yazar: ömer seyfettin
yayım yılı: 1917
osmanlı-safevi çekismesini merkeze alan eser, bir osmanlı elçisini şah ismail ile konuşturararak tarihi olaylara gönderme yapar.
yayım yılı: 1917
osmanlı-safevi çekismesini merkeze alan eser, bir osmanlı elçisini şah ismail ile konuşturararak tarihi olaylara gönderme yapar.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "sondaj" tarafından 16.08.2022 21:39 tarihinde açılmıştır.
1.
dönemin türkçü eğilimlerinin güçlü temsilcilerinden biri olan ömer seyfettin öyküsü, konu olarak yavuz ile şah arasında geçen görüşmeleri ele alıyor. lakin eserin, 1917 basımı ile daha sonra yapılan basımlar arasında fark olduğu iddia edilmiştir.
devamını gör...
2.
ömer seyfettinin tarihi bir olayı kaleme aldığı muhteşem bir kitabıdır. pembe incili kaftan adlı eserde, osmanlı-safevi çekişmesinde yavuz sultan selim ile şah ismailin durumları anlatılır. bu kitabın adına "pembe incili kaftan" denmesinin sebebi ise safevilere görev yapmaya giden bir osmanlı elçisinin üzerine giydiği pembe renkli kaftandan dolayıdır.
ömer seyfettin'in pembe incili kaftan adlı eseri
![kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel](https://media.normalsozluk.com/up/2023/09/04/pogpwcojnnluyrvn-t.jpg)
devamını gör...
3.
ömer seyfettin 1.düya savaşının hemen ardından ortaya çıkmış, en bilinen eserlerini tam bu değişim, dönüşüm sürecinde vermiş bir yazardır. ta ki benim çocukluğuma (90'ların ortalarına denk gelir) kadar olan süreçte milli eğitim müfredatında önemli yer tutmuş isimlerden biri. sanırım bir çok hikayesini çocukken okudum. kaşağı, yüksek ökçeler, diyet, falaka, primo türk çocuğu, pembe incili kaftan... çocukken masumane ve büyülü şeylermiş gibi gelmişti. ilerleyen yaşlarda göz atınca bir propaganda aracı olduğunu, alttan alta istenen toplumsal dönüşümün tohumlarının çocuk yaşta zihinlere ekilmek için bir araç olduğunu farkettim. mesela pembe incili kaftan... hikayeyi hatırlayalım özetle;
hikayenin ana kahramanı dürüst ve onurlu bir adam olan, kısmen varlıklı sayılabilecek muhsin çelebidir. bir gün muhsin çelebi saraya sadrazamın huzuruna davet edilir. sadrazam, huzura gelen herkes gibi muhsin çelebinin de eğilip el etek öpmesini bekler. anca muhsin çelebi şerefli ve gururlu bir adam olduğundan kimsenin önünde eğilmez, el etek öpmez. sadrazam bunu önce küstahça bulsa da, yakın zamanda şah ismail'e bir elçi gönderilmesi gerektiğini anımsar. gönderilecek elçi tam da böyle olmalıdır, pratik zekalı, devlet-i ali osman'ın şeref ve izzetini temsil edecek, kellesi pahasına dik duracak, el etek öpmeyecek bir adam olmalıdır. muhsin çelebi'yi gönderirler. teklif etseler de gururlu bir adam olan muhsin çelebi bu yolculuk için devlet kesesinden bir kuruş almaz. evini arazilerini satıp dilden dile dolaşan efsane bir kaftan alır. meşhur pembe incili kaftan. şah ismail'in huzuruna varır. şah ismail, karşısındaki elçiyi aşağılamak için, karşısında ayakta dikilsin diye kasıtlı olarak oturacak yer göstermez. muhsin çelebi pratikliğini konuşturur, şahın bile hayran hayran üzerindeki incileri seyrettiği kaftanını çıkarıp yere sere, üzerine oturur, fermanını okur, kaftanı almadan kalkıp giderken şah'ın adamları durdurur. kaftanı unuttun derler, muhsin çelebi devletinin itibarını şah'ın ve huzurdakilerin gözüne sokarcasına, unutmadığını, zengin bir milletin ve padişahın evlatları olduğunu, üzerine oturduğumuz şeyi tenezzül edip geri almayacağını söyler.
muhsin çelebi döndüğünde herkes kaftana ne olduğunu düşünür. fakat o yaptığı küçük ya da büyük hiçbir şeyi anlatmayı sevmez. kalan parasıyla bahçesinde yetiştirdiği sebze ve meyveleri satarak geçimini sağlar. elçilikten sonra böyle acı bir duruma düşse de o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkları anlatmaz. yaşamını hangi şartlarda olursa olsun daima onurlu yaşar filan.
yani hikaye size bunun onurlu bir yaşam olduğunu size empoze eder.
