1.
geçtiği sokakları ezbere biliyordu. iş çıkışı kendini kalabalık caddelere atmıştı. kalabalık üstüne üstüne yürüyordu insanın bu şehirde. kalabalıklar yalnızdı. diğerleri de farkında mıydı bu çelişkinin. tekdüze bir hayatın akışına kendini bırakmıştı. sahi ne zaman vazgeçmişti sonu belli yarıştan. düşünceler kafasında hızla dönüyordu. düşünceler dönüyor, kafası dönüyor, sokak dönüyordu. adımları istemsiz hızlandı hızlandı. rastgele düşünceler soluğuna yetişemeyene kadar hızlandı. kafası bomboştu az önceki düşünceler terk etmişti onu. kısa bir anda bu boşluk hissini sevdiğini anımsadı. sonrasında yavaşlamaya başladı. yavaşlayınca zihni hücuma uğradı. olduğu yere çöktü kaldı. zifiri karanlıktı. uyudu kaldı. göz kapakları ağır ağır aralanırken gün doğuyordu. yine bir gün doğumu yeni bir gün değil ama diye düşündü. karnı acıkmıştı bir simit alıp otobüs duraklarına doğru sakince yürüdü.
devamını gör...
2.
saat 5.30’da çaldı alarm. hafta içi her gün bu saatte çalar. genellikle cumartesileri de hatta bazen pazar günleri de bu saatte çaldığı görülmüştür. hava daha aydınlanmamıştı. ev buz gibi olmuştu. kahvaltıyı depoda yaparım diye düşünüp üzerime kalınca ne varsa giydim. kadife bir pantolon, çift çorap, boğazlı kazak, kapüşonlu bir hırka, atkı, bere ve yine kapüşonlu bir mont. 10 yıllık emektar botlarımı da ayağıma geçirip kapıyı kapatıp çıktım. bu saatte kim dışarı çıkar ki? şehirler arası yolculuk eden bir yolcu? fırıncı? belki bir hayat kadını? en azından bir bardak su içsem mi diye düşünüp daha sonra vazgeçip merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. apartmanın dışındaki merdivenler buz tutmuştu. yavaşça ve dikkatlice kayarak indim. bembeyaz bir örtü vardı dışarıda. arabaların sadece tekerlekleri gözüküyordu. bir sigara yaktım. minibüs yoluna on dakikalık bir yürüyüş beni bekliyordu. daha sokağın başını dönmek üzereydim ki bir arabanın yanımda yavaşladığını gördüm göz ucuyla.
–pardon dedi kadın tedirgin bir şekilde.
bizim deponun hemen karşısındaki iş hanını sordu. tarif ettim. beni de bırakır mısınız diyemedim. ben diyemedim ama o sordu.
-zahmet olmasın şimdi ben ileriden minibüse binerim.
hava şartlarından bahsedip ısrar etti. sigarayı atıp yan koltuğa oturdum. arabanın içi çok sıcaktı. önce montumun kapüşonunu indirdim.
-buradan sol, hayır oradan değil! evet, buradan sol şimdi sağ.
hiç konuşmuyordu. hırkamın kapüşonunu da indirdim.
-düz gidiyoruz ışıklara kadar.
yollar buz olduğu için iki eliyle direksiyonda pür dikkat yola bakıyordu. müzik seslerine lastiklere takılmış zincir sesleri karışmıştı. beremi de çıkarmıştım ki aniden yavaşlayıp sağa çekti.
-ben aslında deponun karşısındaki iş hanını değil depoyu arıyordum. orada çalıştığını söyleyince sana da ısrar ettim arabaya binmen için.
şimdi susan taraf bendim, pür dikkat kadına bakıyordum. montumun fermuarını biraz aşağıya indirdim.
– o deponun sahibi olacak adam benim sevgilim. daha doğrusu ben karısının kumasıyım. beni yıllardır oyalıyor ama bir türlü karısından boşanamadı. benimle işi sadece eğlenmek. işinin adresini de bilmiyorum ama bir şekilde o iş hanının karşısında olduğunu öğrendim.
fermuarı geri çektim. beremin montun cebinde olup olmadığı kontrol ettim, oradaydı.
–onu öldürmek için oraya gidiyorum. artık dayanamıyorum. önce onu sonra kendimi öldüreceğim.
kafasını direksiyona yaslayıp ağlamaya başladı. kapıyı açmak için yeltendim ama kilitlemişti. camı indirmeye çalıştım. sesli bir şekilde aşağıya iniyordu kadının ağlamasına eşlik ederek. beremi kafama geçirdim. içinden çıkabileceğim kadar açılmasını bekliyordum.
–torpido gözünde silah var, bana yardım etmeni isti…
göz göze geldik. bana doğru atladı. sol elimi camdan dışarı çıkarıp var gücümle kendimi dışarı attım. koşmaya başladım. önce bağırışlarını duydum sonra arabanın patinaj çeken tekerleklerinin sesini. bir sokağa attım kendimi. her yer kapalıydı. keşke evden çıkmadan o bir bardak suyu içseydim diye düşündüm. sonunda açık bir eczane gördüm. özür dilerim. bu saatte kim dışarı çıkar ki? şehirler arası yolculuk eden bir yolcu? fırıncı? belki bir hayat kadını? bir ben birde nöbetçi eczacılar tabi ki. içeri girdim kimse yoktu. bir rafın arkasına geçtim. sokağı kesmeye başladım. eczacı içeriden çıktı.
–nasıl yardımcı olabilirim size?
–mide bulantısını önlemek için bir ilacınız var mı?
raflarda ufak bir gezintiye çıktıktan sonra bir ilaç kutusuyla döndü. ufak bir poşetin içine koydu.
–on bin.
