1.
bir adam , afrika'da bir bölgede yürürken arkasından bir aslanın koştuğunu görür. hızla kaçarken tam önünde bir kuyu görür ve hızla kuyuya iner. ipe sarılıp kuyuya inerken alt tarafta büyük bir yılan görür.
yılan hızla kendisine doğru yükselirken, 'ne yapacağım' diyerek feryad eder.
üstte aslan altta yılan...
o sırada iki tane fare, biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar. her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder. bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken uyanır...
'oh be, rüyaymış' der ve rüyasını bir seyyide anlatır.
'rüyamın yorumu nedir' der...
seyyid, 'anlamadın mı?' der, gülerek...
peşinden koşan aslan ölüm meleğidir. içinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır.
sarıldığın ip senin hayatındır. beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür, ömrünü kemirirler. peki ya o bal nedir dersen?
dünyanın geçici lezzetidir, ölümün arkasında bir hesap olduğunu sana unutturur..
yılan hızla kendisine doğru yükselirken, 'ne yapacağım' diyerek feryad eder.
üstte aslan altta yılan...
o sırada iki tane fare, biri beyaz diğeri siyah ipi kemirmeye başlar. her yerden başı belada iken bir anda bir yüzünde ıslak bir şey hisseder. bir arı bir damla bal yüzüne bırakır ve balın tadı damağında iken uyanır...
'oh be, rüyaymış' der ve rüyasını bir seyyide anlatır.
'rüyamın yorumu nedir' der...
seyyid, 'anlamadın mı?' der, gülerek...
peşinden koşan aslan ölüm meleğidir. içinde yılan bulunan kuyu senin mezarındır.
sarıldığın ip senin hayatındır. beyaz ve siyah fare gece ile gündüzdür, ömrünü kemirirler. peki ya o bal nedir dersen?
dünyanın geçici lezzetidir, ölümün arkasında bir hesap olduğunu sana unutturur..
devamını gör...
2.
1996 ya da 1997 senesiydi tam hatırlamıyorum. santa barbara izlemiş ardından duş almış sonra bornozumu çıkarmış, pencereleri açıp yatağıma yatmış dinleniyordum. bir yandan da gecenin karanlığıyla birlikte viskimi yudumluyordum. ardından uyuyamadığımı farkettim ve giyinip dışarı çıktım. geziyorum geziyorum geziyorum bir amca geldi, bana alkol al dedi. sana mı amca dedim. hee dedi.. ah zavallı zavallı zavallı.. dedim içimden ve acı bir tebessüm ettim. gittim amcaya bira aldım, içine 15 kez tükürdüm, hırsımı alamadım, tekrar tükürdüm ve kustum sonra amcaya kokteylli bira diye verdim. ardından eve gittim. yatağıma yattım ve neden böyle bir şey yaptığımı düşündüm. kalktım ve yine aynı yere gittim. amcadan özür dileyecektim fakat artık çok geçti. amca aslında zengin bir iş adamıymış, hayırsever birini arıyormuş. eğer bulsa 1milyon dolar verecekmiş. ve o kişi ben olamadım....
devamını gör...
3.
uhrevi hayvanlar tanıdım.
devamını gör...
4.
rumeli' de bir romeo juliet
''arda boylarında kırmızı erik
halime'nin ardında on yedi belik
ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
şu genç yaşta denizlere attın ya beni
alıverin feracemi anneciğim diksin
o gıymatlı ismail’e kendisi gitsin
...
uy uyan recebim senin olayım
ardalar aldı ya nerde bulayım
...''
melodisiyle, sözleriyle yüreğimizi titreten bu rumeli türküsü; tarihin pek çok kez şahit olduğu kavuşamamış aşıkların hikayelerinden biridir.
zeynep ve nişanlısı recep’in hikayesidir. bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan recep ve zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu ismail bozmaktadır. ismail de zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır. ismail zenginliğinin verdiği cesaretle, zeynep’in annesine niyetini açıklar. o da ismail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak ismail’le işbirliği yapar. sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. ancak ağa güçlüdür ve kendisine karşı çıkan recep’i ağır şekilde cezalandırır. uğradığı zulme dayanamayarak dağa kaçan recep’in yokluğunda, zeynep’in annesi ve ağa’nın oğlu, zeynep’i ismail’le evlenmesi için ikna etmeye çalışırlar.
düğünden önceki gece, recep yine vazgeçmeyip, elinde hiçbir şeyi olmamasına rağmen sevdasının gücüne güvenip sevdiği kızı kaçırmaya köye gelmiş. ancak ağanın adamlarıyla karşılaşıp, tehlikeli bir çatışma yaşadıktan sonra dağa geri gönderilmiş. bu sefer de köyde ‘recep öldürüldü!’ diye haber salmışlar. bunu duyan halime, bu acıya dayanamayıp, ertesi sabah gelinliğiyle birlikte kendini arda’ya atarak intihar etmiş. halime’nin canına kıydığını öğrenen recep'se aynı şekilde halime’sinin ardından arda boylarına bırakmış kendini.
''arda boylarında kırmızı erik
halime'nin ardında on yedi belik
ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
şu genç yaşta denizlere attın ya beni
alıverin feracemi anneciğim diksin
o gıymatlı ismail’e kendisi gitsin
...
uy uyan recebim senin olayım
ardalar aldı ya nerde bulayım
...''
melodisiyle, sözleriyle yüreğimizi titreten bu rumeli türküsü; tarihin pek çok kez şahit olduğu kavuşamamış aşıkların hikayelerinden biridir.
zeynep ve nişanlısı recep’in hikayesidir. bir ömür boyu ayrılmamak üzere birbirlerine söz veren iki nişanlı olan recep ve zeynep’in huzurlarını köy ağasının oğlu ismail bozmaktadır. ismail de zeynep’e âşık olmuştur ve ona sahip olabilmek için türlü yollara başvurmaktadır. ismail zenginliğinin verdiği cesaretle, zeynep’in annesine niyetini açıklar. o da ismail’in elinde bulundurduğu mal varlığına aldanarak ismail’le işbirliği yapar. sevdiğine bir başkasının talip olmasına dayanamayan recep, öfkeyle ağanın kapısına dayanır. ancak ağa güçlüdür ve kendisine karşı çıkan recep’i ağır şekilde cezalandırır. uğradığı zulme dayanamayarak dağa kaçan recep’in yokluğunda, zeynep’in annesi ve ağa’nın oğlu, zeynep’i ismail’le evlenmesi için ikna etmeye çalışırlar.
düğünden önceki gece, recep yine vazgeçmeyip, elinde hiçbir şeyi olmamasına rağmen sevdasının gücüne güvenip sevdiği kızı kaçırmaya köye gelmiş. ancak ağanın adamlarıyla karşılaşıp, tehlikeli bir çatışma yaşadıktan sonra dağa geri gönderilmiş. bu sefer de köyde ‘recep öldürüldü!’ diye haber salmışlar. bunu duyan halime, bu acıya dayanamayıp, ertesi sabah gelinliğiyle birlikte kendini arda’ya atarak intihar etmiş. halime’nin canına kıydığını öğrenen recep'se aynı şekilde halime’sinin ardından arda boylarına bırakmış kendini.
devamını gör...
5.
vardır bunda da bir hayır.
bir zamanlar afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş. kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu varmış. ister kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylermiş;
-vardır bunda da bir hayır.
bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. kral ateş ederken tüfek geriye doğru patlamış ve kralın baş parmağı kopmuş. durumu gören arkadaşı aynı sözü söylemiş;
- vardır bunda da bir hayır.
kral acı ve öfkeyle bağırmış;
- hayır bunun neresinde parmağım koptu görmüyor musun?
öfkesi dinmeyen kral arkadaşını zindana attırmış.
gel zaman git zaman kral bir gün yine ava çıkmış, insan yiyen kabilelerin yaşadığı aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş.
yamyamlar onları ele geçirmiş ve köylerine götürmüşler. ellerini ayaklarını bağlamışlar ve odunların arasına diktikleri direklere kral ve adamlarını bağlamışlar. tam odunları yakacaklarmış ki ,kralın baş parmağının olmadığını farketmişler. bu kabile, batıl inançları sebebiyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyormuş. böyle insanları yedikleri taktirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. bu korkuyla kralı hemen bırakmışlar. diğer adamları ise pişirip yemişler. sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmak sayesinde olduğunu anlayan kral, onca yıllık arkadaşına karşı reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. hemen zindana koşup arkadaşını zindandan çıkarmış ve arkadaşına başından geçenleri bir bir anlatmış.
