orijinal adı : der zwang
yazar : stefan zweig
yıl : 1920
savaş karşıtı olan zweig'ın birinci dünya savaşı sürerken yazmış olduğu eserdir. savaşta askere alınmamak ve yeni evlendiği eşinden ayrılmamak için ülkesinden kaçan bir adamın yaşamış olduğu ikilemi anlatır.
yazar : stefan zweig
yıl : 1920
savaş karşıtı olan zweig'ın birinci dünya savaşı sürerken yazmış olduğu eserdir. savaşta askere alınmamak ve yeni evlendiği eşinden ayrılmamak için ülkesinden kaçan bir adamın yaşamış olduğu ikilemi anlatır.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "freud purosu" tarafından 04.02.2021 21:11 tarihinde açılmıştır.
1.
"içinde bir şeyler hayır diyorsa, sen de hayır demelisin."
bir çırpıda okunabilecek, kitap bittikten sonra ise etkisini benliğinizde uzun süre hissedebileceğiniz bir stefan zweig eseridir mecburiyet. zweig kitabın ismini "firari" koyacakken son anda "mecburiyet" olarak değiştirmiştir. bu kitap bizleri ferdinand adında bir ressamla tanıştırıyor. ferdinand, karısı ile beraber savaştan kaçıp isviçre'ye yerleşmiş olan bir ressamdır. ülkesi adına savaştan kaçtığı için hep içinde bir yerlerde acaba aynı durumla tekrar karşı karşıya kalır mıyım korkusu yatmaktadır. ve nitekim bu korkusu gerçek olur ve ülkesinden kendisine bir tebligat gelir. ferdinand ülkesi adına savaşmaya çağrılmaktadır. çok zor bir seçim yapmak zorundadır: özgürlük mü? sorumluluk mu? eşi onun kesinlikle savaşa katılmaması gerektiğini düşünmektedir. ferdinand da bu görüşe katılmaktadır lakin içini kemiren bir vicdan hesaplaşması yaşamaktadır. bu içsel hesaplaşmayı, karar verme sürecini stefan zweig çok başarılı bir şekilde yansıtmaktadır okuyucuya. adeta o kararı ferdinand değil de biz verecekmişiz gibi. zaten onu da bu denli büyük bir yazar yapan özelliklerinden birisi de bu harika psikolojik tahlilleri değil midir? zweig aslında bu eserinde kendinden de bahsetmiştir bir anlamda. kendisi de savaş karşıtı olan zweig, bu eserinde aslında hüzünlü bir hikayeye değil de acıklı ve oldukça zor bir sorgulamaya davet etmiştir bizleri.
ferdinand "bunu yapmak istemezdim ama mecburum." der. eşi paula ise neden mecbur olduğunu sorgulamaktadır. ve ferdinand'a, "dürüst ol, vatanın hayatın kadar önemli mi senin için? soylu hükümdarlara bile kalmayan bir taşrayı resim yaptığın sağ elin kadar seviyor musun?" diye sorar. aslında bu cümleler mecburiyetin, vatanın ve savaşın sorgulamasını yaptırıyor bizlere. bize vatan neresidir diye soruyor.
elli sayfalık incecik bir kitap olan mecburiyet, aslında kendimize soramadığımız, insanlık olarak üzerine düşünmediğimiz bir konuda, derin bir sorgulamaya itiyor. kitap bittikten sonra dahi, içimizde bir yerlerde devam ediyor adeta.
