#ödüllü filmler
1994 yılı film,ülkemizde çılgınlığın ötesinde adıyla yayınlandı. john adlı bir adamın,bir korku kitabı yazarının peşine düşmesiyle ,kendini korku dolu durumların içinde bulması anlatılır. imdb puanı 7,1.
yönetmen:
john carpenter
oyuncular:
sam neill
julie carmen
jürgen prochnow
david warner
sandy king
john glover
bernie casey
john carpenter
oyuncular:
sam neill
julie carmen
jürgen prochnow
david warner
sandy king
john glover
bernie casey
fantasporto-1995
eleştirmenlerin ödülü-jonh carpenter
eleştirmenlerin ödülü-jonh carpenter
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "stuff" tarafından 06.02.2021 16:05 tarihinde açılmıştır.
1.
1994 yapımı, daha jeneriğinde çalan muhteşem şarkıyla insanı etkisi altına alan ve defalarca izlemekten bıkmadığım, bana göre john carpenter'in en iyi filmi. sam neill' in muhteşem performansı başta olmak üzere kurgusu, sahneleri, diyologları, her şeyiyle harika. ayrıca, profil kapak fotoğrafim da bu filmin en sevdiğim sahnelerinden birine aittir.
did i ever tell you my favorite color is blue?
filmin başında çalan şarkı;
did i ever tell you my favorite color is blue?
filmin başında çalan şarkı;
devamını gör...
2.
çok tuhaf bir film bence. filmin başlarında fantastik bir korku filmi havası verirken film ilerleyince değişiyor. ve son derece çarpıcı gibi görünen bir finalle seyirciyi uğurluyorlar.
devamını gör...
3.
90'ların iyi yaşlanan filmlerinden biridir; "tipik 90'lar filmi" denebilecek bir yapıt değildir yani.
john carpenter'ın en iyi birkaç filminden biridir. bir korku şölenidir. "lovecraftian" denen yapımların belki de en iyisidir. yanlış anlaşılmasın ve ismi kandırmasın*, bu eser bir lovecraft uyarlaması değildir ama h.p. lovecraft'ın üretimlerinden bir hayli esinlenilen bir iştir. ilk olarak 90'larda tv'de izlemişimdir ben bunu; geçtiğimiz aylarda yeniden, belki toplamda 10. kez seyretmişimdir. öyle bir filmdir. defalarca kendini izlettirebilir.
sutter cane isimli bir yazar var ve bu adam öyle şeyler yazıyormuş ki stephen king'in pabucu dama atılmış... yani bunun da çok ötesinde tesiri olan şeyler yazabiliyor bu hayali romancı. sam neill'in canlandırdığı başkarakter ise bu yazarın neden böyle gündemi sarstığını merak ediyor. birkaç kitabını satın alıyor cane'in ve başına büyük bir bela alıyor... ancak müthiş bir maceraya da atılmış oluyor tabii böylelikle ve biz izleyiciler için olayın güzel tarafı da bu. tabii başkarakterin olayı öyle "merak"la sınırlı değil de filmin kurgusuyla ilgili önemli spoiler vermek istemiyorum. hobb's end diye bir yer var mı? varsa burayı bulabilecekler mi? yanındaki kadın gerçek mi?.. gerçektir tabii ya, neden olmasın? ama olmayabilir mi?..
spoiler vermeden anlatmak zor tabii böyle bir filmi. ama aslında yapımın ismi bile bir spoiler olarak görülebilir. sonuçta oradaki başkarakter kim olursa olsun akıl sağlığı sınanırdı diye düşünüyorum. filmdeki carpenter dokunuşları da hemen kendini belli ediyor elbette. adam usta bir marangoz (carpenter) gibi harika bir ürün yapıp biz seyircilerine sunmuş.
yalnız bu filmi beğenmeyen de çok, bunu belirteyim. hatta carpenter'ın en kötü işi diyene bile rastladım. benim belki de 90'lar sinemasına özel bir tutkum olduğundan onlar gibi görmüyorumdur, bilemedim. ama öyle çok da yalnız değilim bu filmin harika bir şey olduğu görüşümde.
en iyisi siz izleyin de kendiniz karar verin hangi taraf haklı.
john carpenter'ın en iyi birkaç filminden biridir. bir korku şölenidir. "lovecraftian" denen yapımların belki de en iyisidir. yanlış anlaşılmasın ve ismi kandırmasın*, bu eser bir lovecraft uyarlaması değildir ama h.p. lovecraft'ın üretimlerinden bir hayli esinlenilen bir iştir. ilk olarak 90'larda tv'de izlemişimdir ben bunu; geçtiğimiz aylarda yeniden, belki toplamda 10. kez seyretmişimdir. öyle bir filmdir. defalarca kendini izlettirebilir.
