#ödüllü filmler
türkçe adı: yuva
2008 senesinde gösterilen; isviçre, fransa ve belçika ortak yapımı drama filmidir. ursula meier'in yönettiği yapımın konusunda; marthe, kocası ve üç çocuğuyla birlikte adeta dünyadan izole bir yerde çok sakin bir hayat sürmektedir. lakin, bu yere bir inşaat aracının gelmesi onlara göre bir cennet gibi olan bu yerde durumların eskisi gibi olmayacağının adeta uğursuz bir habercisidir. eskiden yapımına başlanıp yarıda bırakılmış ve üstü kapatılmış bir otoyolun yapımına devam edilmesi ve bunun marthe ve ailesinin evinin dibinde olması, alıştıkları temiz hava, sessizlik ve genel bağlamda özel hayatlarının eskisi olamayacağı anlamına gelmektedir. artık müthiş bir araç trafiği vardır burada fakat marthe, ne olursa olsun buradan taşınmamakta kararlıdır.
2008 senesinde gösterilen; isviçre, fransa ve belçika ortak yapımı drama filmidir. ursula meier'in yönettiği yapımın konusunda; marthe, kocası ve üç çocuğuyla birlikte adeta dünyadan izole bir yerde çok sakin bir hayat sürmektedir. lakin, bu yere bir inşaat aracının gelmesi onlara göre bir cennet gibi olan bu yerde durumların eskisi gibi olmayacağının adeta uğursuz bir habercisidir. eskiden yapımına başlanıp yarıda bırakılmış ve üstü kapatılmış bir otoyolun yapımına devam edilmesi ve bunun marthe ve ailesinin evinin dibinde olması, alıştıkları temiz hava, sessizlik ve genel bağlamda özel hayatlarının eskisi olamayacağı anlamına gelmektedir. artık müthiş bir araç trafiği vardır burada fakat marthe, ne olursa olsun buradan taşınmamakta kararlıdır.
yönetmen:
ursula meier
oyuncular:
isabelle huppert
olivier gourmet
adelaide leroux
madeleine budd
kacey mottet klein
ursula meier
oyuncular:
isabelle huppert
olivier gourmet
adelaide leroux
madeleine budd
kacey mottet klein
*mar del plata film festivali (2008) - adf sinematografi ödülü [agnes godard]
*isviçre film ödülü (2009) - en iyi senaryo [ursula meier] [antoine jaccoud]
*lumiere ödülleri (2009) - en iyi teknik başarı [agnes godard]
*monterrey enternasyonal film festivali (2009) - en iyi ses [luc yersin]
*uçan süpürge uluslararası kadın filmleri festivali (2010) - en iyi film fipresci ödülü
film toplamda 10 ödüle sahiptir.
*isviçre film ödülü (2009) - en iyi senaryo [ursula meier] [antoine jaccoud]
*lumiere ödülleri (2009) - en iyi teknik başarı [agnes godard]
*monterrey enternasyonal film festivali (2009) - en iyi ses [luc yersin]
*uçan süpürge uluslararası kadın filmleri festivali (2010) - en iyi film fipresci ödülü
film toplamda 10 ödüle sahiptir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "editör" tarafından 17.08.2023 14:58 tarihinde açılmıştır.
1.
film şenlikli bir ailenin terk edilmiş otoban üzerinde gece vakti büyük keyifle eğlenerek kriket oynadıkları sahne ile açılıyor. sonraki sahnede aynı ailenin bütün üyelerinin birlikte banyo yapıp çıplaklıklarından rahatsız olmadan son derece normal bir şey yapıyorlarmış edasıyla şakalaştıklarını izliyoruz. banyo sonrası çöpü yolun karşı kıyısına atan babayı otoyolun orta yerinde duran koltuğuna kurulup gururla baktığı yuvasına karşı keyif sigarası içerken görürüz. ertesi gün baba yolun karşı kıyısındaki işine gider, çocuklardan ikisi hazırlanıp hiç göremediğimiz ve ne kadar uzakta olduğunu bilemediğimiz karşı kıyıdaki okula gider, evin büyük kızı bikinisini giyip son ses dinlediği gürültülü müzik ve ağzından hiç düşürmediği sigarası eşliğinde güneşlenmek üzere bahçedeki şezlonga uzanır, anne de ev işleri için yuvasına döner beyazları yıkamak üzere çamaşırları toplar. çocuklar ve baba eve dönüp evdeki rutinlerini hallettikten sonra akşam bahçede üç kişilik koltuğa beş kişi sığışarak televizyon izlerler.