bir çırpıda okunabilecek, kitap bittikten sonra ise etkisini benliğinizde uzun süre hissedebileceğiniz bir stefan zweig eseridir mecburiyet. zweig kitabın ismini "firari" koyacakken son anda "mecburiyet" olarak değiştirmiştir. bu kitap bizleri ferdinand adında bir ressamla tanıştırıyor. ferdinand, karısı ile beraber savaştan kaçıp isviçre'ye yerleşmiş olan bir ressamdır. ülkesi adına savaştan kaçtığı için hep içinde bir yerlerde acaba aynı durumla tekrar karşı karşıya kalır mıyım korkusu yatmaktadır. ve nitekim bu korkusu gerçek olur ve ülkesinden kendisine bir tebligat gelir. ferdinand ülkesi adına savaşmaya çağrılmaktadır. çok zor bir seçim yapmak zorundadır: özgürlük mü? sorumluluk mu? eşi onun kesinlikle savaşa katılmaması gerektiğini düşünmektedir. ferdinand da bu görüşe katılmaktadır lakin içini kemiren bir vicdan hesaplaşması yaşamaktadır. bu içsel hesaplaşmayı, karar verme sürecini stefan zweig çok başarılı bir şekilde yansıtmaktadır okuyucuya. adeta o kararı ferdinand değil de biz verecekmişiz gibi. zaten onu da bu denli büyük bir yazar yapan özelliklerinden birisi de bu harika psikolojik tahlilleri değil midir? zweig aslında bu eserinde kendinden de bahsetmiştir bir anlamda. kendisi de savaş karşıtı olan zweig, bu eserinde aslında hüzünlü bir hikayeye değil de acıklı ve oldukça zor bir sorgulamaya davet etmiştir bizleri.
ferdinand "bunu yapmak istemezdim ama mecburum." der. eşi paula ise neden mecbur olduğunu sorgulamaktadır. ve ferdinand'a, "dürüst ol, vatanın hayatın kadar önemli mi senin için? soylu hükümdarlara bile kalmayan bir taşrayı resim yaptığın sağ elin kadar seviyor musun?" diye sorar. aslında bu cümleler mecburiyetin, vatanın ve savaşın sorgulamasını yaptırıyor bizlere. bize vatan neresidir diye soruyor.
elli sayfalık incecik bir kitap olan mecburiyet, aslında kendimize soramadığımız, insanlık olarak üzerine düşünmediğimiz bir konuda, derin bir sorgulamaya itiyor. kitap bittikten sonra dahi, içimizde bir yerlerde devam ediyor adeta.
devamını gör...
2.
zweig'in savaş karşıtı görüşlerini paulanın ağzından anlattığı, günümüze 1920'den ulaşan ve savaşın devam ettiği dünyamızda güncelliğini korumaya devam eden kitabıdır.
insanlığın ötesinde bir vatanın olmadığına inanan ferdinand savaş sırasında isviçre'ye kaçar, ama içindeki makinenin 'mecburiyet' duygusundan kaçamaz. yirmi milyon insanı boğan o zinciri kırabilir mi ferdinand?
(bkz: stefan zweig)
insanlığın ötesinde bir vatanın olmadığına inanan ferdinand savaş sırasında isviçre'ye kaçar, ama içindeki makinenin 'mecburiyet' duygusundan kaçamaz. yirmi milyon insanı boğan o zinciri kırabilir mi ferdinand?
(bkz: stefan zweig)
devamını gör...
3.
önceden tahmin edilebilir bir kitap olmadığı için zevkli bir içeriğe sahip. sınıra gelene kadar ha vazgeçti, ha vazgeçiyor diye merak ettirmiştir. son sahnede artık burdan da dönülmez kardeşim diye düşünürken hoş bir finalle hikaye sonlanıyor efendimm
devamını gör...
4.
stefan zweig'in okurken yine bilinç altımı(zı) yoklattığı orijinal adı "der zwang" olan bir kitabıdır. insanı arzularından tutkularından vazgeçiren kendisini zorunda hissettiği sorumluluk duygularını, çoğulculuğun tekillikten daha mı önemli olduğu? sevdiğimiz bir insanın bizi tutkularımızın peşinden giderken nasıl terk edebileceğini, kendi içsel çatışmamıza bir ok daha atabileceği üzerinden dem vuran romanıdır.
devamını gör...
5.
karısı ile “vatanı” arasında kalan vicdani retçi ressam ferdinand'ın hikayesini konu alan stefan zweig kitabı. dilimize mecburiyet adıyla çevrilmiş, iş bankası yayınları tarafından basılmıştır. yazarın otobiyografik eseri, dünün dünyası'nı okursanız, ressam ferdinand'ın aslında stefan zweig olduğunu görürsünüz. kadınların erkeklerden daha cesur olduğunu bir kez daha görüyoruz bu kitap sayesinde.