-on bin ne?
allah'ım ne oluyor? yoksa daha uykuda mıyım ben? rüya mı görüyorum? karşımda duran adam bendim. aynaya bakıyordum sanki. kadife bir pantolon, çift çorap, boğazlı kazak, kapüşonlu bir hırka, atkı, bere ve yine kapüşonlu bir mont. evet, bu bendim!
-saçmalamayı bırak, saçmalamayı bırak.
kendi kendime konuşmaya başlamıştım. karşımda kendim varken hem de. yanıma geldi. ellerini omzuma koydu ve:
-saçmalamaktan korkma! dedi.
geri geri ürkek birkaç adım attıktan sonra dönüp hızlıca koşmaya başladım. o an kapıdan çıkmak çok normal kalacaktı. o yüzden eczanenin camından kapüşonumu ve beremi iyice yüzüme çekerek atladım. cam kırıkları içinde sokağın ortasındaydım şimdi. yüzümü kaldırmaya çalışırken gözlerime gelen ışıklar görmeme engel oluyordu. ellerimle siper yaparak bakmaya çalıştım. o kadındı arabasıyla karşımda duran. camdan kafasını dışarı çıkardı.
-saçmalamaktan korkma! diye bağırdı.
arabayı üstüme sürmeye başladı. ayağa kalktım. kaçamazdım artık. arabadan kendimi dışarı atarken son bir hamleyle torpidodaki silahı kapmıştım. ceplerimi yokladım. sol cebimde sigara paketi ve çakmak vardı. sağ cebimi yokladım. evet oradaydı. atkımın arasında saklanmıştı adeta. silahı çıkardım. nişan aldım ve ateş ettim. kadını vurmuş muydum bilmiyorum ama araba üzerime gelmeye
devam ediyordu yalpalayarak…
…ve sonra alarm çaldı demek isterdim ama çalmadı. oysa hafta içi her gün bu saatlerde çalar. genellikle cumartesileri de hatta bazen pazar günleri de bu saatlerde çaldığı görülmüştür.
–pardon dedi kadın tedirgin bir şekilde.
bizim deponun hemen karşısındaki iş hanını sordu. tarif ettim. beni de bırakır mısınız diyemedim. ben diyemedim ama o sordu.
-zahmet olmasın şimdi ben ileriden minibüse binerim.
hava şartlarından bahsedip ısrar etti. sigarayı atıp yan koltuğa oturdum. arabanın içi çok sıcaktı. önce montumun kapüşonunu indirdim.
-buradan sol, hayır oradan değil! evet, buradan sol şimdi sağ.
hiç konuşmuyordu. hırkamın kapüşonunu da indirdim.
-düz gidiyoruz ışıklara kadar.
yollar buz olduğu için iki eliyle direksiyonda pür dikkat yola bakıyordu. müzik seslerine lastiklere takılmış zincir sesleri karışmıştı. beremi de çıkarmıştım ki aniden yavaşlayıp sağa çekti.
-ben aslında deponun karşısındaki iş hanını değil depoyu arıyordum. orada çalıştığını söyleyince sana da ısrar ettim arabaya binmen için.
şimdi susan taraf bendim, pür dikkat kadına bakıyordum. montumun fermuarını biraz aşağıya indirdim.
– o deponun sahibi olacak adam benim sevgilim. daha doğrusu ben karısının kumasıyım. beni yıllardır oyalıyor ama bir türlü karısından boşanamadı. benimle işi sadece eğlenmek. işinin adresini de bilmiyorum ama bir şekilde o iş hanının karşısında olduğunu öğrendim.
fermuarı geri çektim. beremin montun cebinde olup olmadığı kontrol ettim, oradaydı.
–onu öldürmek için oraya gidiyorum. artık dayanamıyorum. önce onu sonra kendimi öldüreceğim.
kafasını direksiyona yaslayıp ağlamaya başladı. kapıyı açmak için yeltendim ama kilitlemişti. camı indirmeye çalıştım. sesli bir şekilde aşağıya iniyordu kadının ağlamasına eşlik ederek. beremi kafama geçirdim. içinden çıkabileceğim kadar açılmasını bekliyordum.
–torpido gözünde silah var, bana yardım etmeni isti…
göz göze geldik. bana doğru atladı. sol elimi camdan dışarı çıkarıp var gücümle kendimi dışarı attım. koşmaya başladım. önce bağırışlarını duydum sonra arabanın patinaj çeken tekerleklerinin sesini. bir sokağa attım kendimi. her yer kapalıydı. keşke evden çıkmadan o bir bardak suyu içseydim diye düşündüm. sonunda açık bir eczane gördüm. özür dilerim. bu saatte kim dışarı çıkar ki? şehirler arası yolculuk eden bir yolcu? fırıncı? belki bir hayat kadını? bir ben birde nöbetçi eczacılar tabi ki. içeri girdim kimse yoktu. bir rafın arkasına geçtim. sokağı kesmeye başladım. eczacı içeriden çıktı.
–nasıl yardımcı olabilirim size?
–mide bulantısını önlemek için bir ilacınız var mı?
raflarda ufak bir gezintiye çıktıktan sonra bir ilaç kutusuyla döndü. ufak bir poşetin içine koydu.
–on bin.
-on bin ne?
allah'ım ne oluyor? yoksa daha uykuda mıyım ben? rüya mı görüyorum? karşımda duran adam bendim. aynaya bakıyordum sanki. kadife bir pantolon, çift çorap, boğazlı kazak, kapüşonlu bir hırka, atkı, bere ve yine kapüşonlu bir mont. evet, bu bendim!
