemedim hiç ama açıp dinliyordum her şeyi tam bir işkenceydi benim için. kaç çocuk tom ve jerry'i güneş gözlüğü takıp izlemeye çalışmıştır ki?
dışarı, yalnızca fotofobikler için yapılmış özel güneş gözlükleriyle çıkabiliyordum gözlüğün etrafında ışık sızabilecek bir yer yoktur, 3 kandela şiddete kadar karartılmış bir gözlükle sadece çok parlak şeyleri farkedebilirsiniz. çok önemli bir şey olmadıkça asla dışarı çıkmam geceleri ise dışarısı beni bir körden farksız yapıyor, gündüzden daha tehlikeli sokak lambaları ve araba farlarına denk gelme ihtimali, bir hafta gözüme bıçak saplanmış gibi ağrılarla kıvranmama sebep olur. evde perdeler asla açılmaz, vampir gibi yaşıyorum adeta. evden dışarı yılda bir kaç defa mecburen çıkılır. bütün ışık kaynakları 2 lümeni geçmez ve çıplak ışık kaynağı yoktur.
bilgisayar, tv, veya telefon gibi bir şeyle uğraşırken gözlerimden birine korsan göz bandı takarım. çoğu insan korsanların bir gözü kör olduğu için tek göz bandı taktıklarını zanneder oysa güneşin ışık şiddeti 30 bin ila 130 bin lüks arasındadır. geminin dışında savaşan korsanlar birden geminin içindeki aydınlatması çok zayıf odalara girdiklerinde savunmasız kalırlar çünkü güneşe maruz kalan göz hiç bir şey göremez karanlığa alışması için belli bir süre gerekir. bu sorunu hızlıca çözmek için kapalı tuttukları gözlerini geminin karanlık odalarında açıp savaşmaya durmaksızın devam ederler. bende uzun süre parlaklığı kısılmış olsada ekrana bakınca gözlerimi çektiğimde oda çok az aydınlatıldığı için etrafı görmekte zorlanırım, neyseki korsan bandıyla bu problemi çözüyorum. pencereler dahil bütün ekranlar ışığı azaltan filmlerle kaplı. yüzümün göründüğü bebeklik fotoğrafım hiç yoktur. loş ışıkta kaldığım için eski analog filmli makinalarla fotoğrafımı çekebilmeleri için flaş kullanmaları gerekiyordu bu da benim gözlerime mil çekmekle eş değer bir hareket olurdu.
********************
beyaz cadı 2.bölüm
çatı katında bir ucube gibi yaşıyorum. internetten tanıdığım binlerce insan var ama gerçek hayatta kuzenlerim ve aile dostlarımız dışında kimseyle görüşmem. bazen eve çağırdığım kızlar olur, evlenemeyeceğim için ailem durumu hoş görür. sonuçta kimse eve tıkılı biriyle evlenmek istemez bende aynı hayatı başkasıyla paylaşamam. kör olsaydım hayat daha katlanılabilir olurdu, arafta kalınca insan ne yapacağını kestiremiyor.
sabah kahvaltı için yemek salonuna indiğimde yabancı biriyle karşılaştım, annem fakülteden arkadaşı olduğunu söyledi adı sezin, gümüş gri boyamış saçlarını, kıpkırmızı dudaklar, lila rengi bir hırkası, enteresan yüzükleri vardı parmağında.
-tanıştığıma çok memnun oldum, annen senden çok bahsetti.
onlar kahve içerken, bende kahvaltıya başladım. gece gündüz ayrımı pek olmadığı için uyku düzenim yok. cumartesi öğleden sonraydı. babamda bize katıldı sezine hoş geldin dedikten sonra çekmeceleri karıştırıp yukarı çıktı. babamı iyi tanırım kadınlara düşkündür, oturup muhabbet ederdi normalde herhalde önemli bir işi vardı. sezin telefonun ışığını fincana tutmuş anneme fal bakıyordu,
-yol görüyorum, uzun bir seyahat olabilir, tek başınasın, bak şurda girdap gibi bir şey var bunalmışsın içine attığın şeyler var, bunlardan kurtulacaksın ama biraz kafa dağıtman gerek canım, değişiklik zamanı.
annemde ne zamandır tunusa gitmek istediğini anlattı. bir şey farketmiş gibi sezinin elini tuttu,
- ay yüzüğün çok güzel aynısından bende de vardı baya oldu kaybettim eşimin hediyesiydi.
-banada yakın bir arkadaşım hediye etti ama beğendiysen sana hediye etmek istiyorum.
-hayır canım lütfen kabul edemem sevdiğin birinin hediyesi sende durması daha hoş olur. çok teşekkür ederim.
uff saçma sapan muhabbetler, portakal suyumu bitirip yukarı çıkmak üzereydim ki, sezin fincanı masaya koyarken sağ avuç içinde bir şeyler olduğunu gördüm. neydi acaba, dövme olabilir mi, avuç içi dövmesi görmemiştim daha önce, saçma sapan şeylere takıntılı olduğum için ne olduğunu öğrenmezsem kafayı yerdim. konsolun üzerindeki reve d'or kolonyasını alıp tekrar hoşgeldiniz diyip eline dökmek için hamle yaptım, o da refleks olarak ellerini açtı ki açmazsa üstüne dökecekmiş gibi yaptım. hmm bütün avuç içini kaplayan bir dövme bu ortasında bir göz, gözün etrafında ışık demetleri ve parmaklara kadar desenler ve semboller var. bu saçma hareketime anlam veremediler. pek umursamadım dövmeyi ortaya çıkarmıştım sonuçta,
-aaa dövmenize bayıldım, nedir bu?
-teşekkür ederim, bu dövmeden çok bir tılsım, negatif enerjiyi engelliyor. benzer bir kolyemde var.
bluzunun altında kalan kolyesini çıkarttı. ortasında göz olan bir el. bu hamsa yada fatımanın eli olarak bilinen nazara karşı kullanılan bir tılsım sadece. fakat avucundaki dövmede alakasız başka sembollerde vardı her neyse bu gizemide çözdükten sonra yapacak bir şey kalmamıştı odama çıkmaya karar verdim. sezin;
-nereye gidiyorsun, biraz daha otur lütfen.
normalde reddedilemez bir bahane öne sürüp odama giderdim ama nedense bunu istesemde yapamadım ve onlarla oturmaya devam etmek için geri döndüm. o anda bir şeylerin ters gittiğini hissetmeye başladım, üzerime bir ağırlık çökmüştü sanki.
*****************
beyaz cadı 3. bölüm
neden durdurdu ki şimdi bu beni?
bir kaç yıl önce okuduğum bir kitapta anlatılan çeşitli vikan tılsımlarından söz eden bölümü hatırladım, içinde göz olan pentagram çizimleri vardı hatırlıyorum ama ne işe yaradığını anımsayamadım. pentagram, ne beş elementi, ne yıldızları temsil eden bir semboldür, hele ki satanizm, wiccalar ile vs alakası yoktur. pentagram en temelde insanı, insan bedenini temsil eder. insan bedeni beş ana uzuvdan oluşur. insanın mührü yada sigılıdır pentagram. bunun dışında ki bütün yakıştırmalar türetilmiştir. doğa insan bedeniyle uyum içindedir. bu orantı pentagramla birlikte simgesel bir birlik ifade eder. bir eldeki parmaklarınızı birleştirip daha sonra aralarında birer santim boşluk kalacak şekilde ayırıp parmaklarınızı bir zemine koyarsanız, pentagramın köşelerine denk gelecek bir şekil oluştuğunu göreceksiniz. elin içindeki göz veya pentagramın içindeki göz aynı şeydir.
-aslında yukarıda bazı işlerim vardı ama biraz daha vakit geçirebilirim galiba.
-gözlerinle ilgili duruma çok üzüldüm.
-üzülecek bir durum yok.
-annenle de konuştum, bu hastalığı tedavi edebilecek birini tanıyorum, macaristanda yaşlı bir hekim, alternatif tıpla ilgili, şifacı, farklı yöntemleri var.
-dr house gibi mi?
-anlamadım,
-ilgilenmiyorum.
-nedenini öğrenebilirmiyim.
-tedaviye ihtiyacım olduğunu mu düşünüyorsunuz?
-içinde olduğun durumu normal karşılamıyorum ne sen ne ailen bu kasvetli hayata mecbur değilsiniz. bunu bir tedaviden çok değişim olarak görmen gerek.
karşı çıkmak istiyorum ama söylediklerini onaylamak zorundaydım. neden bilmiyorum iradem tutulmuş gibi hissediyordum. ters giden bir şeyler var. bu kadından uzaklaşmalıyım.
-belkide haklısınız, bu konuyu düşünmek istiyorum şimdilik izninizle yapacak işlerim var.
-eminim herkes için çok daha güzel olacak tanıştığıma memnun oldum görüşmek üzere.
odama çıkıp bilgisayarın başına geçtim kadının sosyal medya hesaplarını kurcalamak hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum, facebook, instagram, twitter hiç bir yerde yok. gerçek adını kullanmıyor olabilir. annemin telefonuna girip numarasını alırsam direk telefonundaki bilgilerine erişebilirdim. yıllardır evde bilgisayarla yaşayınca siber korsanlık hakkında fazlasıyla yol katettim hayatımın yüzde doksanı pc başında geçiyor. tanıdıklarımın telefonununu kurcalamayı sevmem ama annemin telefonundan kadının telefonuna bir yol bulmam gerekiyordu annemin telefonuna bağlanmak 5 dakika sürmedi kadının telefonuna bağlanmakta çok kolay oldu. fakat ne bir fotoğraf ne bir müzik hiç bir şey bulamadım telefonda, geriye sadece mesajları kalıyordu ama whatsapp'a sızmak inanılmaz meşakkatli bir iş buna ayıracak vaktim yoktu. kadın hakkında bir şey bulamadım.
kapıyı tıklatıp içeri girdi babam;
-misafirimiz gitti mi?
-semra mı?
-semra da kim?
-sen tanımıyor musun annemin arkadaşını?
-hayır, neden bunları soruyorsun ki şimdi gitti mi gitmedi mi?
-aşağıdalar hala.