- haklıymışsın. demiş.
-parmağımın kopmasında gerçekten bir hayır varmış. işte bu yüzden, seni bu kadar uzun bir süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. yaptığım haksızlık çok kötü bir şeydi.
-hayır diye karşılık vermiş arkadaşı.
-benim için de varmış bir hayır.
-ne diyorsun allah aşkına diye hayretle bağırmış kral.
-bir yıl boyunca arkadaşımı zindanda tutmamın neresinde hayır olabilir ?
-ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? ve sonrasını düşünsene…
- vardır bunda da bir hayır..
bir zamanlar afrika’daki bir ülkede hüküm süren bir kral varmış. kral, daha çocukluğundan itibaren arkadaş olduğu,birlikte büyüdüğü bir dostunu hiç yanından ayırmazmış. nereye gitse onu da beraberinde götürürmüş. kralın bu arkadaşının ise değişik bir huyu varmış. ister kendi başına gelsin ister başkasının, ister iyi olsun ister kötü, her olay karşısında hep aynı şeyi söylermiş;
-vardır bunda da bir hayır.
bir gün kralla arkadaşı birlikte ava çıkmışlar. kral ateş ederken tüfek geriye doğru patlamış ve kralın baş parmağı kopmuş. durumu gören arkadaşı aynı sözü söylemiş;
- vardır bunda da bir hayır.
kral acı ve öfkeyle bağırmış;
- hayır bunun neresinde parmağım koptu görmüyor musun?
öfkesi dinmeyen kral arkadaşını zindana attırmış.
gel zaman git zaman kral bir gün yine ava çıkmış, insan yiyen kabilelerin yaşadığı aslında uzak durması gereken bir bölgede birkaç adamıyla birlikte avlanıyormuş.
yamyamlar onları ele geçirmiş ve köylerine götürmüşler. ellerini ayaklarını bağlamışlar ve odunların arasına diktikleri direklere kral ve adamlarını bağlamışlar. tam odunları yakacaklarmış ki ,kralın baş parmağının olmadığını farketmişler. bu kabile, batıl inançları sebebiyle uzuvlarından biri eksik olan insanları yemiyormuş. böyle insanları yedikleri taktirde başlarına kötü olaylar geleceğine inanıyorlarmış. bu korkuyla kralı hemen bırakmışlar. diğer adamları ise pişirip yemişler. sarayına döndüğünde, kurtuluşunun kopuk parmak sayesinde olduğunu anlayan kral, onca yıllık arkadaşına karşı reva gördüğü muameleden dolayı pişman olmuş. hemen zindana koşup arkadaşını zindandan çıkarmış ve arkadaşına başından geçenleri bir bir anlatmış.
- haklıymışsın. demiş.
-parmağımın kopmasında gerçekten bir hayır varmış. işte bu yüzden, seni bu kadar uzun bir süre zindanda tuttuğum için özür diliyorum. yaptığım haksızlık çok kötü bir şeydi.
-hayır diye karşılık vermiş arkadaşı.
-benim için de varmış bir hayır.
-ne diyorsun allah aşkına diye hayretle bağırmış kral.
-bir yıl boyunca arkadaşımı zindanda tutmamın neresinde hayır olabilir ?
-ben zindanda olmasaydım, seninle birlikte avda olurdum, değil mi? ve sonrasını düşünsene…
- vardır bunda da bir hayır..
devamını gör...
6.
lise 2'ydi galiba, bahçede dolanıyordum. gözlüklü bir kız yanıma yanaştı, " bi bakarmısın?"dedi. kızı tanımam etmem. "birşey mi oldu" dedim. meğer bir kız varmış beni seven. dedi ki; bizim sınıfta bir kız var, seni seviyor; ama öyle böyle değil. belki sana göre güzel bir kız değil ama inan çok seviyor. senin için gece boyu ağladığına gözümle şahit oldum. annesi 2 yıl önce öldü, babası da şehir dışına gidip geliyor iş için. yalnızlıktan olmasa da sevgisizlikten içi kurudu. ben dayanamıyorum onun bu haline. bir hafta olsun onun sevgilisi ol ne olur. dünya gözüyle onun mutlu olduğunu göreyim. kendisi sana gelemez, e sen zaten ona gitmezsin. ben yapmak istedim, sana söylemek istedim. eğer istemezsen anlarım ama yaparsan bir insanı gerçekten ve tam manasıyla mutlu etmiş olucaksın.
kim olsa şok olurdu. ben de oldum, önce inanamadım. kıza arkadaşı'nın ismini ve sınıfını sordum. biraz araştırdım kendi çapımda. sessiz sakin, içine kapanık bir tipti. çok düşündüm, bir insana yalan söylemek onun mutluluğu için bile olsa doğrumu diye. sonra onun mutluluğunun daha önemli olduğuna karar verdim ve bir sabah sınıfının bulunduğu koridorda dalgın dalgın yürürken çarptım ona. kafasını kaldırıp karşısında beni gördüğünde yüzünün ifadesi öyle bir değişti ki, beni sevdiğine o an inandım. "özür dilerim, görmedim" dedim ve gülümseyerek sınıfıma indim. daha sonra kantinde sırada tam arkasına kaynak yaptım. kantinci abiye seslendim kız beni fark etsin diye, sesini duyar duymaz arkasını döndü. yüzünde yine aynı ifade vardı. sevgi ve hayranlık yüklü nemli gözleriyle bana bakıyordu. onun bakışları içimi delip geçmiş ve üznüştü beni. yanlış mı yapıyordum? kalbim hayır diyorsa da mantığım evet diye haykırıyordu. fakat ok yaydan çıkmıştı artık. bana gelip durumu anlatan kız arkadaşı sınıfıma uğradığıuğradığı, "sen ona çarptın ya, hala onun etkisinde. belki yüz kere anlattı, daha şimdiden onu çok mutlu ettin"dedi. beraber plan yaptık. okul çıkışı onlar bir kafeye gidecekler, tesadüf bu ya ben de aynı kafede olucaktım. sonra selamlaşucaktık ve ben masalarına oturucaktım. sonra ne olucaktı bilmiyordum.
planımız işledi, harfi harfine hem de. bir tiyatro oyuncusu gibi sahneler planladım ve onları hayata geçirdim...
- tanıştık, konuştuk. inanılmaz bir mutluluk ve şaşkınlıkla, ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu konuşurken. güldürdüm onu bir kaç kere, utandırdım. muhabbet öyle koyulaştı ki saat geçmiş, fark etmedik. onu evine bırakabiliceğimi söyledim. evet demedi ama hayır da demedi. kızardı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. diğer arkadaş bizden ayrıldıktan sonra beraber yarım saat yürüdük. ben konuştum, o dinledi. o zaten az konuşan ve sustuklarını içinde yaşıyan bir kızdı. vedalaşırken yanağına bir buse kondurdum, utanarak ve hızla eve girdi.
o gece yatağımda dönüp durdum. "acaba şimdi ne yapıyor"dedim. mutlu mu? neler düşünüyor? içi kıpır kıpırmı? sırıtıyormu sebepsiz yere? ne yapıyor şuan...
tabi o dönem cep telefonunuzun olmiçinı için haberleşme imkanı sınırlıydı. nasıl olduğunu görmek için ertesi günü beklemek zorundaydım. bu şekilde tam on gün beraberce gezdik, konuştuk, tanıdık birbirimizi. artık ona "sevgili olalım" diyecektim. sonra fark ettim ki bende heyecanlıyım. elim ayağıma dolanıyor. oyun yaparken gerçekten etkilenmiştim ondan. evet görece güzel değildi ama muhteşem bir kalbi vardı. okul bahçesinde karşılaştık. beni öptü yanaklarımdan ve yürümeye başladık. sonra duvarın orada durup susuştuk. lafa nasıl gireceğimi bilemedim. sonra gözlerine baktım ve onunla sevgili olmak istediğimi söyledim. gözlerinden yaşlar döküldü. sustu, tek kelime etmedi. sonra hızla uzaklaştı yanımdan. öylece kalakaldım.
onu o gün bir daha görmedim. ertesi gün de görmedim. arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. çok telaşlanmış ve korkmuştum. sebebini sordumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi. ama öyle değildi, biliyordum. "gidip ziyaret edelim" dedim "bence iyi bir fikir değil şuan"dedi. üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. ne derse kendimi berebiliyordum, ne de o neşeli halimden eser kalmıştı. her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor, "neyin var, bir şey mi oldu, kesin bir şey oldu, ben hiç seni böyle görmedim" gibi şeyler söylüyorlardı. evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...
tam altı gün boyunca ondan haber alamadım. ne yüzünü gördüm, ne sesini duydum, ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. içim içimi kemirdi günlerce. kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelâm etsek karşılıklı, o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. sonraki haftanın pazartesi günü istiklal marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. yine yoktu. hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. arkadaşını buldum. "allah ruzası için bana güzel bir şey söyle" dedim, iyi mü o? neden gelmiyor?
omuzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. birkaç saniye konuşmadan bakıştık. "nasılsın" dedim sesim titreyerek. iyi olduğunu söyledi. kısa cümleler kuruyordu. öğle arasında buluşmak için sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. izafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. allah'ım bu zaman ne menem bir şeydi, neden geçmiyordu. dakikaları bıraktım, saniyeleri saydım. karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. sanki üç buçuk saat değil de, bir o kadar yıl geçti aradan.
öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşuk avuçlarımı birbirine sürttüm. yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım. uzaktan geldiğini gördüm ve toparlandım. yarım saat sonrasını çıldıradıya merak ediyordum. ne olacaktı, nasıl bir konuşma geçecekti aramızda? samimi bir şekilde elini sıktım ve yanaklarından öptüm onu. neler olduğunu sordum, neden okula gelmediğini, neden bu kadar üzgün göründüğünü, neden"sevgilim olurmusun"dediğimde cevap vermediğini...
- sen harika bir insansın. ama ben senin sevgilin olamam. ne yapmaya çalıştığını biliyorum, neden çırpındığını biliyorum, ama yapamam, senin sevgilin olup bir süre sonra benden ayrılacağını bilerek yaşayamam. seni sevmek, uzaktan da olsa yetiyor bana. sırf ben seni seviyorum diye beni mutlu etme çabanı takdir etsem de yapamam. ben böyle mutluyum, sensizliği bile seviyorum inan. beni çok mutlu ettin biliyor musun, hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşattın. ama burada kalalım, senin önce sevgilin ayrılınca da arkadaşın olamam. ben senin birşeyin olmadan da mutluyum. gözlerimde biriken yaşları tutmakta çok zorlandım. boğazım düğümlendi tek kelime edemedim. şimdi ben ona "ama bende seni seviyorum, artık gerçekten seviyorum, bir kor oldun göğsümde"desem inanmazdı. çünkü bir yalanla başlamıştı herşey, kendime kızdım, hemde çok kızdım. üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı. uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye . aylarca düşündüm. üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duygu yaşatmıştı o süre boyuncu. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırsonunda. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka sıralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşşe de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğüm de babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu. şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim.
gece değil ama yazmak istedim.
kim olsa şok olurdu. ben de oldum, önce inanamadım. kıza arkadaşı'nın ismini ve sınıfını sordum. biraz araştırdım kendi çapımda. sessiz sakin, içine kapanık bir tipti. çok düşündüm, bir insana yalan söylemek onun mutluluğu için bile olsa doğrumu diye. sonra onun mutluluğunun daha önemli olduğuna karar verdim ve bir sabah sınıfının bulunduğu koridorda dalgın dalgın yürürken çarptım ona. kafasını kaldırıp karşısında beni gördüğünde yüzünün ifadesi öyle bir değişti ki, beni sevdiğine o an inandım. "özür dilerim, görmedim" dedim ve gülümseyerek sınıfıma indim. daha sonra kantinde sırada tam arkasına kaynak yaptım. kantinci abiye seslendim kız beni fark etsin diye, sesini duyar duymaz arkasını döndü. yüzünde yine aynı ifade vardı. sevgi ve hayranlık yüklü nemli gözleriyle bana bakıyordu. onun bakışları içimi delip geçmiş ve üznüştü beni. yanlış mı yapıyordum? kalbim hayır diyorsa da mantığım evet diye haykırıyordu. fakat ok yaydan çıkmıştı artık. bana gelip durumu anlatan kız arkadaşı sınıfıma uğradığıuğradığı, "sen ona çarptın ya, hala onun etkisinde. belki yüz kere anlattı, daha şimdiden onu çok mutlu ettin"dedi. beraber plan yaptık. okul çıkışı onlar bir kafeye gidecekler, tesadüf bu ya ben de aynı kafede olucaktım. sonra selamlaşucaktık ve ben masalarına oturucaktım. sonra ne olucaktı bilmiyordum.
planımız işledi, harfi harfine hem de. bir tiyatro oyuncusu gibi sahneler planladım ve onları hayata geçirdim...
- tanıştık, konuştuk. inanılmaz bir mutluluk ve şaşkınlıkla, ne yapacağını şaşırmış bir halde bana bakıyordu konuşurken. güldürdüm onu bir kaç kere, utandırdım. muhabbet öyle koyulaştı ki saat geçmiş, fark etmedik. onu evine bırakabiliceğimi söyledim. evet demedi ama hayır da demedi. kızardı, utandı, ne diyeceğini bilemedi. diğer arkadaş bizden ayrıldıktan sonra beraber yarım saat yürüdük. ben konuştum, o dinledi. o zaten az konuşan ve sustuklarını içinde yaşıyan bir kızdı. vedalaşırken yanağına bir buse kondurdum, utanarak ve hızla eve girdi.
o gece yatağımda dönüp durdum. "acaba şimdi ne yapıyor"dedim. mutlu mu? neler düşünüyor? içi kıpır kıpırmı? sırıtıyormu sebepsiz yere? ne yapıyor şuan...
tabi o dönem cep telefonunuzun olmiçinı için haberleşme imkanı sınırlıydı. nasıl olduğunu görmek için ertesi günü beklemek zorundaydım. bu şekilde tam on gün beraberce gezdik, konuştuk, tanıdık birbirimizi. artık ona "sevgili olalım" diyecektim. sonra fark ettim ki bende heyecanlıyım. elim ayağıma dolanıyor. oyun yaparken gerçekten etkilenmiştim ondan. evet görece güzel değildi ama muhteşem bir kalbi vardı. okul bahçesinde karşılaştık. beni öptü yanaklarımdan ve yürümeye başladık. sonra duvarın orada durup susuştuk. lafa nasıl gireceğimi bilemedim. sonra gözlerine baktım ve onunla sevgili olmak istediğimi söyledim. gözlerinden yaşlar döküldü. sustu, tek kelime etmedi. sonra hızla uzaklaştı yanımdan. öylece kalakaldım.
onu o gün bir daha görmedim. ertesi gün de görmedim. arkadaşı beni buldu ve o hafta okula gelemeyeceğini söyledi. çok telaşlanmış ve korkmuştum. sebebini sordumda da biraz rahatsız olduğunu söyledi. ama öyle değildi, biliyordum. "gidip ziyaret edelim" dedim "bence iyi bir fikir değil şuan"dedi. üzüntüden çökmüş bir halde sınıfa döndüm. ne derse kendimi berebiliyordum, ne de o neşeli halimden eser kalmıştı. her teneffüste arkadaşlarım başıma toplanıyor, "neyin var, bir şey mi oldu, kesin bir şey oldu, ben hiç seni böyle görmedim" gibi şeyler söylüyorlardı. evet bir şey olmuştu ama ne olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. neyi yanlış yapmıştım bilmiyordum...
tam altı gün boyunca ondan haber alamadım. ne yüzünü gördüm, ne sesini duydum, ne de evine gidip sormaya cesaret edebildim. içim içimi kemirdi günlerce. kötü bir şeye sebep olmaktan ölesiye korkuyordum. hani bir kere görsem, iyi olduğunu bilsem, bir iki kelâm etsek karşılıklı, o zaman dinecekti içimdeki sebepsiz fırtına. sonraki haftanın pazartesi günü istiklal marşı için sıraya girerken gözlerim hep onu aradı. yine yoktu. hayatımda kendimi hiç bu kadar kötü hissettiğimi hatırlamıyorum. sınıflara dağıldıktan sonra ben onun sınıfına gittim ders başlamadan önce. arkadaşını buldum. "allah ruzası için bana güzel bir şey söyle" dedim, iyi mü o? neden gelmiyor?
omuzuma bir el dokundu ben onunla konuşurken. arkamı döndüğümde tam karşımda duruyordu. yüzüne utangaç bir hüzün çökmüş, gözleri yine nemlenmiş, gülümsemesindeki coşku yerini dudak kenarlarına gizlenen bir umutsuzluğa bırakmıştı. birkaç saniye konuşmadan bakıştık. "nasılsın" dedim sesim titreyerek. iyi olduğunu söyledi. kısa cümleler kuruyordu. öğle arasında buluşmak için sözleştik ve ben sınıfıma döndüm. izafiyet teorisi işte tam da o sıralarda kendini hissettirdi. öğleden önce 45'er dakikadan 4 ders vardı. bir de 10'ar dakikalık teneffüsler. allah'ım bu zaman ne menem bir şeydi, neden geçmiyordu. dakikaları bıraktım, saniyeleri saydım. karnıma ağrılar girdi, kalp atışlarım en yüksek seviyedeydi, parmak uçlarım uyuştu, avuçlarım karıncalandı, yanaklarım al al oldu. sanki üç buçuk saat değil de, bir o kadar yıl geçti aradan.