-saçmalamayı bırak, saçmalamayı bırak.
kendi kendime konuşmaya başlamıştım. karşımda kendim varken hem de. yanıma geldi. ellerini omzuma koydu ve:
-saçmalamaktan korkma! dedi.
geri geri ürkek birkaç adım attıktan sonra dönüp hızlıca koşmaya başladım. o an kapıdan çıkmak çok normal kalacaktı. o yüzden eczanenin camından kapüşonumu ve beremi iyice yüzüme çekerek atladım. cam kırıkları içinde sokağın ortasındaydım şimdi. yüzümü kaldırmaya çalışırken gözlerime gelen ışıklar görmeme engel oluyordu. ellerimle siper yaparak bakmaya çalıştım. o kadındı arabasıyla karşımda duran. camdan kafasını dışarı çıkardı.
-saçmalamaktan korkma! diye bağırdı.
arabayı üstüme sürmeye başladı. ayağa kalktım. kaçamazdım artık. arabadan kendimi dışarı atarken son bir hamleyle torpidodaki silahı kapmıştım. ceplerimi yokladım. sol cebimde sigara paketi ve çakmak vardı. sağ cebimi yokladım. evet oradaydı. atkımın arasında saklanmıştı adeta. silahı çıkardım. nişan aldım ve ateş ettim. kadını vurmuş muydum bilmiyorum ama araba üzerime gelmeye
devam ediyordu yalpalayarak…
…ve sonra alarm çaldı demek isterdim ama çalmadı. oysa hafta içi her gün bu saatlerde çalar. genellikle cumartesileri de hatta bazen pazar günleri de bu saatlerde çaldığı görülmüştür.
devamını gör...
3.
sözcüklerinden tulu eden oksijeni fezanın derinliklerinde bulup çıkaran öteki dünyanın sessiz vatandaşı düşüncenin etrafında mevzilenip söze girdi;
- hay ! gevşemedi bir türlü şu boğazımdaki mengene.
- hay ! gevşemedi bir türlü şu boğazımdaki mengene.
devamını gör...
4.
işe vardığında saat 9 bile olmamıştı girer girmez üzerindeki gerginliği hissetti. herkes ona bakıyor bakışlarıyla yargılıyor gibiydi. kimisi küçümser bir şekilde kimisi üzgün bakıyordu. anlam vermeli mi bu bakışlara? kendi kuruntusu diye düşündü. masasına oturmadan kasanın tuşuna bastı, bilgisayar açılana kadar çay almaya gitti. içeridekilere günaydın dedi mimiklerini gülümser şekle sokarak.iş arkadaşları onun gibi emek vermemişlerdi günaydınına. yüzündeki maskeyi çıkardı,bilgisayar karşısına geçti.
bir süre sonra sigara molası vermeye karar verdi. balkona çıkıp sigarasını yakıp günlüğünü yazacağı evinin önündeki çay bahçesinin doğru yer olmayabileceğini düşündü. kalabalık ve çocuk sesleri dikkatini dağıtıp derin ve güzel şeyler yazmasını engelleyebilirdi. ama öte yandan ağaçlar ve özellikle ıhlamur ağacının kokusu altında tanıdık kimse yokken rahat rahat yazabilirdi. iş çıkışı eve gitmeden önce.
izmariti balkondan aşağı atıp içeri girdi.telefon çaldı,arayan genel müdürdü,onu çağırıyordu. hemen bir parfüm sıktı oda girmeden önce. tık tık! kapıyı açtı.
-beni çğırmışsınız efendim? (efendim mi?)
-gel gülru otur lütfen. biliyorsun şirketimiz rekabete olabildiğince dayanmaya çalışıyor. ekonomideki istikrarsızlık ve siyasi dalgalanmalar tüm sektörleri etkiledi. biz de küçülme kararı aldık. muhasebeden çıkısını alabilirsin.
rekabet ? yenilir mi yutulur mu bu meret? istikrarsızlık ise sizin küçük penisinizde olabilir. dalgalanma derken benimle mi dalga geçiyorsunuz diye düşündü gülru. gülru aklındaki düşüncelerden sıyrılıp sadece peki diyebildi.
bir süre sonra sigara molası vermeye karar verdi. balkona çıkıp sigarasını yakıp günlüğünü yazacağı evinin önündeki çay bahçesinin doğru yer olmayabileceğini düşündü. kalabalık ve çocuk sesleri dikkatini dağıtıp derin ve güzel şeyler yazmasını engelleyebilirdi. ama öte yandan ağaçlar ve özellikle ıhlamur ağacının kokusu altında tanıdık kimse yokken rahat rahat yazabilirdi. iş çıkışı eve gitmeden önce.
izmariti balkondan aşağı atıp içeri girdi.telefon çaldı,arayan genel müdürdü,onu çağırıyordu. hemen bir parfüm sıktı oda girmeden önce. tık tık! kapıyı açtı.
-beni çğırmışsınız efendim? (efendim mi?)
-gel gülru otur lütfen. biliyorsun şirketimiz rekabete olabildiğince dayanmaya çalışıyor. ekonomideki istikrarsızlık ve siyasi dalgalanmalar tüm sektörleri etkiledi. biz de küçülme kararı aldık. muhasebeden çıkısını alabilirsin.
rekabet ? yenilir mi yutulur mu bu meret? istikrarsızlık ise sizin küçük penisinizde olabilir. dalgalanma derken benimle mi dalga geçiyorsunuz diye düşündü gülru. gülru aklındaki düşüncelerden sıyrılıp sadece peki diyebildi.
devamını gör...
5.
bir gün yaşlıca bir adam tarlasından evine dönerken, yolda yatmakta olan yabancı bir genç ile karşılaşır. yaşlı adam genci görmezden gelir ve devam eder. evine döner ve bir çay koyup, ayna karşısına geçer ve der ki... iyiki görmezden geldim, yoksa hikaye uzayacaktı.
devamını gör...
