kulaklıkla müzik dinlerken yaşananlar
başlık "mahallenizin_dişli_dişçisi" tarafından 09.05.2021 11:04 tarihinde açılmıştır.
1.
arada ebeveynleriniz sesleniyormuş gibi geldiğinden çıkarırsınız. ama seslenmiyordur çünkü seslenselerdi duymazdınız ve beş dakikalık azar + kulaklığı çöpe atma tehdidi alırdınız.
devamını gör...
2.
müzik dinlenilen ânın tadını çıkarmak.
devamını gör...
3.
dışarıda sanki kıyamet kopuyormuş da sadece sen farkında değilmişsin gibi hissediyorum yüksek sesle dinlediğimde. birkaç dakikalığına astral seyahatin tadına varmak kulaklıkla müzik dinlemenin nimetlerinden.
devamını gör...
4.
sürekli birilerinin yerli yersiz sorularına maruz kalmak.
devamını gör...
5.
tonla iş yapıp sonradan farkına varmak.
bütün gün gece fark etmeksizin durmadan çalışabilirim. yalnız güzel bir kulaküstü kulaklık şart.
bütün gün gece fark etmeksizin durmadan çalışabilirim. yalnız güzel bir kulaküstü kulaklık şart.
devamını gör...
6.
metroda enerjisi yüksek bir şarkıya dans ederek eşlik etmek ve bunun farkına varmamak :(
devamını gör...
7.
kulaklık ile müzik dinlerken öyle bir his oluşuyor ki içimde sanki diğerleri benimle birlikte şarkı dinliyor ya da kulaklık bozulmuş ve ses dışarıya çıkıyor. bu yüzden kalabalık ve sessiz ortamlarda müzik dinleyemiyorum.
devamını gör...
8.
evde kimse yoksa illa kapı çalar ve ben o ara kulaklığı çıkarmışımdır kapı çalıyor mu diye uzun uzun çalmıştır hatta.
devamını gör...
9.
soundtrack’teki şarkılar tek tek çalarken kendi filminde başrol oynamak gibidir.
bazen spotify listemi açıp yürürüm. kulağımda kulaklık varsa o artık sıradan bir yürüyüş değildir, kendi filmimin kareleri akmaya başlar. otuz iki kısım tekmili birden. bazen iki süper film birden. müziğin türüne göre filmimin türü de değişir.
o zaman kulaklıkla müzik dinlerken yaşadıklarımı anlattığım sıradan bir gün:
the exorcist
çok büyük bir kafka hayranı olduğum için sabah kahvaltımı kargalarla birlikte yapıp ( bence çok iyi bir gönderme oldu) evden çıktığımda sözlük yazarlarının benden hoşlanmayacağını düşünüp yürürken kitap okumaktan vazgeçip kulaklığımı taktım. şansıma sabah sabah the exorcist theme song gelince ilk macera hemen hemen netleşti. şarkı başladıktan on beş yirmi saniye sonra karşıma dev bir köpek çıktı. üç başı olan köpek cehennemden fırlamış gibi üzerime atladı. yeşil pembe salyaları her yerime bulaşırken bir anda köpeği kaptığım gibi hancock’un çocuğu kapıp göğe uçtuğu gibi havalandım. ve yere inişte köpeği asfalta vurdum. köpek parçalara ayrılınca o parçalardan yüzlerce sıçan etrafa yayıldı. tam sıçanlarla savaşmak için bir yol ararken müzik yavaş yavaş azaldı ve bitti. korkunç bir andı. dev bir köpek. aslında dev değildi, normal bir köpekti. ama saldırdı bana, yani saldırmadı ama hırladı. burnumun dibinde hırlayan bir köpek. yani aslında o kadar yakın değildi ama köpek köpektir. fakat müzik bittiğine göre doğruyu söyleyebilirim. büyük siyah bir çöp poşeti idi gördüğüm ve korktuğum şey. yeni bir şarkı başlayana kadar etrafa saçtığım çöpleri toplamak zorunda kaldım.