-iyi, bir soruya cevap verene kadar elli tane şey sorman gerekmiyor.
kapıyı çarpıp gitti, babamda tuaf bir şeyler var kadını tanımadığını söyleyip adını yanlış söylememe karşı çıktı. sezinle babam arasında bir şeyler olduğunu ilk görüşte hissetmiştim ama umursamamıştım annem sezini babamla tanıştırmadı sabah, bilmediğim bir şeyler dönüyor.
tılsımın vikanlarda ne işe yaradığını anlamam gerek, eski kitaplarımın olduğu kolileri açıp o kitabı aradım, üç koli dolusu kitabı boşaltıp odayı dağıttıktan sonra buldum. pentagram içindeki göz tılsımı, muhattabını etkilemek ve ikna etmek için kullanılan bir tılsım, bu tılsım arzu ettiğiniz etkiyi oluşturmak için çeşitli sigıllarla birlikte kullanılmalı. kadının söylediklerine bu yüzden karşı çıkamıyor olmalıydım. büyü yapıyor. iyide neden?
anneme baktığı fal...uzaklara gideceksin, seyahat hikayesi falan... benide uzaklaştırmak istiyor, tedavi bahanesine... annemin kaybettiği yüzüğün aynısı onun parmağında...
her şeyi öylece bırakıp aşağı indim, annem mutfaktaydı.
-sezin nerede?
-çıktı az önce, neyin var senin neden durduk yere kolonya döktün kadının eline?
-önce bana şunu söyle anne, gerçekten tunusa gitmek istiyor musun?
-bende bunu konuşmak istiyordum seninle, eğer yalnız hissetmeyeceksen bu hafta sonu gitmek istiyorum hatta benim için bilet ayırtabilirmisin yukarı çıkınca.
-peki benim macaristana gidip tedavi olmam hakkında ne düşünüyorsun?
-olumlu bakıyorum.
annemi koşullandırmış. bende tedavi olmak konusunda istekliyim. bütün bunlar çok saçma annem kendi isteğiyle gidecek olsaydı şimdiye kadar çoktan giderdi. bense asla tedavi olmak istemiyordum ama bir anda fikirlerim değişti ne hikmetse.
-sezinle nerden tanışıyorsunuz?
-2 yıl önce sergide tanıştık bir çok şey almıştı o zaman benden, ama sonra öğrendim ki aynı fakültede okumuşuz.
-bana neden hiç bahsetmedin ondan.
-odandan sadece yemek yemek için çıktığından dolayı olabilir mi acaba?
-babam tanıyor mu peki.
-evet, daha önce de evimize geldi bir kaç defa ama sen görmedin, odandan hiç çıkmadığın için. nereye gidiyorsun?
-bilet ayırtmaya.
sezin kesinlikle bir cadı, ve babamla ilişkisi var. işin kötü tarafı ilgilendiği şey babam değil.
********************
beyaz cadı 4.bölüm
habis cadıların en kötü tarafı, arzularına erişmek için her şeyi yapabilecek kadar gözü dönmüş yaratıklar olmalarıdır. annemin yüzüğünün o cadıda olmasının tek açıklaması annemi kıskanması, örümcek gibi ağ örmüş annemin her yanına, istediği şey annemin hayatını çalmak onun yerine geçmek. tüm bunları bu kadar geç farkettiğim için kendime kızıyorum. o cadıdan derhal kurtulmam gerek, annem için bunu yapmalıyım. hemen bilgisayarın başına geçtim ve satıcının numarasını alıp aradım. satıcıya bmw s1000rr bir motorsiklet ve 2 kask istediğimi söyledim eğer 2 saat içinde adrese teslim ederse hatırı sayılır bir miktar fazladan para vereceğimi söyleyip ücretini hesabına aktardım. motoru dengeli bir şekilde sürebileceğimden emindim ama bunu görmeden yapabilmek için intihara meyilli birine ihtiyacım vardı.
selini arayıp hemen bize gelmesini söyledim. umarım ayık bir şekilde gelir. beklerken cadıyla baş edebilmek için bir kaç şey hazırladım. bir saat sonra kapı çaldı açmak için aşağı indiğimde annemle karşılaştım.
-anne, ben bakarım bir arkadaşımı çağırmıştım o gelmiş olmalı.
-ne arkadaşı? kimi çağırdın yine.
-selin.
-daha önce bi kutu hap içip kendini öldürmeye çalışan selin mi?
-bunları sonra konuşalım olur mu.
-umarım yine aynı şeyler yaşanmaz.
kapıyı açtım selindi. içeri aldım yukarı çıktık.
-beni neden çağırdın, en son görüştüğümüzde benim değersiz ve işe yaramaz biri olduğumu söylemiştin.
-sende bana inanıp bi kutu prozacla intihar etmeye çalışmıştın. sana güzel bir haberim var işe yaramaz olduğun konusunda fikirlerim değişti.
-neden bahsediyorusun.
-annemin yüzüğünü ele geçiren bir cadı var. gidip ondan yüzüğü geri alacağız tabi benimle gelmek istersen.
-ne cadısı, büyücü gibi mi?
-babamın yasak ilişki yaşadığı bir cadaloz diyelim, annemin yüzüğünü gizlice alıp o kadına vermiş.
-anlamıyorum ben sana nasıl yardımcı olabilirim ki.
selinle konuşurken bir yandan eşyalarımı topluyordum, gözlüğümü takıp evden çıkmaya hazır olunca, selinin elinden tutup,
-dışarıda konuşalım, dedim evin arka kapısından kimse farketmeden bahçeye çıktık karanlıktan hiç bir şey göremiyordum selin yol gösteriyordu bir yandan da nereye gidiyoruz diye söyleniyordu, kapının önünde durduk. seline saati sordum,
-dokuz bucuk, dedi bir araç sesi duydum.
-bu gelen araç nasıl bir şey tarif eder misin?
-kamyonete benziyor, neden sordun.
-tam zamanında. bir motor sipariş etmiştim o olamalı.
-sen motor kullanabiliyor musun?
-kısmen.
araç evin önünde durdu teslimat görevlisi kimliğimi kontrol ettikten sonra evrakları imzalatıp motorun anahtarlarını ve 2 kaskı teslim etti. diğer görevli motoru araçtan indirmişti. depoyu doldurduklarını da söyleyip gittiler. selin,
-bu çok pahallı bir şeye benziyor.
-işimiz bittikten sonra senin olabilir.
-ben hala ne yapacağımızı bilmiyorum.
-motoru kullanmama yardımcı olmanı istiyorum, evet bu çok tehlikeli biliyorum ama bir şey olursa en azından birlikte ölür yada sakat kalırız.
-ben motor süremem ki seninde gözlerin hiç bir şey göremiyor nasıl kullanacağız.
-motoru ben kullanacağım sen sadece hangi yöne ne kadar dönmem gerekiyorsa ona göre ellerinle omuzlarımı sık. hızlanmam yada yavaşlamam gerektiğinde daha sıkı sarıl yada gevşet.
-aklını kaçırmışsın sen.
-eğer yardım etmezsen kör olmak pahasına tek başıma kullanırım.
-neden gideceğin yere taksiyle gitmiyorsun ki.
-yalnız risk aldıkça kendimi güvende hissedebiliyorum.
kaskın birini ona uzattım ve,
-gelmek zorunda değilsin, dedim.
kaskı alıp kafasına geçirirken,
-nereye gideceğiz peki, diye sordu. sezinin telefonuna eriştiğim için lokasyonunu takip edebiliyordum. navigasyonu açıp telefonu seline verdim
-burdan gideceğimiz yere bakıp beni dokunarak yönlendir.
-neden sesli olarak iletişim kuramıyoruz?
kablosuz kulaklarımı gösterip,
-çünkü motoru kullanırken müzik dinleyeceğim. dedim
selin kaskını çıkarıp, cebinden ufak bir folyoya sarılı olan bir posta pulu çıkardı ve dilinin üzerine yerleştirdi.
-öyleyse benimde bunu kullanmamda bir sakınca yoktur umarım. dedi ve tekrar kaskını takıp hazır olduğunu gösterdi
ağzında lsd damlatılmış posta puluyla beni yönlendirecek bir co-pilotla kör sağır bir yolculuk adrenalin seviyemi yeterince yükseltmişti.
-durmamız gerektiğinde tırnaklarını geçirebilirsin dedim, ve diğer telefondan müziğimi açıp motora bindim. teorik olarak motorun nasıl kullanılacağı konusunda her şeyi biliyordum ama tecrübem çocukken geceleri bahçede sürdüğüm bisikletten fazlası değildi.
gaza bastım ve yola çıktık. kendimi müziğin akışına bırakıp karanlıkta çok hızlı bir şekilde korkusuzca endişe ve şüpheden uzak berrak bir zihinle selinin ellerine bıraktım kendimi. rüzgarın şiddeti ve yanından geçtiğim araçların savurduğu hava bana daha çok cesaret veriyordu. neyseki gideceğimiz yer çok uzak değildi. ana yollardan ara yollara geçtikten kısa bir süre sonra selin tırnaklarını kollarıma geçirdi ve durduk. müziği durdurdum ve iyimisin diye sordum.
kaskını yere fırlattığını ve öğürmeye başladığını duydum. kusuyordu, bi kaç dakika sonra yanıma gelip,
-bu hayatımda yaptığım en delice ve zevk aldığım şey oldu. hahaha.
-ne kadar yolumuz kaldı?
-geldik bile burası.
doğru söylüyordu, kulaklıklarımdan birinden müzik dinlerken ötekindende navigasyonun asistanını dinliyordum. işimi sadece seline bırakamazdım o cadıya haddini bildirmeden ölmek istemiyordum.
geldiğimiz yer 5 yıldızlı bir oteldi.
******************
beyaz cadı 5. bölüm.
kaskımı çıkarıp gözlerimi hiç açmadan karartılmış özel gözlüklerimi taktım. çıplak gözle bir sokak lambasına denk gelirsem bıçaklanmış gibi kıvranıp dururum.
sezinin bu otelde ne işi vardı acaba, babamla buluşmayı planlamıyordur umarım. her ihtimale karşı babamın nerde olduğunu öğrenmek için telefondan bilgisayara erişip konumunu öğrendim. kahretsin ki o da burdaydı. şaşırmadım onu oradan çıkarmak için hemen bir şeyler yapmam gerekiyordu.
-nerdesin selin?
elimi tuttu ve -burdayım, burası harika bir yer müthiş bir gece, dedi.
bir sorunumuz var.
-ne oldu
-o kadın burda ama babamda burdaymış birlikteler.
-güzel işte iş üstünde yakalamamız gerekmiyor muydu.
- hayır selin, sadece annemin yüzüğünü alıp döneceğiz.
-peki ya yüzüğü vermezse?
-öyle bir seçeneği olmayacak, orasını ben hallederim, şimdi babamı burdan uzaklaştırmalıyız.
-nasıl.