6.
evrim
müteassıb bir ailede büyümek zordur bilenler bilir. eline aldığın her eşya potansiyel bir şeytan gereci, her arkadaşın seni kötü yola düşürme amacı güden bir iblistir. böyle evlerde yüreğini gezdirmek için çok olanağın yoktur. müzik dinlersin radyo şeytan icadı oluverir pencereden atılır. özenle gizlediğin defterine şiirler dizersin, ev ahalisi tarafından bulunur sobanın alevinde yanarken şiirlerin dumanı odayı kaplar. eşyaya gerek olmayan bir uğraş bulmak zorundasınızdır böyle evlerde rahatsızlık duymadan yüreğinizi gezdirebilmek için. ne yapabilirim diye düşündüm bulutların simetrik olmayan şekillerini izlerken. sonra mermiye benzer bir bulut geçti gözlerimin önünden ve o mermi yeni bir ilham olarak zihnime saplandı sanki. belki de “tanrı kavramı” evde öğretildiği gibi korkulacak bir şey değildi. böyle bulutlar gibi pofuduk pofuduk gökyüzünde bizi izleyen, geceleri bizi parlak yıldızlara emanet eden, hatta bazen bizim gibi üzülüp ağlayan bir “şey”di tanrı da. bunun üzerine düşünür oldum. belki de evrim gerçekti ve oluşan ilk canlı hücre tanrının ta kendisiydi. bölündü çoğaldı bizlere dönüştü. bizler, canlılar alemi denilen tek bir hücreden meydana gelmiş bu geniş yelpaze aslında tanrının ta kendisiydi. doğmamıştı ve doğurmamıştı ama evrim geçirmiş olamaz mıydı? bunu aileme sorabilir miydim? hayır hayır asla sormazdım.onlar bir çocuk yetiştirdi. ben ise önce o çocuğu anlamaya çalıştım, daha sonra kabullendim ve sonra onu öldürmek zorunda kaldım. katil oldum.şimdi en baştan kendimi bir çocuğu yetiştirir gibi büyütmeliyim ve ancak bu sürecin sonunda evrimimi tamamlayabilirim.
müteassıb bir ailede büyümek zordur bilenler bilir. eline aldığın her eşya potansiyel bir şeytan gereci, her arkadaşın seni kötü yola düşürme amacı güden bir iblistir. böyle evlerde yüreğini gezdirmek için çok olanağın yoktur. müzik dinlersin radyo şeytan icadı oluverir pencereden atılır. özenle gizlediğin defterine şiirler dizersin, ev ahalisi tarafından bulunur sobanın alevinde yanarken şiirlerin dumanı odayı kaplar. eşyaya gerek olmayan bir uğraş bulmak zorundasınızdır böyle evlerde rahatsızlık duymadan yüreğinizi gezdirebilmek için. ne yapabilirim diye düşündüm bulutların simetrik olmayan şekillerini izlerken. sonra mermiye benzer bir bulut geçti gözlerimin önünden ve o mermi yeni bir ilham olarak zihnime saplandı sanki. belki de “tanrı kavramı” evde öğretildiği gibi korkulacak bir şey değildi. böyle bulutlar gibi pofuduk pofuduk gökyüzünde bizi izleyen, geceleri bizi parlak yıldızlara emanet eden, hatta bazen bizim gibi üzülüp ağlayan bir “şey”di tanrı da. bunun üzerine düşünür oldum. belki de evrim gerçekti ve oluşan ilk canlı hücre tanrının ta kendisiydi. bölündü çoğaldı bizlere dönüştü. bizler, canlılar alemi denilen tek bir hücreden meydana gelmiş bu geniş yelpaze aslında tanrının ta kendisiydi. doğmamıştı ve doğurmamıştı ama evrim geçirmiş olamaz mıydı? bunu aileme sorabilir miydim? hayır hayır asla sormazdım.onlar bir çocuk yetiştirdi. ben ise önce o çocuğu anlamaya çalıştım, daha sonra kabullendim ve sonra onu öldürmek zorunda kaldım. katil oldum.şimdi en baştan kendimi bir çocuğu yetiştirir gibi büyütmeliyim ve ancak bu sürecin sonunda evrimimi tamamlayabilirim.
devamını gör...
7.
anlamlandıramadığım şeyler var içimde. nereden geldiğini anlayamadığım dert ve sıkıntılar. her saniye moral bozukluğu. ama dışarıya zerre yansıtmadan yoluma devam ediyorum. gerçekten nasıl hissettiğimi, ne düşündüğümü gizleme konusunda geliştirdim kendimi. kalın duvarlar ördüm etrafıma. anlaşılmak istiyorum. artık hayal dahi kurmuyorum. eğer olmazsa sonucu canımı yakmasın diye. özlüyorum çok. kendimi, her şeyi özlüyorum.
pusulam ise yarı yolda terk etti beni. yalnızım...
pusulam ise yarı yolda terk etti beni. yalnızım...
devamını gör...
8.
mustafa'nın kafasına üç kurşun sıktılar. ben üç tanesini de saydım. ikinci ve üçüncü arasında belki on saniye vardı. ama mustafa ilkinde öldü. babası söz almıştı mustafa'dan, akşama çilingir sofrası kuracaktı. akif amcayı düşündüm. yengeye humus bile yaptırmıştır. keyfine düşkün adamdı ama çok çekti zamanında. onu da vurmuşlar bir kere göğsünden ekmek çaldı diye. arkamdaki nazlı'nın varlığını unutmuşum humusu düşünürken. mustafa'ya ağlıyor ama ne ağlamak. hayatımda duyduğum en gürültülü feryat buydu. ben ağlayamadım. kızma mustafa. cebimde bozukluklar kalmış, şıngırdayınca nazlı bana döndü. hiçbir şey konuşmadık. ambulans geldi götürecek mustafa'yı, bırakın dedim üç kere vurdular. ilkinde öldü mustafa. ikinci ve üçüncü arasında on saniye saydım. sabah nasıl oldu farketmedim, güneş nasıl doğma cesareti buldu anlayamadım. mustafa gitti, hayatın devam ediyor olması çok kırdı gururumu.
