1.
terim, insan durumunun temelinde absürt olduğu ve bu absürtlüğün de sadece absürt edebi eserler ile yeteri derecede temsil edilebileceği hissiyatında ortak paydada buluşan düz yazı ve tiyatrodaki bir çok çalışmada yer almıştır. absürtlüğün hem mizacı hem de tiyatroya yansıması, fransız yazar alfred jarry'nin 1896'da yayımlamış olduğu "ubu roi" (ubu the king) adlı eserinde görülmektedir. bu terimin yazın dünyasından franz kafka'nın 1920'lerde yazmış olduğu "the trial" ve "metamorphosis" eserlerde görülmesinin yanı sıra "expressionism" ve "surrealisim" akımlarına da etki etmiştir.
lakin mevcut sanat akımı ikinci dünya savaşından sonra, geleneksel kültür ve edebiyatın temel değer ve inançlarına karşı bir isyan olarak fransada ortaya çıkmıştır. ilk geleneğinde insanlığın mantıklı bir toplumun ve düzenin bir parçasını oluşturduğu düşünülmüş olsa dahi, 1940'lardan sonra jean paul sartre ve albert camus gibi isimlerin varoluşçu felsefelerine dalarak, insanın terk edilmiş bir gezegende verimsiz ve anlamsız bir anlamı aradığı gerçeğine yönelmiştir.
camus 1942'de yayımladığı "the myth of sisyphus" eserinde şunları ifade etmektedir;
'ışıktan ve illüzyondan aniden yoksun kalan bir evrende, insan bir yabancı gibi hisseder. çaresiz bir sürgündedir. insan ve hayatı arasındaki bu ayrılık, absürtlük hissiyatının temellerini atmıştır.'
bu terimin içerisinde boğulan (gönül veren ve eserlerinde bir mücevher işler gibi işleyen) diğer yazarlar ise;
eugene ıonesco - the bold soprano (1949), the lesson (1951),
samuel beckett - waiting for godot (1954), endgame (1958), malone dies (1958), the unnamable (1958),
jean genet,
harold pinter,
edward albee,
tom stoppard
lakin mevcut sanat akımı ikinci dünya savaşından sonra, geleneksel kültür ve edebiyatın temel değer ve inançlarına karşı bir isyan olarak fransada ortaya çıkmıştır. ilk geleneğinde insanlığın mantıklı bir toplumun ve düzenin bir parçasını oluşturduğu düşünülmüş olsa dahi, 1940'lardan sonra jean paul sartre ve albert camus gibi isimlerin varoluşçu felsefelerine dalarak, insanın terk edilmiş bir gezegende verimsiz ve anlamsız bir anlamı aradığı gerçeğine yönelmiştir.
camus 1942'de yayımladığı "the myth of sisyphus" eserinde şunları ifade etmektedir;
'ışıktan ve illüzyondan aniden yoksun kalan bir evrende, insan bir yabancı gibi hisseder. çaresiz bir sürgündedir. insan ve hayatı arasındaki bu ayrılık, absürtlük hissiyatının temellerini atmıştır.'
bu terimin içerisinde boğulan (gönül veren ve eserlerinde bir mücevher işler gibi işleyen) diğer yazarlar ise;
eugene ıonesco - the bold soprano (1949), the lesson (1951),
samuel beckett - waiting for godot (1954), endgame (1958), malone dies (1958), the unnamable (1958),
jean genet,
harold pinter,
edward albee,
tom stoppard
devamını gör...