unchained melody
ikinci şarkı unchained melody olunca film de bir anda yön değiştirdi. hafiften puslu böyle bir günde bu kadar güzel bir kadınla karşılaşmak çok büyük bir talihti benim için. kadının yemyeşil gözleri vardı. o kadar yeşildi ki gözleri daha önce yeşil gözlü kimseyle bakışmadığım için benzetme bile yapamıyorum. uzun uzun bakıştık, ben durak levhasına yaslanıp bir sigara yaktım. gözlerimi kısıp kadına bakmaya devam ettim. hayrettir ki o da gözlerini hiç ayırmıyordu benden. ama başka şeyler de oluyordu. bir iki adam daha bana bakmaya başlamıştı. dar siyah bir tişört giymiş, boynunda devasa bir zincir olan, pantolonu derisine nüfus etmiş gibi duran bir adam elinde makasla bana bakıyordu. yanında da yandaki nalbur ve çırağı. tam o anda müzik bitti ve adamların bana doğru koşmaya başlaması ile ben de seri depara kalktım. görseniz onyekuru’dan koşu var derdiniz. iki şarkı ile filmi yarılayıp bu arada posterdeki bir kadınla kısa süreli bir aşka yaşadıktan sonra telefonum çalınca filme on dakika ara vermek zorunda kaldım.
10 dakika ara
nothing’s gonna hurt you baby
aradan sonra ben de kaçmanın verdiği heyecan ve paniği atlatınca yeni bir şarkı açtım. cigarettes after sex’ten nothing’s gonna hurt you baby. bence duruma çok uygun bir şarkı idi. sonuçta poster de olsa bir seks imkanı yaşamıştım ve bu da bir sigarayı hak ediyordu ve beni kovalayan adamlara yakalanmadığım için de kimse beni incitmemişti. bu saçma düşüncelerden sıyrılıp şarkının içine girince kendimi bir pubda otururken buldum ve hemen kendime gelip etrafa öfkeli ama anlayışlı, hayattan vazgeçmiş ama mücadele etmeye hazır, umursamaz ama cinsel gücü yüksek bir şekilde baktım. müzik yükseldi. barmen elinde bir bezle bardağın içini yarınlar yokmuş gibi kurularken bana bakıp ne istediğimi sordu. ben de viskiden çatallaşmış sesimle her zamankinden dediğim an şarkı bitti. büfeci ile göz göze geldim. bana her zamanki nedir oğlum der gibi baktığını anlayınca hemen bir winston blue bir de clipper çakmak aldım ama sanırım yeterli olmayacaktı. o yüzden iki winston blue almaya karar verdim. parayı da tam verdim iki yirmilik. belki bu hatırlamasına yardımcı olur.
too close
günün son şarkısı alex clare’den too close oldu. ve şarkının başlaması ile etrafımı silahlı iki adamın sarması bir oldu. adamların yabancı olduğu çok belliydi, ağır bir italyan aksanı ile konuşuyorlardı ve benim düşünecek zamanım yoktu, hemen silahımı çektim ve benzer bir aksanla “ say hello to my little friend” dedim. adamların gözündeki korkuyu okudum ya da ben korku sandım. elim tetikte beklerken en ufak bir hamlede yakmaya niyetliydim adamları ve o hamle gelince hiç tereddüt etmedim. parmağımın bir hareketi ile şarkı bitti ve çakmağın alevli sesi parladı. yüzüme şaşkın şaşkın bakan adamlara iki de sigara ikram ettim bunun üzerine. ve başka bir şehirden çalışmak için geldiklerini ve geri dönmek için paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyen bu iki sahtekarı dumanlı bir kalpazanlıkla bırakıp yoluma devam ettim.
kulaklıkla şarkı dinlerken ben ben değilim. and the oscar goes to…
bazen spotify listemi açıp yürürüm. kulağımda kulaklık varsa o artık sıradan bir yürüyüş değildir, kendi filmimin kareleri akmaya başlar. otuz iki kısım tekmili birden. bazen iki süper film birden. müziğin türüne göre filmimin türü de değişir.