öğle tatili zili çalınca sınıftan ışık hızında çıktım. her zaman konuştuğumuz duvarın önünde onu beklemeye başladım, heyecandan buz gibi olmuş uyuşuk avuçlarımı birbirine sürttüm. yüzümü ellerimin arasına alıp yanaklarımdaki ateşi söndürmeye çalıştım. uzaktan geldiğini gördüm ve toparlandım. yarım saat sonrasını çıldıradıya merak ediyordum. ne olacaktı, nasıl bir konuşma geçecekti aramızda? samimi bir şekilde elini sıktım ve yanaklarından öptüm onu. neler olduğunu sordum, neden okula gelmediğini, neden bu kadar üzgün göründüğünü, neden"sevgilim olurmusun"dediğimde cevap vermediğini...
- sen harika bir insansın. ama ben senin sevgilin olamam. ne yapmaya çalıştığını biliyorum, neden çırpındığını biliyorum, ama yapamam, senin sevgilin olup bir süre sonra benden ayrılacağını bilerek yaşayamam. seni sevmek, uzaktan da olsa yetiyor bana. sırf ben seni seviyorum diye beni mutlu etme çabanı takdir etsem de yapamam. ben böyle mutluyum, sensizliği bile seviyorum inan. beni çok mutlu ettin biliyor musun, hayatım boyunca unutamayacağım şeyler yaşattın. ama burada kalalım, senin önce sevgilin ayrılınca da arkadaşın olamam. ben senin birşeyin olmadan da mutluyum. gözlerimde biriken yaşları tutmakta çok zorlandım. boğazım düğümlendi tek kelime edemedim. şimdi ben ona "ama bende seni seviyorum, artık gerçekten seviyorum, bir kor oldun göğsümde"desem inanmazdı. çünkü bir yalanla başlamıştı herşey, kendime kızdım, hemde çok kızdım. üzüntüm tarif edilemeyecek boyutlardaydı. sarıldım ona, kafasını göğsüme yaslayıp ağladı, beni de ağlattı. bir süre öylece bekledik. o an ölmek istedim. kahır denen şey gelip çöreklendi içime. öğle tatilin bittiğini haber veren zil yankılandı bahçede. ağlamaktan kızarmış bana bakıp son kez elime dokundu ve uzaklaştı. uzunca bir süre birbirimizi görmedik. korkumdan bahçeye bile çıkmıyordum görürüm de elim ayağıma dolaşır diye . aylarca düşündüm. üzüldüm, ara sıra gözlerim doldu. bana tarifi imkansız bir duygu yaşatmıştı o süre boyuncu. hayatıma değer katmış, kalbimde iz bırsonunda. sene sonunda tiyatro gösterimizde arka sıralarda otururken görmüştüm onu sahneden. kalbim delicesine çarpmıştı. kendini ne kadar gizlemeye çalışmışsa da başaramamış, sandalyeye gömülmüşşe de nemli gözlerinin parıltısı onu ele vermişti. oyun sonrası usulca kapıdan çıkıp giderken gördüm. bu onu son görüşüm oldu. arkadaşıyla görüştüğüm de babasının işi sebebiyle bir başka ile taşındıklarını öğrendim. uzaklarda bir yerlerde hala beni seviyor, hala kendini sevdiriyordu. şimdi nerede ne yapıyor, bilmiyorum. bir kere daha görmeyi, o güzel gözlerine bakmayı, kocaman yüreğine dokunmayı isterdim. belki buraları okursa diye yazıyorum; seni gerçekten sevdim.
gece değil ama yazmak istedim.
devamını gör...
7.
herkesin bir hikayesi var değil mi? benim hikayem de bu işte. mecburiyetlerin, zorunlukların arasına sıkıştırılmış bir kaç güzel an. hepsi bu. daha fazlası olması için çabaladım. ellerimi parçaladım, ayaklarımı sürüdüm ama olmadı. çünkü bazen bazı şeyler istediğimiz gibi olmaz değil mi? benim hiç bir şeyim istediğim gibi olmadı ki. ellerimi açıpta gökten bir şeylerin inmeyeceğini kabullendim. emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım var benimde...
(kendi hikayem)
(kendi hikayem)
devamını gör...
8.
lise yıllarımda halk eğitimde resim kursuna gidiyordum. orda kara kalem çalışması yapıyorduk. çizgi, gölgelendirme gibi her güne farklı bir çalışma. bazen canlı modellerle çizim yapıyorduk. hatta birinde model ben olmuştum. değişik bir duygu, 1 saat boyunca aynı şekilde durmak.
her neyse benim de çenem düştü mü ayrıntılarla boğarım insanı veya bana öyle geliyor. lafı fazla uzatmadan konuya giriyorum artık.
fark ettim ki üst katta da yağlı boya çalışması yapan insanlar var. orda çok anlayışlı bir abla vardı ve ben onu çok sevdim. ara ara yanlarına gidiyordum ve çok güzel vakit geçiriyordum. bir gün fırçayı elime verdi ve bu çalışmaya sen devam et dedi. ilk önce çekindim ama daha sonra cesaretimi toplayıp cesur fırça darbeleri ile ilk yağlı boya çalışmamı bitirdim. tabiki bu bir kaç gün sürdü. ve o güzel insan sayesinde yağlı boya ile tanıştım.
bir çok çalışma yaptım hatta bir kaç tanesini satıp okul harçlığı yaptığım bile oldu.
çok güzel günlerdi. tabiki o zamanlar kanımız hızlı aktığı için daldan dala atlıyordum. telefon ve sosyal medya olmadığından iletişim kesildi kurstan sonra. hayat inşallah karşıma senin gibi güzel insanlar çıkartır. teşekkürler bende bıraktığın iz için...
her neyse benim de çenem düştü mü ayrıntılarla boğarım insanı veya bana öyle geliyor. lafı fazla uzatmadan konuya giriyorum artık.
fark ettim ki üst katta da yağlı boya çalışması yapan insanlar var. orda çok anlayışlı bir abla vardı ve ben onu çok sevdim. ara ara yanlarına gidiyordum ve çok güzel vakit geçiriyordum. bir gün fırçayı elime verdi ve bu çalışmaya sen devam et dedi. ilk önce çekindim ama daha sonra cesaretimi toplayıp cesur fırça darbeleri ile ilk yağlı boya çalışmamı bitirdim. tabiki bu bir kaç gün sürdü. ve o güzel insan sayesinde yağlı boya ile tanıştım.
bir çok çalışma yaptım hatta bir kaç tanesini satıp okul harçlığı yaptığım bile oldu.
çok güzel günlerdi. tabiki o zamanlar kanımız hızlı aktığı için daldan dala atlıyordum. telefon ve sosyal medya olmadığından iletişim kesildi kurstan sonra. hayat inşallah karşıma senin gibi güzel insanlar çıkartır. teşekkürler bende bıraktığın iz için...
devamını gör...
9.
-oğlum gel
-buyur amca
-hah geldin mi bak şimdi seni çok ağır bir külfetten kurtaracağım çok büyük bir iyilik yapacağım.
-hayırdır amaca bana iş mi vereceksin.
-yok oğlum seni müslüman yapacağım, müslüman olunca cehennemden kurtulacaksıncennete gideceksin.bu dünyada itibar sahibi olacaksın insanlar sana daha çok saygı duyacaklar kolay iş bulacaksın ticaret yaparsan daha çok kazanacaksın öbür dünyada onlarca hurilerin olacak. bende seni müslüman yaptığım için sevaba gireceğim.