evden çıkmadım. yemek yemedim. annemle bile konuşmadım. telefonları açmadım. nazlı gelmiş annem almamış içeri. şişeler arasından ince bir yol çizip yatağıma kadar uzandı annem. cenaze varmış nazlı kapıda bekliyor. ben hiç en sevdiğim birini gömmedim. cenaze varmış. mustafa , mustafa değil artık. adına cenaze demişler. kaç gündür üstümdeydi bu kıyafetler bilmiyorum. kokuyordum ki nazlı uzaktan yürüdü. umursamadım mustafa gitmiş. namazı kıldılar, aralarına girmedim. mustafa'nın cenaze namazını kılmak kanıma dokundu. er kişi niyetineymiş. mustafa, mustafa değil artık adına er kişi demişler. gömdüler otuz beş yılımı. dokuz tane tahta koydular üstüne. bıraksalar çıkabilir miydi geri. üç kurşun sıktılar diyorum kafasına ikinci ve üçüncü arasında on saniye var. toprak atmadım, elime kürek almadım. ağlayamadım da, mustafa kızma.
sağ tarafta mustafa'ya hafif çarprazda bir boşluk vardı. buraya gömüleceğim diye söz verdim kendime. hava karardı. utanmadan battı güneş. mustafa'ya kimse acımadı. başında kimse kalmadı. nazlı bile gitti. bilemedim. cenazeden beş saat otuz yedi dakika sonra nazlı kendini asmış. sağ çarpraz yerimi nazlı'ya verdim. mektup bile bırakmamış nazlı. gerek yoktu da zaten, o feryattan anlamalıydım. yapamadım.
dokuz tahtayı düşünüyordum. on sekiz oldular şimdi. insan bedeni on sekiz tahtanın altında ezilebilirmiş. hiç söyleyemedim. nazlı benim ilk aşkımdı. mustafa benim anadan ayrı kardeşim. mustafa kızma. bilemedim.
evden çıkmadım. yemek yemedim. annemle bile konuşmadım. telefonları açmadım. nazlı gelmiş annem almamış içeri. şişeler arasından ince bir yol çizip yatağıma kadar uzandı annem. cenaze varmış nazlı kapıda bekliyor. ben hiç en sevdiğim birini gömmedim. cenaze varmış. mustafa , mustafa değil artık. adına cenaze demişler. kaç gündür üstümdeydi bu kıyafetler bilmiyorum. kokuyordum ki nazlı uzaktan yürüdü. umursamadım mustafa gitmiş. namazı kıldılar, aralarına girmedim. mustafa'nın cenaze namazını kılmak kanıma dokundu. er kişi niyetineymiş. mustafa, mustafa değil artık adına er kişi demişler. gömdüler otuz beş yılımı. dokuz tane tahta koydular üstüne. bıraksalar çıkabilir miydi geri. üç kurşun sıktılar diyorum kafasına ikinci ve üçüncü arasında on saniye var. toprak atmadım, elime kürek almadım. ağlayamadım da, mustafa kızma.
sağ tarafta mustafa'ya hafif çarprazda bir boşluk vardı. buraya gömüleceğim diye söz verdim kendime. hava karardı. utanmadan battı güneş. mustafa'ya kimse acımadı. başında kimse kalmadı. nazlı bile gitti. bilemedim. cenazeden beş saat otuz yedi dakika sonra nazlı kendini asmış. sağ çarpraz yerimi nazlı'ya verdim. mektup bile bırakmamış nazlı. gerek yoktu da zaten, o feryattan anlamalıydım. yapamadım.
dokuz tahtayı düşünüyordum. on sekiz oldular şimdi. insan bedeni on sekiz tahtanın altında ezilebilirmiş. hiç söyleyemedim. nazlı benim ilk aşkımdı. mustafa benim anadan ayrı kardeşim. mustafa kızma. bilemedim.
devamını gör...
9.
uçurumun yamacına oturmuşum. oturmuşum da bir türkü tutturmuşum. sesim kart. ben bir garip değilim olsa olsa hergelenin tekiyim. göl var uçurumun kenarında. atlasam dibi boylarım. ölürüm belki. yok ölmem yüzme bildiğimi hatırlıyorum. beş altı yaşlarında gece vakti bir koydaydım. ilk kez o zaman kulaç atmayı öğrenmiştim. ben balık gibi yüzebilirim ama sadece akşamları. akşamları çünkü kimse olmaz denizde balıklardan başka. korkarım kimselerden anam babam kardeşim köy halkı daha fazlaya kimseye gerek yok hayatımda. bu sebeple gölgelerde geçen bir ömür arzuladım ve elde ettim. kimseye kırgın topluma hele hiç kızgın değilim. klişe aydını canlandırmıyorum. şu bozkırın altına gömülmek istiyorum. sıcaktan bitap düşmüş sararmış bozkırın altına. mısır piramitlerinin de altına. derdi basit hayatı basit bir çoban çocuğuyum. derdim akşama karnım doysun. yemekte varsa tarhana deme keyfime. biraz mürekkep yaladığım doğrudur ondan böyle afili cümleler. biliriz yani şair şiir kitap yazar feylesof nedir. yerin dibine batsın modernite ve soyut fikirleri kovalayan düşünürler. ufukta bir alaca karga gözüküyor. bir gözü tarlalarda öbür gözü bende. korkuluk sandı herhalde incir ağacının altındaki bu insanı. incir ağacı mı dedim aman aman ne inciri. ben basitim unutmayın. haşa elçi falan asla değilim. incir değil armut ağacı benimki. daha olgunlaşmamış. bu sebeple sana ikram edemem. karga alçak irtifaya geçiyor. inişe hazırlanıyor. kanatlarını iyice gerdi. sürü nerede? en son meraya doğru salmıştım onları. umarım aşağı doğru inmemiştirler. koyunlarla tebelleş olmak pek zor bilirsiniz. ama gene de insandan iyi arkadaştırlar. içtiğim sarma tütün. sigara mı? asla hem pahalı hem bizim bakkal mutlaka birkaç dal araklıyor her paketten. d*y**s onları da satıyor ayrıca. ikinci derdim de buymuş: güzel tütün içmek. uzaklaşıyorsun galiba. ne bekliyordun nasıl bir alegori arıyordun seni tatmin edemedim. kusura bakma.
devamını gör...