sutter cane isimli bir yazar var ve bu adam öyle şeyler yazıyormuş ki stephen king'in pabucu dama atılmış... yani bunun da çok ötesinde tesiri olan şeyler yazabiliyor bu hayali romancı. sam neill'in canlandırdığı başkarakter ise bu yazarın neden böyle gündemi sarstığını merak ediyor. birkaç kitabını satın alıyor cane'in ve başına büyük bir bela alıyor... ancak müthiş bir maceraya da atılmış oluyor tabii böylelikle ve biz izleyiciler için olayın güzel tarafı da bu. tabii başkarakterin olayı öyle "merak"la sınırlı değil de filmin kurgusuyla ilgili önemli spoiler vermek istemiyorum. hobb's end diye bir yer var mı? varsa burayı bulabilecekler mi? yanındaki kadın gerçek mi?.. gerçektir tabii ya, neden olmasın? ama olmayabilir mi?..
spoiler vermeden anlatmak zor tabii böyle bir filmi. ama aslında yapımın ismi bile bir spoiler olarak görülebilir. sonuçta oradaki başkarakter kim olursa olsun akıl sağlığı sınanırdı diye düşünüyorum. filmdeki carpenter dokunuşları da hemen kendini belli ediyor elbette. adam usta bir marangoz (carpenter) gibi harika bir ürün yapıp biz seyircilerine sunmuş.
yalnız bu filmi beğenmeyen de çok, bunu belirteyim. hatta carpenter'ın en kötü işi diyene bile rastladım. benim belki de 90'lar sinemasına özel bir tutkum olduğundan onlar gibi görmüyorumdur, bilemedim. ama öyle çok da yalnız değilim bu filmin harika bir şey olduğu görüşümde.
en iyisi siz izleyin de kendiniz karar verin hangi taraf haklı.
devamını gör...
4.
korku filmleri'nin üstadların dan john carpenter'ın 1994 yılında yarattığı korku/fantastik tarzı film dir.
okuduğunuz korku kitabını yaşamaya başladığınızı düşünün... genel olarak film bunun üzerine kurulu.
trent isimli kişi bir nevi özel dedektiftir. sigorta şirketleri vs için çalışmaktadır.
sonra kendisinden popüler korku yazarı sutter kane'i veya yeni yazdığı kayıp kitabı bulması istenir bu yazarın kitapları bazı okuyucuları tarafından bir din gibi benimsenir ve cinnet gibi sonuçlara yol açar.
trent isimli karakter eski kitapları okur ve sutter kane'in peşine düşer bununla beraber eski kitaplarda geçen bir kasabada mahsur kalır. ve gerilim başlar.
film genel olarak sürekli insanı geriyor konusu ve hikayesi de orjinal ve iyi işlenmiş ancak trent'in sürekli rahat ve mutlaka bir açıklaması vardır. bunlar animasyon mu vs tarzı bir süre sonra insanı uyuz ediyor. ve sonu da gayet dramatik bitiyor.
genel olarak her john karperter filmi gibi kaliteli ancak olaylar çok hızlı işliyor. ya bu dünya bir yazarın kaleminden ibaretse...
okuduğunuz korku kitabını yaşamaya başladığınızı düşünün... genel olarak film bunun üzerine kurulu.
trent isimli kişi bir nevi özel dedektiftir. sigorta şirketleri vs için çalışmaktadır.
sonra kendisinden popüler korku yazarı sutter kane'i veya yeni yazdığı kayıp kitabı bulması istenir bu yazarın kitapları bazı okuyucuları tarafından bir din gibi benimsenir ve cinnet gibi sonuçlara yol açar.
trent isimli karakter eski kitapları okur ve sutter kane'in peşine düşer bununla beraber eski kitaplarda geçen bir kasabada mahsur kalır. ve gerilim başlar.
film genel olarak sürekli insanı geriyor konusu ve hikayesi de orjinal ve iyi işlenmiş ancak trent'in sürekli rahat ve mutlaka bir açıklaması vardır. bunlar animasyon mu vs tarzı bir süre sonra insanı uyuz ediyor. ve sonu da gayet dramatik bitiyor.
genel olarak her john karperter filmi gibi kaliteli ancak olaylar çok hızlı işliyor. ya bu dünya bir yazarın kaleminden ibaretse...
devamını gör...
5.
kitaptaki haritada bulunan yere giderken bir aksam yaşlı bir kadinin evine misafir olmak icin gittikleri kadinin tavanda örümcek gibi yürümesi,kadinin evindeki tabloda bulunan insanlarin yer degistirmesi, gece arabayla giderken yol kenarinda bisiklet süren bembeyaz uzun sacli amcalar vd. iyi düşünülmüş gerilim öğelerine sahip çağının ilerisinde güzel bir filmdi.bir digeri icin
(bkz: event horizon)
(bkz: event horizon)
devamını gör...