-çok iyiymiş amca hemen olayım nasıl olacağım.
-kelime-i şahadet getireceksin
-neyi nerden getireceğim anlamadım?
-bir şey getirmeyeceksin oğlum söyleyeceksin
-ne söyleyeceğim hadi hemen söyleyeyim.
-“eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve resulühü” diyeceksin.
– ne demek bu?
-sen boş ver ne demek olduğunu sadece söyle.
-iyi ama ben anlamını bilmeden nasıl söyleyeyim.
-töbestağfurullah!! oğlum senin anlamını bilmene gerek yok allah anlamını biliyor.
– iyi de benim de ne söylediğimi bilerek düşünerek söylemem gerekmez mi?
– hayır gerekmez sen tekrar et yeter. allah cc anlar.
-allah her şeyi bilir demi amca?
– o nasıl söz oğlum tabi ki bilir.
– o zaman benim anlamını bilmeden biliyormuş gibi yapıp müslüman olmak istediğimi de allah bilirse bana kızmaz mı? bu samimiyetsizlik gibi olur…babam ölmeden önce bana demişti ki oğlum sen sen ol önce kendine karşı dürüst………..
-allah’ım yarabbim oğlum bırak şimdi babanı çattık ki tam çattık.tamam oğlum, tamam yavrum anlamını söylüyorum bak; “ben şahitlik ederim ki, allah’tan başka ilah yoktur. ve yine şehadet ederim ki, muhammed aleyhisselam onun kulu ve resulüdür.” oldu mu şimdi.?
-şahitlik etmek mi?! ne şahitliği amca bunlar yıllar önce ya olmuş ya olmamış şeyler ben nereden bileyim ne gördüm ne duydum… şimdi senden öğreniyorum müslüman olmak için daha ilk cümleye yalan söyleyerek mi başlamak lazım….. babam demişti ki…..
– yarabbim allah’ım nolursun bana acı ne yapayım ben bu çocuğu “ne yalanı oğlum hem babanla ne alakası var bunun bu yalan değil inançtır yürekten inanarak şahitlik edeceksin bunun kuralı böyledir!!”.bilmen görmen gerekmiyor yürekten inan kafi.
– tamam madem sen öyle diyorsan. peki ben bunu böyle türkçe okusam olmaz mı amca?
– olmaaaaz !! türkçe olmaz arapça okuyacaksın.
-olsun be amcacığım şimdi arapça yanlış okurum kabul olmaz ya da ağzımdan allah’ı kızdıracak anlamda istemeden ben anlamadan başka kötü anlama gelen bir kelime çıkar ağzımdan işi berbat etmeyelim.
-olmaz evladım olmaz diyorsak olmaz!!!! bu yıllardır böyle yapılır eski köye yeni adet mi getireceksin.!!
-peki amca arapça okuyayım ama içimden okusam olmaz mı.?
-olmaz kesinlikle olmaz…benim de şahit olmam lazım.
-ne şahiti amca ben zaten yalancı şahitlik yapacağım şahidin şahidi mi olurmuş.
-allah’ım sen beni mi sınıyorsun ne olur yardım et bana ellerim titremeye başladı şimdi bir kaza işleyeceğim!! evladım benim canım ciğerim!!! bende duyayım sevaba girdiğimden emin olayım onun için söylüyorum.
-allah türkce biliyor demi amca.
-o nasıl söz oğlum tabi ki biliyor.
-tamam o zaman ben bunu türkçe söyleyeyim. hem akıllıcave maktıklı olarak düşünürsek……
-olmaz dedik oğlum çileden çıkarma beni bu sözler arapça inmistir ve a-rap-ça o-ku-nur. hem akılla mantıkla ne ilgisi var islamın inanırsın kapatırsın olur biter.. tövbe estağfurullah ben seni sevaba sokacakken sen beni günahtan günaha sokuyorsun…!!!
-iyi de amcacığım araplar arapça biliyorsa elbette arapça inecek ingilizce inecek değil ya allah her dili biliyorsa biz de türküz türkçe ne anlayarak bilerek hissederek söylesek daha mantıklı değilmi.?hem allah’ta böyle istemez miydi?
-s.ktir git lan başımdan..! senden müslüman falan olmaz komünistin tohumu baban hırlı bir adam olsa komunist diye öldürmezlerdi daha ölmeden önce zehirlemiş kendi oğlunu bile moskof ..! defoooooool!!!!! biz de yetim diye acıdık sana defooooool!!!!!
alıntı.
devamını gör...
10.
zenginlik
şehre gidip kendilerine güzel bir iş kurup zengin olma hayallerini gerçekleştirmek isteyen iki kan kardeş sırtlarına da eşyalarını yükleyip yola çıkmışlardı. o kadar çok iyi anlaşıyorlardı birinin ayağına taş değse yardım ediyorlar birbirlerine aralarında geçen her diyalogda ise kıkır kıkırdayarak gülüyorlardı. rastladıkları mekanlara da uğrayıp karınlarını bir güzel doyuruyorlar aynı zamanda sevdiklerine kavuşmanın düşüyle sevgililerine hediyeler alıyorlar. kendi hikayelerinin kahramanı olmak hissini düşlüyor kahkahalar ile gülüyor, oynaya zıplaya yola devam ediyorlardı…
aralarındaki gülüşmeler sonlanmış sessizce yan yana yürüyorlardı. sessizlikten sıkılmıştı uzun boylu esmer genç ellerini cebinden çıkarıp kollarını iki yanda sallandırarak başını güneşe doğru kaldırmış güneşin battığını fark edince arkadaşına dönüp asker duruşu yaptı arkadaşı da onu taklit ederek o da durdu.
konuşmaya başladı uzun boylu esmer genç, orta boylu al yanaklı sarışın şişman arkadaşına “tolunay hava kararmak üzere şurada bir ateş yakıp dinlenelim daha sonra yola devam ederiz. yoksa üşüyerek hasta oluruz.” dedi. arkadaşı ona dönüp tam ona söylenecekken bir anda yüzüne gelen ışıkla kafasını yukarıya kaldırdı mavi gökyüzündeki şeffaf olan aya bakıp “ulan zaman ne çabuk geçiyor yahu” dedi dikkatini arkadaşına verip sorusunu alaycı sözlerle cevaplandırdı “o sıska vücudun üşemesin, dinlenelim şahmeran.” dedi.
hemen ateş yakılacak alan arandılar fakat birinin beğendiğini diğeri beğenmiyor o olmaz bu olmaz deyip didişiyorlardı aralarındaki anlaşmazlık kalmamaları ve yürümeye devam etmelerini sağladı. adım attıklarında gözlerini kamaştıran ağaçların arasındaki hareketli ışığa bakıp kafalarını birbirine yaklaştırıp öylece durdular bir süre sonra karşıya doğru yürümeye başladılar. karşılarında küçük pembe bir kulübeyle karşılaştılar. başlarını sokacak bir ev bulduklarına sevindiler yoksa bu soğukta donacaklardı oldukları yerde zıplıyorlar gülen gözleri birbirini bulunca önce birbirlerine uzun bir süre bakıp sarıldılar ve anlık hareket ederek ellerini birleştirerek kulübeye doğru koşmaya başladılar…
kulübenin kapısını iki kez çaldılar fakat kapıyı açan kimse olmadı. kafalarında tek bir soru vardı peki bu ışık nasıl olurdu da buradan gelirdi. şahmeran bir sözü hatırladı ve tolunay’a bahsetti ‘atalarımız boşuna dememiş “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” ya birisi var içeride kapının sesini duymuyor ya da bu bir tuzak.’ dedi ikisi de sanki aynı şeyi düşünmüş gibi aynı anda ‘burada birileri olmalı ya da bir oyun bu’ dediler ve tolunay bir kez daha çaldı kapıyı şahmeran ise kulübenin camlarında içeriye bakmaya çalıştı fakat ne kapı açan ne de içeride birileri görünmüyordu. tüm ümitlerini kesip oldukları yere çöküp dizlerine sarıldılar şahmeran derin bir iç çekerek sırtını kapıya yaslayınca bir anda kendini yerde buldu. işte kapı açılmıştı. hemen yerinden kalkıp tolunay ile içeri doğru baktılar ikisi de karşılarında gördükleri şeye inanamadılar…
içeriye girmek için kapı ağzında birbirlerini itip kakıyorlardı ki bir hışımla ikisi de aşkla baktıkları sandığın önüne düştüler sandığa doğru emekleyerek dizlerini ikiye katlayıp ayaklarının üstüne oturup sandıktaki sarı sarı göz kamaştıran altınlara, birbirinden güzel incilere ve pırlantalara bakıp zengin olduk dediler. tolunay ‘ben bu zenginliği şahmeran ile paylaşırsam payıma çok az şey düşer en iyisi hepsi benim olmalı bir şekilde onu oyalamalı ve sandık bende kalmalı.’ diye düşündü. o bunları düşünürken arkadaşı bakıyordu ona karşı samimiyetsiz bir gülümseme ile bakışları üzerinden çekilmesini sağladı sandıktaki ganimetlere bakmaya devam ederken şahmeran da arkadaşının düşündüğü gibi ‘bu altınların hepsi benim olmalıydı’ diye düşündü. düşüncüleri sözcükleri buldu sözcükler tolunay’a karşı olan cümlelere dönüştü ‘bu paralar benim çünkü ışıkları da kulübeyi de ilk ben gördüm sen peşime düştün’ dedi. arkadaşı bu cümle karşısında yıkıldı bunları duymayı beklemiyordu hemen toparlanıp arkadaşı gibi sert ve sinirli bakışlar atarak ses tonunun güçlü çıktığından emin ‘nereden geliyor bu özgüven sana bunları ilk ben gördüm altınlar benim hakkım’ dedi altınları avuçlayarak dudaklarını altınlara götürüp öptü…
ikisi de farklı düşlere daldılar altınların hayalini kurup zenginliği hayal ettiler… düşlerinden ayrıldıklarında kavga edip birbirlerini dinlemeyerek sadece aynı anda konuşup kötü sözler söyleyerek birbirlerinin canını acıttılar. aralarında oluşan bu gerginlik büyüyerek arttı. ikisi de bu zenginlik karşısında birbirlerini duymuyordu.