10.
for sale: baby shoes, never worn.
devamını gör...
11.
ring
... "sersem herif gardını düşürme,adam seni sıkıştırdı!" diye bağiriyordu antrenör ama mavi şortlu boksör o'nu duyacak durumda degildi.ringin köşesine sıkışmış, direkt kroşe ve aparküt yememeye çalışıyor,oradan kurtulup sayıyla geride olduğu maçta nasıl öne geçebileceğini düşünüyordu.sağlam bir sağ direk gardına takıldı,hemen peşinden rakibine sağ direkt kontra vurdu.rakibi dört raund boyunca patakladigi mavi şortludan bu kontrayı beklemiyor olacak ki, hafifce sendeleyip geri cekilir gibi oldu.yumruk resmen yüzünde patlamıştı.mavi şortlu icin tam vaktiydi.ileri yarım adım atıp rakibinin karnîna sağlam bir yumruk indirdi.sonra rakibinin açılan gardının arasından sağlam bir aparküt vurdu.o kadar saglam vurmuştu ki rakibi havada hafif bir kavis cizerek sertçe yere çakıldı.bütün bunlar saniyeler icinde olmustu ve hakem saymaya baslamisti.
10,9,8, ... maç bitmişti.sonrasında ıslıklar,alkışlar,küfürler ve yuhalamalar vb. hepsi birlikteydi.boksör eldivenlerini çıkarıp firlatti.sağ gözü kapanmisti ve antrenörle konusmadan köşesinde duran su dolu kovaya okkalı bir tükürük attı.kendi kendine söylendi "hep aynı tiyatro,bna kalansa kapanmiş sağ göz ve şişmiş elmacık kemiği...".
antrenörün sevincini görmedi ve ringden yavaşça inip ağır adimlarla soyunma odasina gitti.çok yorgun hissediyordu.hep oldugu gibi.çok yorgun...
... "sersem herif gardını düşürme,adam seni sıkıştırdı!" diye bağiriyordu antrenör ama mavi şortlu boksör o'nu duyacak durumda degildi.ringin köşesine sıkışmış, direkt kroşe ve aparküt yememeye çalışıyor,oradan kurtulup sayıyla geride olduğu maçta nasıl öne geçebileceğini düşünüyordu.sağlam bir sağ direk gardına takıldı,hemen peşinden rakibine sağ direkt kontra vurdu.rakibi dört raund boyunca patakladigi mavi şortludan bu kontrayı beklemiyor olacak ki, hafifce sendeleyip geri cekilir gibi oldu.yumruk resmen yüzünde patlamıştı.mavi şortlu icin tam vaktiydi.ileri yarım adım atıp rakibinin karnîna sağlam bir yumruk indirdi.sonra rakibinin açılan gardının arasından sağlam bir aparküt vurdu.o kadar saglam vurmuştu ki rakibi havada hafif bir kavis cizerek sertçe yere çakıldı.bütün bunlar saniyeler icinde olmustu ve hakem saymaya baslamisti.
10,9,8, ... maç bitmişti.sonrasında ıslıklar,alkışlar,küfürler ve yuhalamalar vb. hepsi birlikteydi.boksör eldivenlerini çıkarıp firlatti.sağ gözü kapanmisti ve antrenörle konusmadan köşesinde duran su dolu kovaya okkalı bir tükürük attı.kendi kendine söylendi "hep aynı tiyatro,bna kalansa kapanmiş sağ göz ve şişmiş elmacık kemiği...".
antrenörün sevincini görmedi ve ringden yavaşça inip ağır adimlarla soyunma odasina gitti.çok yorgun hissediyordu.hep oldugu gibi.çok yorgun...
devamını gör...
12.
adam bir kurek toprak daha atti ve sonra terini silerek bir tasin uzerine oturarak orada duran bir sise suyu yudumlamaya basladi. "bu gece de ne kadar sicak" diye dusundu. "bir dahaki sefere buna dikkat etmeliyim. sicak havalarda cukur kazip sonra doldurmak cok zahmetli." sonra "acaba buna degdi mi" diye dusundu. gulumsedi evet, degmisti. sanki tum hucrelerine canlilik gelmis, yeniden dogmus gibi olmustu. "buna daha ne kadar devam edebilirim, bir yerde birakmam gerek." "hayir, olmaz biraktigim zaman artik ben de onlarin yanina gitmeliyim. baska hic bir seyin anlami yok cunku."
