1.
kahvenin tadına aşık olan bir diğer kişi de 1555 yılında kahve çekirdeklerini hevesle istanbul’a taşıyan osmanlı’nın yemen valisiydi.
o zamanlarda sultan süleyman’ın yaşadığı topkapı sarayı, yeni bir hazırlama ve içme yöntemi geliştirip kahveyi benimsedi. çekirdekler ateşte kavrulur, ince öğütülür ve suda yavaşça pişirilirdi. kahve servis edilirken taneler içinde bırakılır, bu köpüklü içecek şeker ile tüketilebilirdi. bu lezzetli içecek saray mutfağının o kadar önemli bir parçası haline geldi ki buna özel bir unvan yaratıldı: kahvecibaşı
etkileyici lezzeti ve dayanılmaz demleme aroması sayesinde, kahve ve kahve merakı saraydan zenginlerin evlerine ve oradan sokaktaki vatandaşın mütevazı evlerine kadar taşındı. istanbul, kahve aşıkları ile doldu. yeşil kahve satın alınır, evde tavada pişirilir ve havan veya pistil içinde ince öğütülürdü. bu toz tanecikler cezve adında, özellikle kahve yapmak için tasarlanmış ve geleneksel olarak çinko, bakır, hatta gümüş veya altından yapılan küçük bir demlikte demlenirdi. günümüzde cezve paslanmaz çelik, alüminyum veya seramikten
yapılabiliyor ama türk kahvesi hala aynı şekilde yapılıyor. (bu arada, kahve içildikten sonra fincanın dibinde kalan kahve taneleri yüzyıllardır uygulanan türk kahve falının temelini oluşturur. kahve falı olarak bilinen bu uygulamada, fincanın dibinde kalan telve “okunur” ve içen kişinin geçmişi ve geleceği hakkında açıklamalar yapılır.)
dünyanın bilinen ilk kafesi bu zamanlarda istanbul’da açıldı, bu kuruluşlar genel halkı kahve ile tanıştırdı. kahvehane olarak bilinen bu kafeler faaliyete devam etti ve şehir kültürünün ayrılmaz birer parçası haline geldi. müşteriler bu işletmelere gelip kahve içer, sosyalleşir, müzik dinler, sanatçıları izler, satranç oynar ve güncel yerel ve dünya haberlerini öğrenirdi.
nitekim, kahve türkler için o kadar anlamlı hale geldi ki, türk yasalarına göre bir kadın eve yeterince kahve getiremeyen kocasını boşayabiliyordu. ölüm bizi ayırana kadar; yeterince kahvemiz olduğu sürece.
o zamanlarda sultan süleyman’ın yaşadığı topkapı sarayı, yeni bir hazırlama ve içme yöntemi geliştirip kahveyi benimsedi. çekirdekler ateşte kavrulur, ince öğütülür ve suda yavaşça pişirilirdi. kahve servis edilirken taneler içinde bırakılır, bu köpüklü içecek şeker ile tüketilebilirdi. bu lezzetli içecek saray mutfağının o kadar önemli bir parçası haline geldi ki buna özel bir unvan yaratıldı: kahvecibaşı
etkileyici lezzeti ve dayanılmaz demleme aroması sayesinde, kahve ve kahve merakı saraydan zenginlerin evlerine ve oradan sokaktaki vatandaşın mütevazı evlerine kadar taşındı. istanbul, kahve aşıkları ile doldu. yeşil kahve satın alınır, evde tavada pişirilir ve havan veya pistil içinde ince öğütülürdü. bu toz tanecikler cezve adında, özellikle kahve yapmak için tasarlanmış ve geleneksel olarak çinko, bakır, hatta gümüş veya altından yapılan küçük bir demlikte demlenirdi. günümüzde cezve paslanmaz çelik, alüminyum veya seramikten
yapılabiliyor ama türk kahvesi hala aynı şekilde yapılıyor. (bu arada, kahve içildikten sonra fincanın dibinde kalan kahve taneleri yüzyıllardır uygulanan türk kahve falının temelini oluşturur. kahve falı olarak bilinen bu uygulamada, fincanın dibinde kalan telve “okunur” ve içen kişinin geçmişi ve geleceği hakkında açıklamalar yapılır.)
dünyanın bilinen ilk kafesi bu zamanlarda istanbul’da açıldı, bu kuruluşlar genel halkı kahve ile tanıştırdı. kahvehane olarak bilinen bu kafeler faaliyete devam etti ve şehir kültürünün ayrılmaz birer parçası haline geldi. müşteriler bu işletmelere gelip kahve içer, sosyalleşir, müzik dinler, sanatçıları izler, satranç oynar ve güncel yerel ve dünya haberlerini öğrenirdi.
nitekim, kahve türkler için o kadar anlamlı hale geldi ki, türk yasalarına göre bir kadın eve yeterince kahve getiremeyen kocasını boşayabiliyordu. ölüm bizi ayırana kadar; yeterince kahvemiz olduğu sürece.
devamını gör...