drama / korku / erotik
4.5 / 10
puan ver

öne çıkanlar | diğer yorumlar

salo ya da sodom'un 120 günü' olarak türkçe'ye çevrilen pasolini filmi..

2. dünya savaşı sırasında salo adlı devlette geçen film, gerçekci sinema konusundaki tüm algılarınızı alt üst edecek bir yapımdır. toplumun en üst tabakasını oluşturan 4 kişinin, yanlarına 9 genç kız ve genç erkek alarak, her türlü sapkınlığı yaşamalarını anlatan film, dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllar yasaklı kaldı. alt metninde sağlam bir kapitalizm ve faşizm eleştirisi sunan, ancak birçok sahnesinin çok sert olmasından dolayı, zaman zaman mesajı vermekte zorlanan filmin çekimlerinin bitmesinin ardından, filmin yönetmeni pier pasolo pasolini, bir grup tarafından dövülerek öldürülmüş, bu filmi tüm dünya halklarına miras bırakmıştır. izlemek için, sağlam bir mide, çelik gibi sinirler ve 18 yıldır yaşıyor olmak gerekmektedir.
devamını gör...
pier paolo pasolini'nin bir filmi. birkaç yıl önce, "en iğrenç bilmemkaç film" listesinde görüp , " izliyim bakiyim , 1975 yılında en fazla ne kadar iğrenç olabilirler ki? " diyerek izlediğim bir filmdi.


--! spoiler !--

işte bu filmin bir bölümünde, insanlara kendi dışkıları yediriliyordu. yedirenlerin bir kısmı daha önce de yemiş zaten, beğenmişler; diğer "meraklı kısım" ise ilk kez deniyor ama bunu bir eğlence olarak görüyorlar. ancak zorla yedirttikleri kölelerin hiç biri bu işten hoşlanmıyor, ağlıyor ,bağırıp çağırıyorlar.

--! spoiler !--

gerçekten rahatsız edici bir filmdi.
(b: )
devamını gör...
pier paolo passolini'nin, sadizm'in isim babası marquis de sade'ın les 120 journées de sodome ou l'école du libertinage isimli romanından uyarlayarak çektiği film. hassas mideliler için bol miktarda sakıncalı sahneler içermektedir.
devamını gör...
kız arkadaş ile izlemek için ne kadar uygun bir film bilmiyorum tutup da açayım kız bana sarılır bir şeyler olur kafasındaysanız benim 10 sene önce yaptığım hatayı yapmayın, film film değil libido katili.
devamını gör...
insanın içinde eski bir şeyleri uyandıran film. film hakkında genel kanı rahatsız edici olduğu yönünde fakat ben farklı bir açıdan yaklaşmayı tercih ediyorum. psikolojik ve fiziksel şiddet içerikli sahneleri izlerken bir çoğunuz gözlerinizi kapatmış ya da huzursuz hissetmişsinizdir muhakkak. geriye dönüp baktığınızda yalnızca bu huzursuzluk hissini hatırlamak normal ama filmin başka bir etkisi daha var; insanın zevkten kaslarını uyuşturacak kadar keyif vermesi. bunu şiddetten zevk almak üzerinden değerlendirmiyorum aksine bu vahşetten rahatsızlık duymak anlaşılabilir, benim sözünü ettiğim zevk duyma hâli tamamen gerçeğe yönelik bir açlığın tatmin edilmesi üzerine.

sahneler akıp giderken kapattığınız gözlerinizi açmanızın tek sebebi merak olamaz, bu sahneler; bütün şartlar gerçekleştiğinde insanın (evet biz dahil) ne kadar canileşebileceğinin bir portresi. bu gerçekliğin farkına varmak, insanın içinde gerçeğe aç olan o yanı tatmin ediyor. biz huzursuzca tırnaklarımızı avuçlarımıza geçirirken, kafamızın içinde başka bir şey keyifle zihnimizin duvarlarını eşeliyor. bütün gerekli şartlar sağlandığında sen, ben ya da hiç ummadığın biri bundan daha canice şeyleri yapabilir, bu senin, benim ve insan doğasının gerçeğidir. bu tarz filmleri rahatsız edici yapan da keyif verici hâle getiren de bu durumdur oysa film bittiğinde yalnızca rahatsız edici kısmını hatırlar ve gerçeğe duyduğumuz açlığı temsil eden yanımızı görmezden geliriz.
devamını gör...
çekildiği dönem itibari ile en rahatsız edici film olabilir belki ama günümüzdeki izleyicinin tolerans limitlerinin yükselmesi nedeniyle şu an sadece genel sinema kültürü için izlenebilecek film
devamını gör...
hakikat esintileri taşıyan bir film. belki her şeyin hakikat esintisi dediğim husustan pay aldığından ötürü böyledir bu durum. lakin filmin insanlara anlattığı ve onlarda uyandırdığı hisler, dürtüler paha biçilemez de. açıkçası filmi izlediğim süreç boyunca güldüğüm, kahkaha attığım da oldu. fakat insan şöyle diyebilir bu duruma: "böyle bir filme nasıl gülebilir, kahkaha atabilirsin?" - "neden güldün?" - "ağlamaktan, korkmaktan başka nasıl gülebilecek bir şey buldun?"