“insan bir halkın üyesi olabilir, fakat halkı çıldırdığında kendisinin de çıldırması gerekmez. sen onlar için bir sayıdan, bir rakamdan ibaretsin, bir alet, anlamsızca ve vicdansızca ölüme gönderilen bir askersin yalnızca, oysa benim için kanlı canlı bir insansın, bu nedenle onlara katılmana izin vermeyeceğim. onlar istedi diye senden vazgeçmeyeceğim.”
“insan bir halkın üyesi olabilir, fakat halkı çıldırdığında kendisinin de çıldırması gerekmez. sen onlar için bir sayıdan, bir rakamdan ibaretsin, bir alet, anlamsızca ve vicdansızca ölüme gönderilen bir askersin yalnızca, oysa benim için kanlı canlı bir insansın, bu nedenle onlara katılmana izin vermeyeceğim. onlar istedi diye senden vazgeçmeyeceğim.”
devamını gör...
6.
stefan zweig 'in faşizm ve milliyetçiliği sorgulayan kitabının adı. ayrıca kitabın mecburiyet adı altında yeniden yayınlanmış hali de mevcut.
sevdiği kadına olan aşkı ve vatan aşkı arasında kalan bir adam ve iç hesaplaşmaları... özgürlük mü sorumluluk mu sorularının cevabı niteliğinde olan bir öykü.
-...burada özgürsün.
+özgür! bugün kim özgür ki?
-özgür olmak isteyen herkes.
" içinde bir şeyler hayır diyorsa, sen de hayır demelisin. "
“insanlık adına gideceksen, inandığın bir şey uğruna gideceksen seni tutmam. fakat köleler içinde bir köle olmak için gitmek istiyorsan, karşında olurum. ınsan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil.”
sevdiği kadına olan aşkı ve vatan aşkı arasında kalan bir adam ve iç hesaplaşmaları... özgürlük mü sorumluluk mu sorularının cevabı niteliğinde olan bir öykü.
-...burada özgürsün.
+özgür! bugün kim özgür ki?
-özgür olmak isteyen herkes.
" içinde bir şeyler hayır diyorsa, sen de hayır demelisin. "
“insanlık adına gideceksen, inandığın bir şey uğruna gideceksen seni tutmam. fakat köleler içinde bir köle olmak için gitmek istiyorsan, karşında olurum. ınsan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil.”
devamını gör...
7.
hemen ardından "kızıl kahkaha" (leonid andreyev) okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. askerlerin yaşadığı bunalımı, ikilemleri, küçük delilikleri iliklerinize kadar bu iki incecik kitapla hissedebilirsiniz. pişman olur musunuz, sanmam.
devamını gör...
8.
(bkz: stefan zweig) in en sevdiğim uzun öykülerinden biri olan kitap. özgürlük için ülkelerinden başka bir ülkeye kaçmış olan antimilitarist bir çiftten ferdinand'ın ülkesi tarafından askerlik görevini yapmak üzeri geri çağrılması ile başlar. kitabın konusunu da bu durum oluşturur. ferdinand barışçıl ve özgürlüğüne düşkün bir ressamdır. karısı da aynı şekilde savaş karşıtı barışçıl birisidir. bu özelliği ferdinand'ın bir dilemmada kalmasına ikileme düşmesine sebep olur. karar vermekte çok zorlanır. kendisi ve ailesi için en doğru olan nedir?kitap boyunca cesaret-korku, gitmek-kalmak, özgürlük-esaret gibi dilemmalarla çatışmak zorunda kalır. ve yine yeniden her büyük eser ve yazarda olduğu gibi bu kitapta da varoluşçuluktan izler görmekteyiz. ferdinand kendi özgür iradesiyle mi karar vermek istiyor yoksa konformist bir şekilde toplumsal kurallar üzerinden mi karar vermesi gerekiyor? kendisi otantik olarak savaş karşıtı ve özgürlüğüne düşkün bir insan aynı zamanda resim sanatına aşık üretmeyi çok seven bir sanatçı. ancak gitmemek acaba kaçmak mı korkmak demek mi diye düşünüyor. neden böyle düşünüyor peki? işte burda konformizm devreye giriyor. bizdeki karşılığı toplum baskısı, elalem ne der? korkak mı der? vatanın için savaşmaya gitmemek korkaklık mıdır? insanlar orada savaşta iken ben burda resim yapmalı mıyım? gibi sorular sürekli aklını kurcalar durur. hepimiz için geçerli değil mi bu durum? hepimiz kararlarımızı alırken bu ikilemlere düşmüyor muyuz? işte varoluşçuluk insanın anlamlı bir hayat yaşayabilmesi için otantik yaşaması gerektiğini, kendi seçimlerini kendi özgür iradesi ile kendi fenomenolojisi ile alması gerektiğini ve kendi kararlarının da sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini söylüyor. zweig da kitapta bu durumu şu cümle ile özetliyor
insan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil."