bu kacinciydi diye dusundu. 7 oldu. ama bu digerlerinden farkliydi. 2 sene once isledigi ilk cinayeti dusundu. 8 yasindaki kizini bir kazada kaybetmesinden 5 ay sonraydi. kizini hatirlayinca ici burkulur gibi oldu. o varken hayat ne kadar mukemmel ilerliyordu. o zamanlar cok sevdigi karisi ile birlikte gayet mutlu bir ailelerdi. sonra bir gun ogleden sonra kizinin haberini almisti. nasil yildirim gibi hastaneye kostugunu, polislerin kendisini nasil zapt edip teselli etmeye calistigini hatirliyordu. hissettigi aci dayanilacak gibi degildi. o gun her sey degismisti. karisi dogal olarak derin bir bunalima girmis ve kisa sure sonra artik kendisini gormek istemedigini soylemisti. "bana onu ve hatirlatiyorsun. ona cok benziyorsun. beraber dunyaya getirip buyuttugumuz kizimiza. buna artik dayanamiyorum" demisti. bunlari duydugunda hic bir sey hissetmemisti, sessizce gitmis ve bir daha birbirlerini ne gormusler ne de konusmuslardi. ne zaman hissizlestigini de biliyordu. kizinin cenazesinden uc gun sonra en yakin sandigi arkadasindan bir whatsapp mesaji almisti. komik bir video idi. gozlerine inanamamisti. en yakin arkadasi nasil bu kadar dusuncesiz olabilirdi. arkadasi bir kac dakika sonra yaptigi hatayi fark etmis ve aramis ama o acmamisti. mesajlarina da cevap vermeyip iletisimi tamamen kesmisti. anlamisti, yillarini beraber gecirdigi, neredeyse beraber buyudugu arkadasinin umrunda degildi. "kimse kimsenin umrunda degil. kimse deger verilmeye layik degil." sonra bir gece sarhos halde sokakta yuruken iki genc onunu kesmis ve ondan para istemislerdi. umarsizca yolunuza gidin demisti. ama gencler diretmis ve bir tanesi bicak cekmisti. o umursamamis ve "hadi gidin" diyerek yoluna devam etmek istemisti. tam o sirada genclerden biri karnina yumruk atmisti ve bu onu tetiklemisti. yumruk zayif oldugu icin pek etki etmemisti ve o yumrugu savuran genci bir hamlede yere savurmustu. yakin dovus konusunda uzman sayilirdi ve bu hareketler onun icin refleks haline gelmisti, o yuzden sarhos olmasi pek bir seyi degistirmiyordu. sonra diger gencin elindeki bicagi almis ve bogazina saplamisti. bunu goren diger genc panikle kosarak kacmisti. o zaman bunu neden yaptigini bilmiyordu, ama artik biliyordu. bogazina bicak saplanan genc inanmayan gozlerle ona bakmis ve yardim ister gibi omuzlarindan tutmustu. o da dusmesin diye onu tutmustu. genc yavas yavas kendinden gecerken gozlerindeki degisim, daha sonra kollarinda yavas yavas olmesi adrenalinini yukseltmis ve kipirdayamaz hale gelmisti. bir sure kucaginda oldurdugu gencle orada durduktan sonra kendine gelmis, etrafa bakip kimsenin olmadigini gorunce o da yavasca kalkip bicagi alarak oradan uzaklasmisti. sonraki gunler boyunca hep polisin gelip kendisini almasini bekledi ama kimse gelmedi. garip olansa kendisini tuhaf sekilde iyi hissetmesiydi. sanki aldigi can ona can vermisti.
ikinci cinayetini ilkinden uc ay sonra islemisti. bu seferki planli idi. haberleri takip ederek karisini ve cocugunu dovup uzaklastirma alan, sonra tekrar doven ve gene serbest birakilan bir adami secmisti. ustelik bu ikinci karisiydi. ilk karisi supheli bir sekilde olmustu. polisler adamdan suphelenmisler ama delil bulunamadigi icin herhangi bir suclamada bulunamamislardi. bu cinayeti planlarken duydugu heyecan, avini adim adim takip etmesi ve sonunda oldurmesi. bunlarin hepsi ona buyuk heyecan vermisti. artik can almanin hayat amaci haline geldigini hissetmis, ama bu ona hic rahatsizlik vermemisti. sonraki kurbanlari da hep yasamlarinin degersiz oldugunu dusundugu kisilerdi. ama sonuncu farkliydi. altinci kurbani kollarinda can verirken farkli bir sey yapmaliyim diye dusunmustu. bu yuzden son kurbani tamamen normal bir hayat suren siradan biriydi. aslinda bu cinayetinin sebebi biraz da ne hissedecegini merak etmesiydi. bir sucluluk hissedecek miydi? hayir, hic sucluluk hissetmedi. iyi veya kotu herkes gozunde ayniydi. zaten iyi neydi, kotu neydi ki. "artik tam bir makineye donusuyorum" diye dusundu ve gulumsedi. "yeni planimi uygulama zamani geldi. burada devam edersem er gec yakalanirim." sonra arabasina bindi ve dunya turuna baslamak uzere hava alanina dogru yola cikti.