açıkça bilmiyorum diyebilirim bu soruların cevabına. şahsım adına konuşacak olursam, bu filmde kendimde bir şey gördüm. filmin içeriğinden bahsetmiyorum elbette, bir şey öğrendim demek istiyorum kendimle ilgili. ben olanca hassaslığımı gözler önüne sererken aslında edebiyat tutkusu içinde yanıp tutuşan bir bireyin yaptıklarına benzer davranıyormuşum. yani sanırım. belki diyeceklerim gücendirici olabilir ama kendimde görmeyi umduğum derinliği bu filmde apaçık görebilme fırsatı buldum. belki film varoluşa hitap ediyordur da. ki bence öyle... yahut gülmemin hatta kahkaha atmamın sebeplerinden birisi insan denilen yaratığın özünde ne kadar da vahşi, ne kadar da acımasız olduğudur. hatırlıyorum da final sahnesinde oturduğum yerden dikelmiştim. ağzım açık bir şekilde ekrana bakıyordum. "bu da mı?" gibi bir yorumum oldu o esnada.

dünya bir trajedi mekanı. "hayatın dehşetine karşı verilebilecek tek zekice taktik ona karşı küstahça gülmektir." diyen kierkegaard'a selam veriyorum. özünde bu gogolvari davranıştır belki de yaptığım.

film korkunç muydu? evet! yani kısmen olsa da korkunçtu. pek çok insan bakmak istemeyecektir ve anında filmi kapatacaktır. konuşulanlardan bazılarını aşağıda paylaşacağım az sonra. onu da lütfen okumayın eğer rahatsız olacaksanız. fakat bir anlam bulma umuduyla okuyacak olanlarınız varsa da kendilerini hazırlasın.

film güzel miydi? fena değildi. ama güzel miydi? hayır, sanıyorum. alt metinden bazı çıkarsamalar edinebilirsiniz ve belki benim yaşadıklarımı yaşayabilirsiniz. yani özünde benim gibi bir insan -ki övünüyor gibi olmayayım, normal bir insan işte-sadece görmek istediğim hakikati, yani bilgiye karşı koyamadığım o doyumsuzluğu göz önüne alıyorum- benim gibi bir insan özünü görme şansını yakaladı. bu öz neydi? işte bunu kimsecikler cevaplandıramaz benlikleri için. sanıyorum hayattaki en zor işlerden biridir. belki sibirya'ya sürgüne gidersek fyodor mihayloviç dostoyevski gibi, anca öyle görme şerefine erişebiliriz kendimizi.

belki beni psikopat olarak nitelendirecek olacaktır filmi izledikten sonra. ki mutlaka olacaktır, böyle insanları tanıyorum. fakat onları sevgiyle kucaklıyorum. belki benim gibi bir bedbaht (çok affedersiniz) böyle bir çukura düşerekten kendi varoluşuna hakaret ediyor. "hanımlar! baylar!" diyerekten üslubumu pekiştireyim öyleyse. edebiyat yapmaya gelmediğimin pekala farkında olsam da hislerimi olanca açıklığıyla sizlere gösterebilme derdindeyim. af buyurunuz.

kısaca şunu diyebilirim sanırım, filmin sinematografisini beğenmedim. diyaloglar da pek oturaklı değildi. fakat alt metinden çok yararlandım.

son olarak bu filmi izlemenizi önerir miyim? belki film kültürünüz oturduktan sonra evet, ondan önce hayır. böylesine basit anlatılmış ve bir noktada da anlatılamamış bir gerçeği izlemenizi ilk etapta önermiyorum.

