2000 kanada yapımı film paralel verenlerde aynı kadına aşık olan bir adamı ve beyin çalan hırsızın peşine düşen bir polisi anlatır.
yönetmen:
robert lepage
oyuncular:
tilda swinton
tom mccamus
sean mccann
gabriel gascon
rick miller
griffith brewer
daniel brooks
robert lepage
oyuncular:
tilda swinton
tom mccamus
sean mccann
gabriel gascon
rick miller
griffith brewer
daniel brooks
*cin ödülleri - kurguda en iyi başarı
*cin ödülleri - sanat yönetmenliğinde en iyi başarı
*jutra ödülleri - özel jutra ödülü
*cin ödülleri - sanat yönetmenliğinde en iyi başarı
*jutra ödülleri - özel jutra ödülü
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "dahlvier" tarafından 27.05.2023 21:12 tarihinde açılmıştır.
1.
orijinal ismi "possible worlds" olan, 2000 senesine ait kanada yapımı filmdir. john mighton'ın 1990'da yayımlanan/gösterilen aynı isimli tiyatro oyunundan beyaz perdeye uyarlanmıştır. yönetmeni robert lepage'dir ve başrollerinde tilda swinton ile tom mccamus vardır. mighton, lepage'den eserini uyarlaması yönünde bir istekte bulunmuştur ve bu kabul görünce, neticesi burada tanıttığım etkileyici film olmuştur.
film, sinematik ve sanatsal bağlamda bütün kutucukları tikliyor ama sanat filmlerini sevmeyenler için bu işaretler x de olabilir. tilda swinton, her zamanki gibi çok iyi oynuyor ve tom mccamus da rolüne ciddi karakter katmış/koymuş. yönetmenlik de son derece etkileyici burada ve mighton'ın yapıtta gerçekten de mühimsenesi bir üslubu var.
possible worlds, aslında henüz başlarında kafamızı karıştıracağını belli ediyor. bir adam öldürülmüş, kriminal yetkililer inceleme yapmak için ilgili eve gitmişler ama öldürülen adamın sadece beyni çalınmış. yani ne bir hırsızlık, ne de bir intikam/öfke cinayeti izleri var suç mahallinde. bu beyin de, profesyonelce ve özenle, kafatasının bir bölümü kesilerek çıkartılmış. peki, neden böyle bir şey yapılmış?..
ayrıca iki başrolümüz, nasıl oluyor da farklı farklı "dünyalarda" karşılaşıp duruyorlar? george barber (mccamus), joyce (swinton) hakkında bu kadar şeyi nasıl biliyor?
bir taraftan da polisiye bir konu var elbette, ve bunlar iç içe geçirilerek anlatılıyor ve nihayetinde gizemler tamamen çözülüyor.
aslında, film, ekstra dikkatle izlenirse ve sembolizmden biraz anlanıyorsa, bazı gizemlerin içyüzünü, henüz çözülmeden de tahmin edebilirsiniz.
zaten, bir sıçan beynini teknolojik bir sıvı tankına yatırıp üzerinde araştırmalar yapan biri var. bu, daha filmin başlarında izleyiciyi kıllandıracak bir şey. ayrıca, bazı başka zeki kişilerin beyinleri de bu şekilde çalınıyormuş bir süredir.
gene de belki de, bambaşka bir şeyler oluyordur filmin devamında ve izleyiciyi şaşırtmak amaçlanmıştır, kim bilir. ben biliyorum ve bunlardan aşağıda bahsedeceğim. filmi izlemeyi düşünenler varsa aranızda, onlara alttaki paragrafı okumamalarını öneririm izlemeden evvel. devasa spoiler'lar barındıran bir kısım olacak orası; sonraki paragraftan devam edebilirsiniz fakat.
filmdeki sembolizmler gerçekten de artistik bir mahiyet barındırıyorlar. öncelikle, barber ve joyce, sıklıkla deniz kenarındalar. burası gerçekten de huzurlu bir yer. barber'ın beyninin bir sıvı tankı içinde olması (kocaman spoiler verdim), onun "ölmemiş" beyninde böyle imgelemeler yaratmasına önayak oluyor herhalde. akvaryum seyretmek insanları sakinleştirir denir ya, böyle stabil bir şekilde bir cam tankta bulunan beyin de durağanlığı deneyimleyecektir herhalde. burada gözlemleyen ve her şeye/konuya hakim olan karakterin barber olması, kendisinin her şeyi bilmesi de aslında film boyunca onun beynindekileri izlediğimizin ipuçlarını veriyor. ayrıca, filmdeki en gerilimli sahnelerde bile izleyiciler olarak gerilmiyoruz aslında. yani, barber'ın beynindekilerin yansıtıldığı kısımlardan bahsediyorum. su huzur veriyor, bu film de keza öyle. filmin, sanat ve bilimin iç içe geçmişliğinin "kreşendosu" ise finali. dalgalar... evet, bu sahili ve denizi film boyunca görüyoruz ama son kısımda dalgalara odaklanıyoruz sonra da teknoloji devreye giriyor. kırmızı bir ışık. o dalgalar bence beyin dalgalarını sembolize ediyor ve o kırmızı ışık da, barber'ın beyninin teknolojik bir sıvı tankında bulunduğunu bir şekilde fark etmesinin tezahürü. "it stopped.", "thank god."; bunlar filmin sonundaki replikler. gerçek dünyada, joyce, kocasının beyninin "yaşadığını" öğreniyor bu son sahneden önce ve ona ne yapalım diye soruluyor. bana göre, o kırmızı sinyalin gitmesi, beynin teknolojiyle yaşatılmasının sonlandırılmasını sembolize ediyor ve görünene göre joyce, buna karar vermiş. ben öyle bir çıkarım yaptım en azından. barber da, "şükür" diyor. öyle "yaşamaktansa", ölmek yeğdir bence de.