6.
başlangıçta gayet iyi başlayan ama bence filmin ortalarından sonra ve finalde sıkıntısı olan filmdir.
filme harika bir giriş yapmak zor değildir; yönetmenlerin en çok filmin ikinci yarısı ve final dokunuşunda zorlandıkları görünür.
bir sihirbaz için şapkaya koyup kaybettiği tavşanı geri getirmek neyse, yönetmen için filmin başında vaad ettiği harika finali izleyiciye vermekte odur.
filme harika bir giriş yapmak zor değildir; yönetmenlerin en çok filmin ikinci yarısı ve final dokunuşunda zorlandıkları görünür.
bir sihirbaz için şapkaya koyup kaybettiği tavşanı geri getirmek neyse, yönetmen için filmin başında vaad ettiği harika finali izleyiciye vermekte odur.
devamını gör...
7.
cthulhu mitosunu en iyi işlemiş filmdir. sonradan modern seyirciye ulaşmak için fazla felsefe kasmaya ya da anlamsız karizma takılmaya uğraşan denemeler oldu, hiçbiri bu kadar cuk olmadı.
mitostan habersiz seyircinin de keyif alacağı filmdir lakin lovecraft'ın eserleri günümüz korkusunun standartlarını belirlemiştir.
geçen senelerde unspeakble oath dergisinde, 25 sene önce yayımlanmış bir eleştirisini okudum. bu derginin, 90'larda en çekirdek call of cthulhu takipçilerini toplamış bir kült fanzin olma özelliği var. oradaki eleştirmen benim de takıldığım iki arızayı belirmişti
1- kiliseden çıkarta çıkarta doberman mı çıkarttınız amonyum! pompalı tüfekli mob bununla başa çıkamıyorsa, sonra mitos etkisine girip adam kesmek için yollara döküldüğünde hiç kormayalım. ya bari adamların aklı gitsin, transa falan girsinler elleri ayakları oynamasın, parçalanmayı da göster. köpek kolu ısırıyor. ooooo! trt kuduz spotu gibi sahne. elinde insanlık tarihinin en geniş canavar veritabanı var, şehri teslim alan kuvvet: doberman çetesi
2- eleman perili köşkten döndükten sonra film akmıyor. tamam cthulhu'yu uyandırmadınız da finali o kadar yalap şalap yapmanıza gerek yoktu. şimdi reddit'e yazsam bin kat güzel final yazar ona kültist kardeşlerim. yine de insanlık zaferi ucuzluğuna girmemelerini takdir ettim.
şahsi bir not olarak, filmdeki katedralin aslını, kanada'ya yaptığım bir ziyaret sırasında ziyaret etme şansı buldum. artık çevresi rezil amerikan suburbleri tarafından sarılmış. şehrin nüfusu da komple hint. iş arkadaşlarım "olm manyak mısın toronto'ya gelip oraya turistik amaçla giden tek insansın" demiş, anlamamışlardı. katedralin faaliyetleri, yoldan saptığı için ekümenlik tarafından durdurulmuştu ve kilise kapalıydı.
aynı filmdeki gibi.
mitostan habersiz seyircinin de keyif alacağı filmdir lakin lovecraft'ın eserleri günümüz korkusunun standartlarını belirlemiştir.
geçen senelerde unspeakble oath dergisinde, 25 sene önce yayımlanmış bir eleştirisini okudum. bu derginin, 90'larda en çekirdek call of cthulhu takipçilerini toplamış bir kült fanzin olma özelliği var. oradaki eleştirmen benim de takıldığım iki arızayı belirmişti
1- kiliseden çıkarta çıkarta doberman mı çıkarttınız amonyum! pompalı tüfekli mob bununla başa çıkamıyorsa, sonra mitos etkisine girip adam kesmek için yollara döküldüğünde hiç kormayalım. ya bari adamların aklı gitsin, transa falan girsinler elleri ayakları oynamasın, parçalanmayı da göster. köpek kolu ısırıyor. ooooo! trt kuduz spotu gibi sahne. elinde insanlık tarihinin en geniş canavar veritabanı var, şehri teslim alan kuvvet: doberman çetesi
2- eleman perili köşkten döndükten sonra film akmıyor. tamam cthulhu'yu uyandırmadınız da finali o kadar yalap şalap yapmanıza gerek yoktu. şimdi reddit'e yazsam bin kat güzel final yazar ona kültist kardeşlerim. yine de insanlık zaferi ucuzluğuna girmemelerini takdir ettim.
şahsi bir not olarak, filmdeki katedralin aslını, kanada'ya yaptığım bir ziyaret sırasında ziyaret etme şansı buldum. artık çevresi rezil amerikan suburbleri tarafından sarılmış. şehrin nüfusu da komple hint. iş arkadaşlarım "olm manyak mısın toronto'ya gelip oraya turistik amaçla giden tek insansın" demiş, anlamamışlardı. katedralin faaliyetleri, yoldan saptığı için ekümenlik tarafından durdurulmuştu ve kilise kapalıydı.
aynı filmdeki gibi.
devamını gör...