çocukken baktığınızda onurlu ve erdemli olmanın maddiyattan daha değerli olduğuna dair güzel bir hikaye olabilir. fakat bugün o kadar da masum olmadığını düşünüyorum. yazıldığı dönemde halk yoksulluk içindeyken istanbul'da sarayda saltanat zevkü sefasının devam edilmesini çocuk dimağlarda meşrulaştırırken bugün hala popüler olmasını yine bu dinamiğe borçlu. işte çocukluğunda bu hikayelerle büyüyen biri, bugün halk yoksulken, bürokratların ve politikacıların lüks içinde yaşadığı ortamı daha kolay kabullenebiliyor. itibardan tasarruf olmaz'a çok daha kolay inanıyor. birileri sınırsız devlet imkanları ile zenginlik içindeyken, kendi çocuğunun bezini, mamasını, temel sağlık ihtiyaçlarını karşılayamamasını tıpkı muhsin çelebi'nin devlet büyüklerinin izzet ve şerefini göstermek için pembe incili bir kaftan alıp orada bırakması gibi onurlu(!) bir duruş olarak görüyor. soğan ekmek yiyip reis'i yedirmemekle övünüyor..
sanatçı farkında olsa da olmasa da sanat bir kültürel propaganda aracıdır. iktidarlar(siyasal anlamla kısıtlı değil, güçlü olan demek daha doğru sanki) toplumun düşünce biçimini dizayn etmek için tarihin her döneminde bunu kullanmışlardır. erken dönemlerde yapılanın aksine bunu yaparken çoğunlukla doğrudan değil, dolaylı yoldan yaparlar. yani rönesans dönemi kilise toplum üzerinde etkisini arttırmak için ünlü ressamlara para verip, büyük katedrallere incilden sahneler çizdirirken, sonraları daha dolaylı yollar tercih ettiler. yani sanmıyorum ki kalkıp ömer seyfettin'e al şu parayı, şöyle yaz demiş olsunlar. onurlu ve erdemli olma üzerine farklı temalarla hikayeler kurgulayan bir sürü başka yazar varken, aralarında en çok işlerine yarayacak olan ömer seyfettin'in eserleri gazetelerde yayınlanır. belki, daha sonraları da onun hikayelerinin basımı teşvik edilir, okul kütüphanelerine onlardan bağışlanır v.s bu işten ne ömer seyfettin'in haberi olur, ne kimse uyanır mevzuya.
(bkz: #2705474)
gerçi ömer seyfettin'in diğer bir kaç hikayesini de bu açıdan ele alırsak iyice tartışmalı hale gelir. mesela yüksek ökçeler geldi aklıma hemen. ana teması; etrafınızda bazı yanlışlar olabilir, gözünüzü kapatın, görmeyin, görürseniz mutsuz olursunuz, huzurunuz için gözünüzü kapatın işinize bakın.
hikayenin ana kahramanı dürüst ve onurlu bir adam olan, kısmen varlıklı sayılabilecek muhsin çelebidir. bir gün muhsin çelebi saraya sadrazamın huzuruna davet edilir. sadrazam, huzura gelen herkes gibi muhsin çelebinin de eğilip el etek öpmesini bekler. anca muhsin çelebi şerefli ve gururlu bir adam olduğundan kimsenin önünde eğilmez, el etek öpmez. sadrazam bunu önce küstahça bulsa da, yakın zamanda şah ismail'e bir elçi gönderilmesi gerektiğini anımsar. gönderilecek elçi tam da böyle olmalıdır, pratik zekalı, devlet-i ali osman'ın şeref ve izzetini temsil edecek, kellesi pahasına dik duracak, el etek öpmeyecek bir adam olmalıdır. muhsin çelebi'yi gönderirler. teklif etseler de gururlu bir adam olan muhsin çelebi bu yolculuk için devlet kesesinden bir kuruş almaz. evini arazilerini satıp dilden dile dolaşan efsane bir kaftan alır. meşhur pembe incili kaftan. şah ismail'in huzuruna varır. şah ismail, karşısındaki elçiyi aşağılamak için, karşısında ayakta dikilsin diye kasıtlı olarak oturacak yer göstermez. muhsin çelebi pratikliğini konuşturur, şahın bile hayran hayran üzerindeki incileri seyrettiği kaftanını çıkarıp yere sere, üzerine oturur, fermanını okur, kaftanı almadan kalkıp giderken şah'ın adamları durdurur. kaftanı unuttun derler, muhsin çelebi devletinin itibarını şah'ın ve huzurdakilerin gözüne sokarcasına, unutmadığını, zengin bir milletin ve padişahın evlatları olduğunu, üzerine oturduğumuz şeyi tenezzül edip geri almayacağını söyler.