sırtları birbirine bakıyor hiç konuşmadılar, uzunca bir süre sessizlik hakimdi kulübeye, tekmeyle açılan kapının önünde dikilen uzun boylu baştan aşağı siyah giyen adam sessizliği bağırarak bozdu. ‘altınlarımı almaya gelen de kim böyle’ dedi. iki genç birbirine bakıp tek ağızdan ‘sende kimsin?’ dediler adam kızmış olmalıydı ki sert bir ses tonuyla ‘ben değil sizde kimsiniz’ dedi. şahmeran samimi olmayan gülümsemesiyle ‘biz şehre gideceğiz hava kararınca dinlenmeye karar verdik buranın da kimsesiz olduğunu görünce burada kalmaya karar verdik. değil mi tolunay’ dedi önce adama doğru konuşarak sonra arkadaşına bakıp onu onaylamasını istediği tolunay’a, tolunay korkmuş halde boşluğa doğru konuştu ‘e. ev…evet arkadaşım doğru söylüyor.’ dedi.
altınlarını da alıp buradan ayrılıyorlardı ki adam sinirle konuştu ‘defolun evimden çaldığınız altınlarımı da yerine bırakın!’ dedi. hiç düşünmeden tolunay ‘nereden senin altınların oluyor?’ dedi adam hemen evin sahibi olduğunu gösteren zigon sehpanın üstündeki ona ait olan fotoğrafları işaret etti. evin, altınların o adama ait olduğunu anlayan iki genç altınları ve kurdukları tüm hayalleri geri de bırakarak kulübeden çıktılar.
köylerinin yolunu ailelerine döndüler bu yolda anladılar ki asıl zenginlik dayanışma ve insanın birbirine duyduğu sevginin kazandırdığı dostluktu. onlar şimdi köylerinde babalarından kalan tarlayı ekip biçerek, birbirleriyle yardımlaşarak zengin hayatlarını yaşıyorlar.
ykmcsnn
(bkz: bkz: https://medium.com/@ykmcsnn/bir-%C3%B6yk%C3%BC-yaz-c79ec64e877f))
şehre gidip kendilerine güzel bir iş kurup zengin olma hayallerini gerçekleştirmek isteyen iki kan kardeş sırtlarına da eşyalarını yükleyip yola çıkmışlardı. o kadar çok iyi anlaşıyorlardı birinin ayağına taş değse yardım ediyorlar birbirlerine aralarında geçen her diyalogda ise kıkır kıkırdayarak gülüyorlardı. rastladıkları mekanlara da uğrayıp karınlarını bir güzel doyuruyorlar aynı zamanda sevdiklerine kavuşmanın düşüyle sevgililerine hediyeler alıyorlar. kendi hikayelerinin kahramanı olmak hissini düşlüyor kahkahalar ile gülüyor, oynaya zıplaya yola devam ediyorlardı…
aralarındaki gülüşmeler sonlanmış sessizce yan yana yürüyorlardı. sessizlikten sıkılmıştı uzun boylu esmer genç ellerini cebinden çıkarıp kollarını iki yanda sallandırarak başını güneşe doğru kaldırmış güneşin battığını fark edince arkadaşına dönüp asker duruşu yaptı arkadaşı da onu taklit ederek o da durdu.
konuşmaya başladı uzun boylu esmer genç, orta boylu al yanaklı sarışın şişman arkadaşına “tolunay hava kararmak üzere şurada bir ateş yakıp dinlenelim daha sonra yola devam ederiz. yoksa üşüyerek hasta oluruz.” dedi. arkadaşı ona dönüp tam ona söylenecekken bir anda yüzüne gelen ışıkla kafasını yukarıya kaldırdı mavi gökyüzündeki şeffaf olan aya bakıp “ulan zaman ne çabuk geçiyor yahu” dedi dikkatini arkadaşına verip sorusunu alaycı sözlerle cevaplandırdı “o sıska vücudun üşemesin, dinlenelim şahmeran.” dedi.
hemen ateş yakılacak alan arandılar fakat birinin beğendiğini diğeri beğenmiyor o olmaz bu olmaz deyip didişiyorlardı aralarındaki anlaşmazlık kalmamaları ve yürümeye devam etmelerini sağladı. adım attıklarında gözlerini kamaştıran ağaçların arasındaki hareketli ışığa bakıp kafalarını birbirine yaklaştırıp öylece durdular bir süre sonra karşıya doğru yürümeye başladılar. karşılarında küçük pembe bir kulübeyle karşılaştılar. başlarını sokacak bir ev bulduklarına sevindiler yoksa bu soğukta donacaklardı oldukları yerde zıplıyorlar gülen gözleri birbirini bulunca önce birbirlerine uzun bir süre bakıp sarıldılar ve anlık hareket ederek ellerini birleştirerek kulübeye doğru koşmaya başladılar…
kulübenin kapısını iki kez çaldılar fakat kapıyı açan kimse olmadı. kafalarında tek bir soru vardı peki bu ışık nasıl olurdu da buradan gelirdi. şahmeran bir sözü hatırladı ve tolunay’a bahsetti ‘atalarımız boşuna dememiş “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” ya birisi var içeride kapının sesini duymuyor ya da bu bir tuzak.’ dedi ikisi de sanki aynı şeyi düşünmüş gibi aynı anda ‘burada birileri olmalı ya da bir oyun bu’ dediler ve tolunay bir kez daha çaldı kapıyı şahmeran ise kulübenin camlarında içeriye bakmaya çalıştı fakat ne kapı açan ne de içeride birileri görünmüyordu. tüm ümitlerini kesip oldukları yere çöküp dizlerine sarıldılar şahmeran derin bir iç çekerek sırtını kapıya yaslayınca bir anda kendini yerde buldu. işte kapı açılmıştı. hemen yerinden kalkıp tolunay ile içeri doğru baktılar ikisi de karşılarında gördükleri şeye inanamadılar…
içeriye girmek için kapı ağzında birbirlerini itip kakıyorlardı ki bir hışımla ikisi de aşkla baktıkları sandığın önüne düştüler sandığa doğru emekleyerek dizlerini ikiye katlayıp ayaklarının üstüne oturup sandıktaki sarı sarı göz kamaştıran altınlara, birbirinden güzel incilere ve pırlantalara bakıp zengin olduk dediler. tolunay ‘ben bu zenginliği şahmeran ile paylaşırsam payıma çok az şey düşer en iyisi hepsi benim olmalı bir şekilde onu oyalamalı ve sandık bende kalmalı.’ diye düşündü. o bunları düşünürken arkadaşı bakıyordu ona karşı samimiyetsiz bir gülümseme ile bakışları üzerinden çekilmesini sağladı sandıktaki ganimetlere bakmaya devam ederken şahmeran da arkadaşının düşündüğü gibi ‘bu altınların hepsi benim olmalıydı’ diye düşündü. düşüncüleri sözcükleri buldu sözcükler tolunay’a karşı olan cümlelere dönüştü ‘bu paralar benim çünkü ışıkları da kulübeyi de ilk ben gördüm sen peşime düştün’ dedi. arkadaşı bu cümle karşısında yıkıldı bunları duymayı beklemiyordu hemen toparlanıp arkadaşı gibi sert ve sinirli bakışlar atarak ses tonunun güçlü çıktığından emin ‘nereden geliyor bu özgüven sana bunları ilk ben gördüm altınlar benim hakkım’ dedi altınları avuçlayarak dudaklarını altınlara götürüp öptü…
ikisi de farklı düşlere daldılar altınların hayalini kurup zenginliği hayal ettiler… düşlerinden ayrıldıklarında kavga edip birbirlerini dinlemeyerek sadece aynı anda konuşup kötü sözler söyleyerek birbirlerinin canını acıttılar. aralarında oluşan bu gerginlik büyüyerek arttı. ikisi de bu zenginlik karşısında birbirlerini duymuyordu.
sırtları birbirine bakıyor hiç konuşmadılar, uzunca bir süre sessizlik hakimdi kulübeye, tekmeyle açılan kapının önünde dikilen uzun boylu baştan aşağı siyah giyen adam sessizliği bağırarak bozdu. ‘altınlarımı almaya gelen de kim böyle’ dedi. iki genç birbirine bakıp tek ağızdan ‘sende kimsin?’ dediler adam kızmış olmalıydı ki sert bir ses tonuyla ‘ben değil sizde kimsiniz’ dedi. şahmeran samimi olmayan gülümsemesiyle ‘biz şehre gideceğiz hava kararınca dinlenmeye karar verdik buranın da kimsesiz olduğunu görünce burada kalmaya karar verdik. değil mi tolunay’ dedi önce adama doğru konuşarak sonra arkadaşına bakıp onu onaylamasını istediği tolunay’a, tolunay korkmuş halde boşluğa doğru konuştu ‘e. ev…evet arkadaşım doğru söylüyor.’ dedi.
altınlarını da alıp buradan ayrılıyorlardı ki adam sinirle konuştu ‘defolun evimden çaldığınız altınlarımı da yerine bırakın!’ dedi. hiç düşünmeden tolunay ‘nereden senin altınların oluyor?’ dedi adam hemen evin sahibi olduğunu gösteren zigon sehpanın üstündeki ona ait olan fotoğrafları işaret etti. evin, altınların o adama ait olduğunu anlayan iki genç altınları ve kurdukları tüm hayalleri geri de bırakarak kulübeden çıktılar.
köylerinin yolunu ailelerine döndüler bu yolda anladılar ki asıl zenginlik dayanışma ve insanın birbirine duyduğu sevginin kazandırdığı dostluktu. onlar şimdi köylerinde babalarından kalan tarlayı ekip biçerek, birbirleriyle yardımlaşarak zengin hayatlarını yaşıyorlar.
ykmcsnn
(bkz: bkz: https://medium.com/@ykmcsnn/bir-%C3%B6yk%C3%BC-yaz-c79ec64e877f))
devamını gör...
11.
var olmayan kitabın var olan hikayesi
bir varmış bir yokmuş
biri varmış
ama...
ama...
diğeri yokmuş.
var olan yok olanı var zannetmiş. yok olan ise var olanı yok saymış. haliyle de var olan birazcık düşünmüş. "yok olanı var eden benim. benim düşüncemde var oldu. simdi ise beni yok sayıyor."
"varlığımı geri almalıyım. cunku varlığım taşıyamayacağı kadar ağır."
yokmuşu alıp yol başına getirmiş. "bugüne kadar benim varlığımın değerini taşıdın. artık kendi varlığını verecek başka yol bul." demiş varmış. yokmuş ise afallamiş. yollar onun olmuş.
varmış ise şunları mırıldanmiş. "bir varmış, bir yokmuş."
bir varmış bir yokmuş
biri varmış
ama...
ama...
diğeri yokmuş.
var olan yok olanı var zannetmiş. yok olan ise var olanı yok saymış. haliyle de var olan birazcık düşünmüş. "yok olanı var eden benim. benim düşüncemde var oldu. simdi ise beni yok sayıyor."
"varlığımı geri almalıyım. cunku varlığım taşıyamayacağı kadar ağır."
yokmuşu alıp yol başına getirmiş. "bugüne kadar benim varlığımın değerini taşıdın. artık kendi varlığını verecek başka yol bul." demiş varmış. yokmuş ise afallamiş. yollar onun olmuş.
varmış ise şunları mırıldanmiş. "bir varmış, bir yokmuş."
devamını gör...
12.
yolculuk sonrası bir mola
bazen bu yolculukların beni öncekinden daha farklı yaptığını düşünüyorum. gittiğim yollar benzer ama giden aynı ben miyim?
bu soruyu hep sorarım ama cevabini bir türlü bulamam. artık dinlenme vakti gelmişti. eski bir dostu ziyaret etme vaktiydi.
onu en son gördüğümde öfke ve üzüntü denizin ortasında paraolimpik yüzücüluk yapıyordu. cildirmamişsa iyi.
o ne? bitki mi yetiştiriyor o? ne alaka? ne oldu ki şimdi?
+oooo kimleri görüyorum seyyah efendi. yolculuk nasıldı?
- yollar aynı macera farklıydı be şair. asıl senin tarla işin de ne?
+bu insanlardan ümidi kestim. tarlaya meyve ve sebze ektim. en azından sonucu belli. onlara su, gübre ve ilgimi veriyorum. onlar da meyvelerini...
insana ilgi veriyorsun karşılığında küçük görülme alıyorsun.
-şiirler ne oldu şair, öksüz mu bıraktın onları?
+yazmaya değer biri ve bir şey yok ki yazayım.
-sende bir bahane bul. şiir senin ekmeğin ve suyun değil mi?
+sonra konuşuruz bunları. sen şimdi aç mısın onu söyle.
+kurt gibi hem de.
oturduk. hiç tahmin etmezdim. guzel yemek yapmış.
+bu aynalar ne?
-kendimin nasil oldugunu çözmeye çalışıyorum.
+bu o hikaye mi gene?
-hikayeci sensin. ben şairim bunu unutma.
+ evet hikayeci benim de . bahsettim şeyi gayet iyi biliyorsun.
-bilmez miyim. soylemecegim. şiir gibi anlatacagim.
+anlat be şair hadi bakalım.
"ben ne narcissosum ne de sen nyphia,
istegim kendi yansimam değil derinliklerimi göreni
senden de olursa olur ancak bir rüya,
yaşadıklarımın alamazsın bir haberini."
+ şair, bırak gitsin. karalama artık bu konu için. hayatın güzelliklerinden bahset.
-iyileseyim. ilk işim bu olacak.
en azından sevindim şair icin. düştüysen ancak sen kalkarsın. başkası kaldırması nafile. o gücü kendinde bulacaksin.
sabah yine yola koyulma vaktiydi. şair geceden kalma uyuyordu. gitmeme aliskindi şair.
bana da yeni hikayeler alışkın....
bazen bu yolculukların beni öncekinden daha farklı yaptığını düşünüyorum. gittiğim yollar benzer ama giden aynı ben miyim?
bu soruyu hep sorarım ama cevabini bir türlü bulamam. artık dinlenme vakti gelmişti. eski bir dostu ziyaret etme vaktiydi.
onu en son gördüğümde öfke ve üzüntü denizin ortasında paraolimpik yüzücüluk yapıyordu. cildirmamişsa iyi.
o ne? bitki mi yetiştiriyor o? ne alaka? ne oldu ki şimdi?
+oooo kimleri görüyorum seyyah efendi. yolculuk nasıldı?
- yollar aynı macera farklıydı be şair. asıl senin tarla işin de ne?
+bu insanlardan ümidi kestim. tarlaya meyve ve sebze ektim. en azından sonucu belli. onlara su, gübre ve ilgimi veriyorum. onlar da meyvelerini...
insana ilgi veriyorsun karşılığında küçük görülme alıyorsun.
-şiirler ne oldu şair, öksüz mu bıraktın onları?
+yazmaya değer biri ve bir şey yok ki yazayım.
-sende bir bahane bul. şiir senin ekmeğin ve suyun değil mi?
