1.
psikanaliz uzmanı nihan kaya öteki oda sendromu’nu şöyle tanımlıyor:
“psikanalist ronald britton’ın “the other room” (öteki oda) kavramını çok severim. burada bu kavrama onu biraz değiştirerek ve basitleştirerek değinecek ve kendi zaviyemle yorumlayacağım, ama en güzel odanın “diğer oda”, “karşı oda”, “dışarıdan seyrettiğimiz oda”, en güzel partinin çağrılmadığımız parti olduğu, o en güzel partiye çağrıldığımız takdirde de bu sefer yan odadaki partinin en güzel parti haline geldiği hissiyatı, az veya çok herkese aşinadır. “öteki oda” sendromu, çocukluk (özellikle de bağlanma) döneminde “merkez”in içimizden dış’a taşınmış olmasından kaynaklanıyor.
merkez, olması gerektiği gibi içimizde kalsaydı, biz nereye adım atsak dünyanın merkezi orası olurdu. bir çocuğun, merkez’i içinde hissetmesi için, onun olumlu olumsuz bütün hislerini, tercihlerini olduğu gibi kabul eden, sevgiyle onaylayan, ona dışarıdan iç’te olmayan bir şeyi dikte etmeye çalışmayan ebeveynleri olması gerekir. küçük bir bebek o pozisyonda durmak istemiyorsa ama annesi onun bu isteğini hiçe sayarak bebeğini kucağında kendi istediği şekilde tutuyorsa, küçük bir çocuk veya bebek sıcaktan bunalıyor, ama anne/baba çocuğun aslında üşümediği gerçeğini hiçe sayarak onun üzerine yine de hırka giydiriyorsa, çocuğun merkezi iç’te kalamaz. iç’teki hislerle dış’tan gelenin birbiriyle uyumu, merkezin iç’te inşası için elzemdir. yüzüstü yatmak istediği halde sırtüstü yatırılan küçük bir bebek, doyduğu halde yemeye zorlanan çocuk, iç’te bir terslik olduğunu düşünür ve doğruyu bulabilmek için dış’a bakmayı öğrenir. bütün cevapları bilen bir anne/baba/uzman/terapist imgesi (ya da yanılgısı!) merkez’in iç’ten dış’a taşınması sonucudur. cevaplar her zaman bizim içimizdedir. dış yoluyla yaptığımız sadece, kendi içimizde zaten var olan, kendi içimiz dışında bir yerde var olması zaten imkansız cevabı açığa çıkarmak olacaktır.
saplantılı aşkı, merkezi iç’ten dış’a taşınmış kimsenin, kendi merkezini bir başka kişiye atfetmesi olarak düşünebiliriz. iyi aile yoktur’da, kimsenin kimseyi tamamlayamayacağına, iki kişinin sağlıklı bir ilişki yürütebilmesi için önce kendilerini kendi içlerinde tam hissetmeleri gerektiğine, yalnızlığını kuramayan kimsenin sağlıklı ilişki kurmasının da zor olduğuna değinmiştim. bu söylemi “merkez” fikriyle yeniden yorumlarsak, kendi çocuğumuz dahil herhangi biriyle ilişki kurarken merkezimizin iç’te kalmasının ideal olacağını, nitekim çocuğumuzla ilişki kurarken de amacımızın, çocuğumuzun merkezini kendi iç’inde en güçlü şekilde inşa etmesi olması gerektiğini söyleyebiliriz. nitekim hem bu kitabın hem de iyi aile yoktur’un temel tezi, bütün sorunlarımızın kökeninde merkez’in çocuğun ve birey’in iç’inden dış’a taşınmasında yattığı. merkez iç’te ne kadar güçlü olursa, çocuk yahut birey dış’ta vuku bulan şeylerden o kadar az etkilenir ve dış’la o kadar sağlıklı ilişkiler kurar.
otorite, kitlelerin merkezinin iç’te değil dış’ta olmasını ister; bu sayede, dış’a bağımlı, attığı adımlar için dış’ın onayına ihtiyaç duyan, inisiyatif alamayan, kendisinin ne istediğini anlamak için bile dış’ta otorite atfettiği mercinin iki dudağının arasına bakan, bağımsız düşünemeyen, bağımsız hissedemeyen, bağımsız hareket edemeyen kitlenin kontrolünü elinde tutar ki otoritenin bu arzusunu yerine getirmesi için “aile” kurumu mükemmel bir vasıta işlevi görür. aileler, kurumsallaştırıldıkları ve kutsallaştırıldıkları andan itibaren, otoritenin bu arzusunu icra eden uzantılarına dönüşürler.”
buradan
devamını gör...
2.
gündem olan ales sorusu.
devamını gör...