-telefonunu çıkart ve babamı ara kendini karşı komşunun kızı ebru olarak tanıt. evinizde büyük bir yangın çıktı itfaiye polis ambulans hepsi burada sizi soruyorlar de ve kapat.
-babanın kalp sorunları yoktur umarım.
-olsaydı burda iş çeviremezdi herhalde. çabuk ol vaktimiz yok.
selin babamı arayıp ortalığı velveleye verdi. bir kaç dakika sonra teleşla otelin kapısında belirdi babam, valeden arabasını istedi, aceleyle gaza basıp fırladı gitti. kolumu selinin omuzuna atıp birlikte otele girdik, sadece belli belirsiz sönük ışıkları seçebiliyordum. arada selinin kulağına fısıldayıp yönlendiriyordum. resepsiyonun önüne gelince durmadan asansörlere doğru devam ettik. terastaki bara çıktık köşedeki bir masaya oturduk. selin, anlamsız şeyler söyleyip duruyordu kafası asitle dolu, ilk fırsatta ayılmasını sağlamalıyım.
-çok romantik, randevuya çıkmışız gibi hissediyorum. işimiz bitince bana gidelim mi.
-bu doğaçlama bir cadı avı selin ve hayır, dışarda kalamam bize gideriz. dedim, sol tarafımdan kadife bir kadın sesi işittim, garsondu,
-hoş geldiniz, ne arzu edersiniz .
-ganohora blush açalım. ve bir bardak su lütfen.
-hay hay, zevkli bir seçim.
selin,
-o da neymiş öyle, viski falan mı.
-parlak kırmızı gül kurusu görünümlü..burundan çilek vişne kiraz gibi meyvemsi çağrışımlar yapan damak burun uyumlu, dengeli alt notaları olan yoğun, zarif pembe bir şarap.
-vay be, benden de böyle bahsedilmesini isterdim, tüm bunları nerden öğrendin.
-zevkine düşkün, asosyal bir pezevenk olunca bir kaç jedi numarası öğreniyorsun bir şekilde.
-ahahhaha, sahildeki martıların sesini duyabiliyorum, çok renkli ve güzel bu masalar, galiba çişim geliyor.
-bekle, sakın bir yere gidip beni burda yalnız bırakayım deme.
-altıma mı yapayım yani?
garson içkilerle masaya geldi, kadehlerden sadece birini doldurmasını istedim. garson gittikten sonra selin,
-benimkini neden doldurmasına izin vermedin.
-o senin için değil, sen su içeceksin. asitli kafayla bana yardım edemezsin. şu iki hapı içmeni istiyorum seni kendine getirecektir.
-daha sonra işemeye gidebilir miyim?
-garsonu çağırıp gidebilirsin.
-biz buraya ne için gelmiştik hatırlayamıyorum
-sana evlilik teklif edecektim, ama önce işemen gerkiyordu
-dalga geçme, cadılardan bahsettiğini hatırlıyorum sadece, buraya nasıl gelmiştik.
-selin kendine gel lütfen lavaboya gidip gel çabuk, garsonu çağır giderken.
umarım selin başıma bela olmaz. aynı kadife ses,
-buyrun efendim ne arzu etmiştiniz.
-ah, afedersiniz gözlerim, ben görme engelliyim malesef. birini bekliyoruz da, arkadaşım lavaboya gitti geç dönebilir, kirli beyaz yada gri saçları olan 35-40 yaşlarında dudağının kenarında beni olan bir kadın görürseniz bu masaya yönlendirir misiniz lütfen.
-elbette seve seve. başka bir arzunuz var mı?
-bu iyliğinize karşılık kendinize benim hesabıma bir içki ısmarlayabilirsiniz?
-teşekkür ederim ama çalışırken içemeyiz.
-yorgunluğunuzu alacak bir kahvede olabilir.
-çok naziksiniz. iyi eğlenceler.
sezin cadısı doğruca bana gelecek. tam sevişecekken, adam acil bir telefon alıp seni terasında muhteşem bir bar olan otelde yalnız bırakıp gidiyor. bu geceyi odanda hevesi kursağında kalmış olarak geçirecek değilsin ya elbet bara çıkıp programına devam etmek için yeni bir oyuncu seçmek isteyeceksin. ama bir süprizle karşılaşacaksın sezin. hemde hiç beklemediğin bir süpriz.
**************
beyaz cadı 6.bölüm final.
1692'de salem, massachusetts'te üç kadın cadı oldukları iddiası ile öldürüldü. bunun sebebi çavdar mahmuzu diye bilinen claviceps purpurea mantarı idi. çavdarla birlikte bulunan bu parazitten, isviçreli kimyager albert hofmann basel'deki sandoz laboratuvarlarındaki çalışmalarıyla çavdar mahmuzu alkaloidlerinden, lsd'nin (liserjik asit dietilamit) sentezini sağladı. günümüzde lsd en etkili saykodelikler arasında yer alır. çavdar mahmuzundan zehirlenip çıldırmış gibi davranan 3 kadın cadı mahkemeleriyle ünlü salem'de cadılardan çok korkan halk tarafından yakılarak öldürüldü.
******************
fakat sezin gerçek bir cadı, bense prensip olarak kimseyi yargılamayı doğru bulmam istisnalar elbetteki vardır. hiç bir şey görmesemde gözlerimi kapatıp yoğunlaştım...birazdan sezin buraya gelecek, bana bir şey sormasına izin vermemeliyim yoksa beni konuşturup savunmasız bırakacak. kafamdaki tilkileri harekete geçirmeliyim yada risk alıp her şeyi akışına bırakmalıyım. el yordamıyla kadehi bulup şarabımı içtim... bir kaç dakika sonra garsonun ve sezinin sesini duydum. garson yaklaşınca,
-beyefendi, beklediğiniz hanımefendi geldi.dedi
-teşekkür ederim.
ardından sezin konuştu,
-kurt, sen burda ne arıyorsun?
-bu ses, sezin sen misin?
-evet. annenin arkadaşı, bu sabah tanışmıştık.
-sesini tanıdım ama sen burda ne arıyorsun.
-garson beni görünce buraya yönlendirdi ısrarla, beni tarif etmişsin bekliyormuşsun falan..
-doğru ama buraya geleceğini nerden biliyor olabilirim ki? sen sormadan ben söyleyeyim bi kız arkadaşımla buraya biraz eğlenmeye geldik makyajını tazelemeye gitti birazdan burda olur, otur lütfen çok güzel bir şarap açtırdık bize eşlik et.
görmesemde sezinin yüzündeki ifadeyi tahmin edebiliyordum, soru işaretleriyle dolu mimikler belermiş gözler tedirgin bir ruh hali...evimizin yandığını düşünüyor olmalı neler olduğunu öğrenmek için oturacak elbette. sandalyesini çekip oturdu, el yordamıyla şişeyi bulup kadehini doldurmak istedim ama,
-ben hallederim, dedi ve ekledi, az önce annenle konuştum sesi endişeli geliyordu evde her şey yolunda mı?
-ah evet komşunun evinde yangın çıkmış ama her şey kontrol altındaymış bende konuştum az önce gayet iyiler.
-iyi olduklarına sevindim. anlamadığım bir şey var garsona beni tarif etmişsin burda olduğumu biliyor muydun?
tam o sırada selin masaya döndü ve sezine bakıp bu kadın da kim diye çemkirdi,
-ah selin döndün demek otursana bi misafirimiz var annemin arkadaşı sezin bu.
-babanla yatan kaltağı beklediğimizi sanıyordum? yinede memnun oldum isimlerimiz çok yakın birbirine.
sezin şokta olmalı yüzünü görmek için bütün el yazması kitaplarımı bağışlayabilirdim. selinden beklediğim bir hareketti bu. sezin konuştu,
-bende memnun oldum, içimden bir ses beklediğiniz kişi benmişim diyor sanki?
selin,
-hayır, sen aile dostusun, biz yüzüklerden hoşlanan kleptomanyak ve evli adamları baştan çıkaran bir cadı arıyoruz ahahaha.
sezin,
-kurt, arkadaşın çok tatlı ama kendinde değil galiba.
-tatlı olduğu konusunda tartışabiliriz ama kendinde olmadığı konusunda hemfikirim, söylediklerini neden üzerine alındığını merak ettim açıkçası.
-babanın, benimle birlikte olduğunu mu düşünüyorsun?
-evet, bir açıklaman vardır umarım? dedim, her şeyi açık oynamaktan başka seçeneğim yok bu kadına yalan söyleyemiyorum, ne dövmesini görebiliyorum ne de başka bir şey nasıl bir büyü kullandığını bilmiyorum, umarım şarabı içer.
-açıklayacak bir şey yok, her şey tamda düşündüğün gibi babanla bir ilişkimiz var.
nasılda arlanmaz bir şırfıntı bu kadın, bu özgüvenin kaynağı cadı olmasından başka bir şey olamaz.
-babamla olan ilişkiniz umrumda değil.
-buraya ne için geldin peki, babandan uzak durmamı isteyeceğini düşünmüştüm.
-babamı büyülediğini biliyorum, annemin yüzüğünü ve boynunda ki kolyeyi istiyorum. dedim... klasik cadı kahkasını bastı.
-ahahahha cadı olduğumu farketmene şaşırmadım, elime kolanya dökmenden bir şeyler çevirdiğini anlamıştım. annenin yüzüğünü geri istemeni anlayabiliyorum ama kolyem bana ait bir şey onu neden istiyorsun.
selin araya girdi,
-parfümünüz çok güzel, aklımı başımdan aldı, bayıldımmm, watson dan mı aldınız.
sezin,
-hayır canım, kendim hazırlıyorum özel bir karışım...
demek büyüsü sürdüğü kokuda gizli. seline teşekkür etmeliyim...
-kolye, dedim, kolye benim için koleksiyon yapıyorum.
sezinin ses tonu sertleşmişti, gerçek bir cadı gibi tonlamaya başladı sözcükleri,
-beni iyi dinle kurt, eğer beni bir daha böyle aptalca şeyler için rahatsız edersen annene çok fena şeyler yaparım.
-yüzük için anlaşma yapmak istiyorum..
-ne saçmalıyorsun, sen aptal birisin sadece, seninle vakit kaybedemem.
-öyleyse gidebilirsin.
-ahmak, umarım bir daha karşıma çıkacak cesareti göstermezsin.