muhsin çelebi döndüğünde herkes kaftana ne olduğunu düşünür. fakat o yaptığı küçük ya da büyük hiçbir şeyi anlatmayı sevmez. kalan parasıyla bahçesinde yetiştirdiği sebze ve meyveleri satarak geçimini sağlar. elçilikten sonra böyle acı bir duruma düşse de o hiçbir zaman yaptığı fedakarlıkları anlatmaz. yaşamını hangi şartlarda olursa olsun daima onurlu yaşar filan.
yani hikaye size bunun onurlu bir yaşam olduğunu size empoze eder.
çocukken baktığınızda onurlu ve erdemli olmanın maddiyattan daha değerli olduğuna dair güzel bir hikaye olabilir. fakat bugün o kadar da masum olmadığını düşünüyorum. yazıldığı dönemde halk yoksulluk içindeyken istanbul'da sarayda saltanat zevkü sefasının devam edilmesini çocuk dimağlarda meşrulaştırırken bugün hala popüler olmasını yine bu dinamiğe borçlu. işte çocukluğunda bu hikayelerle büyüyen biri, bugün halk yoksulken, bürokratların ve politikacıların lüks içinde yaşadığı ortamı daha kolay kabullenebiliyor. itibardan tasarruf olmaz'a çok daha kolay inanıyor. birileri sınırsız devlet imkanları ile zenginlik içindeyken, kendi çocuğunun bezini, mamasını, temel sağlık ihtiyaçlarını karşılayamamasını tıpkı muhsin çelebi'nin devlet büyüklerinin izzet ve şerefini göstermek için pembe incili bir kaftan alıp orada bırakması gibi onurlu(!) bir duruş olarak görüyor. soğan ekmek yiyip reis'i yedirmemekle övünüyor..
sanatçı farkında olsa da olmasa da sanat bir kültürel propaganda aracıdır. iktidarlar(siyasal anlamla kısıtlı değil, güçlü olan demek daha doğru sanki) toplumun düşünce biçimini dizayn etmek için tarihin her döneminde bunu kullanmışlardır. erken dönemlerde yapılanın aksine bunu yaparken çoğunlukla doğrudan değil, dolaylı yoldan yaparlar. yani rönesans dönemi kilise toplum üzerinde etkisini arttırmak için ünlü ressamlara para verip, büyük katedrallere incilden sahneler çizdirirken, sonraları daha dolaylı yollar tercih ettiler. yani sanmıyorum ki kalkıp ömer seyfettin'e al şu parayı, şöyle yaz demiş olsunlar. onurlu ve erdemli olma üzerine farklı temalarla hikayeler kurgulayan bir sürü başka yazar varken, aralarında en çok işlerine yarayacak olan ömer seyfettin'in eserleri gazetelerde yayınlanır. belki, daha sonraları da onun hikayelerinin basımı teşvik edilir, okul kütüphanelerine onlardan bağışlanır v.s bu işten ne ömer seyfettin'in haberi olur, ne kimse uyanır mevzuya.
(bkz: #2705474)
gerçi ömer seyfettin'in diğer bir kaç hikayesini de bu açıdan ele alırsak iyice tartışmalı hale gelir. mesela yüksek ökçeler geldi aklıma hemen. ana teması; etrafınızda bazı yanlışlar olabilir, gözünüzü kapatın, görmeyin, görürseniz mutsuz olursunuz, huzurunuz için gözünüzü kapatın işinize bakın.
devamını gör...