o zaman kulaklıkla müzik dinlerken yaşadıklarımı anlattığım sıradan bir gün:
the exorcist
çok büyük bir kafka hayranı olduğum için sabah kahvaltımı kargalarla birlikte yapıp ( bence çok iyi bir gönderme oldu) evden çıktığımda sözlük yazarlarının benden hoşlanmayacağını düşünüp yürürken kitap okumaktan vazgeçip kulaklığımı taktım. şansıma sabah sabah the exorcist theme song gelince ilk macera hemen hemen netleşti. şarkı başladıktan on beş yirmi saniye sonra karşıma dev bir köpek çıktı. üç başı olan köpek cehennemden fırlamış gibi üzerime atladı. yeşil pembe salyaları her yerime bulaşırken bir anda köpeği kaptığım gibi hancock’un çocuğu kapıp göğe uçtuğu gibi havalandım. ve yere inişte köpeği asfalta vurdum. köpek parçalara ayrılınca o parçalardan yüzlerce sıçan etrafa yayıldı. tam sıçanlarla savaşmak için bir yol ararken müzik yavaş yavaş azaldı ve bitti. korkunç bir andı. dev bir köpek. aslında dev değildi, normal bir köpekti. ama saldırdı bana, yani saldırmadı ama hırladı. burnumun dibinde hırlayan bir köpek. yani aslında o kadar yakın değildi ama köpek köpektir. fakat müzik bittiğine göre doğruyu söyleyebilirim. büyük siyah bir çöp poşeti idi gördüğüm ve korktuğum şey. yeni bir şarkı başlayana kadar etrafa saçtığım çöpleri toplamak zorunda kaldım.
unchained melody
ikinci şarkı unchained melody olunca film de bir anda yön değiştirdi. hafiften puslu böyle bir günde bu kadar güzel bir kadınla karşılaşmak çok büyük bir talihti benim için. kadının yemyeşil gözleri vardı. o kadar yeşildi ki gözleri daha önce yeşil gözlü kimseyle bakışmadığım için benzetme bile yapamıyorum. uzun uzun bakıştık, ben durak levhasına yaslanıp bir sigara yaktım. gözlerimi kısıp kadına bakmaya devam ettim. hayrettir ki o da gözlerini hiç ayırmıyordu benden. ama başka şeyler de oluyordu. bir iki adam daha bana bakmaya başlamıştı. dar siyah bir tişört giymiş, boynunda devasa bir zincir olan, pantolonu derisine nüfus etmiş gibi duran bir adam elinde makasla bana bakıyordu. yanında da yandaki nalbur ve çırağı. tam o anda müzik bitti ve adamların bana doğru koşmaya başlaması ile ben de seri depara kalktım. görseniz onyekuru’dan koşu var derdiniz. iki şarkı ile filmi yarılayıp bu arada posterdeki bir kadınla kısa süreli bir aşka yaşadıktan sonra telefonum çalınca filme on dakika ara vermek zorunda kaldım.
10 dakika ara
nothing’s gonna hurt you baby
aradan sonra ben de kaçmanın verdiği heyecan ve paniği atlatınca yeni bir şarkı açtım. cigarettes after sex’ten nothing’s gonna hurt you baby. bence duruma çok uygun bir şarkı idi. sonuçta poster de olsa bir seks imkanı yaşamıştım ve bu da bir sigarayı hak ediyordu ve beni kovalayan adamlara yakalanmadığım için de kimse beni incitmemişti. bu saçma düşüncelerden sıyrılıp şarkının içine girince kendimi bir pubda otururken buldum ve hemen kendime gelip etrafa öfkeli ama anlayışlı, hayattan vazgeçmiş ama mücadele etmeye hazır, umursamaz ama cinsel gücü yüksek bir şekilde baktım. müzik yükseldi. barmen elinde bir bezle bardağın içini yarınlar yokmuş gibi kurularken bana bakıp ne istediğimi sordu. ben de viskiden çatallaşmış sesimle her zamankinden dediğim an şarkı bitti. büfeci ile göz göze geldim. bana her zamanki nedir oğlum der gibi baktığını anlayınca hemen bir winston blue bir de clipper çakmak aldım ama sanırım yeterli olmayacaktı. o yüzden iki winston blue almaya karar verdim. parayı da tam verdim iki yirmilik. belki bu hatırlamasına yardımcı olur.
too close
günün son şarkısı alex clare’den too close oldu. ve şarkının başlaması ile etrafımı silahlı iki adamın sarması bir oldu. adamların yabancı olduğu çok belliydi, ağır bir italyan aksanı ile konuşuyorlardı ve benim düşünecek zamanım yoktu, hemen silahımı çektim ve benzer bir aksanla “ say hello to my little friend” dedim. adamların gözündeki korkuyu okudum ya da ben korku sandım. elim tetikte beklerken en ufak bir hamlede yakmaya niyetliydim adamları ve o hamle gelince hiç tereddüt etmedim. parmağımın bir hareketi ile şarkı bitti ve çakmağın alevli sesi parladı. yüzüme şaşkın şaşkın bakan adamlara iki de sigara ikram ettim bunun üzerine. ve başka bir şehirden çalışmak için geldiklerini ve geri dönmek için paraya ihtiyaçları olduğunu söyleyen bu iki sahtekarı dumanlı bir kalpazanlıkla bırakıp yoluma devam ettim.
kulaklıkla şarkı dinlerken ben ben değilim. and the oscar goes to…
devamını gör...