buraya kadar olan beş dakikalık kısmından son derece ilginç bir aileyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmıştır. baba, anne, iki ergen genç kız ve bir küçük erkek çocuktan oluşan bu aile uzun yıllar önce terk edilmiş otoyolun kenarına inşa ettikleri evlerinde on yıldır oturmaktadır. sebze bahçesi, yeşil alanı bulunan evin yan tarafına bir de havuz yapmaktadırlar. kentin kaosundan uzakta ıssız ve dingin doğanın içinde izole bir yaşamı tercih eden aile gayet mutlu, güvenli ve huzurludur. hiçbir şeyi umursamayan ve normalde kentte olmayı arzulaması gereken bikinili büyük kız judith bile hayatından gayet memnundur.
aile, atıl vaziyetteki otoyolu ön bahçeleri, oyun alanları ve öteki tarafa-karşı kıyıya geçiş yeri olarak kullanmaktadır. kentle yuvaları arasından terk edilmiş bir otoyol geçmektedir ve bu otoyol huzurlarıyla modern dünya arasında sınır görevi görmektedir.
bir akşam yine beşi bir koltukta televizyon izlerken evin en küçüğü olan julien, bisikletle gezerken otoyolda bir iş makinesi gördüğünü söylediğinde ortama bomba düşmüş gibi olur. ablaları çocuğu yalan söylemekle itham edip kafasına vururlarken anne büyük bir moral bozukluğuyla kalkıp ortamı terk eder. korkulan olmuş yıllardır söylentisi olan otoyolun açılması gerçekleşmek üzeredir.
ertesi gün iş makineleri gelir, ailenin eşyaları (judith hiç istifini bozmadan güneşlenirken) yol işçileri tarafından bahçeye taşınır, bariyerler takılır, yol asfaltlanır ve beyaz çizgiler çekilir. yoldan çekilen ilk eşya babanın koltuğudur ve bu düzenin bozulacağının, güvenin sona ereceğinin işareti gibidir. ev içi gerilim artıp tartışmalar yaşanmaya, eşyalar tekmelenmeye başlanmasına rağmen yuvanın koruyucu meleği anne hâlâ yolun açılacağına inanmamaktadır, daha önce de asfalt dökmüş fakat açmamışlardır. aslında kaçınılmaz sonun farkındadır ama kendini kandırmaya çalışmaktadır. yine taşınmak, yeniden başlamak, tekrar çalışma hayatına dönmek onun için korkunç gözükmektedir. radyo, bekledikleri e57 yolunun yıllar sonra açılacağı haberini günün en önemli haberi olarak geçtiğinde umutlar da tükenir. fakat yuvalarını terk etmeye hiç mi hiç niyetleri yoktur. ilk önce kediyi yola ulaşamayacağı uzunlukta bir iple eve bağlarlar sonra da çeşitli yöntemlerle kendilerini.
otoban trafiğe açılır, araç sayısı her geçen gün artar. böylece ailenin huzuru kaçar, mahremiyeti sona erer. her gün güneşlenen judith yoldan geçen tırların selektörlü-kornalı tacizine uğrar, anne iç çamaşırları aynı nedenle dışarıdaki ipe seremez hale gelir. çocukların okula, babanın işe gidebilmek için üç bariyer geçmeleri gerekmektedir ve gecenin ileri saatleri dışında karşıya geçmek imkansız hale gelmiştir. ilerideki dar bir kanalizasyon tünelinden geçebiliyorlardır ancak buna da babanın klostrofobisi engel olacaktır.
artık ön bahçelerinden günde binlerce araç geçmektedir. uzağı yakın eden ve kimileri için büyük nimet olan yol, uygarlıkla bağını kopardığı ailenin hayatını cehenneme çevirmiştir. medeniyet ve ilerleme aileye gürültü, toz-toprak, hava kirliliği, kötü koku ve tehlike olarak yansımıştır.