-hala burda mısın?
tıkırtılar işittim, ardından sezin konuştu,
-ne oluyor be, neden kalkamıyorum. dedi sezin ardından selin konuştu,
-iğrenç birisin, yüzüğü vermen gerek sana ait değil o?
szn-kalkamıyorum yerimden kalkmak istediğim halde vucudum tepki vermiyor. hareket edemiyorum, kurt!!! ne yaptın bana!
kurt-sadece sen mi büyü yapabiliyorsun.
-dalga mı geçiyorsun benimle, böyle bir büyü yapmak yasaktır.
-kimin umrunda, ben izin vermedikçe asla ordan kalkamayacaksın, eğer yüzük konusunda anlaşırsak başka tabi. selin araya girdi,
-sen büyü yapabiliyor musun?
-elbette selin seni benimle gelmeye nasıl ikna ettim sanıyorsun? dedim. sezin kendini zorluyordu fakat felç olmuş gibi sandalyesine yapışıp kalmıştı. konuştu,
-yüzük için teklifin nedir?
-sadece yüzük olmaz, yüzük ve kolye için cadı işi bir numara öğretebilirim sana.
-ne numarası?
-klitoris manipülasyonu...sonsuza dek mutlu olabilirsin bununla. dedim, tabi cadı kahkahasını bastı yine.
************
çizgi filmlerdeki cadı imajını hatırlayın süpürgesine binip uçan cadıları görmüşsünüzdür. ortaçağda cadılar çeşitli witchcraftlarla bazı kremler hazırlayıp bunu süpürge otlarına sürerdi ve daha sonra süpürge otlarından yaptıkları çubukları vajinalarına sürterek saykodelik bir orgazm yaşarlardı. bu uçarken ejderhalarla düzüşüp boşalmak gibi bir cadı fantezisiydi. süpürgeyle uçan cadılar bu şekilde ünlendi.
*************
-ahahahha şu durumda bile beni güldürebiliyorsun, bu tarz şeyleri tüm cadılar bilir. teklifini kabul etmiyorum.
-öyleyse sen bir teklifte bulun. dedim, selin araya girdi.
-çok heyecanlı ve inanılmaz saçma bi kafa yaşıyorum herhalde. kurt,neden yüzüğü parmağından çıkarıp gitmiyoruz, baksana kımıldayamıyor bile bize karşı koyamaz.
seline cevap vermedim bir cadıdan zorla bir şey almak, aldığın şeyi lanetler bunu açıklayacak vaktim yoktu. sezine tekrar ettim...
-teklif yapma sırası sende.
-yanındaki şu geveze sürtüğü istiyorum onun karşılığında yüzüğü alabilirsin.
-selin mi? bana ait olmayan bir şeyi nasıl verebilirim?
-sen sahiplenmesende o kendini sana adamış. tek yapman gereken onu kabullenip daha sonra bana teslim etmen.
bu sefer selin kahkahayı bastı.
-beni arzulayan bir cadı olacağı hayatta aklıma gelmezdi. yinede doğru söylüyor her şeyimle seninim kurt sen istemesende bu böyle.
sezin beni köşeye sıkıştırmıştı sunabileceğim başka bir şey yoktu elimde, artık bu işi tercih etmediğim yollardan halletmem gerekiyordu...
-yüzüğe karşılık bir kurban istiyorsun demek, bu adil değil. bunu istediğinden emin misin?
-evet.
-o halde...bende senin teklifini kabul etmiyorum.
-yani ne olacak şimdi?
-seni yargılamam ve hüküm vermem gerekecek.
-ahahha, büyü yapan biri, büyü yapan başka birini yargılayamaz. ahmak.
-iyi ama ben büyü yapmadım ki, sadece kadehine bir şeyler sürdüm, bu lokal anesteziydi, büyü değil. annemin yüzüğünü babamı kandırarak ele geçirdin ve bana yakalandın seni yargılamaya hakkım var.
selinin hala kafası güzel olduğu için sırıta sırıta bizi izliyordu. cadı işlerinden çakozlamadığı aşikar. sezinin az önce ki kahkahası yerini ruhu çekilmiş bir vampirin yüz ifadesine bıraktı. neden bahsettiğimi biliyordu. bir şey diyemiyordu, devam ettim,
-suçlusun, büyü yaptığın için değil yakalandığın için yargılanacaksın ya yüzüğü ve kolyeni kendi rızanla verirsin yada hükmün yakılmak olacak. hemde hemen burda.
-ahahhahaa delirmişsin sen, ben cadı falan değilim seninle kafa buluyordum sadece, nerden öğrendin bu saçmalıkları bilmiyorum ama sana hiç bir şey vermeyeceğim.
söylediklerine kendide inanmıyordu korkudan sefil bir fare gibi inkar etmeye başlamıştı. elimle yoklayıp bacağını buldum masanın altından, eteğini sıyırıp parmaklarımı kasıklarına götürdüm teni sıcacıktı, ceketimin cebinden bir şırınga çıkarıp dizinden yukarı bacağına sapladım, ama içindekini enjekte etmedim. gözler fal taşı gibi açılmıştı bağırarak -ne yapıyorsun sen delirdin mi, diye çığlığı bastı.
-kararını ver, dedim. şırıngadaki arsenik, seni öldürene kadar, bütün vucudun alevler içinde yanıyormuş gibi hissettirecek.
sonunda ne kadar ciddi olduğumu gördü ve,
-tamam, tamam sakin olalım, istediğini alabilirsin alt tarafı bir yüzük ve kolye tüm bu saçmalıklara gerek yok öyle değil mi istediğini alabilirsin lütfen beni rahat bırak. dedi,
selinden eyeliner'ını istedim bir peçeteye "yüzüğüm ve kolyem üzerindeki hakkımdan kendi rızamla feragat ediyorum" yazdım. görmeden yazdığım için dikkatlice yazmaya gayret ettim ve sezine gösterdim yazıyı, kontratsız senden bir şey alamam, bu kağıdı kanınla mühürle. dedim
sezin yüzünü ekşiterek dudağını ısırdı ve kanattı kanı dudaklarında rujunu gezdirir gibi dağıttı ve kağıdı ateşli bir öpücükle mühürledi. seslerden gördüğüm buydu.
-harika, tam bir madonna öpücüğü olmalı, selin rica etsem yüzüğü ve kolyesini çıkarır mısın, burda işimiz bitti artık gidebiliriz. dedim.
selin ganimetleri toplarken bende bacağından şırıngayı çıkardım. sezin hiç konuşmuyordu öfkesini belli etmekten korkuyordu, tek istediği bir an önce bizden kurtulmaktı.
-hepsini aldım ben hazırım gidelim.
-selin, sen olmasan ne yapardım ben...sezine dönüp, ve sen kibirli kaltak merak etme birazdan kendine gelirsin, haftasonu çaya gel seni yeniden görmek istiyorum, dedim. kolumu selinin omuzuna atıp bardan çıktık, asansöre binince selin,
-bir an için, beni yüzükle takas edip cadıya teslim edeceğini düşündüm, dedi.
-aklımdan geçmedi değil, motor kullandın mı daha önce?
-hayır bisiklet sürdüm sadece.
-çok farklı değil, diyip anahtarları seline verdim.... sadece risk aldıkça kendimi güvende hissedebiliyordum, kablosuz kulaklarımı taktım ve bir şarkı açtım.
1.bölüm
1989'un ağustos sıcağında doğdum. babam doğu ekspresinde kondüktör olarak çalışıyordu. annem güzel sanatlar fakültesinden mezun seramikle ilgili. nasıl tanıştıklarını anlatmayacağım. bebekliğim, çocukluğum çok zor geçmiş, annem öyle diyor. ışığa karşı çok hassas gözlerim, hayatımı kontrol eden bu hastalığın adı fotofobi. benimki ileri düzeyde geç farkedilmesi ve daha bebekken fazlaca ışığa maruz kalmak çok daha kötü hale getirdi. dayanabildiğim ışık şiddeti sadece 3 candela, yada 3 mum ışığının verdiği aydınlık diyelim, maksimum buna dayanabiliyorum ama o bile benim için fazla.
okula gitmedim, beni annem eğitti ben büyüdükçe annemin de bana daha kapsamlı şeyler öğretmesi gerekiyordu birlikte çok şey öğrendik. okuduğum kitapları hatırlamıyorum bile 10 yaşıma kadar televizyon izleyemedim hiç ama açıp dinliyordum her şeyi tam bir işkenceydi benim için. kaç çocuk tom ve jerry'i güneş gözlüğü takıp izlemeye çalışmıştır ki?
dışarı, yalnızca fotofobikler için yapılmış özel güneş gözlükleriyle çıkabiliyordum gözlüğün etrafında ışık sızabilecek bir yer yoktur, 3 kandela şiddete kadar karartılmış bir gözlükle sadece çok parlak şeyleri farkedebilirsiniz. çok önemli bir şey olmadıkça asla dışarı çıkmam geceleri ise dışarısı beni bir körden farksız yapıyor, gündüzden daha tehlikeli sokak lambaları ve araba farlarına denk gelme ihtimali, bir hafta gözüme bıçak saplanmış gibi ağrılarla kıvranmama sebep olur. evde perdeler asla açılmaz, vampir gibi yaşıyorum adeta. evden dışarı yılda bir kaç defa mecburen çıkılır. bütün ışık kaynakları 2 lümeni geçmez ve çıplak ışık kaynağı yoktur.
bilgisayar, tv, veya telefon gibi bir şeyle uğraşırken gözlerimden birine korsan göz bandı takarım. çoğu insan korsanların bir gözü kör olduğu için tek göz bandı taktıklarını zanneder oysa güneşin ışık şiddeti 30 bin ila 130 bin lüks arasındadır. geminin dışında savaşan korsanlar birden geminin içindeki aydınlatması çok zayıf odalara girdiklerinde savunmasız kalırlar çünkü güneşe maruz kalan göz hiç bir şey göremez karanlığa alışması için belli bir süre gerekir. bu sorunu hızlıca çözmek için kapalı tuttukları gözlerini geminin karanlık odalarında açıp savaşmaya durmaksızın devam ederler. bende uzun süre parlaklığı kısılmış olsada ekrana bakınca gözlerimi çektiğimde oda çok az aydınlatıldığı için etrafı görmekte zorlanırım, neyseki korsan bandıyla bu problemi çözüyorum. pencereler dahil bütün ekranlar ışığı azaltan filmlerle kaplı. yüzümün göründüğü bebeklik fotoğrafım hiç yoktur. loş ışıkta kaldığım için eski analog filmli makinalarla fotoğrafımı çekebilmeleri için flaş kullanmaları gerekiyordu bu da benim gözlerime mil çekmekle eş değer bir hareket olurdu.