olası dünyalar, kesinlikle herkese hitap edecek bir film değil. eğer ki biraz dikkatle ve yer yer düşünerek izlerseniz bu yapıtı, bunun derin bir yapım olduğunu düşünebilirsiniz siz de. belki de düşünmeyebilirsiniz tabii. sonuçta herkesin "zekice film", "düşünmeye sevk eden eser" algısı kendisine özgüdür.
ayrıca ben bilmem, beyin bilir.
film, sinematik ve sanatsal bağlamda bütün kutucukları tikliyor ama sanat filmlerini sevmeyenler için bu işaretler x de olabilir. tilda swinton, her zamanki gibi çok iyi oynuyor ve tom mccamus da rolüne ciddi karakter katmış/koymuş. yönetmenlik de son derece etkileyici burada ve mighton'ın yapıtta gerçekten de mühimsenesi bir üslubu var.
possible worlds, aslında henüz başlarında kafamızı karıştıracağını belli ediyor. bir adam öldürülmüş, kriminal yetkililer inceleme yapmak için ilgili eve gitmişler ama öldürülen adamın sadece beyni çalınmış. yani ne bir hırsızlık, ne de bir intikam/öfke cinayeti izleri var suç mahallinde. bu beyin de, profesyonelce ve özenle, kafatasının bir bölümü kesilerek çıkartılmış. peki, neden böyle bir şey yapılmış?..
ayrıca iki başrolümüz, nasıl oluyor da farklı farklı "dünyalarda" karşılaşıp duruyorlar? george barber (mccamus), joyce (swinton) hakkında bu kadar şeyi nasıl biliyor?
bir taraftan da polisiye bir konu var elbette, ve bunlar iç içe geçirilerek anlatılıyor ve nihayetinde gizemler tamamen çözülüyor.
aslında, film, ekstra dikkatle izlenirse ve sembolizmden biraz anlanıyorsa, bazı gizemlerin içyüzünü, henüz çözülmeden de tahmin edebilirsiniz.
zaten, bir sıçan beynini teknolojik bir sıvı tankına yatırıp üzerinde araştırmalar yapan biri var. bu, daha filmin başlarında izleyiciyi kıllandıracak bir şey. ayrıca, bazı başka zeki kişilerin beyinleri de bu şekilde çalınıyormuş bir süredir.
gene de belki de, bambaşka bir şeyler oluyordur filmin devamında ve izleyiciyi şaşırtmak amaçlanmıştır, kim bilir. ben biliyorum ve bunlardan aşağıda bahsedeceğim. filmi izlemeyi düşünenler varsa aranızda, onlara alttaki paragrafı okumamalarını öneririm izlemeden evvel. devasa spoiler'lar barındıran bir kısım olacak orası; sonraki paragraftan devam edebilirsiniz fakat.
filmdeki sembolizmler gerçekten de artistik bir mahiyet barındırıyorlar. öncelikle, barber ve joyce, sıklıkla deniz kenarındalar. burası gerçekten de huzurlu bir yer. barber'ın beyninin bir sıvı tankı içinde olması (kocaman spoiler verdim), onun "ölmemiş" beyninde böyle imgelemeler yaratmasına önayak oluyor herhalde. akvaryum seyretmek insanları sakinleştirir denir ya, böyle stabil bir şekilde bir cam tankta bulunan beyin de durağanlığı deneyimleyecektir herhalde. burada gözlemleyen ve her şeye/konuya hakim olan karakterin barber olması, kendisinin her şeyi bilmesi de aslında film boyunca onun beynindekileri izlediğimizin ipuçlarını veriyor. ayrıca, filmdeki en gerilimli sahnelerde bile izleyiciler olarak gerilmiyoruz aslında. yani, barber'ın beynindekilerin yansıtıldığı kısımlardan bahsediyorum. su huzur veriyor, bu film de keza öyle. filmin, sanat ve bilimin iç içe geçmişliğinin "kreşendosu" ise finali. dalgalar... evet, bu sahili ve denizi film boyunca görüyoruz ama son kısımda dalgalara odaklanıyoruz sonra da teknoloji devreye giriyor. kırmızı bir ışık. o dalgalar bence beyin dalgalarını sembolize ediyor ve o kırmızı ışık da, barber'ın beyninin teknolojik bir sıvı tankında bulunduğunu bir şekilde fark etmesinin tezahürü. "it stopped.", "thank god."; bunlar filmin sonundaki replikler. gerçek dünyada, joyce, kocasının beyninin "yaşadığını" öğreniyor bu son sahneden önce ve ona ne yapalım diye soruluyor. bana göre, o kırmızı sinyalin gitmesi, beynin teknolojiyle yaşatılmasının sonlandırılmasını sembolize ediyor ve görünene göre joyce, buna karar vermiş. ben öyle bir çıkarım yaptım en azından. barber da, "şükür" diyor. öyle "yaşamaktansa", ölmek yeğdir bence de.
olası dünyalar, kesinlikle herkese hitap edecek bir film değil. eğer ki biraz dikkatle ve yer yer düşünerek izlerseniz bu yapıtı, bunun derin bir yapım olduğunu düşünebilirsiniz siz de. belki de düşünmeyebilirsiniz tabii. sonuçta herkesin "zekice film", "düşünmeye sevk eden eser" algısı kendisine özgüdür.
ayrıca ben bilmem, beyin bilir.
devamını gör...