karşıt kaderlerin kıvrak dokunuşu
başlık "bipolardan hallice" tarafından 11.07.2025 00:31 tarihinde açılmıştır.
1.
tarih kitapları, 29 mayıs 1453 sabahı konstantinopolis'in düşüşünü anlatırken, kerkoporta adlı küçük bir sivil kapının şanssız bir dikkatsizlik sonucu açık unutulduğunu yazar.
bu, tarihin en büyük imparatorluklarından birinin sonunu getiren trajik bir ihmal olarak kayda geçmiştir. ancak, venedik arşivlerinin tozlu dehlizlerinde ve galata'daki cenevizli tüccarların aile kayıtlarında fısıldanan, çok daha kişisel, çok daha karanlık bir hikâye vardır. bu, tarihin büyük anlatısının unuttuğu sıradan bir adamın, kapıcı andreas'ın hikâyesidir.
andreas, kuşatma altındaki şehrin binlerce isimsiz savunucusundan biriydi. hayatı, surların eğrikapı bölümündeki o küçük ve önemsiz kerkoporta'yı beklemekle geçmişti. o, ne soylu bir komutan ne de stratejileri tartışan bir saray mensubuydu. sadece, görevine sadık, sessiz bir nöbetçiydi. andreas'ın dünyası, o kapının taş çerçevesi, nöbet değişimlerinde yediği kuru peksimet ve tek varlığı olan kızı eleni'den ibaretti.
olayın kökleri, kuşatmadan aylar öncesine, şehrin ruhunu ikiye bölen o büyük dini çatışmaya dayanır. imparator xı. konstantinos, batı'dan askeri yardım alabilmek umuduyla, katolik kilisesi ile ortodoks kilisesi'nin birleşmesini kabul etmişti. bu karar, halkın önemli bir kısmında, özellikle de gennadios skolarios gibi din adamlarının takipçileri arasında büyük bir öfke ve ihanete uğramışlık hissi yaratmıştı. onlara göre, "latin külahı görmektense, türk sarığı görmek" evlaydı.
andreas'ın kızı eleni, işte bu ateşli ve inançlı kalabalığın içindeydi. bir akşam, skolarios'un vaazından dönerken, imparator'un "frank-sever" olarak görülen vareg muhafızlarının kalabalığa müdahalesi sırasında arada kaldı. bir arbede yaşandı, itilip kakıldı ve aldığı bir darbe sonucu birkaç gün sonra hayatını kaybetti. eleni'nin ölümü, resmi kayıtlara "talihsiz bir kaza" olarak geçti. andreas içinse bu, sadece kızının değil, şehre ve imparatora olan son sadakat kırıntısının da ölümüydü.
kızının cenazesini kaldırdıktan sonra andreas, eski andreas değildi. gözlerindeki o basit sadakat ateşi sönmüş, yerine soğuk, sabırlı bir nefret yerleşmişti. ona göre artık düşman, surların dışındaki sultan mehmed değil, kızının ölümüne sebep olan, inancına ihanet eden içerideki yönetimdi. kuşatma başladığında, herkes surların tepesinde canını dişine takmış savaşırken, andreas her gün aynı kapıyı, kerkoporta'yı beklemeye devam etti. ama artık o kapıyı korumuyordu; onunla ne yapacağını planlıyordu.
28 mayıs'ı 29 mayıs'a bağlayan gece, son büyük taarruz başladığında, şehir cehennemi bir gürültüyle sarsılıyordu. top sesleri, tekbirler, çan sesleri ve çığlıklar birbirine karışmıştı. herkesin dikkati, en büyük gediklerin verildiği ana savunma hatlarındaydı. kerkoporta'nın bulunduğu sakin bölümde ise sadece uzaktan gelen boğuk bir savaş uğultusu vardı.
işte o an, "karşıt kaderlerin kıvrak dokunuşu" gerçekleşti. bu bir kaza değildi. savaşın en yoğun anında, kimsenin dikkat etmeyeceği bir zamanda andreas, görev yerini terk etti. yıllardır her gün kilitlediği o ağır demir sürgüyü, bu kez sessizce geri çekti. kapıyı tamamen açmadı, sadece bir insanın sessizce sızabileceği kadar aralık bıraktı ve gölgelerin arasına çekilip bekledi.
çok geçmeden, o bölgeyi kolaçan eden bir grup osmanlı akıncısı, o akıl almaz fırsatı fark etti. içeri sızdılar, nöbetçi kulesini ele geçirdiler ve osmanlı sancağını surların içine diktiler. gerisi, tarih kitaplarının yazdığı gibiydi: panik, çözülme ve çöküş.
andreas'a ne oldu? hiç kimse bilmiyor. o, ne bir ödül aldı ne de bir hain olarak yargılandı. yaptığı eylem o kadar sessiz ve kişiseldi ki, savaşın kaosunda tamamen kayboldu. onun bilinçli ihaneti, tarihin büyük anlatısı içinde "basit bir ihmal" olarak eriyip gitti. belki de fetihten sonraki kalabalığın içinde isimsiz bir yüz olarak hayatına devam etti, belki de o geceki kargaşada can verdi.
bu fısıltı hikayesi doğruysa, konstantinopolis'in düşüşü sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda yaslı bir babanın, kızının intikamını bir imparatorluktan aldığı sessiz bir yeminin de sonucudur. ve tarihin en büyük dönüm noktalarından biri, bir komutanın kılıcıyla değil, sıradan bir nöbetçinin kalbindeki acıyla belirlenmiştir.
bu, tarihin en büyük imparatorluklarından birinin sonunu getiren trajik bir ihmal olarak kayda geçmiştir. ancak, venedik arşivlerinin tozlu dehlizlerinde ve galata'daki cenevizli tüccarların aile kayıtlarında fısıldanan, çok daha kişisel, çok daha karanlık bir hikâye vardır. bu, tarihin büyük anlatısının unuttuğu sıradan bir adamın, kapıcı andreas'ın hikâyesidir.
andreas, kuşatma altındaki şehrin binlerce isimsiz savunucusundan biriydi. hayatı, surların eğrikapı bölümündeki o küçük ve önemsiz kerkoporta'yı beklemekle geçmişti. o, ne soylu bir komutan ne de stratejileri tartışan bir saray mensubuydu. sadece, görevine sadık, sessiz bir nöbetçiydi. andreas'ın dünyası, o kapının taş çerçevesi, nöbet değişimlerinde yediği kuru peksimet ve tek varlığı olan kızı eleni'den ibaretti.
olayın kökleri, kuşatmadan aylar öncesine, şehrin ruhunu ikiye bölen o büyük dini çatışmaya dayanır. imparator xı. konstantinos, batı'dan askeri yardım alabilmek umuduyla, katolik kilisesi ile ortodoks kilisesi'nin birleşmesini kabul etmişti. bu karar, halkın önemli bir kısmında, özellikle de gennadios skolarios gibi din adamlarının takipçileri arasında büyük bir öfke ve ihanete uğramışlık hissi yaratmıştı. onlara göre, "latin külahı görmektense, türk sarığı görmek" evlaydı.
andreas'ın kızı eleni, işte bu ateşli ve inançlı kalabalığın içindeydi. bir akşam, skolarios'un vaazından dönerken, imparator'un "frank-sever" olarak görülen vareg muhafızlarının kalabalığa müdahalesi sırasında arada kaldı. bir arbede yaşandı, itilip kakıldı ve aldığı bir darbe sonucu birkaç gün sonra hayatını kaybetti. eleni'nin ölümü, resmi kayıtlara "talihsiz bir kaza" olarak geçti. andreas içinse bu, sadece kızının değil, şehre ve imparatora olan son sadakat kırıntısının da ölümüydü.
kızının cenazesini kaldırdıktan sonra andreas, eski andreas değildi. gözlerindeki o basit sadakat ateşi sönmüş, yerine soğuk, sabırlı bir nefret yerleşmişti. ona göre artık düşman, surların dışındaki sultan mehmed değil, kızının ölümüne sebep olan, inancına ihanet eden içerideki yönetimdi. kuşatma başladığında, herkes surların tepesinde canını dişine takmış savaşırken, andreas her gün aynı kapıyı, kerkoporta'yı beklemeye devam etti. ama artık o kapıyı korumuyordu; onunla ne yapacağını planlıyordu.
28 mayıs'ı 29 mayıs'a bağlayan gece, son büyük taarruz başladığında, şehir cehennemi bir gürültüyle sarsılıyordu. top sesleri, tekbirler, çan sesleri ve çığlıklar birbirine karışmıştı. herkesin dikkati, en büyük gediklerin verildiği ana savunma hatlarındaydı. kerkoporta'nın bulunduğu sakin bölümde ise sadece uzaktan gelen boğuk bir savaş uğultusu vardı.
işte o an, "karşıt kaderlerin kıvrak dokunuşu" gerçekleşti. bu bir kaza değildi. savaşın en yoğun anında, kimsenin dikkat etmeyeceği bir zamanda andreas, görev yerini terk etti. yıllardır her gün kilitlediği o ağır demir sürgüyü, bu kez sessizce geri çekti. kapıyı tamamen açmadı, sadece bir insanın sessizce sızabileceği kadar aralık bıraktı ve gölgelerin arasına çekilip bekledi.
çok geçmeden, o bölgeyi kolaçan eden bir grup osmanlı akıncısı, o akıl almaz fırsatı fark etti. içeri sızdılar, nöbetçi kulesini ele geçirdiler ve osmanlı sancağını surların içine diktiler. gerisi, tarih kitaplarının yazdığı gibiydi: panik, çözülme ve çöküş.
andreas'a ne oldu? hiç kimse bilmiyor. o, ne bir ödül aldı ne de bir hain olarak yargılandı. yaptığı eylem o kadar sessiz ve kişiseldi ki, savaşın kaosunda tamamen kayboldu. onun bilinçli ihaneti, tarihin büyük anlatısı içinde "basit bir ihmal" olarak eriyip gitti. belki de fetihten sonraki kalabalığın içinde isimsiz bir yüz olarak hayatına devam etti, belki de o geceki kargaşada can verdi.
bu fısıltı hikayesi doğruysa, konstantinopolis'in düşüşü sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda yaslı bir babanın, kızının intikamını bir imparatorluktan aldığı sessiz bir yeminin de sonucudur. ve tarihin en büyük dönüm noktalarından biri, bir komutanın kılıcıyla değil, sıradan bir nöbetçinin kalbindeki acıyla belirlenmiştir.
devamını gör...