********************
beyaz cadı 2.bölüm
çatı katında bir ucube gibi yaşıyorum. internetten tanıdığım binlerce insan var ama gerçek hayatta kuzenlerim ve aile dostlarımız dışında kimseyle görüşmem. bazen eve çağırdığım kızlar olur, evlenemeyeceğim için ailem durumu hoş görür. sonuçta kimse eve tıkılı biriyle evlenmek istemez bende aynı hayatı başkasıyla paylaşamam. kör olsaydım hayat daha katlanılabilir olurdu, arafta kalınca insan ne yapacağını kestiremiyor.
sabah kahvaltı için yemek salonuna indiğimde yabancı biriyle karşılaştım, annem fakülteden arkadaşı olduğunu söyledi adı sezin, gümüş gri boyamış saçlarını, kıpkırmızı dudaklar, lila rengi bir hırkası, enteresan yüzükleri vardı parmağında.
-tanıştığıma çok memnun oldum, annen senden çok bahsetti.
onlar kahve içerken, bende kahvaltıya başladım. gece gündüz ayrımı pek olmadığı için uyku düzenim yok. cumartesi öğleden sonraydı. babamda bize katıldı sezine hoş geldin dedikten sonra çekmeceleri karıştırıp yukarı çıktı. babamı iyi tanırım kadınlara düşkündür, oturup muhabbet ederdi normalde herhalde önemli bir işi vardı. sezin telefonun ışığını fincana tutmuş anneme fal bakıyordu,
-yol görüyorum, uzun bir seyahat olabilir, tek başınasın, bak şurda girdap gibi bir şey var bunalmışsın içine attığın şeyler var, bunlardan kurtulacaksın ama biraz kafa dağıtman gerek canım, değişiklik zamanı.
annemde ne zamandır tunusa gitmek istediğini anlattı. bir şey farketmiş gibi sezinin elini tuttu,
- ay yüzüğün çok güzel aynısından bende de vardı baya oldu kaybettim eşimin hediyesiydi.
-banada yakın bir arkadaşım hediye etti ama beğendiysen sana hediye etmek istiyorum.
-hayır canım lütfen kabul edemem sevdiğin birinin hediyesi sende durması daha hoş olur. çok teşekkür ederim.
uff saçma sapan muhabbetler, portakal suyumu bitirip yukarı çıkmak üzereydim ki, sezin fincanı masaya koyarken sağ avuç içinde bir şeyler olduğunu gördüm. neydi acaba, dövme olabilir mi, avuç içi dövmesi görmemiştim daha önce, saçma sapan şeylere takıntılı olduğum için ne olduğunu öğrenmezsem kafayı yerdim. konsolun üzerindeki reve d'or kolonyasını alıp tekrar hoşgeldiniz diyip eline dökmek için hamle yaptım, o da refleks olarak ellerini açtı ki açmazsa üstüne dökecekmiş gibi yaptım. hmm bütün avuç içini kaplayan bir dövme bu ortasında bir göz, gözün etrafında ışık demetleri ve parmaklara kadar desenler ve semboller var. bu saçma hareketime anlam veremediler. pek umursamadım dövmeyi ortaya çıkarmıştım sonuçta,
-aaa dövmenize bayıldım, nedir bu?
-teşekkür ederim, bu dövmeden çok bir tılsım, negatif enerjiyi engelliyor. benzer bir kolyemde var.
bluzunun altında kalan kolyesini çıkarttı. ortasında göz olan bir el. bu hamsa yada fatımanın eli olarak bilinen nazara karşı kullanılan bir tılsım sadece. fakat avucundaki dövmede alakasız başka sembollerde vardı her neyse bu gizemide çözdükten sonra yapacak bir şey kalmamıştı odama çıkmaya karar verdim. sezin;
-nereye gidiyorsun, biraz daha otur lütfen.
normalde reddedilemez bir bahane öne sürüp odama giderdim ama nedense bunu istesemde yapamadım ve onlarla oturmaya devam etmek için geri döndüm. o anda bir şeylerin ters gittiğini hissetmeye başladım, üzerime bir ağırlık çökmüştü sanki.
*****************
beyaz cadı 3. bölüm
neden durdurdu ki şimdi bu beni?
bir kaç yıl önce okuduğum bir kitapta anlatılan çeşitli vikan tılsımlarından söz eden bölümü hatırladım, içinde göz olan pentagram çizimleri vardı hatırlıyorum ama ne işe yaradığını anımsayamadım. pentagram, ne beş elementi, ne yıldızları temsil eden bir semboldür, hele ki satanizm, wiccalar ile vs alakası yoktur. pentagram en temelde insanı, insan bedenini temsil eder. insan bedeni beş ana uzuvdan oluşur. insanın mührü yada sigılıdır pentagram. bunun dışında ki bütün yakıştırmalar türetilmiştir. doğa insan bedeniyle uyum içindedir. bu orantı pentagramla birlikte simgesel bir birlik ifade eder. bir eldeki parmaklarınızı birleştirip daha sonra aralarında birer santim boşluk kalacak şekilde ayırıp parmaklarınızı bir zemine koyarsanız, pentagramın köşelerine denk gelecek bir şekil oluştuğunu göreceksiniz. elin içindeki göz veya pentagramın içindeki göz aynı şeydir.
-aslında yukarıda bazı işlerim vardı ama biraz daha vakit geçirebilirim galiba.
-gözlerinle ilgili duruma çok üzüldüm.
-üzülecek bir durum yok.
-annenle de konuştum, bu hastalığı tedavi edebilecek birini tanıyorum, macaristanda yaşlı bir hekim, alternatif tıpla ilgili, şifacı, farklı yöntemleri var.
-dr house gibi mi?
-anlamadım,
-ilgilenmiyorum.
-nedenini öğrenebilirmiyim.
-tedaviye ihtiyacım olduğunu mu düşünüyorsunuz?
-içinde olduğun durumu normal karşılamıyorum ne sen ne ailen bu kasvetli hayata mecbur değilsiniz. bunu bir tedaviden çok değişim olarak görmen gerek.
karşı çıkmak istiyorum ama söylediklerini onaylamak zorundaydım. neden bilmiyorum iradem tutulmuş gibi hissediyordum. ters giden bir şeyler var. bu kadından uzaklaşmalıyım.
-belkide haklısınız, bu konuyu düşünmek istiyorum şimdilik izninizle yapacak işlerim var.
-eminim herkes için çok daha güzel olacak tanıştığıma memnun oldum görüşmek üzere.
odama çıkıp bilgisayarın başına geçtim kadının sosyal medya hesaplarını kurcalamak hakkında bir şeyler öğrenmek istiyordum, facebook, instagram, twitter hiç bir yerde yok. gerçek adını kullanmıyor olabilir. annemin telefonuna girip numarasını alırsam direk telefonundaki bilgilerine erişebilirdim. yıllardır evde bilgisayarla yaşayınca siber korsanlık hakkında fazlasıyla yol katettim hayatımın yüzde doksanı pc başında geçiyor. tanıdıklarımın telefonununu kurcalamayı sevmem ama annemin telefonundan kadının telefonuna bir yol bulmam gerekiyordu annemin telefonuna bağlanmak 5 dakika sürmedi kadının telefonuna bağlanmakta çok kolay oldu. fakat ne bir fotoğraf ne bir müzik hiç bir şey bulamadım telefonda, geriye sadece mesajları kalıyordu ama whatsapp'a sızmak inanılmaz meşakkatli bir iş buna ayıracak vaktim yoktu. kadın hakkında bir şey bulamadım.
kapıyı tıklatıp içeri girdi babam;
-misafirimiz gitti mi?
-semra mı?
-semra da kim?
-sen tanımıyor musun annemin arkadaşını?
-hayır, neden bunları soruyorsun ki şimdi gitti mi gitmedi mi?
-aşağıdalar hala.
-iyi, bir soruya cevap verene kadar elli tane şey sorman gerekmiyor.
kapıyı çarpıp gitti, babamda tuaf bir şeyler var kadını tanımadığını söyleyip adını yanlış söylememe karşı çıktı. sezinle babam arasında bir şeyler olduğunu ilk görüşte hissetmiştim ama umursamamıştım annem sezini babamla tanıştırmadı sabah, bilmediğim bir şeyler dönüyor.
tılsımın vikanlarda ne işe yaradığını anlamam gerek, eski kitaplarımın olduğu kolileri açıp o kitabı aradım, üç koli dolusu kitabı boşaltıp odayı dağıttıktan sonra buldum. pentagram içindeki göz tılsımı, muhattabını etkilemek ve ikna etmek için kullanılan bir tılsım, bu tılsım arzu ettiğiniz etkiyi oluşturmak için çeşitli sigıllarla birlikte kullanılmalı. kadının söylediklerine bu yüzden karşı çıkamıyor olmalıydım. büyü yapıyor. iyide neden?
anneme baktığı fal...uzaklara gideceksin, seyahat hikayesi falan... benide uzaklaştırmak istiyor, tedavi bahanesine... annemin kaybettiği yüzüğün aynısı onun parmağında...
her şeyi öylece bırakıp aşağı indim, annem mutfaktaydı.
-sezin nerede?
-çıktı az önce, neyin var senin neden durduk yere kolonya döktün kadının eline?
-önce bana şunu söyle anne, gerçekten tunusa gitmek istiyor musun?
-bende bunu konuşmak istiyordum seninle, eğer yalnız hissetmeyeceksen bu hafta sonu gitmek istiyorum hatta benim için bilet ayırtabilirmisin yukarı çıkınca.
-peki benim macaristana gidip tedavi olmam hakkında ne düşünüyorsun?
-olumlu bakıyorum.
annemi koşullandırmış. bende tedavi olmak konusunda istekliyim. bütün bunlar çok saçma annem kendi isteğiyle gidecek olsaydı şimdiye kadar çoktan giderdi. bense asla tedavi olmak istemiyordum ama bir anda fikirlerim değişti ne hikmetse.
-sezinle nerden tanışıyorsunuz?
-2 yıl önce sergide tanıştık bir çok şey almıştı o zaman benden, ama sonra öğrendim ki aynı fakültede okumuşuz.
-bana neden hiç bahsetmedin ondan.
-odandan sadece yemek yemek için çıktığından dolayı olabilir mi acaba?
-babam tanıyor mu peki.
-evet, daha önce de evimize geldi bir kaç defa ama sen görmedin, odandan hiç çıkmadığın için. nereye gidiyorsun?
-bilet ayırtmaya.
sezin kesinlikle bir cadı, ve babamla ilişkisi var. işin kötü tarafı ilgilendiği şey babam değil.
********************
beyaz cadı 4.bölüm
habis cadıların en kötü tarafı, arzularına erişmek için her şeyi yapabilecek kadar gözü dönmüş yaratıklar olmalarıdır. annemin yüzüğünün o cadıda olmasının tek açıklaması annemi kıskanması, örümcek gibi ağ örmüş annemin her yanına, istediği şey annemin hayatını çalmak onun yerine geçmek. tüm bunları bu kadar geç farkettiğim için kendime kızıyorum. o cadıdan derhal kurtulmam gerek, annem için bunu yapmalıyım. hemen bilgisayarın başına geçtim ve satıcının numarasını alıp aradım. satıcıya bmw s1000rr bir motorsiklet ve 2 kask istediğimi söyledim eğer 2 saat içinde adrese teslim ederse hatırı sayılır bir miktar fazladan para vereceğimi söyleyip ücretini hesabına aktardım. motoru dengeli bir şekilde sürebileceğimden emindim ama bunu görmeden yapabilmek için intihara meyilli birine ihtiyacım vardı.
selini arayıp hemen bize gelmesini söyledim. umarım ayık bir şekilde gelir. beklerken cadıyla baş edebilmek için bir kaç şey hazırladım. bir saat sonra kapı çaldı açmak için aşağı indiğimde annemle karşılaştım.
-anne, ben bakarım bir arkadaşımı çağırmıştım o gelmiş olmalı.
-ne arkadaşı? kimi çağırdın yine.
-selin.
-daha önce bi kutu hap içip kendini öldürmeye çalışan selin mi?
-bunları sonra konuşalım olur mu.
-umarım yine aynı şeyler yaşanmaz.
kapıyı açtım selindi. içeri aldım yukarı çıktık.
-beni neden çağırdın, en son görüştüğümüzde benim değersiz ve işe yaramaz biri olduğumu söylemiştin.
-sende bana inanıp bi kutu prozacla intihar etmeye çalışmıştın. sana güzel bir haberim var işe yaramaz olduğun konusunda fikirlerim değişti.
-neden bahsediyorusun.
-annemin yüzüğünü ele geçiren bir cadı var. gidip ondan yüzüğü geri alacağız tabi benimle gelmek istersen.
-ne cadısı, büyücü gibi mi?
-babamın yasak ilişki yaşadığı bir cadaloz diyelim, annemin yüzüğünü gizlice alıp o kadına vermiş.
-anlamıyorum ben sana nasıl yardımcı olabilirim ki.
selinle konuşurken bir yandan eşyalarımı topluyordum, gözlüğümü takıp evden çıkmaya hazır olunca, selinin elinden tutup,
-dışarıda konuşalım, dedim evin arka kapısından kimse farketmeden bahçeye çıktık karanlıktan hiç bir şey göremiyordum selin yol gösteriyordu bir yandan da nereye gidiyoruz diye söyleniyordu, kapının önünde durduk. seline saati sordum,
-dokuz bucuk, dedi bir araç sesi duydum.
-bu gelen araç nasıl bir şey tarif eder misin?
-kamyonete benziyor, neden sordun.
-tam zamanında. bir motor sipariş etmiştim o olamalı.
-sen motor kullanabiliyor musun?
-kısmen.
araç evin önünde durdu teslimat görevlisi kimliğimi kontrol ettikten sonra evrakları imzalatıp motorun anahtarlarını ve 2 kaskı teslim etti. diğer görevli motoru araçtan indirmişti. depoyu doldurduklarını da söyleyip gittiler. selin,
-bu çok pahallı bir şeye benziyor.
-işimiz bittikten sonra senin olabilir.
-ben hala ne yapacağımızı bilmiyorum.
-motoru kullanmama yardımcı olmanı istiyorum, evet bu çok tehlikeli biliyorum ama bir şey olursa en azından birlikte ölür yada sakat kalırız.
-ben motor süremem ki seninde gözlerin hiç bir şey göremiyor nasıl kullanacağız.
-motoru ben kullanacağım sen sadece hangi yöne ne kadar dönmem gerekiyorsa ona göre ellerinle omuzlarımı sık. hızlanmam yada yavaşlamam gerektiğinde daha sıkı sarıl yada gevşet.
-aklını kaçırmışsın sen.
-eğer yardım etmezsen kör olmak pahasına tek başıma kullanırım.
-neden gideceğin yere taksiyle gitmiyorsun ki.
-yalnız risk aldıkça kendimi güvende hissedebiliyorum.
kaskın birini ona uzattım ve,
-gelmek zorunda değilsin, dedim.
kaskı alıp kafasına geçirirken,
-nereye gideceğiz peki, diye sordu. sezinin telefonuna eriştiğim için lokasyonunu takip edebiliyordum. navigasyonu açıp telefonu seline verdim
-burdan gideceğimiz yere bakıp beni dokunarak yönlendir.
-neden sesli olarak iletişim kuramıyoruz?
kablosuz kulaklarımı gösterip,
-çünkü motoru kullanırken müzik dinleyeceğim. dedim
selin kaskını çıkarıp, cebinden ufak bir folyoya sarılı olan bir posta pulu çıkardı ve dilinin üzerine yerleştirdi.
-öyleyse benimde bunu kullanmamda bir sakınca yoktur umarım. dedi ve tekrar kaskını takıp hazır olduğunu gösterdi
ağzında lsd damlatılmış posta puluyla beni yönlendirecek bir co-pilotla kör sağır bir yolculuk adrenalin seviyemi yeterince yükseltmişti.
-durmamız gerektiğinde tırnaklarını geçirebilirsin dedim, ve diğer telefondan müziğimi açıp motora bindim. teorik olarak motorun nasıl kullanılacağı konusunda her şeyi biliyordum ama tecrübem çocukken geceleri bahçede sürdüğüm bisikletten fazlası değildi.
gaza bastım ve yola çıktık. kendimi müziğin akışına bırakıp karanlıkta çok hızlı bir şekilde korkusuzca endişe ve şüpheden uzak berrak bir zihinle selinin ellerine bıraktım kendimi. rüzgarın şiddeti ve yanından geçtiğim araçların savurduğu hava bana daha çok cesaret veriyordu. neyseki gideceğimiz yer çok uzak değildi. ana yollardan ara yollara geçtikten kısa bir süre sonra selin tırnaklarını kollarıma geçirdi ve durduk. müziği durdurdum ve iyimisin diye sordum.
kaskını yere fırlattığını ve öğürmeye başladığını duydum. kusuyordu, bi kaç dakika sonra yanıma gelip,
-bu hayatımda yaptığım en delice ve zevk aldığım şey oldu. hahaha.
-ne kadar yolumuz kaldı?
-geldik bile burası.
doğru söylüyordu, kulaklıklarımdan birinden müzik dinlerken ötekindende navigasyonun asistanını dinliyordum. işimi sadece seline bırakamazdım o cadıya haddini bildirmeden ölmek istemiyordum.
geldiğimiz yer 5 yıldızlı bir oteldi.
******************
beyaz cadı 5. bölüm.
kaskımı çıkarıp gözlerimi hiç açmadan karartılmış özel gözlüklerimi taktım. çıplak gözle bir sokak lambasına denk gelirsem bıçaklanmış gibi kıvranıp dururum.
sezinin bu otelde ne işi vardı acaba, babamla buluşmayı planlamıyordur umarım. her ihtimale karşı babamın nerde olduğunu öğrenmek için telefondan bilgisayara erişip konumunu öğrendim. kahretsin ki o da burdaydı. şaşırmadım onu oradan çıkarmak için hemen bir şeyler yapmam gerekiyordu.
-nerdesin selin?
elimi tuttu ve -burdayım, burası harika bir yer müthiş bir gece, dedi.
bir sorunumuz var.
-ne oldu
-o kadın burda ama babamda burdaymış birlikteler.
-güzel işte iş üstünde yakalamamız gerekmiyor muydu.
- hayır selin, sadece annemin yüzüğünü alıp döneceğiz.
-peki ya yüzüğü vermezse?
-öyle bir seçeneği olmayacak, orasını ben hallederim, şimdi babamı burdan uzaklaştırmalıyız.
-nasıl.
-telefonunu çıkart ve babamı ara kendini karşı komşunun kızı ebru olarak tanıt. evinizde büyük bir yangın çıktı itfaiye polis ambulans hepsi burada sizi soruyorlar de ve kapat.
-babanın kalp sorunları yoktur umarım.
-olsaydı burda iş çeviremezdi herhalde. çabuk ol vaktimiz yok.
selin babamı arayıp ortalığı velveleye verdi. bir kaç dakika sonra teleşla otelin kapısında belirdi babam, valeden arabasını istedi, aceleyle gaza basıp fırladı gitti. kolumu selinin omuzuna atıp birlikte otele girdik, sadece belli belirsiz sönük ışıkları seçebiliyordum. arada selinin kulağına fısıldayıp yönlendiriyordum. resepsiyonun önüne gelince durmadan asansörlere doğru devam ettik. terastaki bara çıktık köşedeki bir masaya oturduk. selin, anlamsız şeyler söyleyip duruyordu kafası asitle dolu, ilk fırsatta ayılmasını sağlamalıyım.
-çok romantik, randevuya çıkmışız gibi hissediyorum. işimiz bitince bana gidelim mi.
-bu doğaçlama bir cadı avı selin ve hayır, dışarda kalamam bize gideriz. dedim, sol tarafımdan kadife bir kadın sesi işittim, garsondu,
-hoş geldiniz, ne arzu edersiniz .
-ganohora blush açalım. ve bir bardak su lütfen.
-hay hay, zevkli bir seçim.
selin,
-o da neymiş öyle, viski falan mı.
-parlak kırmızı gül kurusu görünümlü..burundan çilek vişne kiraz gibi meyvemsi çağrışımlar yapan damak burun uyumlu, dengeli alt notaları olan yoğun, zarif pembe bir şarap.
-vay be, benden de böyle bahsedilmesini isterdim, tüm bunları nerden öğrendin.
-zevkine düşkün, asosyal bir pezevenk olunca bir kaç jedi numarası öğreniyorsun bir şekilde.
-ahahhaha, sahildeki martıların sesini duyabiliyorum, çok renkli ve güzel bu masalar, galiba çişim geliyor.
-bekle, sakın bir yere gidip beni burda yalnız bırakayım deme.
-altıma mı yapayım yani?
garson içkilerle masaya geldi, kadehlerden sadece birini doldurmasını istedim. garson gittikten sonra selin,
-benimkini neden doldurmasına izin vermedin.