ben çok beğenerek okudum. herkesin tek oturuşta okuyabileceği mükemmel bir kitap.
insan bir amaç uğruna kendinden vazgeçebilir, fakat başkalarının çılgınca fikirleri uğruna değil."
ben çok beğenerek okudum. herkesin tek oturuşta okuyabileceği mükemmel bir kitap.
devamını gör...
9.
kitap okurken kendi playlistimi açar kulaklığımı takar ve her zaman kendimi ana karakterin yerine koyarım ben bu kitapta da öyle yaptım. okurken soluğum kesildi. ferdinand yapma, yapmamalısın dedim her sayfada. neyse ki umduğum gibi bitmedi. stefan zweig bütün kitaplarını çok severim bu kitapta muhteşem olmuş 1 veya 2 günde bitirebileceğiniz ve yazarın iç dünyasından da yansımaları göreceğiniz bir kitap. keşke intihar etmeseymiş daha neler yazarmış kim bilir?
devamını gör...
10.
zweig kitaplarının yeri bende ayrı, ama bu kitabın apayrı. şu ana kadar dört-beş kişiye okutmuşumdur herhalde. o savaşa gitme korkusunu okurken ben yaşadım sanki.
devamını gör...
11.
okurken karakterin yaşadığı sıkıntıyı iliklerime kadar yaşadığım, soluksuz bir şekilde sonuna kadar tedirgin olduğum bir zweig eseri. bilenler bilir en sevdiğim yazar zweig'dir ve mecburiyet en sevdiğim üç romanın içinde yer alır. arada kalmışlık hissinin baskın olduğu roman hümanizm ile milliyetçilik duyguları arasındaki gelgitleri anlatır. okunması gereken sonra tekrar okuması gereken bir eser.
devamını gör...
12.
stefan zweig’in 1920 yılında basılan kitabı.
genelde tanım cümlesinde tarihi, tanım yapmak için belirtirim. ama bu sefer tarihin önemine vurgu yapmak istiyorum.
zweig’in hayatını az çok biliyordum ama kitabı okurken nedense yahudilerden kaçıp belçika’ya sığındığı zamanlarda yazdığını, sadece belçika’yı isviçre olarak değiştirdiğini düşünmüştüm. çünkü burada da bir kaçış var ve arkada bıraktıkları var. yani bir nevi vicdan muhasebesi yapıyor yazar. kitaptaki ferdinand= stefan.
ama kitaptan sonra, kitabın yayımlanma tarihi ile zweig’in hayat çizgisine baktığımda taşlar yerine oturmadı başta. yazar, kendi çelişkilerini o kadar iyi anlatmış ki , bunu yaşamayan biri bu duyguları bu kadar net belirtemezdi. sonra 1.dünya savaşı’na katıldığını okudum ve 1917 yılında askerliği bıraktığını ve bu süre zarfında yeterimce acı ve vahşet gördüğünü farkettim. zaten kitapta da vatanseverlik ve savaş karşıtlığı çelişkisi var. evet ‘mecbur’kaldığını düşündüğü için biniyor trene ama sonra sınırdan dönüyor. bu da savaşa gidip, savaş devam ederken dönmesine gönderme diye düşünüyorum. zaten savaş sonrası isviçre’ye yerleşmiş olması, bütün taşları yerine oturtuyor.
kitabın konusu ve detayları yeterince belirtilmiş yukarıdaki tanımlarda. kitap aslında, yazarın savaştan döndükten sonra yaşadığı pişmanlık ile kavuştuğu özgürlüğün içinde yarattığı çelişkiyi anlatıyor.
