“kaç dolanışta ulaşır sarmaşık, çiçek açacağı yere?”
*
hır gür eylül ayını bitirmişiz. hesaplarımıza göre anayoldan çıkıp dalacağımız ilk sapaktı bu yılın eylül ayı. sanırım hızı tutturamadık ve şöyle sokağın başından bakıp yola devam ettik. el sallamaya bile fırsatımız olmadı. turlayalım bakalım, ilerde mutlaka bir kavşak vardır. belki bir dahaki sefere, belediye kapatmamışsa ve sokak sakinleri yerlerinde duruyorsa…
eylül… bekir eylül ayını çok severdi. ablasının üniv’den kız arkadaşının bir şiirini okurdu bize “hep eylül eylül diye sayıkladım” konulu. dinler hüzünlenirdik. oysa bir sevdiğimiz bile yoktu henüz. ama her an hüzünlenmeye hazırdık sanki. ne eylüller geçti gitti, ne sayıklamalar yaşadık. an geldi eylülleri sayıklayan grubun ortasında bir duygu bombası infilak etti. her birimizi bir tarafa attı. o gün bugün yaralarımızı sarıp duruyoruz. yaralarımıza kabuk bağlatamadık. her yılın eylül ayında, ömrümüzün eylül mevsimlerinde kaşıdık durduk. bir yerden sonra da kabuk tutmuyor artık.
ışığını yakmaya ürktüğümüz karanlık bir dünyamız vardı. gün ortası her şeyi bütün çıplaklığıyla görmek yerine, el yordamıyla yoklayarak yaşamayı tercih ettik belki de hayatı. hâla içimizde ışık almayan kuytu yerler var. gençtik ve kendi cebimizden yaşıyorduk ve sermayemiz bitecek gibi görünmüyordu. oysa hazıra dağ dayanmazmış.
zaman ne de çabuk geçiyor. bir yaştan sona iniş aşağı iniyorsunuz, göt üstü. insan ilerisini, böylesi inişleri düşünerek birkaç ağaç eker, olmadı sağa sola birkaç dal mal atar. uçurumdan aşağı inerken elimizi nereye atsak ottan başka bir şey gelmiyor. insanın el atası da gelmiyor artık. hani neredeyse sigara yakıp, bari bitirmeden dibe ulaşmayalım diye dua edeceğiz. ruhun bedenden daha hızlı yol alması kötü bir şey. zira ruh varması gereken yere varıp sırtüstü yerde uzanmışken, bedeniniz henüz arkadan geliyor. uçurumdan aşağıya düşerken tutunmak için ottan başka bir şey bulamamak da bundan boşuna değil.
bir eylül ayını daha bitirdik ve bekir’in okuduğu gibi “hep eylül eylül diye sayıkladık.”
dışarıda usulden bir yağmur yağıyor, gecenin saçlarını tarar gibi. klavye tıkırtıları, müzik, sigara, çay ve yağmur. önümde bin yıllık karışık metinler, yana düşülmüş haşiyeler, altta arap saçı gibi birbirine girmiş dipnotlar, rakamlar, göndermeler, bakınızlar… üç beş gram akıl, dört beş sokum iştah, alacalı keyif, karıncalı gözler, kahvehaneden farksız havası boğuk bir oda… bütün bu karışıklık içinde her paragraf başında karşıma çıkan, dudakları muallakta bırakan aynı cümle. gülse mi titrese mi, sigarayla oyalamak en iyisi.
ninni
devamını gör...