#televizyon dizileri
2020 yapımı 6 bölümlük hbo dizisi. 90'lar amerikasında three rivers connecticut'ta yaşayan biri şizofren olan ikizlerin yaşadıklarını anlatıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "nymphe" tarafından 26.02.2021 19:04 tarihinde açılmıştır.
1.
aşırı ağır olan, insanı izlerken derin düşüncelere sürükleyen ve bence hayatı sorgulatan bir drama.
başrolde mark ruffalo'nun oynadığı hbo yapımı, 6 bölümlük bir mini dizi. dizinin güzel olduğunu hbo yapımı olmasından zaten anlayabilirsiniz.
mark ruffalo'nun oyunculuğu o kadar mükemmeldi ki izlerken tüm duyguları yoğun yoğun yaşattı. mini dizi izlemeyi seven, bir solukta bitirmek güzel oluyor diyen kişilere önerebilirim ama dikkat edin, o soluk bazen kesilebiliyor üzüntüden.
başrolde mark ruffalo'nun oynadığı hbo yapımı, 6 bölümlük bir mini dizi. dizinin güzel olduğunu hbo yapımı olmasından zaten anlayabilirsiniz.
mark ruffalo'nun oyunculuğu o kadar mükemmeldi ki izlerken tüm duyguları yoğun yoğun yaşattı. mini dizi izlemeyi seven, bir solukta bitirmek güzel oluyor diyen kişilere önerebilirim ama dikkat edin, o soluk bazen kesilebiliyor üzüntüden.
devamını gör...
2.
mark ruffalo'ya altın kürede ödül getiren şahane dizi. ikiz kardeşleri oynayan ruffalo başarılı bir performans sunmuştur. şizofren kardeşlerden biri ve ona destek olmaya çalışan öteki kardeş. şizofren kardeşin dünyayı kurtarma çabaları yürek burktu.
devamını gör...
3.
bir senaristin, bir hayat ne kadar ters gidebilir, ne kadar trajik olabilir diye yola çıkıp işin bokunu çıkarması sonucu ortaya çıkan bir dizi. bir tür acı pornosu, mazoşizm.. ilk bölüm hoşuma gitse de bi endişelenmiştim zaten bu yeşilçam dramasına bağlamasın diye, endişelerimde haklı çıktım.
--- `spoiler` ---
ikiz kardeşi şizofren, annesi kanserden ölen, zorba, üvey bir baba ile büyümüş, ilk çocuğunu daha yaşına varmadan kaybeden, cadılar bayramında arabasına saldırılan, ardından gece öfkeyle arabasına binip yol yaparken kötü bir kaza yapan, sonrasında işe gidip evin çatısından düşen... bir adamın hikayesi. 4. bölümde bıraktım. tabi daha fakir olması, kardeşinin kütüphanede elini kesip hapse atılmasından, sevgilisinin onu aldatmasından falan bahsetmedim.
--- `spoiler` ---
bir kurmaca, yalan olduğu önden kabul edilerek var edilir ve alıcısı da bunu bilerek kurmacayı talep eder. bununla birlikte anlatıcının okuyucuyu/ izleyiciyi kurmacadan koparmayacak bir ustalık sergilemesi beklenir. bu önceden kurmacanın gerçekçi olması ile ilişkiledirilirdi ama postmodernizm ile "gerçek" belirsizleşti, belki de bu sayede harika romanlar yazıldı.
konuya dönecek olursak bu diziye ben bir yerden sonra tahammül edemedim. 4. bölümün ortasında bıraktım. güzel bir kadınla sohbet etmeme sebep olmasaydı muhtemelen 3. bölüme gelmeden bırakırdım. bence bu kadar trajedi bir dizide bile olmaz.
bir filmi veya diziyi başarılı kılan karakterlerle empati kurabilmemdir. sonuçta kurmacadan keyif almamızın olayı da bu: ben onun yerinde olsam nasıl olurdu? diziyi izlerken böyle bir şey başıma gelebilir miydi diye sormaya başlayınca bir yerde yeter amk dedim artık yani. peki neden isyan ettim? ben bu kadar acıyı hayalinde bile kaldıramayacak kadar güçsüz müyüm? bence bu soru bir süper kahraman filmi izlerken ben de bu adam gibi uçabilir miyim demekle aynı. ama süper kahramanın gerçekdışı bir karakter olduğu çok açıkken dominic uçamıyor diye (çatıdan düştüğünü saymazsak) onu daha gerçekçi, daha içimizden biri gibi mi sayacağız?
bir diğer taraftan asıl bana bu diziyi bıraktıran, dizinin zihnime bir karamsarlık örüntüsü işliyor olabileceği ihtimaliydi. ergenlikte karamsar olmak cool bir hava veriyordu, 20 li yaşlar da ergenlik sayılıyor mu bilmiyorum ama bu 30 larıma kadar devam etti. işler fazlaca boka sardığında bu karamsarlık bir mucize beklentisine dönüştü, gerçeklik algımı bozdu. bir süre dindarlığımı körükledi, sonrasında inancımı yitirsem de dindar biri olarak kalmaya devam etmeye çalıştım. derken bir mucize oldu ve tanrı dualarımı kabul etti derken başka bir şehirde sürgünde buldum kendimi. karamsarlık başa çıkamadığım bir karanlığa, boşluğa dönüştü. haneke yüzünden, varoluşçu yazarlar yüzünden böyle oldu hep diyordum. yeterince karamsar olabilmek beni daha cesur yapacaktı. daha başıma ne gelebilir ki bunlar gelebilir gönder gelsin. gardını açıp rakibine meydan okuyan gerizekalı boksör tavrı bu. gerizekalı.. cüneyt arkın 'ın yıkılmayan adamı da böyleydi sanki.
neyse sonuç olarak dizi size duygusal mazoşizmin, ajitasyonun doruklarında bir seyir vadediyor. duygusal olarak bu kadar acı çekmenize rağmen hala diziyi güzel buluyorsanız bence sıkıntı var ya. "six feet under" ın dördüncü sezonu, "leyla ve mecnun" un son dönemleri falan da fazlaca trajikti ama onlar kurnazca bu trajediye maruz bıraktılar sevenlerini.
--- `spoiler` ---
ikiz kardeşi şizofren, annesi kanserden ölen, zorba, üvey bir baba ile büyümüş, ilk çocuğunu daha yaşına varmadan kaybeden, cadılar bayramında arabasına saldırılan, ardından gece öfkeyle arabasına binip yol yaparken kötü bir kaza yapan, sonrasında işe gidip evin çatısından düşen... bir adamın hikayesi. 4. bölümde bıraktım. tabi daha fakir olması, kardeşinin kütüphanede elini kesip hapse atılmasından, sevgilisinin onu aldatmasından falan bahsetmedim.
--- `spoiler` ---
bir kurmaca, yalan olduğu önden kabul edilerek var edilir ve alıcısı da bunu bilerek kurmacayı talep eder. bununla birlikte anlatıcının okuyucuyu/ izleyiciyi kurmacadan koparmayacak bir ustalık sergilemesi beklenir. bu önceden kurmacanın gerçekçi olması ile ilişkiledirilirdi ama postmodernizm ile "gerçek" belirsizleşti, belki de bu sayede harika romanlar yazıldı.
konuya dönecek olursak bu diziye ben bir yerden sonra tahammül edemedim. 4. bölümün ortasında bıraktım. güzel bir kadınla sohbet etmeme sebep olmasaydı muhtemelen 3. bölüme gelmeden bırakırdım. bence bu kadar trajedi bir dizide bile olmaz.
bir filmi veya diziyi başarılı kılan karakterlerle empati kurabilmemdir. sonuçta kurmacadan keyif almamızın olayı da bu: ben onun yerinde olsam nasıl olurdu? diziyi izlerken böyle bir şey başıma gelebilir miydi diye sormaya başlayınca bir yerde yeter amk dedim artık yani. peki neden isyan ettim? ben bu kadar acıyı hayalinde bile kaldıramayacak kadar güçsüz müyüm? bence bu soru bir süper kahraman filmi izlerken ben de bu adam gibi uçabilir miyim demekle aynı. ama süper kahramanın gerçekdışı bir karakter olduğu çok açıkken dominic uçamıyor diye (çatıdan düştüğünü saymazsak) onu daha gerçekçi, daha içimizden biri gibi mi sayacağız?
bir diğer taraftan asıl bana bu diziyi bıraktıran, dizinin zihnime bir karamsarlık örüntüsü işliyor olabileceği ihtimaliydi. ergenlikte karamsar olmak cool bir hava veriyordu, 20 li yaşlar da ergenlik sayılıyor mu bilmiyorum ama bu 30 larıma kadar devam etti. işler fazlaca boka sardığında bu karamsarlık bir mucize beklentisine dönüştü, gerçeklik algımı bozdu. bir süre dindarlığımı körükledi, sonrasında inancımı yitirsem de dindar biri olarak kalmaya devam etmeye çalıştım. derken bir mucize oldu ve tanrı dualarımı kabul etti derken başka bir şehirde sürgünde buldum kendimi. karamsarlık başa çıkamadığım bir karanlığa, boşluğa dönüştü. haneke yüzünden, varoluşçu yazarlar yüzünden böyle oldu hep diyordum. yeterince karamsar olabilmek beni daha cesur yapacaktı. daha başıma ne gelebilir ki bunlar gelebilir gönder gelsin. gardını açıp rakibine meydan okuyan gerizekalı boksör tavrı bu. gerizekalı.. cüneyt arkın 'ın yıkılmayan adamı da böyleydi sanki.
neyse sonuç olarak dizi size duygusal mazoşizmin, ajitasyonun doruklarında bir seyir vadediyor. duygusal olarak bu kadar acı çekmenize rağmen hala diziyi güzel buluyorsanız bence sıkıntı var ya. "six feet under" ın dördüncü sezonu, "leyla ve mecnun" un son dönemleri falan da fazlaca trajikti ama onlar kurnazca bu trajediye maruz bıraktılar sevenlerini.
devamını gör...