bu detaylar olmasa, alelade bir kitap der geçerim. ama yazarın zihnini yansıttığını , aslında kendisini anlattığını farkettiğimde bakış açım da değişiyor. hatta zengin bir aileden gelen zweig’in, konsoloslukta diğer bekleyenleri küçümser tavrı ve kağıyı açan hizmetlinin tavrını , sırf ondan aşağı tabakada diye küçümsemesi de buna örnek verilebilir. yazarı eleştirmek anlamında yazmadım bunu; kim hangi çevrede büyüdüyse o kişi gibi düşünür genelde.
okunur mu? okunur bir kitap. yeni okuyacaklara , iyi okumalar.
genelde tanım cümlesinde tarihi, tanım yapmak için belirtirim. ama bu sefer tarihin önemine vurgu yapmak istiyorum.
zweig’in hayatını az çok biliyordum ama kitabı okurken nedense yahudilerden kaçıp belçika’ya sığındığı zamanlarda yazdığını, sadece belçika’yı isviçre olarak değiştirdiğini düşünmüştüm. çünkü burada da bir kaçış var ve arkada bıraktıkları var. yani bir nevi vicdan muhasebesi yapıyor yazar. kitaptaki ferdinand= stefan.
ama kitaptan sonra, kitabın yayımlanma tarihi ile zweig’in hayat çizgisine baktığımda taşlar yerine oturmadı başta. yazar, kendi çelişkilerini o kadar iyi anlatmış ki , bunu yaşamayan biri bu duyguları bu kadar net belirtemezdi. sonra 1.dünya savaşı’na katıldığını okudum ve 1917 yılında askerliği bıraktığını ve bu süre zarfında yeterimce acı ve vahşet gördüğünü farkettim. zaten kitapta da vatanseverlik ve savaş karşıtlığı çelişkisi var. evet ‘mecbur’kaldığını düşündüğü için biniyor trene ama sonra sınırdan dönüyor. bu da savaşa gidip, savaş devam ederken dönmesine gönderme diye düşünüyorum. zaten savaş sonrası isviçre’ye yerleşmiş olması, bütün taşları yerine oturtuyor.
kitabın konusu ve detayları yeterince belirtilmiş yukarıdaki tanımlarda. kitap aslında, yazarın savaştan döndükten sonra yaşadığı pişmanlık ile kavuştuğu özgürlüğün içinde yarattığı çelişkiyi anlatıyor.
bu detaylar olmasa, alelade bir kitap der geçerim. ama yazarın zihnini yansıttığını , aslında kendisini anlattığını farkettiğimde bakış açım da değişiyor. hatta zengin bir aileden gelen zweig’in, konsoloslukta diğer bekleyenleri küçümser tavrı ve kağıyı açan hizmetlinin tavrını , sırf ondan aşağı tabakada diye küçümsemesi de buna örnek verilebilir. yazarı eleştirmek anlamında yazmadım bunu; kim hangi çevrede büyüdüyse o kişi gibi düşünür genelde.
okunur mu? okunur bir kitap. yeni okuyacaklara , iyi okumalar.
devamını gör...
13.
ilk basımı 2018-2019 yıllarına ait olan stefan zweig kitabı. kitapta, savaştan kaçan ferdinand'ın içinde yaşadığı dürtülerin kendisine ve çevresindekilere nasıl zarar verdiği anlatılmaktadır. içindeki dürtüyü bastırmaya çalışsa da o bastırdıkça, içindeki dürtü kendini daha çok gösterir.
ferdinand savaştan kaçıp, karısı paula ile isviçre'ye yerleşir. her ne kadar geçmişini arkasında bıraksa da ruhunu da ülkesinde bırakır. isviçre'de sürekli savaşa çağrılacağı dürtüsüyle yaşamaktadır. bu dürtü onu öyle bir hale getirir ki ferdinand eski ferdinand değildir artık. karısı paula'dan başka kimseyle konuşmaz, savaştan kaçtığı için savaş ile ilgili sorulara cevap vermez, kimseyle arkadaşlık edinmez, savaşın nasıl gittiğine dair bilgileri öğrenmek istemez ve bundan dolayı da gazete okumaz.