10.
üstteki arkadaş gibi edebiyatın dibine vurmak isterdim ama kulaklıkla müzik dinlerken aniden birinin omzuma dokunmasıyla üç buçuk atmam dışında bir şey yasamadim.
devamını gör...
11.
sanki kıyamet kopuyormuş da sadece ben farkında değilmişim gibi geliyor zaman zaman. kulaklığı takıp müzik eşliğinde yürümek harika da işte böyle de bir durum var. bir de birileri bir şey demeye çalışınca tüm büyü kayboluyor. misal, sen hayal aleminde en güzel yerlere gitmişken biri:" burdan sanayiye nasıl giderim?" diye sorunca olmuyor.
devamını gör...
12.
bazen yolda hayko cepkin eşliğinde bağırmama çabası gösterdiğim durumdur hatta arada bir athena grubunun kliplerinde gökhan'ın yaptığı gibi ağzımı açarak şarkı söylediğim olmuştur kalabalık şehirlerde zordur bunu sorunsuz yaşamak
devamını gör...
13.
bir gün dolmuşta
bu şarkıyı dinliyorum;
türbanlı bir bacı bunun dua falan olduğuna inanıp bildiğiniz tribe girmişti. ben de bozmamıştım. weeds li bölüme ne güzel allah diyor demişliği var.
bu şarkıyı dinliyorum;
türbanlı bir bacı bunun dua falan olduğuna inanıp bildiğiniz tribe girmişti. ben de bozmamıştım. weeds li bölüme ne güzel allah diyor demişliği var.
devamını gör...
14.
dinlettin boynu bükük şarkılaarrrr
rastgele bir amca: ajekrkrkrklrltlrllflg
ben; neeyyy
düz bir bakışma
martılaağğğrrr
rastgele bir amca: ajekrkrkrklrltlrllflg
ben; neeyyy
düz bir bakışma
martılaağğğrrr
devamını gör...
15.
çalan şarkıya ve moduma göre o cenaze senin bu düğün benim geziyorum efendim. hayal kurmadan müzik dinleyemeyen bir insan olarak her moduma uygun playlistim var.
şu kafamdakilerden türk dizi sektörüne bir dünya ekmek çıkardı. hatta yurtdışına da açılırdım.
viking esintili şarkılarda iskoçya dağlarında fink atarken bir çakal çökerten zeybeği çakıyorum hop izmir’in dağlarındayım seyirci şaşkın!
ya da mesela şebnem ferah- yağmurlar ya da sertap erener- olsun çalıyor hemen bir sevgili yaratıyorum; kavga, dövüş, seviş, ayrılık, kan ter gözyaşı derken zırıl zırıl ağlıyorum. ama nasıl rahatlıyorum. biz de böyle şizofreniz işte.
şu kafamdakilerden türk dizi sektörüne bir dünya ekmek çıkardı. hatta yurtdışına da açılırdım.
viking esintili şarkılarda iskoçya dağlarında fink atarken bir çakal çökerten zeybeği çakıyorum hop izmir’in dağlarındayım seyirci şaşkın!
ya da mesela şebnem ferah- yağmurlar ya da sertap erener- olsun çalıyor hemen bir sevgili yaratıyorum; kavga, dövüş, seviş, ayrılık, kan ter gözyaşı derken zırıl zırıl ağlıyorum. ama nasıl rahatlıyorum. biz de böyle şizofreniz işte.
devamını gör...
16.
17.
motorsiklet kullanırken dinliyorum da bakalım ölmez sağ kalırsam bir ara yaşadıklarımı yazarım.
devamını gör...
18.
insanlar bağırır çağırır duymazsınız , hayal alemine daldığınızdan ağaca ve bilimum canlıya yürürken çarparsınız. çok keyifliyseniz popoyu sallar hafiften dans edersiniz .
devamını gör...