+sonra konuşuruz bunları. sen şimdi aç mısın onu söyle.
+kurt gibi hem de.
oturduk. hiç tahmin etmezdim. guzel yemek yapmış.
+bu aynalar ne?
-kendimin nasil oldugunu çözmeye çalışıyorum.
+bu o hikaye mi gene?
-hikayeci sensin. ben şairim bunu unutma.
+ evet hikayeci benim de . bahsettim şeyi gayet iyi biliyorsun.
-bilmez miyim. soylemecegim. şiir gibi anlatacagim.
+anlat be şair hadi bakalım.
"ben ne narcissosum ne de sen nyphia,
istegim kendi yansimam değil derinliklerimi göreni
senden de olursa olur ancak bir rüya,
yaşadıklarımın alamazsın bir haberini."
+ şair, bırak gitsin. karalama artık bu konu için. hayatın güzelliklerinden bahset.
-iyileseyim. ilk işim bu olacak.
en azından sevindim şair icin. düştüysen ancak sen kalkarsın. başkası kaldırması nafile. o gücü kendinde bulacaksin.
sabah yine yola koyulma vaktiydi. şair geceden kalma uyuyordu. gitmeme aliskindi şair.
bana da yeni hikayeler alışkın....
devamını gör...
13.
"for sale: baby shoes. never worn."
devamını gör...
14.
yolunuz eger benim gibi mısır'a düşerse benim izlerime bakın! eger görebilirsiniz tabi ki.
ilk gençliğimde hareketliydi buralar. komik peruk kadınlar, tapinaklar, kel rahipler ve ciceklerden yapılmış parfümsu kokular...
böyleydi antik mısır. hele ki o firavun şatafatlar içinde kaybolmuştu.
o gün sırf thoth'un isteği ile bir yargılamaya şahit olacaktım. ama hayatımın en absürt yargılaması olacaktı. hiç sevmediğim hatta saçma bulduğum bir anıdır.
yargıç anubis, hazırlamıştı terazisini. elindeki maat'ın tüyüydü. suçlu kendisinin masum oldugu söylüyordu. hiddetli anubis suçluya suçunu sordu. o da " birine fazla değer verdim. karşımdaki kişi hayatı boyunca bununla karsilasmamisti. haliyle kötüye yordu. yolda giderken ne olduğumu anlamadan kendimi burada buldum." dedi. hiddetli anubis yargılamanin durdurlmasini istedi. yüce yargıç osiris bu durum üzerine anubisin gözlerine baktı ve buna izin verdi.
anubis kendi yerine geçti ve kahkaha atmaya başladı. "neler oluyor?" diye sordum. anubis sepetten bir muz çıkardı ve yemeğe koyuldu. "osiris 'in şakasına maruz kaldık." dedi. "nasil yani. " deyince "osiris olumluler karşında yargılama yapmaz. sen varsın diye komik veya absürt bir durumu seçti. suçlu olan gerçek bir suçlu bile değil. büyük ihtimal thoth ile anlaşmışlar. sende gerçek yargılamayı kimseye anlatma diye de böyle bir durum seçmiş anlaşılan. yoksa gerçek bir yargılama kesinlikle acımasızca olurdu. böyle değil."
"o zaman neden buradayım." diye sordum. "seni sevmiş olmalılar. gerçek dehsetten korumak istemişler." thoth sendeki öğrenme sevgini bildiği için bazı şeyler kaldırmış. thoth sonunda gözüktü. "seyyah komik buldun mu? her gerçeği sana mı soyleyecegim?" dedi.
o zamanlar tuhaf yerdi mısır. ama daha sonra bu absürt komedi durum kaybolacak gerçek şeyler de yaşanacaktır.
ilk gençliğimde hareketliydi buralar. komik peruk kadınlar, tapinaklar, kel rahipler ve ciceklerden yapılmış parfümsu kokular...
böyleydi antik mısır. hele ki o firavun şatafatlar içinde kaybolmuştu.
o gün sırf thoth'un isteği ile bir yargılamaya şahit olacaktım. ama hayatımın en absürt yargılaması olacaktı. hiç sevmediğim hatta saçma bulduğum bir anıdır.
yargıç anubis, hazırlamıştı terazisini. elindeki maat'ın tüyüydü. suçlu kendisinin masum oldugu söylüyordu. hiddetli anubis suçluya suçunu sordu. o da " birine fazla değer verdim. karşımdaki kişi hayatı boyunca bununla karsilasmamisti. haliyle kötüye yordu. yolda giderken ne olduğumu anlamadan kendimi burada buldum." dedi. hiddetli anubis yargılamanin durdurlmasini istedi. yüce yargıç osiris bu durum üzerine anubisin gözlerine baktı ve buna izin verdi.
anubis kendi yerine geçti ve kahkaha atmaya başladı. "neler oluyor?" diye sordum. anubis sepetten bir muz çıkardı ve yemeğe koyuldu. "osiris 'in şakasına maruz kaldık." dedi. "nasil yani. " deyince "osiris olumluler karşında yargılama yapmaz. sen varsın diye komik veya absürt bir durumu seçti. suçlu olan gerçek bir suçlu bile değil. büyük ihtimal thoth ile anlaşmışlar. sende gerçek yargılamayı kimseye anlatma diye de böyle bir durum seçmiş anlaşılan. yoksa gerçek bir yargılama kesinlikle acımasızca olurdu. böyle değil."
"o zaman neden buradayım." diye sordum. "seni sevmiş olmalılar. gerçek dehsetten korumak istemişler." thoth sendeki öğrenme sevgini bildiği için bazı şeyler kaldırmış. thoth sonunda gözüktü. "seyyah komik buldun mu? her gerçeği sana mı soyleyecegim?" dedi.
o zamanlar tuhaf yerdi mısır. ama daha sonra bu absürt komedi durum kaybolacak gerçek şeyler de yaşanacaktır.
devamını gör...
15.
16.
kırık bir aşk hikâyesi
evden çıkıp sağlık ocağına doğru giden yolun bittiği yerde tam grafitilik bir duvar var. duvarda bir yazı yazılıydı koca harflerle: "günaydın pamuğum"
pamuk, büyük ihtimalle duvarın karşısındaki çok katlı evlerden birinde oturan bir kızdı.
yazı orada epey kaldı. sonra araya seçimler girince üstü kireçle boyanıp yerini muhalefet partisi liderine övgü bir grafiti aldı.
cumartesi günü marketten eve yürüyerek dönerken mahallemizin camisinin yanından geçtim. orası da uzun, beyaz graffitilik duvara sahip bir yol. pamuklu duvardan bir kilometre ötede... duvarda, bozkurtlar ulusun tanrı türkü söylesin makamında duvar yazılarının yanında, küçük harflerle siyah boyayla yazılmış bir yazı:
pamuğum neredesin? yanında beyaz kireçle çizilmiş kırık bir kalp…
evden çıkıp sağlık ocağına doğru giden yolun bittiği yerde tam grafitilik bir duvar var. duvarda bir yazı yazılıydı koca harflerle: "günaydın pamuğum"
pamuk, büyük ihtimalle duvarın karşısındaki çok katlı evlerden birinde oturan bir kızdı.
yazı orada epey kaldı. sonra araya seçimler girince üstü kireçle boyanıp yerini muhalefet partisi liderine övgü bir grafiti aldı.
cumartesi günü marketten eve yürüyerek dönerken mahallemizin camisinin yanından geçtim. orası da uzun, beyaz graffitilik duvara sahip bir yol. pamuklu duvardan bir kilometre ötede... duvarda, bozkurtlar ulusun tanrı türkü söylesin makamında duvar yazılarının yanında, küçük harflerle siyah boyayla yazılmış bir yazı:
pamuğum neredesin? yanında beyaz kireçle çizilmiş kırık bir kalp…
devamını gör...
17.
adamın biri bir lokantaya gitmiş, menüye bakmış ve garsona bir tabak etli kuru fasulye sipariş etmiş garson tamam efendim demiş bir süre sonra da yemeği getirmiş, müşteri bir süre sonra yanına garsonu çağırmış:" bakar mısınız ben etli kuru fasulye sipariş ettim , ama bu yemeğinin içinde hiç et yok" demiş, garson "efendim yemek etli değil, kuru fasulyenin kendisi etli. "demiş.
devamını gör...
18.
#2775385 allah affetsin çok güldüm :))
arada protein iyidir ama.
arada protein iyidir ama.
devamını gör...