bir gün evde otururken kapısı çalar ve postacıya denk gelir ferdinand. korktuğu başına gelir ve resmi bir mektup alır. içinde adlandıramadığı huzursuzluğun nedenini mektuba bağlar. gelen mektubu açar ve ileri tıbbi kontrolü yapılması için kontrol merkezine yani askerliğe çağrılır. işte bu mektup ile ferdinand'ın hayatı değişecek, karısı ve çok sevdiği köpeğini geride bırakacaktır.
her ne kadar karısı ona başka ülkede yaşadığı için askerliğe gitmek zorunda olmadığını, sağlık raporunun askerlik için uygun olmadığını söylese de ferdinand sonunda cesaretini toplar ve bir karar verir. içinde bu dürtü ile yaşamaktan bıkmıştır. kontrol merkezine gitmek için yola çıkar. yolda ataşe ile yapacağı konuşmanın sayısız kere provasını yapar. tıkandığı ve zora düştüğü yerde bahanesi de hazırdır ferdinand'ın. resim sergisinden ve işinden bahsedecektir. fakat kontrol merkezine giden ve ataşe ile görüşen ferdinand'ın görüşme istediği gibi gitmez. kendini tüm evrakları, sağlık raporu hazırlanmış, birkaç gün içerisinde askerlik için yola çıkması gerekmektedir. ataşe karşısında istediği gibi kendini ifade edememiştir. evine dönüp karısına her şeyi anlatan ferdinand için tek çare savaşa gitmektir. geride karısını ve köpeğini bırakır. tren istasyonundaki beklenmedik bir gelişme ile içindeki özgürlük duygusu,itaat duygusunu yok ederek ayaklandırır. ferdinand artık özgürdür. geriye ise sadece ailesine kavuşmak kalır.
ferdinand savaştan kaçıp, karısı paula ile isviçre'ye yerleşir. her ne kadar geçmişini arkasında bıraksa da ruhunu da ülkesinde bırakır. isviçre'de sürekli savaşa çağrılacağı dürtüsüyle yaşamaktadır. bu dürtü onu öyle bir hale getirir ki ferdinand eski ferdinand değildir artık. karısı paula'dan başka kimseyle konuşmaz, savaştan kaçtığı için savaş ile ilgili sorulara cevap vermez, kimseyle arkadaşlık edinmez, savaşın nasıl gittiğine dair bilgileri öğrenmek istemez ve bundan dolayı da gazete okumaz.
bir gün evde otururken kapısı çalar ve postacıya denk gelir ferdinand. korktuğu başına gelir ve resmi bir mektup alır. içinde adlandıramadığı huzursuzluğun nedenini mektuba bağlar. gelen mektubu açar ve ileri tıbbi kontrolü yapılması için kontrol merkezine yani askerliğe çağrılır. işte bu mektup ile ferdinand'ın hayatı değişecek, karısı ve çok sevdiği köpeğini geride bırakacaktır.
her ne kadar karısı ona başka ülkede yaşadığı için askerliğe gitmek zorunda olmadığını, sağlık raporunun askerlik için uygun olmadığını söylese de ferdinand sonunda cesaretini toplar ve bir karar verir. içinde bu dürtü ile yaşamaktan bıkmıştır. kontrol merkezine gitmek için yola çıkar. yolda ataşe ile yapacağı konuşmanın sayısız kere provasını yapar. tıkandığı ve zora düştüğü yerde bahanesi de hazırdır ferdinand'ın. resim sergisinden ve işinden bahsedecektir. fakat kontrol merkezine giden ve ataşe ile görüşen ferdinand'ın görüşme istediği gibi gitmez. kendini tüm evrakları, sağlık raporu hazırlanmış, birkaç gün içerisinde askerlik için yola çıkması gerekmektedir. ataşe karşısında istediği gibi kendini ifade edememiştir. evine dönüp karısına her şeyi anlatan ferdinand için tek çare savaşa gitmektir. geride karısını ve köpeğini bırakır. tren istasyonundaki beklenmedik bir gelişme ile içindeki özgürlük duygusu,itaat duygusunu yok ederek ayaklandırır. ferdinand artık özgürdür. geriye ise sadece ailesine kavuşmak kalır.
devamını gör...