-o senin için değil, sen su içeceksin. asitli kafayla bana yardım edemezsin. şu iki hapı içmeni istiyorum seni kendine getirecektir.
-daha sonra işemeye gidebilir miyim?
-garsonu çağırıp gidebilirsin.
-biz buraya ne için gelmiştik hatırlayamıyorum
-sana evlilik teklif edecektim, ama önce işemen gerkiyordu
-dalga geçme, cadılardan bahsettiğini hatırlıyorum sadece, buraya nasıl gelmiştik.
-selin kendine gel lütfen lavaboya gidip gel çabuk, garsonu çağır giderken.
umarım selin başıma bela olmaz. aynı kadife ses,
-buyrun efendim ne arzu etmiştiniz.
-ah, afedersiniz gözlerim, ben görme engelliyim malesef. birini bekliyoruz da, arkadaşım lavaboya gitti geç dönebilir, kirli beyaz yada gri saçları olan 35-40 yaşlarında dudağının kenarında beni olan bir kadın görürseniz bu masaya yönlendirir misiniz lütfen.
-elbette seve seve. başka bir arzunuz var mı?
-bu iyliğinize karşılık kendinize benim hesabıma bir içki ısmarlayabilirsiniz?
-teşekkür ederim ama çalışırken içemeyiz.
-yorgunluğunuzu alacak bir kahvede olabilir.
-çok naziksiniz. iyi eğlenceler.
sezin cadısı doğruca bana gelecek. tam sevişecekken, adam acil bir telefon alıp seni terasında muhteşem bir bar olan otelde yalnız bırakıp gidiyor. bu geceyi odanda hevesi kursağında kalmış olarak geçirecek değilsin ya elbet bara çıkıp programına devam etmek için yeni bir oyuncu seçmek isteyeceksin. ama bir süprizle karşılaşacaksın sezin. hemde hiç beklemediğin bir süpriz.
**************
beyaz cadı 6.bölüm final.
1692'de salem, massachusetts'te üç kadın cadı oldukları iddiası ile öldürüldü. bunun sebebi çavdar mahmuzu diye bilinen claviceps purpurea mantarı idi. çavdarla birlikte bulunan bu parazitten, isviçreli kimyager albert hofmann basel'deki sandoz laboratuvarlarındaki çalışmalarıyla çavdar mahmuzu alkaloidlerinden, lsd'nin (liserjik asit dietilamit) sentezini sağladı. günümüzde lsd en etkili saykodelikler arasında yer alır. çavdar mahmuzundan zehirlenip çıldırmış gibi davranan 3 kadın cadı mahkemeleriyle ünlü salem'de cadılardan çok korkan halk tarafından yakılarak öldürüldü.
******************
fakat sezin gerçek bir cadı, bense prensip olarak kimseyi yargılamayı doğru bulmam istisnalar elbetteki vardır. hiç bir şey görmesemde gözlerimi kapatıp yoğunlaştım...birazdan sezin buraya gelecek, bana bir şey sormasına izin vermemeliyim yoksa beni konuşturup savunmasız bırakacak. kafamdaki tilkileri harekete geçirmeliyim yada risk alıp her şeyi akışına bırakmalıyım. el yordamıyla kadehi bulup şarabımı içtim... bir kaç dakika sonra garsonun ve sezinin sesini duydum. garson yaklaşınca,
-beyefendi, beklediğiniz hanımefendi geldi.dedi
-teşekkür ederim.
ardından sezin konuştu,
-kurt, sen burda ne arıyorsun?
-bu ses, sezin sen misin?
-evet. annenin arkadaşı, bu sabah tanışmıştık.
-sesini tanıdım ama sen burda ne arıyorsun.
-garson beni görünce buraya yönlendirdi ısrarla, beni tarif etmişsin bekliyormuşsun falan..
-doğru ama buraya geleceğini nerden biliyor olabilirim ki? sen sormadan ben söyleyeyim bi kız arkadaşımla buraya biraz eğlenmeye geldik makyajını tazelemeye gitti birazdan burda olur, otur lütfen çok güzel bir şarap açtırdık bize eşlik et.
görmesemde sezinin yüzündeki ifadeyi tahmin edebiliyordum, soru işaretleriyle dolu mimikler belermiş gözler tedirgin bir ruh hali...evimizin yandığını düşünüyor olmalı neler olduğunu öğrenmek için oturacak elbette. sandalyesini çekip oturdu, el yordamıyla şişeyi bulup kadehini doldurmak istedim ama,
-ben hallederim, dedi ve ekledi, az önce annenle konuştum sesi endişeli geliyordu evde her şey yolunda mı?
-ah evet komşunun evinde yangın çıkmış ama her şey kontrol altındaymış bende konuştum az önce gayet iyiler.
-iyi olduklarına sevindim. anlamadığım bir şey var garsona beni tarif etmişsin burda olduğumu biliyor muydun?
tam o sırada selin masaya döndü ve sezine bakıp bu kadın da kim diye çemkirdi,
-ah selin döndün demek otursana bi misafirimiz var annemin arkadaşı sezin bu.
-babanla yatan kaltağı beklediğimizi sanıyordum? yinede memnun oldum isimlerimiz çok yakın birbirine.
sezin şokta olmalı yüzünü görmek için bütün el yazması kitaplarımı bağışlayabilirdim. selinden beklediğim bir hareketti bu. sezin konuştu,
-bende memnun oldum, içimden bir ses beklediğiniz kişi benmişim diyor sanki?
selin,
-hayır, sen aile dostusun, biz yüzüklerden hoşlanan kleptomanyak ve evli adamları baştan çıkaran bir cadı arıyoruz ahahaha.
sezin,
-kurt, arkadaşın çok tatlı ama kendinde değil galiba.
-tatlı olduğu konusunda tartışabiliriz ama kendinde olmadığı konusunda hemfikirim, söylediklerini neden üzerine alındığını merak ettim açıkçası.
-babanın, benimle birlikte olduğunu mu düşünüyorsun?
-evet, bir açıklaman vardır umarım? dedim, her şeyi açık oynamaktan başka seçeneğim yok bu kadına yalan söyleyemiyorum, ne dövmesini görebiliyorum ne de başka bir şey nasıl bir büyü kullandığını bilmiyorum, umarım şarabı içer.
-açıklayacak bir şey yok, her şey tamda düşündüğün gibi babanla bir ilişkimiz var.
nasılda arlanmaz bir şırfıntı bu kadın, bu özgüvenin kaynağı cadı olmasından başka bir şey olamaz.
-babamla olan ilişkiniz umrumda değil.
-buraya ne için geldin peki, babandan uzak durmamı isteyeceğini düşünmüştüm.
-babamı büyülediğini biliyorum, annemin yüzüğünü ve boynunda ki kolyeyi istiyorum. dedim... klasik cadı kahkasını bastı.
-ahahahha cadı olduğumu farketmene şaşırmadım, elime kolanya dökmenden bir şeyler çevirdiğini anlamıştım. annenin yüzüğünü geri istemeni anlayabiliyorum ama kolyem bana ait bir şey onu neden istiyorsun.
selin araya girdi,
-parfümünüz çok güzel, aklımı başımdan aldı, bayıldımmm, watson dan mı aldınız.
sezin,
-hayır canım, kendim hazırlıyorum özel bir karışım...
demek büyüsü sürdüğü kokuda gizli. seline teşekkür etmeliyim...
-kolye, dedim, kolye benim için koleksiyon yapıyorum.
sezinin ses tonu sertleşmişti, gerçek bir cadı gibi tonlamaya başladı sözcükleri,
-beni iyi dinle kurt, eğer beni bir daha böyle aptalca şeyler için rahatsız edersen annene çok fena şeyler yaparım.
-yüzük için anlaşma yapmak istiyorum..
-ne saçmalıyorsun, sen aptal birisin sadece, seninle vakit kaybedemem.
-öyleyse gidebilirsin.
-ahmak, umarım bir daha karşıma çıkacak cesareti göstermezsin.
-hala burda mısın?
tıkırtılar işittim, ardından sezin konuştu,
-ne oluyor be, neden kalkamıyorum. dedi sezin ardından selin konuştu,
-iğrenç birisin, yüzüğü vermen gerek sana ait değil o?
szn-kalkamıyorum yerimden kalkmak istediğim halde vucudum tepki vermiyor. hareket edemiyorum, kurt!!! ne yaptın bana!
kurt-sadece sen mi büyü yapabiliyorsun.
-dalga mı geçiyorsun benimle, böyle bir büyü yapmak yasaktır.
-kimin umrunda, ben izin vermedikçe asla ordan kalkamayacaksın, eğer yüzük konusunda anlaşırsak başka tabi. selin araya girdi,
-sen büyü yapabiliyor musun?
-elbette selin seni benimle gelmeye nasıl ikna ettim sanıyorsun? dedim. sezin kendini zorluyordu fakat felç olmuş gibi sandalyesine yapışıp kalmıştı. konuştu,
-yüzük için teklifin nedir?
-sadece yüzük olmaz, yüzük ve kolye için cadı işi bir numara öğretebilirim sana.
-ne numarası?
-klitoris manipülasyonu...sonsuza dek mutlu olabilirsin bununla. dedim, tabi cadı kahkahasını bastı yine.
************
çizgi filmlerdeki cadı imajını hatırlayın süpürgesine binip uçan cadıları görmüşsünüzdür. ortaçağda cadılar çeşitli witchcraftlarla bazı kremler hazırlayıp bunu süpürge otlarına sürerdi ve daha sonra süpürge otlarından yaptıkları çubukları vajinalarına sürterek saykodelik bir orgazm yaşarlardı. bu uçarken ejderhalarla düzüşüp boşalmak gibi bir cadı fantezisiydi. süpürgeyle uçan cadılar bu şekilde ünlendi.
*************
-ahahahha şu durumda bile beni güldürebiliyorsun, bu tarz şeyleri tüm cadılar bilir. teklifini kabul etmiyorum.
-öyleyse sen bir teklifte bulun. dedim, selin araya girdi.
-çok heyecanlı ve inanılmaz saçma bi kafa yaşıyorum herhalde. kurt,neden yüzüğü parmağından çıkarıp gitmiyoruz, baksana kımıldayamıyor bile bize karşı koyamaz.
seline cevap vermedim bir cadıdan zorla bir şey almak, aldığın şeyi lanetler bunu açıklayacak vaktim yoktu. sezine tekrar ettim...
-teklif yapma sırası sende.