bu kacinciydi diye dusundu. 7 oldu. ama bu digerlerinden farkliydi. 2 sene once isledigi ilk cinayeti dusundu. 8 yasindaki kizini bir kazada kaybetmesinden 5 ay sonraydi. kizini hatirlayinca ici burkulur gibi oldu. o varken hayat ne kadar mukemmel ilerliyordu. o zamanlar cok sevdigi karisi ile birlikte gayet mutlu bir ailelerdi. sonra bir gun ogleden sonra kizinin haberini almisti. nasil yildirim gibi hastaneye kostugunu, polislerin kendisini nasil zapt edip teselli etmeye calistigini hatirliyordu. hissettigi aci dayanilacak gibi degildi. o gun her sey degismisti. karisi dogal olarak derin bir bunalima girmis ve kisa sure sonra artik kendisini gormek istemedigini soylemisti. "bana onu ve hatirlatiyorsun. ona cok benziyorsun. beraber dunyaya getirip buyuttugumuz kizimiza. buna artik dayanamiyorum" demisti. bunlari duydugunda hic bir sey hissetmemisti, sessizce gitmis ve bir daha birbirlerini ne gormusler ne de konusmuslardi. ne zaman hissizlestigini de biliyordu. kizinin cenazesinden uc gun sonra en yakin sandigi arkadasindan bir whatsapp mesaji almisti. komik bir video idi. gozlerine inanamamisti. en yakin arkadasi nasil bu kadar dusuncesiz olabilirdi. arkadasi bir kac dakika sonra yaptigi hatayi fark etmis ve aramis ama o acmamisti. mesajlarina da cevap vermeyip iletisimi tamamen kesmisti. anlamisti, yillarini beraber gecirdigi, neredeyse beraber buyudugu arkadasinin umrunda degildi. "kimse kimsenin umrunda degil. kimse deger verilmeye layik degil." sonra bir gece sarhos halde sokakta yuruken iki genc onunu kesmis ve ondan para istemislerdi. umarsizca yolunuza gidin demisti. ama gencler diretmis ve bir tanesi bicak cekmisti. o umursamamis ve "hadi gidin" diyerek yoluna devam etmek istemisti. tam o sirada genclerden biri karnina yumruk atmisti ve bu onu tetiklemisti. yumruk zayif oldugu icin pek etki etmemisti ve o yumrugu savuran genci bir hamlede yere savurmustu. yakin dovus konusunda uzman sayilirdi ve bu hareketler onun icin refleks haline gelmisti, o yuzden sarhos olmasi pek bir seyi degistirmiyordu. sonra diger gencin elindeki bicagi almis ve bogazina saplamisti. bunu goren diger genc panikle kosarak kacmisti. o zaman bunu neden yaptigini bilmiyordu, ama artik biliyordu. bogazina bicak saplanan genc inanmayan gozlerle ona bakmis ve yardim ister gibi omuzlarindan tutmustu. o da dusmesin diye onu tutmustu. genc yavas yavas kendinden gecerken gozlerindeki degisim, daha sonra kollarinda yavas yavas olmesi adrenalinini yukseltmis ve kipirdayamaz hale gelmisti. bir sure kucaginda oldurdugu gencle orada durduktan sonra kendine gelmis, etrafa bakip kimsenin olmadigini gorunce o da yavasca kalkip bicagi alarak oradan uzaklasmisti. sonraki gunler boyunca hep polisin gelip kendisini almasini bekledi ama kimse gelmedi. garip olansa kendisini tuhaf sekilde iyi hissetmesiydi. sanki aldigi can ona can vermisti.
ikinci cinayetini ilkinden uc ay sonra islemisti. bu seferki planli idi. haberleri takip ederek karisini ve cocugunu dovup uzaklastirma alan, sonra tekrar doven ve gene serbest birakilan bir adami secmisti. ustelik bu ikinci karisiydi. ilk karisi supheli bir sekilde olmustu. polisler adamdan suphelenmisler ama delil bulunamadigi icin herhangi bir suclamada bulunamamislardi. bu cinayeti planlarken duydugu heyecan, avini adim adim takip etmesi ve sonunda oldurmesi. bunlarin hepsi ona buyuk heyecan vermisti. artik can almanin hayat amaci haline geldigini hissetmis, ama bu ona hic rahatsizlik vermemisti. sonraki kurbanlari da hep yasamlarinin degersiz oldugunu dusundugu kisilerdi. ama sonuncu farkliydi. altinci kurbani kollarinda can verirken farkli bir sey yapmaliyim diye dusunmustu. bu yuzden son kurbani tamamen normal bir hayat suren siradan biriydi. aslinda bu cinayetinin sebebi biraz da ne hissedecegini merak etmesiydi. bir sucluluk hissedecek miydi? hayir, hic sucluluk hissetmedi. iyi veya kotu herkes gozunde ayniydi. zaten iyi neydi, kotu neydi ki. "artik tam bir makineye donusuyorum" diye dusundu ve gulumsedi. "yeni planimi uygulama zamani geldi. burada devam edersem er gec yakalanirim." sonra arabasina bindi ve dunya turuna baslamak uzere hava alanina dogru yola cikti.
devamını gör...
13.
kıssadan hisse
kocası olmayan yaşlı kadın, tereyağı yapıp bakkala günlük olarak satıyordu.
ancak bakkal tereyağını hiç tartmıyordu.
bir gün aklına bir şüphe düştü ve kadının getirdiği yağı tartmaya karar verdi.
1 kg olarak olarak aldığı tereyağının aslında 900 gram olduğunu görünce çok sinirlendi. ve ertesi gün kadın dükkana gelince bakkal, “bir daha senden tereyağı almayacağım.” dedi.
yaşlı kadın üzülerek, “efendim bir yanlışım mı oldu?” diye sordu.
bakkal,” senin bana verdiğin yağ 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın?” dedi...
bunun üzerine kadın şöyle cevap verdi; “efendim benim terazim yok, daha önce sizden 1 kilo şeker almıştım onu tartı olarak kullanıyorum.” dedi.
tabi bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.
böyledir işte dünya, ne ekersen onu biçersin.
kocası olmayan yaşlı kadın, tereyağı yapıp bakkala günlük olarak satıyordu.
ancak bakkal tereyağını hiç tartmıyordu.
bir gün aklına bir şüphe düştü ve kadının getirdiği yağı tartmaya karar verdi.
1 kg olarak olarak aldığı tereyağının aslında 900 gram olduğunu görünce çok sinirlendi. ve ertesi gün kadın dükkana gelince bakkal, “bir daha senden tereyağı almayacağım.” dedi.
yaşlı kadın üzülerek, “efendim bir yanlışım mı oldu?” diye sordu.
bakkal,” senin bana verdiğin yağ 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın?” dedi...
bunun üzerine kadın şöyle cevap verdi; “efendim benim terazim yok, daha önce sizden 1 kilo şeker almıştım onu tartı olarak kullanıyorum.” dedi.
tabi bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.
böyledir işte dünya, ne ekersen onu biçersin.
devamını gör...
14.
bu dünyada bir sömürenler vardır, bir de sömürülenler vardır.
devamını gör...
15.
adamın hikayesi bile çalıntı. hah.
devamını gör...
"kısa hikaye" ile benzer başlıklar
hikaye
18
bir hikaye
17