***spoiler***
otobanın trafiğe açılışını önce oyun eğlence malzemesi kılarak geçiştirmek isterler, gürültüyü duymamak için sesin en az duyulduğu odada hep birlikte yatmaya başlarlar. fakat işin şakaya gelir yanının olmadığını görünce her biri farklı mizaçlarda olan aile üyelerinin tepkisi farklı türde olacaktır.
evin büyük kızı judith özgürlüğüne en düşkün ve yaşananlar karşısında en pervasızdır. bu karakterine uygun olarak evin duvarına bağlı bir mahkum hayatı yaşayan kediyi serbest bırakıp özgürlüğüne kavuşturur. ilk etapta hiç umursamadan güneşlenmesine devam ederken bir yerden sonra toplumsal baskının özgürlüğüne ket vurmaya başladığını gördüğünde yuvadan uçan ilk kuş da o olacak ve bir gün muhtemelen geçen arabalardan birine atlayıp ortadan kaybolup gidecektir. geri döndüğünde karşılaştığı tüm boşlukları tuğla ile örülmüş dört duvarla karşılaşınca ailesinin içeride olup olmadığını umursamaksızın gerisin geri dönüp kendi özgürlüğüne kulaç atacaktır.
annenin korumacılığı ise önce ret ve inkar şeklinde kendini gösterecek, yeni şartları kabullendiğinde ise her ne olursa olsun yuvasını terk etmemek üzere koşullanacaktır. ailenin geri kalanının adaptasyonu için çabalayacak, bir aşamaya kadar yeni görüntünün korkunçluğunu örtmeye çalışacaktır.
bedeniyle judith kadar barışık olmayan takıntılı ortanca kız ise matematiksel hesaplarla geçen araç sayısının yaydığı karbondioksitin soludukları havayı kirletme oranını hesaplayacak, bu kirli havanın onları bir müddet sonra hasta edip öldüreceği sonucuna varacak, giderek paranoyaklaşacak, bu paranoyasına küçük kardeşini de ortak edecek, evin dışına şinorkel ve maskelerle filan çıkabileceklerdir.
elden gittiğini fark ettiği yuvadan çok ailesini önemseyen baba ise durumu kabullenip yeni bir başlangıç hesapları yaparken annenin muhafazakar tutumuna teslim olmak zorunda kalacaktır.
modern yaşam kendine özgü yaşam tarzı kurmuş bir ailenin huzur ve sukûnetine tecavüz etmiş, beraberinde getirdiği gürültü, kirlilik ve koku ile aile içinde çatışmaların, tartışmaların, saldırganlıkların yaşanmasına ve görmezden gelinen sorunların gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. otoyol masum bir ulaşım yolu olarak değil yıkıcı-dönüştürücü bir güç olarak gelmiştir. kötülük dış dünyadan gelmiş aile içe kapanmıştır. yuva, aile üyelerinin birer mahkum haline geldiği her karesinin izole edildiği, her gözeneğinin tıkandığı yüksek korunaklı bir hapishaneye dönüşmüştür. ailedeki tüm karakterlerin birer birer delirmeye başlamalarıyla özellikle de annenin yuvasını terk etmeme konusunda "şiddetli" ısrarı hapishanenin bir mezara dönüşmesi riskini ortaya çıkacaktır.
bilhassa son yarım saati oldukça çarpıcı olan filmde yuvanın yuva olmaktan çıkıp mezbelelik bir çöp eve, içinde yaşayanların da birer vahşi yaratığa dönüşmesi karşısında baba her şeyden vazgeçmişken uzunca uykusundan uyanıp aydınlanma yaşayan anne, yuvayı kurtaramadıysa da aileyi kurtarmayı tercih edecek, tüm kapı ve pencereleri tuğlalarla örüldüğü için içeridekilerin ölmek üzere olduğu bir aşamada kapının tuğlalarını kıracak ve yeni bir başlangıç için derin bir soluk alacaktır.
isviçreli belgesel yönetmeni ursula meier ilk uzun metrajlı filminde aile ve modernite kavramlarını ilgi çekici bir hikâye üzerinden ele almış ve ortaya çarpıcı bir film çıkarmayı başarmış. fakat filmi bitirip şöyle bir düşündüğünüzde yönetmenin aile güzellemesi mi yaptığı yoksa modernizm eleştirisi mi yaptığı konusunda emin olamıyorsunuz. ama modern ilerleme ve gelişmenin olumlu ve olumsuz yönlerinin altını çizmekle birlikte yönetmenin daha çok ailenin nevrotik hasarlara yol açan yönlerine eğildiğini söylemek mümkün.
captain fantastic filminde de buna benzer anarşist bir aile işlenmişti. captain fantastic'teki anne-babanın çocuklarını her türlü etkiden uzak, vahşi doğanın içinde yetiştirmeleri kararının çocukların modern kentle ilk karşılaştıklarında hata vermesi gibi toplumsal normların dışında bir yaşam tarzı benimseyen ve özgürce yaşayan bu filmdeki aile de modern olan karşısında tutunamıyor ve uyum sağlamak zorunda kalıyor.
altında anne ve babanın aldığı kararların ve attığı imzaların olduğu ailelerin içine doğuyoruz ve o ailenin normali neyse onu içselleştirip yaşamaya başlıyoruz. kötü olabileceklerini düşünmediğimiz ebeveynleri örnek alıp onları taklit ediyoruz. iyisiyle kötüsüyle ailede yaşadıklarımız tüm yaşamımıza sirayet ediyor ve ailenin çevrelediği duvarlar arasında aldığımız etkiyi ölünceye dek atamıyoruz. filmdeki ailede de dış etkilerle başlasa da ebeveynlerin aldığı kararların çocukları da kapsayan kolektif bir "çıldırının anaforu"na sürüklediğini görüyoruz...
buraya kadar olan beş dakikalık kısmından son derece ilginç bir aileyle karşı karşıya olduğumuz anlaşılmıştır. baba, anne, iki ergen genç kız ve bir küçük erkek çocuktan oluşan bu aile uzun yıllar önce terk edilmiş otoyolun kenarına inşa ettikleri evlerinde on yıldır oturmaktadır. sebze bahçesi, yeşil alanı bulunan evin yan tarafına bir de havuz yapmaktadırlar. kentin kaosundan uzakta ıssız ve dingin doğanın içinde izole bir yaşamı tercih eden aile gayet mutlu, güvenli ve huzurludur. hiçbir şeyi umursamayan ve normalde kentte olmayı arzulaması gereken bikinili büyük kız judith bile hayatından gayet memnundur.
aile, atıl vaziyetteki otoyolu ön bahçeleri, oyun alanları ve öteki tarafa-karşı kıyıya geçiş yeri olarak kullanmaktadır. kentle yuvaları arasından terk edilmiş bir otoyol geçmektedir ve bu otoyol huzurlarıyla modern dünya arasında sınır görevi görmektedir.
bir akşam yine beşi bir koltukta televizyon izlerken evin en küçüğü olan julien, bisikletle gezerken otoyolda bir iş makinesi gördüğünü söylediğinde ortama bomba düşmüş gibi olur. ablaları çocuğu yalan söylemekle itham edip kafasına vururlarken anne büyük bir moral bozukluğuyla kalkıp ortamı terk eder. korkulan olmuş yıllardır söylentisi olan otoyolun açılması gerçekleşmek üzeredir.
ertesi gün iş makineleri gelir, ailenin eşyaları (judith hiç istifini bozmadan güneşlenirken) yol işçileri tarafından bahçeye taşınır, bariyerler takılır, yol asfaltlanır ve beyaz çizgiler çekilir. yoldan çekilen ilk eşya babanın koltuğudur ve bu düzenin bozulacağının, güvenin sona ereceğinin işareti gibidir. ev içi gerilim artıp tartışmalar yaşanmaya, eşyalar tekmelenmeye başlanmasına rağmen yuvanın koruyucu meleği anne hâlâ yolun açılacağına inanmamaktadır, daha önce de asfalt dökmüş fakat açmamışlardır. aslında kaçınılmaz sonun farkındadır ama kendini kandırmaya çalışmaktadır. yine taşınmak, yeniden başlamak, tekrar çalışma hayatına dönmek onun için korkunç gözükmektedir. radyo, bekledikleri e57 yolunun yıllar sonra açılacağı haberini günün en önemli haberi olarak geçtiğinde umutlar da tükenir. fakat yuvalarını terk etmeye hiç mi hiç niyetleri yoktur. ilk önce kediyi yola ulaşamayacağı uzunlukta bir iple eve bağlarlar sonra da çeşitli yöntemlerle kendilerini.
otoban trafiğe açılır, araç sayısı her geçen gün artar. böylece ailenin huzuru kaçar, mahremiyeti sona erer. her gün güneşlenen judith yoldan geçen tırların selektörlü-kornalı tacizine uğrar, anne iç çamaşırları aynı nedenle dışarıdaki ipe seremez hale gelir. çocukların okula, babanın işe gidebilmek için üç bariyer geçmeleri gerekmektedir ve gecenin ileri saatleri dışında karşıya geçmek imkansız hale gelmiştir. ilerideki dar bir kanalizasyon tünelinden geçebiliyorlardır ancak buna da babanın klostrofobisi engel olacaktır.
artık ön bahçelerinden günde binlerce araç geçmektedir. uzağı yakın eden ve kimileri için büyük nimet olan yol, uygarlıkla bağını kopardığı ailenin hayatını cehenneme çevirmiştir. medeniyet ve ilerleme aileye gürültü, toz-toprak, hava kirliliği, kötü koku ve tehlike olarak yansımıştır.
***spoiler***
otobanın trafiğe açılışını önce oyun eğlence malzemesi kılarak geçiştirmek isterler, gürültüyü duymamak için sesin en az duyulduğu odada hep birlikte yatmaya başlarlar. fakat işin şakaya gelir yanının olmadığını görünce her biri farklı mizaçlarda olan aile üyelerinin tepkisi farklı türde olacaktır.
evin büyük kızı judith özgürlüğüne en düşkün ve yaşananlar karşısında en pervasızdır. bu karakterine uygun olarak evin duvarına bağlı bir mahkum hayatı yaşayan kediyi serbest bırakıp özgürlüğüne kavuşturur. ilk etapta hiç umursamadan güneşlenmesine devam ederken bir yerden sonra toplumsal baskının özgürlüğüne ket vurmaya başladığını gördüğünde yuvadan uçan ilk kuş da o olacak ve bir gün muhtemelen geçen arabalardan birine atlayıp ortadan kaybolup gidecektir. geri döndüğünde karşılaştığı tüm boşlukları tuğla ile örülmüş dört duvarla karşılaşınca ailesinin içeride olup olmadığını umursamaksızın gerisin geri dönüp kendi özgürlüğüne kulaç atacaktır.
annenin korumacılığı ise önce ret ve inkar şeklinde kendini gösterecek, yeni şartları kabullendiğinde ise her ne olursa olsun yuvasını terk etmemek üzere koşullanacaktır. ailenin geri kalanının adaptasyonu için çabalayacak, bir aşamaya kadar yeni görüntünün korkunçluğunu örtmeye çalışacaktır.