filmde dikkatimi çeken bir şey de bunca zalimliği sergilemekten geri durmayan adamların, kadınların friedrich nietzsche, charles baudelaire gibi insanlardan bahsedebilmeleri. entelektüel bir birikimlerinin olduğu izlenimi verilmiş olduğunu düşünmekteyim. aynı zamanda hakikati kendilerince keşfettiklerini. çünkü:

ağlamaktansa gülmeyi tercih ederler. şeytana uyuyoruz, günah işliyoruz ama bunda ağlanacak bir şey yok ki, gibi bir düşüncedeler. önemli olan mutlu olmak. "mutlu olun! gülün" diye bağırılır...

şimdi alıntılar.

--- alıntı ---

bölüm isimleri:
antinferno - girone delle manie - girone della merda - girone del sangue

"her şeyin aşırısı iyidir."

"yetişme çağını yaşarken, yalnızca aşkla yatıp aşkla kalkar kızlar. radyo dinleyip çaylarını içerler ve umursamazlar özgür olmanın anlamını. ve hiçbir zaman düşünmezler, burjuvazi tereddüt etmeden neden öldürür çocuklarını."

"değerli arkadaşlar birbirimizin kızlarıyla evlenerek, yazgılarımızı sonsuza dek bir kılıyoruz."

"yazgıları, zevkimize uşaklık etmekten ibaret olan güçsüz yaratıklar. dış dünyanın bahşettiği o özgürlük denen saçmalığı umarım burada bulmayı beklemiyorsunuzdur. herhangi bir yasal hakka sahip olmaktan uzaksınız. dünya üzerinde hiç kimse burada olduğunuzu bilmiyor. dünyanın ilgisinden o kadar uzaksınız ki, bu açıdan zaten ölüsünüz. işte yaşamlarınıza hükmedecek kurallar:

saat tam 6.00'da, tüm grup içinde hikaye anlatıcılarının olduğu ve bunların sırayla oturup belirlenen bir konu üzerine seri öyküler anlatacağı, adına alem odası denilen yerde toplanmak zorundadır.
arkadaşlarımız herhangi bir anında toplantıyı bölebilirler ve bunu mümkün olduğunca sık yapmayı severler. hikayelerin amacı da zaten hayal gücünü harekete geçirmektir. her çeşit müstehcenlik serbesttir. akşam yemeğinden sonra, beyler, genellikle baküs alemi olarak bilinen seks partisini yöneteceklerdir. alem gereğince salon ve diğer odalar şehvet ateşiyle tutuşmuş olacaktır. tüm katılımcılar ritüele uygun bir biçimde giyinmiş olarak koridorda hazır bulunacaklardır. takip eden süreçte, pozisyon değiştirerek, eş değiştirerek karışık halde ve ensest türde olmak üzere hayvanlar gibi çiftleşilecek, zina ve anal seks yapılacaktır. bu şekilde bunu her gün sürdüreceğiz. eğer bir erkek bir kadınla seks yaparken yakalanırsa bir uzvunu kaybedecek şekilde cezalandırılacaktır. en büyük saygısızlık olması bakımından, dini bir davranışta bulunan herhangi biri ölümle cezalandırılacaktır."

"bazıları yalnızca tutkuları onları zorladıklarında kötülük yapabilirler. bazıları daima mutsuzdur ve onların hayatlarının tamamı bir gece önce yaptıklarından ötürü her sabah yaşadıkları pişmanlıktır."

"görkemli olan ne varsa kökeni kanla yıkanmıştır. ve bununla birlikte, dostlarım, belleğim beni yanıltmıyorsa, evet, öyle. 'kan dökmeden, merhamet olmaz. kan dökmeksizin.' "

--- alıntı ---

hakikati kanla mı haykırıyor bu film yoksa? sanmıyorum. sadece kendinize bir şey katabilirsiniz belki benim gibi. ki önemli olan kendinize bir şey katmak da değil. önemli olan duyumsamaktır. varlığı ve vahşeti duyumsamak. bu da sezgiyle olacaktır elbette.

