yazar: stefan zweig
orijinal adı: der kampf mit dem dämon. hölderlin, kleist, nietzsche
yayım yılı: 1925
hölderlin, kleist ve nietzsche gibi sanatçıların hem iç savaşlarını hem de toplumla olan çalkantılı ilişkilerini anlatan bu eserde yazar, bu üç dehanın ortak paydası olan yaratıcı tutkularının yarattığı sanatsal başarı ve kişisel acıları, ustalıklı bir dille ve derin bir duyarlılıkla ele alıyor.
orijinal adı: der kampf mit dem dämon. hölderlin, kleist, nietzsche
yayım yılı: 1925
hölderlin, kleist ve nietzsche gibi sanatçıların hem iç savaşlarını hem de toplumla olan çalkantılı ilişkilerini anlatan bu eserde yazar, bu üç dehanın ortak paydası olan yaratıcı tutkularının yarattığı sanatsal başarı ve kişisel acıları, ustalıklı bir dille ve derin bir duyarlılıkla ele alıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "başkası olarak kendisi" tarafından 04.06.2021 23:03 tarihinde açılmıştır.
1.
stefan zweig in hölderlin, kleist, ve nietzsche 'nin yaşamöykülerini anlattığı kitabın beni çok heyecanlandıran, pek bir sevdiğim ismidir. bir de "doğu batı" dergisinin 48. sayısı "kişinin kendisiyle savaşı" var. ben size benim kendimle savaşımdan bahsedeceğim..
iyileşmeye çalışırken beni sabote eden bir ben var, güç delisi bir ben. iyileşmekten kastım kendimi iyi hissetmek, kendimden nefret etmemek, diğer insanlarla kendimi eşit seviyede görebilmek (onlar da benim gibi insan manasında, yoksa tabii ki de daha yetenekli, bilgili falan olabilirler. hatta muhtemelen öyledirler. neyse). benim kendi kendimle savaşım, güçlü görünmeye çalışan kendimle. güçlü görünmek derken de kendime güçlü görünmek. evde oturup yalnız başına ağlamamalı mesela, yeni insanlarla tanışıp onlarla arkadaş olmaya ihtiyacı varmış gibi görünmemeli, bir kadınla duygusal bir ilişkiye girip onun beni önemsemesine, sevmesine, bana sarılmasına... ah... sarılmak. buna bazen o kadar çok ihtiyaç duyuyorum ki. bir hayat kadınından bunu isteyip isteyemeyeceğimi bile düşündüm. parası neyse vereyim, doya doya sarılayım, o da bana sarılsın.. bir süredir bu benle savaşıyorum işte. bu bana güçlü görünmek için beni yaşarken öldüren benin bu takıntısını yenmeye çalışıyorum. o bana ne kadar acımasız davransa da ben ona uygun bir dille anlatmaya çalışıyorum. o bana zarar verebilir ama ben ona veremem.
son zamanlarda ondan gizli yeni arkadaşlıklar kurmaya, kendimi sevmeye falan çalışıyordum. sonra bunu fark etti tabi. önce tanışmaya çalıştığım insanlarla sohbet etme çabalarımı sabote etti. sonrasında türlü aşağılamaların ardından hayal kırıklığına uğramakla artık baş edemeyeceğimi falan söyledi. ben ikna olmadım tabi ama karşı argümanlarım da zayıf kaldı. kendisine katılmaktaki kararsızlığımı görünce bugünkü akşam yemeğimin içine etti. işten gelmişim. öğleden beri evde mantımı yerken youtube'da izleyeceğim vidyoyu düşünüyordum. ısıtıcıda suyu ısıtıp mantı haşlanırken sarmısaklı yoğurdu ve tereyağlı sosu hazırladım. arada biraz vakit kalınca birkaç parça bulaşığı da yıkadım. tabağımı hazırladım tepsiye koydum. yoğurdu biraz fazla olduğu için bir parça da ekmek koydum tepsiye. bir bardak da gazoz doldurup odaya geçtim. mutfakta bardağı doldururken bana sinir krizi geçirtebilecek fırsatı görmüştü. ben de fark ettim bunu. tepsiyi dikkatlice odaya kadar getirdim. masanın üstüne koyduktan sonra hemen yanındaki pencereyi açtım. açarken biraz hızlıca açtım ya da o açtı. pencere tekerlekli koltuğa, koltuk masaya çarptı. bardaktaki gazozun yarısı tabağın içine, geriside masanın üstüne ve yere döküldü. sonra çok fena bir sinir krizi geçirdim. önce koltuğu kaldırıp yere fırlattım, sonra kapıyı falan yumrukladım. az biraz sakinleşince mutfağa gidip ısıtıcıya su koydum. ne olursa olsun bugün mantımı yiyecektim. ısıtıcıyı çalıştırmadan önce sapı gövdesinden ayrılana kadar birkaç defa yere vurdum. sonra tencereye su doldurup ocağa koydum. su ısınırken de ortalığı temizledim. zor. gerçekten zor..
