1.
ukde sahibi; kokola
1974 sonbaharı, kars'tan kalkan ve üç gündür yolda olan o magirus otobüsünün içi, ter, tütün ve umutsuzlukla karışık bir mazot kokuyordu. yirmi yaşındaki osman, alnını otobüsün titreyen camına dayamış, dışarıdaki karanlığı seyrediyordu. o karanlık, bildiği her şeyin sonuydu. köyünün, tarlasının, bildiği gökyüzünün sonu.
muavin, yorgun bir sesle bağırdı: "gözünüz aydın beyler, istanbul'a girdik! londra asfaltı'ndayız!"
bu anonsla birlikte otobüsteki mırıltılar kesildi. herkes camlara hücum etti. ama gördükleri, filmlerdeki gibi ışıklı bir şehir değildi. yolun iki yanında, sanki geceye atılmış birer avuç köz gibi parlayan tek katlı, ışıksız evler, gecekondular vardı. asfalt, düz ve sessiz değildi; kamyonların, başka otobüslerin ve aceleci anadol'ların gürültüsüyle yırtılan, isli bir nehirdi.
osman için "londra asfaltı" ismi bir anlam ifade etmiyordu. o, ne londra'yı ne de asfaltın getireceği söylenen medeniyeti düşünüyordu. o, bu yolun sonunda kendisini bekleyen belirsizliğin ağırlığını hissediyordu. bu asfalt, batı'ya veya lükse açılan bir kapı değildi. bu asfalt, kendisi gibi binlerce umut dolu ama yorgun insanı yutan, şehrin devasa midesine giden bir yemek borusuydu.
o an anladı ki bu yol bir yere varmıyordu; bu yolun kendisi bir elek'ti. seni ya şehrin bir köşesine savuracak ya da tekerleklerinin altında ezip geçecekti. o asfalt, onun için ne bir başlangıç ne de bir sondu. sadece, hayatta kalıp kalamayacağını test edecek olan devasa ve acımasız bir mekanizmanın ilk parçasıydı.
1974 sonbaharı, kars'tan kalkan ve üç gündür yolda olan o magirus otobüsünün içi, ter, tütün ve umutsuzlukla karışık bir mazot kokuyordu. yirmi yaşındaki osman, alnını otobüsün titreyen camına dayamış, dışarıdaki karanlığı seyrediyordu. o karanlık, bildiği her şeyin sonuydu. köyünün, tarlasının, bildiği gökyüzünün sonu.
muavin, yorgun bir sesle bağırdı: "gözünüz aydın beyler, istanbul'a girdik! londra asfaltı'ndayız!"
bu anonsla birlikte otobüsteki mırıltılar kesildi. herkes camlara hücum etti. ama gördükleri, filmlerdeki gibi ışıklı bir şehir değildi. yolun iki yanında, sanki geceye atılmış birer avuç köz gibi parlayan tek katlı, ışıksız evler, gecekondular vardı. asfalt, düz ve sessiz değildi; kamyonların, başka otobüslerin ve aceleci anadol'ların gürültüsüyle yırtılan, isli bir nehirdi.
osman için "londra asfaltı" ismi bir anlam ifade etmiyordu. o, ne londra'yı ne de asfaltın getireceği söylenen medeniyeti düşünüyordu. o, bu yolun sonunda kendisini bekleyen belirsizliğin ağırlığını hissediyordu. bu asfalt, batı'ya veya lükse açılan bir kapı değildi. bu asfalt, kendisi gibi binlerce umut dolu ama yorgun insanı yutan, şehrin devasa midesine giden bir yemek borusuydu.
o an anladı ki bu yol bir yere varmıyordu; bu yolun kendisi bir elek'ti. seni ya şehrin bir köşesine savuracak ya da tekerleklerinin altında ezip geçecekti. o asfalt, onun için ne bir başlangıç ne de bir sondu. sadece, hayatta kalıp kalamayacağını test edecek olan devasa ve acımasız bir mekanizmanın ilk parçasıydı.
devamını gör...
2.
haznedar'dan şirinevler'e kadar uzanan ana caddenin ismi.
e5 karayolunun avrupa yakasında kalan kısmının eski ismi olan londra asfaltı ile karıştırılmamalıdır.
e5 karayolunun avrupa yakasında kalan kısmının eski ismi olan londra asfaltı ile karıştırılmamalıdır.
devamını gör...
3.
chp belediyeciliği yüzünden bi türlü yenilenemeyen asfalt.
devamını gör...