-yanındaki şu geveze sürtüğü istiyorum onun karşılığında yüzüğü alabilirsin.
-selin mi? bana ait olmayan bir şeyi nasıl verebilirim?
-sen sahiplenmesende o kendini sana adamış. tek yapman gereken onu kabullenip daha sonra bana teslim etmen.
bu sefer selin kahkahayı bastı.
-beni arzulayan bir cadı olacağı hayatta aklıma gelmezdi. yinede doğru söylüyor her şeyimle seninim kurt sen istemesende bu böyle.
sezin beni köşeye sıkıştırmıştı sunabileceğim başka bir şey yoktu elimde, artık bu işi tercih etmediğim yollardan halletmem gerekiyordu...
-yüzüğe karşılık bir kurban istiyorsun demek, bu adil değil. bunu istediğinden emin misin?
-evet.
-o halde...bende senin teklifini kabul etmiyorum.
-yani ne olacak şimdi?
-seni yargılamam ve hüküm vermem gerekecek.
-ahahha, büyü yapan biri, büyü yapan başka birini yargılayamaz. ahmak.
-iyi ama ben büyü yapmadım ki, sadece kadehine bir şeyler sürdüm, bu lokal anesteziydi, büyü değil. annemin yüzüğünü babamı kandırarak ele geçirdin ve bana yakalandın seni yargılamaya hakkım var.
selinin hala kafası güzel olduğu için sırıta sırıta bizi izliyordu. cadı işlerinden çakozlamadığı aşikar. sezinin az önce ki kahkahası yerini ruhu çekilmiş bir vampirin yüz ifadesine bıraktı. neden bahsettiğimi biliyordu. bir şey diyemiyordu, devam ettim,
-suçlusun, büyü yaptığın için değil yakalandığın için yargılanacaksın ya yüzüğü ve kolyeni kendi rızanla verirsin yada hükmün yakılmak olacak. hemde hemen burda.
-ahahhahaa delirmişsin sen, ben cadı falan değilim seninle kafa buluyordum sadece, nerden öğrendin bu saçmalıkları bilmiyorum ama sana hiç bir şey vermeyeceğim.
söylediklerine kendide inanmıyordu korkudan sefil bir fare gibi inkar etmeye başlamıştı. elimle yoklayıp bacağını buldum masanın altından, eteğini sıyırıp parmaklarımı kasıklarına götürdüm teni sıcacıktı, ceketimin cebinden bir şırınga çıkarıp dizinden yukarı bacağına sapladım, ama içindekini enjekte etmedim. gözler fal taşı gibi açılmıştı bağırarak -ne yapıyorsun sen delirdin mi, diye çığlığı bastı.
-kararını ver, dedim. şırıngadaki arsenik, seni öldürene kadar, bütün vucudun alevler içinde yanıyormuş gibi hissettirecek.
sonunda ne kadar ciddi olduğumu gördü ve,
-tamam, tamam sakin olalım, istediğini alabilirsin alt tarafı bir yüzük ve kolye tüm bu saçmalıklara gerek yok öyle değil mi istediğini alabilirsin lütfen beni rahat bırak. dedi,
selinden eyeliner'ını istedim bir peçeteye "yüzüğüm ve kolyem üzerindeki hakkımdan kendi rızamla feragat ediyorum" yazdım. görmeden yazdığım için dikkatlice yazmaya gayret ettim ve sezine gösterdim yazıyı, kontratsız senden bir şey alamam, bu kağıdı kanınla mühürle. dedim
sezin yüzünü ekşiterek dudağını ısırdı ve kanattı kanı dudaklarında rujunu gezdirir gibi dağıttı ve kağıdı ateşli bir öpücükle mühürledi. seslerden gördüğüm buydu.
-harika, tam bir madonna öpücüğü olmalı, selin rica etsem yüzüğü ve kolyesini çıkarır mısın, burda işimiz bitti artık gidebiliriz. dedim.
selin ganimetleri toplarken bende bacağından şırıngayı çıkardım. sezin hiç konuşmuyordu öfkesini belli etmekten korkuyordu, tek istediği bir an önce bizden kurtulmaktı.
-hepsini aldım ben hazırım gidelim.
-selin, sen olmasan ne yapardım ben...sezine dönüp, ve sen kibirli kaltak merak etme birazdan kendine gelirsin, haftasonu çaya gel seni yeniden görmek istiyorum, dedim. kolumu selinin omuzuna atıp bardan çıktık, asansöre binince selin,
-bir an için, beni yüzükle takas edip cadıya teslim edeceğini düşündüm, dedi.
-aklımdan geçmedi değil, motor kullandın mı daha önce?
-hayır bisiklet sürdüm sadece.
-çok farklı değil, diyip anahtarları seline verdim.... sadece risk aldıkça kendimi güvende hissedebiliyordum, kablosuz kulaklarımı taktım ve bir şarkı açtım.
devamını gör...
5.
kordelya'nın kellesi
-robin, seni pis solucan eğer bu seferde eli boş geldiysen seni gebertmeden önce ciğerlerini söküp kuzgunlara yediririm!
-beni bağışlayın düşes ama kuzgunlar et obur değildir, ayrıca size güzel bir süprizim var.
-soysuz ahmak, kuzgunların senin gibi bir böcekle beslenmeyeceğini elbette biliyorum, kuzgunlar senin gibi değersiz hırsızlar değiller. onların asaleti yanında senin düzenbazlığın mevzubahis olamaz. bana iyi bir şeyle gelmediysen seni bir bok böceğine çeviririm.
-beğeneceğinize eminim kraliçem, işte bu...
-nedir bu?
-coeur de leon'un (aslan yürekli richard) annesi eleanor'un kutsal tören takılarının en önemli parçası, kehanet bileziği!
-hmmm, robiiin kedi olalı bir fare yakaladın demek, müthiş... peki ya soytarı richard nerede?
-kral kudüs yolunda, duyduğuma göre şu sıra ege kıyılarında smyrna'da.
-şuna benim yanımda bir daha kral demeye cürret edersen robin, parmaklarını kesip o gevşek azına tıkarım.
-bağışlayın beni leydim boş bulundum tekrarlanmayacağına emin olabilirsiniz.
-ne duruyorsun hala, yıkıl karşımdan sefil yaratık!
-leydim, richardı öldürmek için birini buldum, tam istediğiniz gibi yetenekli bir okçu, kılık değiştirme ve rol yapma konusunda da mahir biri.
- bir okçu mu, onun kellesini istiyorum seni gerzek, onun kafatasından şarap içip sarhoş olmak istiyorum. bula bula bir okçu mu buldun?
-ama leydim o çok iyi korunan önemli biri öylece öldürüp kafasını koparmak imkansız önce zehirli bir okla vurulup ölmeli cenazeden sonra mezarından kafasını söküp getirmek bizzat benim görevim.
-bana bak robin, sokaklarda başı boş gezen bir köpekken seni alıp bir halk kahramanı yaptım gerçi planım bu değildi ama bugün tüm gerizekalı britanya halkı seni bir kahraman olarak kabul ediyorsa bu benim sana verdiğim güçlerle oldu. sakın beni kandırmaya veya aldatmaya çalışma! acımasız bir cadının neler yapabileceğini iyi biliyorsun. ne gerekiyorsa yap ve bana richardın kellesini getir. eğer bunu beceremezsen seni ifritlerin cehennemine yollarım. o şöhretinide beş paralık ederim beni anlıyor musun?
-evet elbette leydim gücünüzün bizzat şahidiyim, size ihanet etmek için bir aptal olmam gerek. yarın adamımı görevini yerine getirmesi için yollayacağım her şey tam istediğiniz gibi olacak hiç merak etmeyin.
-güzel, şimdi toz ol küçük fare.
-robin, seni pis solucan eğer bu seferde eli boş geldiysen seni gebertmeden önce ciğerlerini söküp kuzgunlara yediririm!
-beni bağışlayın düşes ama kuzgunlar et obur değildir, ayrıca size güzel bir süprizim var.
-soysuz ahmak, kuzgunların senin gibi bir böcekle beslenmeyeceğini elbette biliyorum, kuzgunlar senin gibi değersiz hırsızlar değiller. onların asaleti yanında senin düzenbazlığın mevzubahis olamaz. bana iyi bir şeyle gelmediysen seni bir bok böceğine çeviririm.
-beğeneceğinize eminim kraliçem, işte bu...
-nedir bu?
-coeur de leon'un (aslan yürekli richard) annesi eleanor'un kutsal tören takılarının en önemli parçası, kehanet bileziği!
-hmmm, robiiin kedi olalı bir fare yakaladın demek, müthiş... peki ya soytarı richard nerede?
-kral kudüs yolunda, duyduğuma göre şu sıra ege kıyılarında smyrna'da.
-şuna benim yanımda bir daha kral demeye cürret edersen robin, parmaklarını kesip o gevşek azına tıkarım.
-bağışlayın beni leydim boş bulundum tekrarlanmayacağına emin olabilirsiniz.
-ne duruyorsun hala, yıkıl karşımdan sefil yaratık!
-leydim, richardı öldürmek için birini buldum, tam istediğiniz gibi yetenekli bir okçu, kılık değiştirme ve rol yapma konusunda da mahir biri.
- bir okçu mu, onun kellesini istiyorum seni gerzek, onun kafatasından şarap içip sarhoş olmak istiyorum. bula bula bir okçu mu buldun?
-ama leydim o çok iyi korunan önemli biri öylece öldürüp kafasını koparmak imkansız önce zehirli bir okla vurulup ölmeli cenazeden sonra mezarından kafasını söküp getirmek bizzat benim görevim.
-bana bak robin, sokaklarda başı boş gezen bir köpekken seni alıp bir halk kahramanı yaptım gerçi planım bu değildi ama bugün tüm gerizekalı britanya halkı seni bir kahraman olarak kabul ediyorsa bu benim sana verdiğim güçlerle oldu. sakın beni kandırmaya veya aldatmaya çalışma! acımasız bir cadının neler yapabileceğini iyi biliyorsun. ne gerekiyorsa yap ve bana richardın kellesini getir. eğer bunu beceremezsen seni ifritlerin cehennemine yollarım. o şöhretinide beş paralık ederim beni anlıyor musun?
-evet elbette leydim gücünüzün bizzat şahidiyim, size ihanet etmek için bir aptal olmam gerek. yarın adamımı görevini yerine getirmesi için yollayacağım her şey tam istediğiniz gibi olacak hiç merak etmeyin.
-güzel, şimdi toz ol küçük fare.
devamını gör...