iyileşmeye çalışırken beni sabote eden bir ben var, güç delisi bir ben. iyileşmekten kastım kendimi iyi hissetmek, kendimden nefret etmemek, diğer insanlarla kendimi eşit seviyede görebilmek (onlar da benim gibi insan manasında, yoksa tabii ki de daha yetenekli, bilgili falan olabilirler. hatta muhtemelen öyledirler. neyse). benim kendi kendimle savaşım, güçlü görünmeye çalışan kendimle. güçlü görünmek derken de kendime güçlü görünmek. evde oturup yalnız başına ağlamamalı mesela, yeni insanlarla tanışıp onlarla arkadaş olmaya ihtiyacı varmış gibi görünmemeli, bir kadınla duygusal bir ilişkiye girip onun beni önemsemesine, sevmesine, bana sarılmasına... ah... sarılmak. buna bazen o kadar çok ihtiyaç duyuyorum ki. bir hayat kadınından bunu isteyip isteyemeyeceğimi bile düşündüm. parası neyse vereyim, doya doya sarılayım, o da bana sarılsın.. bir süredir bu benle savaşıyorum işte. bu bana güçlü görünmek için beni yaşarken öldüren benin bu takıntısını yenmeye çalışıyorum. o bana ne kadar acımasız davransa da ben ona uygun bir dille anlatmaya çalışıyorum. o bana zarar verebilir ama ben ona veremem.
son zamanlarda ondan gizli yeni arkadaşlıklar kurmaya, kendimi sevmeye falan çalışıyordum. sonra bunu fark etti tabi. önce tanışmaya çalıştığım insanlarla sohbet etme çabalarımı sabote etti. sonrasında türlü aşağılamaların ardından hayal kırıklığına uğramakla artık baş edemeyeceğimi falan söyledi. ben ikna olmadım tabi ama karşı argümanlarım da zayıf kaldı. kendisine katılmaktaki kararsızlığımı görünce bugünkü akşam yemeğimin içine etti. işten gelmişim. öğleden beri evde mantımı yerken youtube'da izleyeceğim vidyoyu düşünüyordum. ısıtıcıda suyu ısıtıp mantı haşlanırken sarmısaklı yoğurdu ve tereyağlı sosu hazırladım. arada biraz vakit kalınca birkaç parça bulaşığı da yıkadım. tabağımı hazırladım tepsiye koydum. yoğurdu biraz fazla olduğu için bir parça da ekmek koydum tepsiye. bir bardak da gazoz doldurup odaya geçtim. mutfakta bardağı doldururken bana sinir krizi geçirtebilecek fırsatı görmüştü. ben de fark ettim bunu. tepsiyi dikkatlice odaya kadar getirdim. masanın üstüne koyduktan sonra hemen yanındaki pencereyi açtım. açarken biraz hızlıca açtım ya da o açtı. pencere tekerlekli koltuğa, koltuk masaya çarptı. bardaktaki gazozun yarısı tabağın içine, geriside masanın üstüne ve yere döküldü. sonra çok fena bir sinir krizi geçirdim. önce koltuğu kaldırıp yere fırlattım, sonra kapıyı falan yumrukladım. az biraz sakinleşince mutfağa gidip ısıtıcıya su koydum. ne olursa olsun bugün mantımı yiyecektim. ısıtıcıyı çalıştırmadan önce sapı gövdesinden ayrılana kadar birkaç defa yere vurdum. sonra tencereye su doldurup ocağa koydum. su ısınırken de ortalığı temizledim. zor. gerçekten zor..
devamını gör...
2.
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2024/05/21/neasltzq6lnm442q-t.jpg)
sevgili zweig'ın biyografi türünde eseri.
aslında pek fazla biyografi sevmem ama bu kitabı severek okudum.
kitapta 19.yy üç büyük usta yazarını; höldern, kleist ve nietzsche ' ye yer vermiştir.
bu üç yazarın içlerindeki iç savaşın son bulamayışı ile mücadele etmektedirler.
bu savaş trajediye sebep olmuş ve böyle de hayatlarının sonuna kadar gitmişlerdir.
fakir hayatlar yaşamışlardır. yaşam öyküleri çok hüzünlü ve üzücü. böyle muhteşem beyinlerin acıyla dost olmaları, acıyla beslenmeleri ... okurken o kadar ağır cümlelerle karşılaştım ki o kadar iç hesaplaşmalarım oldu ki... boğazımda düğüm düğüm oldu bazen. üstüne düşündüm. tokat gibi çarptı yüzüme. buna rağmen okuyacaklara keyifli okumalar diler, güzel bir alıntı ile bitirmek isterim.
**“kalbimiz insanlığa olan sevgimizi uzun süre taşıyamaz,
eğer sevdiği insanlar yoksa.”
**pozlara ihtiyacı olanlar sahtedir...
bütün resimsi insanlardan kaçının!!" ~~~
devamını gör...