bedeniyle judith kadar barışık olmayan takıntılı ortanca kız ise matematiksel hesaplarla geçen araç sayısının yaydığı karbondioksitin soludukları havayı kirletme oranını hesaplayacak, bu kirli havanın onları bir müddet sonra hasta edip öldüreceği sonucuna varacak, giderek paranoyaklaşacak, bu paranoyasına küçük kardeşini de ortak edecek, evin dışına şinorkel ve maskelerle filan çıkabileceklerdir.
elden gittiğini fark ettiği yuvadan çok ailesini önemseyen baba ise durumu kabullenip yeni bir başlangıç hesapları yaparken annenin muhafazakar tutumuna teslim olmak zorunda kalacaktır.
modern yaşam kendine özgü yaşam tarzı kurmuş bir ailenin huzur ve sukûnetine tecavüz etmiş, beraberinde getirdiği gürültü, kirlilik ve koku ile aile içinde çatışmaların, tartışmaların, saldırganlıkların yaşanmasına ve görmezden gelinen sorunların gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. otoyol masum bir ulaşım yolu olarak değil yıkıcı-dönüştürücü bir güç olarak gelmiştir. kötülük dış dünyadan gelmiş aile içe kapanmıştır. yuva, aile üyelerinin birer mahkum haline geldiği her karesinin izole edildiği, her gözeneğinin tıkandığı yüksek korunaklı bir hapishaneye dönüşmüştür. ailedeki tüm karakterlerin birer birer delirmeye başlamalarıyla özellikle de annenin yuvasını terk etmeme konusunda "şiddetli" ısrarı hapishanenin bir mezara dönüşmesi riskini ortaya çıkacaktır.
bilhassa son yarım saati oldukça çarpıcı olan filmde yuvanın yuva olmaktan çıkıp mezbelelik bir çöp eve, içinde yaşayanların da birer vahşi yaratığa dönüşmesi karşısında baba her şeyden vazgeçmişken uzunca uykusundan uyanıp aydınlanma yaşayan anne, yuvayı kurtaramadıysa da aileyi kurtarmayı tercih edecek, tüm kapı ve pencereleri tuğlalarla örüldüğü için içeridekilerin ölmek üzere olduğu bir aşamada kapının tuğlalarını kıracak ve yeni bir başlangıç için derin bir soluk alacaktır.
isviçreli belgesel yönetmeni ursula meier ilk uzun metrajlı filminde aile ve modernite kavramlarını ilgi çekici bir hikâye üzerinden ele almış ve ortaya çarpıcı bir film çıkarmayı başarmış. fakat filmi bitirip şöyle bir düşündüğünüzde yönetmenin aile güzellemesi mi yaptığı yoksa modernizm eleştirisi mi yaptığı konusunda emin olamıyorsunuz. ama modern ilerleme ve gelişmenin olumlu ve olumsuz yönlerinin altını çizmekle birlikte yönetmenin daha çok ailenin nevrotik hasarlara yol açan yönlerine eğildiğini söylemek mümkün.
captain fantastic filminde de buna benzer anarşist bir aile işlenmişti. captain fantastic'teki anne-babanın çocuklarını her türlü etkiden uzak, vahşi doğanın içinde yetiştirmeleri kararının çocukların modern kentle ilk karşılaştıklarında hata vermesi gibi toplumsal normların dışında bir yaşam tarzı benimseyen ve özgürce yaşayan bu filmdeki aile de modern olan karşısında tutunamıyor ve uyum sağlamak zorunda kalıyor.
altında anne ve babanın aldığı kararların ve attığı imzaların olduğu ailelerin içine doğuyoruz ve o ailenin normali neyse onu içselleştirip yaşamaya başlıyoruz. kötü olabileceklerini düşünmediğimiz ebeveynleri örnek alıp onları taklit ediyoruz. iyisiyle kötüsüyle ailede yaşadıklarımız tüm yaşamımıza sirayet ediyor ve ailenin çevrelediği duvarlar arasında aldığımız etkiyi ölünceye dek atamıyoruz. filmdeki ailede de dış etkilerle başlasa da ebeveynlerin aldığı kararların çocukları da kapsayan kolektif bir "çıldırının anaforu"na sürüklediğini görüyoruz...
devamını gör...