stockholm syndrome (şarkı)
başlık "hypnotized narcissist" tarafından 20.02.2023 00:16 tarihinde açılmıştır.
1.
evvelâ şu aciz yazar halimle açtığım başlığa “(şarkı)” betimlemesini iliştirmek bir moderasyon günahı sayılıyorsa affımı diliyorum fakat tanıma konu olan şarkı ismi aynı zamanda meşhur bir psikoloji fenomeni olduğundan ayrımın –ama benim tarafımdan ama bir yetkili tarafından- yapılması gerekiyordu.
akabinde “e hadi bunu sineye çektik, ne akla hizmet başlığın halihazırda açılmış türkçe versiyonuna yazmadın he? tiki misin la burda başımıza?” diyen olursa hatırlatmak isterim ki ingiltere’nin deniz kenarı bir kasabasının yeni yetmeleri, bu şarkının çıktığı zamanlarda * pek bi türkçe bilgisini haiz olmaksızın müzik yapmakta ve şarkılarına ingilizce isimler vermekte herhangi bir beis görmemekteydi. nasıl ki malum guns n' roses şarkısına tanım girmek arzusuna kapılınca bir ilhan şeşen bestesiymişçesine “kasım yağmuru” başlığını aramıyorsak, bu şarkıda da “sendromu” kelimesini yazmak pek akıl kârı olmazmış gibi geliyor bana.
***
işte bu uzun ve yer yer gereksiz girizgahın bile hazırlayamayacağı kadar çarpıcı bir başka muse şarkısı ile karşındayım değerli sözlük okuyucusu.
öncelikle şarkı linkine bi tıkladın, ilk 6 saniye “n’oluyo lan? barış abi??” dedin dimi… inanılmaz bi şekilde “gibi gibi” şarkısını andıran ritim bozulana kadar ikna bile olmadın hatta. anca “ben yaralı kurt, sen kınalı kuzu” yerine “i wooon’t… staaand… in your waay” vaveylasını duyunca kendine gelebildin. gayet anlaşılır. şarkıyı yedi yüz elli dört kere dinledim belki, şu yanılgıya düşmediğim nadirdir. çocukluğun usandırıcı uzun araba yolculuklarını çekilir kılan mançoloji kasetlerinin zihnine nakış gibi işlenmesinden bu hep. vesilesiyle ruhuna sağlık diyelim barış abinin.
neyse. bu ilk şoku yüzünde bir tebessümle atlattıktan sonra yavaş yavaş ciddileşiyorsun.
***
saniye saniye hızlanan, kalbinin ritmini davula hizalayacak kadar yüksek bir tempoya ulaşan müziğin içinde kayboluyorsun. öyle ki, iyi bir kulaklığın da varsa, hangi enstrümana, hangi detaya odaklanacağını şaşırıp geri sara sara dinlemekten 5 dakikalık şarkıyı 10 dakikada zor bitirebilirsin. nakarata giden köprüden tırmanıp ferahlayan basları mı dinleyeceksin, nakaratta arkada giren synth arpeggiosunu mu, “i wish i could” kısmındaki çiğ pişmanlığı mı…
ya da -başarabilirsen eğer- müziği boşverirsin ve tamamen edebi kaygılarla; şarkının ismiyle müsemma bir “allahım nereden bulaştım bu ilişkiye” isyanının “kendim ettim kendim buldum” kabullenişi ile dansını izlemekle yetinirsin.
zorla sokulduğu cam bir kafesin içinde durup onu hapsedene bakarak camı yumruklayan, baktıkça aşık olan, aşık oldukça yumruklarının şiddeti azalan zayıf bir adamı da hayal edebilirsin sonra…
sonra belki… bununla ilgili bir şeyler çizmek isteyebilirsin.
akabinde “e hadi bunu sineye çektik, ne akla hizmet başlığın halihazırda açılmış türkçe versiyonuna yazmadın he? tiki misin la burda başımıza?” diyen olursa hatırlatmak isterim ki ingiltere’nin deniz kenarı bir kasabasının yeni yetmeleri, bu şarkının çıktığı zamanlarda * pek bi türkçe bilgisini haiz olmaksızın müzik yapmakta ve şarkılarına ingilizce isimler vermekte herhangi bir beis görmemekteydi. nasıl ki malum guns n' roses şarkısına tanım girmek arzusuna kapılınca bir ilhan şeşen bestesiymişçesine “kasım yağmuru” başlığını aramıyorsak, bu şarkıda da “sendromu” kelimesini yazmak pek akıl kârı olmazmış gibi geliyor bana.
***
işte bu uzun ve yer yer gereksiz girizgahın bile hazırlayamayacağı kadar çarpıcı bir başka muse şarkısı ile karşındayım değerli sözlük okuyucusu.
öncelikle şarkı linkine bi tıkladın, ilk 6 saniye “n’oluyo lan? barış abi??” dedin dimi… inanılmaz bi şekilde “gibi gibi” şarkısını andıran ritim bozulana kadar ikna bile olmadın hatta. anca “ben yaralı kurt, sen kınalı kuzu” yerine “i wooon’t… staaand… in your waay” vaveylasını duyunca kendine gelebildin. gayet anlaşılır. şarkıyı yedi yüz elli dört kere dinledim belki, şu yanılgıya düşmediğim nadirdir. çocukluğun usandırıcı uzun araba yolculuklarını çekilir kılan mançoloji kasetlerinin zihnine nakış gibi işlenmesinden bu hep. vesilesiyle ruhuna sağlık diyelim barış abinin.
neyse. bu ilk şoku yüzünde bir tebessümle atlattıktan sonra yavaş yavaş ciddileşiyorsun.
***
saniye saniye hızlanan, kalbinin ritmini davula hizalayacak kadar yüksek bir tempoya ulaşan müziğin içinde kayboluyorsun. öyle ki, iyi bir kulaklığın da varsa, hangi enstrümana, hangi detaya odaklanacağını şaşırıp geri sara sara dinlemekten 5 dakikalık şarkıyı 10 dakikada zor bitirebilirsin. nakarata giden köprüden tırmanıp ferahlayan basları mı dinleyeceksin, nakaratta arkada giren synth arpeggiosunu mu, “i wish i could” kısmındaki çiğ pişmanlığı mı…
ya da -başarabilirsen eğer- müziği boşverirsin ve tamamen edebi kaygılarla; şarkının ismiyle müsemma bir “allahım nereden bulaştım bu ilişkiye” isyanının “kendim ettim kendim buldum” kabullenişi ile dansını izlemekle yetinirsin.
zorla sokulduğu cam bir kafesin içinde durup onu hapsedene bakarak camı yumruklayan, baktıkça aşık olan, aşık oldukça yumruklarının şiddeti azalan zayıf bir adamı da hayal edebilirsin sonra…
sonra belki… bununla ilgili bir şeyler çizmek isteyebilirsin.
devamını gör...