gördüklerim... hiçbir şeydi özünde. ama kendimi gördüm bir şekilde. akıl sarayımın zindanlarına gizlediğim kendimi gördüm. creepy? nope. o ben çoktan zindandan kaçmıştı belki de. benliğim ikiye bölünmüştür yahut. gülücükler.
devamını gör...
kitaptan çevrilen filmleri pek sevmem fakat bu film olmuş. sade en sevdiğim yazarlardan birisi ve pasolini italyan filmlerinin kendine has sertliğiyle kitabı çok güzel yansıtmış. kendisi filmden sonra öldürülmüştür. kitabın/ filmin vermek istediği politik mesaj çok başarılıdır.
devamını gör...
izleyenlerin izlediğine pişman olduklarını söyledikleri film listesinden görüp de izlemesi bugüne nasip olan film. o listede ilk sırada yer alan bir sırp filmi adlı filmden sonra bu film bana çok daha masum geldi. film ile ilgili yorumunu yaparken, bazı yerlerde iki filmin karşılaştırmasını da yapacağım.

film malumunuz bdsm’nin atası sayılan marquis de sade’nin kitabından uyarlama. yönetmen , bu kitap uyarlaması olarak görünen filmde aslında faşizmin karanlık yüzüne ışık tutmaktadır. kitap uyarlaması adı altında faşizmin acımasızlığını göz önüne sermektedir. bazen gerçekleri göstermek için, sansürsüz , apaçık ve acımasız davranmak gerekir. film gerçekçiliğiyle bu kriterlerin hepsini yerine getiriyor. gerçekler rahatsız edicidir; yönetmen de seyirciyi ustalıkla rahatsız ediyor.

filmin başlangıcında nüfuz sahibi 4 kişinin 9 erkek 9 kızdan oluşan köleleri seçmeleri ve büyük bir eve kapatmalarıyla başlıyor. kendilerine yardım edecek şiddet eğilimli gençleri de aynı şekilde yanlarına alıyorlar. onlar da vahşeti görseler bile bundan zevk alıyorlar. bu 4 kişinin cinsel zevkleri için alıkonulan 18 kişiyi akıllarının alamayacağı işkenceler beklenmektedir. çünkü bu 4 kişi * acımasızdır; annesi için ağlayan kızın göz yaşlarından tahrik olurlar . hatta bir sahnede ‘senin ağlaman beni yumuşatmaz; aksine mutlu eder’ derken, faşizmin merhametten ne kadar uzak olduğunu anlatır.

gelelim filmin bdsm tarafına. bir sahip, kölesini bir hayvan olarak görür; bu nedenle de nasıl hayvanlara kıyafet giydirilmezse (şimdilerde yapılıyor o ayrı) , köleler de üzerilerini örtmeye layık değildir. ama diğer yandan, sahip kölesinin ihtiyaçlarını da düşünür . filmde başlarda geçen konuşmada bu anlaşılır. köleler günün akşam saatlerinde toplandıkları odada çıplak olacaklardır ; ama odada her türlü ısıtma vardır. yani ancak sahip isteği ve arzusu üzerine köleye zarar verir. bu haller dışında kölenin sağlığını düşünür. evet ilginç ve garip bir nokta bu. ama şu an akışta geçen bdsm’den çok daha farklıdır sade’nin buna bakış açısı.

sonlarına doğru kölelerin birbirlerini gammazlama olayı görülüyor. kötü durumlarda birlik içinde hareket etmek yerine , kendilerini kurtarmak için birbirlerini zincirleme olarak gammazlarlar. burada da yine korku imparatorluğu kurulan ülkelerde, insanların sırf biraz daha iyi ve güvenli olabilmek için , nasıl yakınlarını ele verdiklerine bir göndermedir. bu olaya benzer olay, 1984 kitabında da yer almıştı.

başta bir sırp filmiyle karşılaştıracağım dedim. bir sırp filmi sadece vahşeti barındırıyordu içinde. korkunçluğunu uzun zaman üzerinizden atamıyorsunuz. ama bu filmde salt vahşet yok; filmin bir amacı var. yine de filmi izlemeye niyetlenenlerin sağlam bir midesi olması ve ön yargılı olmaması gerekiyor. midemin sağlam olmasına rağmen, bazı sahneler gerçekten beni bile zorladı.

toparlamam gerekirse, filmin başlangıcındaki sahneler adeta bir tablo gibiydi. filmin işleyişi gerçekten çok iyiydi; bu nedenle bazı iğrenç sahnelerine rağmen bir sanat eseri gözüyle bakıyorum filme. gerçeklere gözümüzü kapatsak bile gerçekler oradadır; bir yere gitmez, biz sadece gözümüzü kapatırız.
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"salo ya da sodom'un 120 günü" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim