t: bazen zihinde yaşanan, insanın yanlış tercihi sonrası içine düştüğü tehlikeyi sorguladığı, kurtulmaya çabaladığı vb. bir meseledir. ya batarsındır, ya çıkarsındır, mecaz kullanımı yaygındır. *

ay, ay içim bi tuhaf oldu efenim; yani günün şu saatinde nereden aklıma geldi o melun, o habis anı? elim ayağım titriyor şoyan efenim bir saniye; sakinleşeyim devam edeceğim.

ben ki söz konusu "can güvenliği" olunca bir konuyu 3479 farklı yerinden irdeleyen, risk tartan, kaygısıyla sörf yapan, defalarca soran-test eden, gözlemleyen bir kadın olarak, öyle bir basiret bağlanması anı yaşadım ki, hayatımı olduğu gibi hiç bilmediğim bir ele emanet ettim, riske attım ama ne atış... hayatın bize ne getireceğini bilmiyoruz elbette, şuradan çıksam iki adım sonra, kaldırıma çıkan bir sürücü tarafından ezilmeyeceğimin garantisi yok, sizin de yok. efenim balkondan kafasına düşen bir saksıyla ölüp giden biri de olabilirsiniz* ve örnekleri çoğaltılır.* en basit halde bile, bir ev kazasından tahtalı köye gidebilirsiniz.*

neyse, konuya gelelim:
biz üç arkadaş, düz ve fakat karada daha güvenli hayatlarımızdan sıkılmış olacağız ki, bunala bunala bir hal olduğumuz ve yatıyla denize açılan zengin bebelerini, sahildeki katlanabilir sandalyelerimiz üzerinde, zamlanan kola fiyatlarına söverek izlediğimiz günlerden birinde, "neyimiz eksik kız şunlardan?!" diye irdelemeye başladık. sahilden biraz açılıyorlar, cıstak cıstak müziğe abanıyor, içiyor, güneşleniyor ve bol bol dans ediyorlar. hayatın tadını çıkarmakta olan zenginler, migrostan aldığımız rengi atmış şemsiyenin altında oturan ve fakirliğin teğetindeki biz üç kadına ekstra bir dert olmuştu o gün anlayacağınız. dünya gözüyle, bir kez olsun yata binemeyecek miydik? ne eksiğimiz vardı?*

-bu yatları kiralayabiliyorlarmış aslında, öyle duydum.
-tüm gün için mi?
-sanırım öyle, ama yanımıza insan bulmalıyız. üçümüzü aşar.

efenim kafaya koyduğumuzu gerçekleştirebilmek için, iki gün içinde kiralık yat fiyatı araştırılarına başlamıştık. ufak bir piyasa araştırısının ardından o bilindik "ya buna bu kadar parayı niye vereyim abiciğim, ağaçtan mı topluyoruz?!" sokağının "yok, mazot parasına ayrı sokam, yatına ayrı" çıkmazında takılı kalmıştık. bizi aşardı, bize göre değildi bazı şeyler; bize göre olması için 40 arkadaşa tamamlamalıydık o yatı, o da olmuyordu efenim ve fakat daha fakir bir yöntemi olmalıydı bunun. pollyanna iyimserliğine selam çakarak "maksat denize açılmak değil mi? şu turist tekne turlarına binelim işte" dedik. (antalya'da yaşamama karşın toplasanız iki kere tekne turuna ya çıkmışımdır ya çıkmamışımdır ki, hatırlamayacağım kadar zaman geçmiş efenim) arkadaş atladı "ben daha yeni bindimdi hatta, çohzel oluyor, müzik de açıyorlar". "kalabalıkla güneşlenilmez teknede, sıcakla da zor olur, kendimize eziyet ettiğimizle kalırız. gece serinliği bari takılalım" diye sohbet ederek, en son tekneyle mehtap turuna çıkmaya karar verdik ve gün belirledik.

geziye katılacağımız akşam; teknelerin kalktığı iskele tarafına doğru gittik. ortalık çığlık kıyamet "ablaağğ 50 teleeye iki saaat" filan bağırıyorlar ki bir kere gencecik cıvırlara abla diye hitap etmek de neyin nesiydi efenim? bu hitaptan bir kıl kapmadım değil ama 50 liraya iki saat, denizin üstüne gezmek de iyiydi hani.

teknenin önünde bilet kesen tipe doğru yaklaştık:
-kaça kalkıyor bu?
-15 dakikaya kalkar abla

sohbeti konudan bağımsız olarak dinleseniz, jigolo pazarlığı döndüğünü zannedeceğiniz saçma bir muhabbetin ardından 150 tl ödeyerek, üç arkadaş, tekneye bindik. tekneyi süzüyorum filan bi gözüm tutmuyor, girişte abla diyen tipi süzüyorum o da bi itiyor ama 50 tl ya, çok iyi fiyat.

15 dakika geçti, üzerine 30 dakika daha geçti, bir saat geçti efenim tekne hareket etmez. "ya bu adam bize 15 dkya kalkar demedi mi? dakka bir gol bir, yalan söyledi. yavrum bak bit kadar para için yalan söyleyen heriflerden korkarım ben. hoşuma gitmedi" diyorum bizimkilere ama bir yandan da bu kadar bekledikten sonra 10-20 dakika daha beklesen noolcak diye düşünüyorum. tekneye o bir saat içinde yığım yığım insan yığmış, oturacak yeri olmayanlar ayaktalar filan... "kız bu adam mevcudu mu geçiyor?" sohbeti dönüyor bir de aramızda; ama öyle bir basiret bağlanması anı ki kalkıp da gidemiyoruz efenim o tekneden, gi-de-mi-yo-ruz, gi-de-me-dik, "bu kadar bekledik, oturuyoz zaten" filan dedik, gi-de-me-dik.

atmosferden ufaktan kıllanmaya başlarken, motor sesi geldi ve demir alındı. teknenin içi sıkış tıkış efenim, hava, o bekleyişin ardından iyice kararmış, sular kapkara, gittiğimiz yön kapkara, hızlı mı gidiyorlardı neydi ama tekne de beşik gibi sallanır durur öyle böyle değil, normal sallanma değildi efenim o ya "bu hızla bir dönüş yaparsam çogzel alabora oluruz" hızında bir şey. tadını çıkarmak bir kenara "biz naaptık lannn?!" dedim. tekne turlarına çıkıp durduğunu söyleyen arkadaşım "normalden hızlı gidiyor biraz sadece, korkma" dedi. bu ne demek?! niye normal gitmiyor? sebebi ne?! bu gece hızlı gitmesine özel ne olabilir?!

-morticia iyi misin?
-hı?
-daldın gittin. kızım suratının hali ne öyle? *
-berrin valla ağzını yırtacağım arkadaşım, gevşek gevşek gülüyorsun da, mevcudu aştı bu tekne aştı, bi de hızlı.
-bi şey olmaağğz
-ya olursa? var mı can yeleği filan?! sormadık da awm, aklıma sıçayım can yeleklerini görmedim binerken!111
-şşş morticia sakin ol bi.
-o kaptan buraya gelecek! konuşacağız!

efenim, bangır bangır müziğe de abandılar, beynim zonk zonk... çalan da "konyalım yürrü, bastırmam, pastırmam, hani ya benim elli gram" filan...
elli gram aklımı bu tekneye binerken kullanamadım ya la diye sinir geliyor şarkı çaldıkça. millet kendini teknenin ortasındaki kıç kadar alana attı, göbekler atılıyor, flash ışıkları yanıp sönüyor, epilepsi nöbetine göz kırpıyorum. insanlar dans ettikçe* tekne daha beter sallanıyor, açıklarda bir yerlerdeyiz, her yer zifiri karanlık. kaptanla, yetkili biriyle konuşmak istiyorum, ayağa kalkamıyorum efenim; teknenin kenarına batmakta olan titanik'e tutunan rose gibi sarılmışım... herkes güle oynaya ölüme gidiyor da bir tek ben farkındaymışım olanların gibi bir ruh haline girdim derken, diğer arkadaşımla göz göze geldik. suratı kireç gibi olmuş kızın, benim gibi teknenin kenarına ahtapotmuşçasına sarılmış ve muhtemelen ayet-el kürsi okuyor.

teknede görevli birini, kalabalığın içinden geçerken hiç dengesi kaybolmadan yürüyebilmesi özelliğini fark ederek tespit ettim; belliydi yani. şu lunaparktaki genç goldolcu görevlinin, sallanmaya başlamış ve bir miktar hız almış gondola tek adımla binme rahatlığı vardır ya hani, onun gibi bir şeydi bu adamdaki rahatlık da. "bakar mısınızzzz?!!!!" diye elit elit çağırdım bağırarak, müzikten duyulacak gibi değildi. "baksanaaaağğğğğ" diye yırtınınca ve şeytan çarpmış gibi üç-beş kol hareketi yapınca kendimi fark ettirebilmiştim nihayet. hangi renk pastel boyanın daha lezzetli olduğunu bilen birine benzeyen adam, bizi görmüştü ve yanımıza gelmişti ki gözüme, kuvvetle muhtemel kaçak çay ve tütünden l tipi cezaevine dönmüş ağzı çarptı. abim, o dişler... kendine bunu yapan insan, bize neler yapmaz ya?

-abi, bir şey soracağım, mevcudu geçtik mi ne?
-heaa?
-yolcu çok gibi çook, çok yolcu var.
-yok hep böyle alıyoz.
-yelek var mı, yeter mi herkese bir şey olsa?
-ya sen naapacan yeleği? bir şey olmaz.
-yelek var mı onu soruyorum!!
-bir saate döneriz zaten.

adam ısrarla yelek sorusuna cevap vermedi efenim; anlayacağınız, işinin ehli olmayanların ve gözü sadece kazanacağı parada olanların teknesindeydik ve battığımız an da meftaydık çünkü tekne batsa nasıl kurtuluruz hesabı yaptığımda hiçbir senaryodan sağ çıkamıyorduk. berrin yüzme biliyordu, ben de biliyordum ama diğer arkadaşımız fulya yüzme bilmiyordu. onu taşımak durumunda kalabilirdik ki yüzme bilmeyen, panik olmuş birini boğulmaktan ancak mesleği cankurtaranlık olan biri ya da bir profesyonel kurtarabilirdi, diğer türlü o panikle sarılarak sizi de boğardı. ki tek sorun fulya'nın yüzme bilmeyişi değildi. tekne tıklım tıklımdı, yani herkes yüzme biliyor muydu sanki? yok, boynumuza biri atlardı muhakkak ve dibe çekilirdik.

hadi en iyi ihtimalle kimse boynumuza atlamadı desek, tekne batarken suyun içine çekerdi, lanet olasıca fizik kuralları canımızı alacaktı bu kez. teknenin batarken yaratacağı hava boşluklarına dolacak su boyunca, dibe çekilecektik. yok, olmuyordu efenim, lanet tekne battığı an herkes vefattı ve adam "bi saate döneriz" rahatlığı ile kişi başı topladığı elli liralara sevinmektekten başka her şeye kayıtsızdı.

efenim o kalan bir saat nasıl geçti bilmiyorum (toplamda iki), görünürde bir-iki saat o. ömrümden on sene, on. düşün, düşün, düşün... zehir zıkkım oldu. iki saat eğlenecektik, kabir azabı oldu, dünyadaki varlığımı sorgulamaya başladım artık, öyle felsefelere gark etti. bir yanda "karaya çıktığımızda yeri öpeceğim morticia" diyen fulya, bir yanda "ya amma abarttınız be" diyen cahil arkadaşım berrin. "cehalet mutluluk lan harbi" dedim, "şunun sıfata bak, sadece göbek atanları izleyip alkış tutuyor, arada da bize gülüyor. can yeleğiymiş, tekne batarsa nolacakmış, dümendeki kimmiş filan hesabı yok kadında".

neyse efenim, karaya varmamıza yakın tekne hoparlöründen birilerinin "şöyle yanaş, oğlum basma şuna bak şöyle yapacan, görmedin mi mahmut abinde sabah" direktiflerini duyduk ve anladık ki, bizim müşteri olduğumuz tur, birinin ilk dümen tecrübesi olmuş*. insan hayatı bu kadar ucuz efenim. 50 tl kadar.

müşteriler inmeye başladılar; fulya'yla kendimizi nasıl sıktıysak yolculuk boyunca, "ohh" diye bir gevşeme geldi ki bir süre oturduğumuz yerden kalkamadık, öfkeliydik de. hele ben, kendime nasıl öfkeliyim "morticia sen bu tongaya basacak kız mıydın, sen nasıl yelekleri sormadan, görmeden bindin ah aptal!" diye kendimi örseliyorum bir yandan*, bir yandan da "abartıyorsunuz demiştim" diyen berrin'in ağzına çakmamak için öfke kontrolümü sağlamaya çalışıyorum. tüm müşteriler indikten sonra, titreyen bacaklarımızı toparlayıp biz de inişe geçmiştik ki, teknenin kaptanı mıdır, ne bokumudur geldi "biz ne dalgalarda götürdük bu tekneyi abla, bu sallanmalar ne ki? 15 metrelik dalgaların içinden geçtik" filan dedi. "yok tsunami awm" dedim adamın suratına artık, dalga geçer gibi ettiği laflara bakın.

iskeleye çıkmıştık nihayet, karaya adım atmıştık "yeri öpeceğim dedindi, öp kız da neşemiz yerine gelsin" demeye kalmadı, fulya dizlerini kırıp secdeye geldi. haline güldüm de biraz toparladım. efenim travma oldu bu tekne gezisi bende travma, 50 liraya kendimi öldürüyordum az daha. budist rahiplerden edinemeyeceğim felsefeyi edindim o iki saatin içinde; hindistan'a neyim gitmeme gerek kalmadı, öyle bir sorgulamışım ki hayatı...2 saatte zihnimi ölümün gerçekliğine ve yakınlığına hazırladım.

ikinci basiret bağlanması da karada geldi efenim; dönüp de teknenin adına, diğer tekneler arasında nereye demirlediğine filan bakmaz mı insan, şikayet etmek için? nasıl ecel teri döktümse aklımdan çıkmış. hiçbirimiz bakmamışız üstelik. olayın üzerinden günler geçti de "ya biz niye şikayet etmedik, bi kontrole gitselerdi yelek melek baksalardı" dedim ama işte geçti, gitti.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"ölüm kalım savaşı" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim