sümer mitolojisine göre insanın yaratılışı
başlık "mitosfer" tarafından 30.08.2021 21:26 tarihinde açılmıştır.
1.
sevgili muazzez ilmiye çığ, sümer yaratılış efsanesinin yazılı olduğu tablet hakkında şunları söyler. " insanın yaratılışına ait efsane 150 satır kadardır. dört parçaya ayrılan tablet birleştirilerek bir metin meydana getirilmiştir."
sümer tanrıları çok tembelmiş efendim. o kadar tembellermiş ki kendi yemeklerini bile hazırlamakta güçlük çekiyorlarmış. sızlanıp duruyorlarmış. bilgelik tanrısı da duymamış onları. bir gün tanrılar, tanrıçalar toplanıp bir fikir atmışlar ortaya. nammu'ya başvurmaya karar vermişler. (nammu, evrende ilk olandır. ilk tanrıçadır. ilk tanrılar kendinden oluşmuştur. gök ve yeri doğurmuştur. kendisi uçsuz bucaksız sudur.)
tanrılara yardımcı olmak isteyen nammu, uyuyan oğlunu uyandırır. bilgelik tanrısına, diğer tanrıların üzgün olduklarından, ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından bahsederek onlara yardımcı olmasını söyler.
bilgelik tanrısı tabii ki annesini kırmayacaktır. ve ona, anacığım bir çamur al eline, şu uçurumdan. narin güzelim ellerinle bir şekil ver der.
yalnız sümer tanrılarına da bakın. hadi diğer tanrılar tembel, sen bilgelik tanrısısın, ulu nammu'nun oğlusun, sana ne oldu da hemen kaytarmaya bakıp anneye yüklüyorsun bu işi. her neyse efendim, ana yüreği bu dayanmaz, yine erkek evladına bir kıyak geçer. çamuru eline alıp altı tane insan yapar. ve kendi nefesinden üfleyerek onlara can verir.
bir gün, tanrı enki (bilgelik tanrısı) ve nammu bir şölende epey içerler. enki, kafasının güzelliğinden mi yoksa tembelliğinden utanmasından mıdır bilinmez, annesine yardım etmek ister. çamurdan insanlar yapmaya başlar. ama vücutları orantısız ve bozuk yapar. bazıları konuşamaz, yürüyemez. bu kısım itibariyle grek mitolojisine benzer. orada da prometheus içtikten sonra insanları bozuk yapmaya başlar. her neyse insanları düzgün yapamadığı için annesinin gazabına uğrar, insanın koruyucusu enki.
her nedense iki büyük mitolojide de insanların koruyucusu lanetlenmiştir efendim.
sümer tanrıları çok tembelmiş efendim. o kadar tembellermiş ki kendi yemeklerini bile hazırlamakta güçlük çekiyorlarmış. sızlanıp duruyorlarmış. bilgelik tanrısı da duymamış onları. bir gün tanrılar, tanrıçalar toplanıp bir fikir atmışlar ortaya. nammu'ya başvurmaya karar vermişler. (nammu, evrende ilk olandır. ilk tanrıçadır. ilk tanrılar kendinden oluşmuştur. gök ve yeri doğurmuştur. kendisi uçsuz bucaksız sudur.)
tanrılara yardımcı olmak isteyen nammu, uyuyan oğlunu uyandırır. bilgelik tanrısına, diğer tanrıların üzgün olduklarından, ihtiyaçlarını karşılayamadıklarından bahsederek onlara yardımcı olmasını söyler.
bilgelik tanrısı tabii ki annesini kırmayacaktır. ve ona, anacığım bir çamur al eline, şu uçurumdan. narin güzelim ellerinle bir şekil ver der.
yalnız sümer tanrılarına da bakın. hadi diğer tanrılar tembel, sen bilgelik tanrısısın, ulu nammu'nun oğlusun, sana ne oldu da hemen kaytarmaya bakıp anneye yüklüyorsun bu işi. her neyse efendim, ana yüreği bu dayanmaz, yine erkek evladına bir kıyak geçer. çamuru eline alıp altı tane insan yapar. ve kendi nefesinden üfleyerek onlara can verir.
bir gün, tanrı enki (bilgelik tanrısı) ve nammu bir şölende epey içerler. enki, kafasının güzelliğinden mi yoksa tembelliğinden utanmasından mıdır bilinmez, annesine yardım etmek ister. çamurdan insanlar yapmaya başlar. ama vücutları orantısız ve bozuk yapar. bazıları konuşamaz, yürüyemez. bu kısım itibariyle grek mitolojisine benzer. orada da prometheus içtikten sonra insanları bozuk yapmaya başlar. her neyse insanları düzgün yapamadığı için annesinin gazabına uğrar, insanın koruyucusu enki.
her nedense iki büyük mitolojide de insanların koruyucusu lanetlenmiştir efendim.
devamını gör...
2.
sümer tanrıları tembeldir ama diğer mitolojilerdeki tanrılara göre daha dürüsttürler. neticede insanları kendi ayak işlerini yapmaları, mabetlerde kendilerine adak adamaları ve bolca dua etmeleri için yaratmışlardır ve bunu da açıkça itiraf ederler. diğerleri gibi kıvırmazlar. bu yüzden takdire şayandırlar. sümer yaratılış efsanesi özellikle ülgen ve ak ana hikayesi ile bayağı bir paralellik arz eder. oradan da mevzuyu hemen kendimize yontalım. *
bunun haricinde tamamlayıcı olması açısından dilmun şehri mevzusuna da girmek lazım. bu tembel sümer tanrılarının süper ötesi bir şehri var. orada bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlar. tam tanrılara göre bir mekan. ne hastalık var, ne ölüm... yalnız muazzez hocanın anlattığına göre bu şehirde su yok. yani koskoca tanrı milleti daha alt yapı işlerini tam olarak halledememiş. oysa kadroda ankara'nın eski belediye başkanı gibi bir figür olsa, dilmun nasıl da güzel kalkınırdı. sular seller kaplardı tüm şehri. bonus olarak da, dinozorları kondurdu mu, değmeyin tanrıların keyfine. hem mitolojik hikayelere böylece dinozorları da eklemiş olurlardı ve dünya kültür mirasına daha büyük katkıları olurdu. neyse imkanları bu kadarmış diyelim o mevzuyu kapayalım. elde böyle süper figür olmayınca ünlü sümerolog kramer'e göre su tanrısı ile güneş tanrısı kuyu açıyorlar. yahu gel de gülme, tanrıların haline ahvaline bakar mısınız? su kuyusu açmak nedir? tamam bizim ülkemizde de 2002 yılından önce su yoktu ama daha sonra muazzam bir alt yapıya kavuştuk. tanrı milleti ise su kuyusu açmakla uğraşmış. vallahi şaka gibi. yazık günah sizin tanrılığınıza!
ama bu şaka dilmun şehrinin cennete dönüşmesine yol açacak bir atılım haline geliyor. bir su kuyusundan cennet doğuyor. her yer bağ bahçe haline dönüşüyor. hele bir tanesi var ki, ona cennet bahçesi adını veriyorlar. burada 8 tane özel meyve yetiştiriyorlar. bunların yenmesi yasak. niye yasak? o kısmı muamma. tanrıya yasak olur mu arkadaş? hayır yani yenmeyecekse niye bu meyveleri yetiştiriyorsunuz, amacınız nedir sizin?
benim gibi düşünmüş olsa gerek ki, bilgelik tanrısı enki başlarım sizin yasağınıza diyerek bilgeliğini konuşturuyor ve bütün meyveleri afiyetle mideye indiriyor. bilgelik işte böyle bir şey. sorunca sorgulayınca sonuca varıyorsun. ama tanrılar arasında bağnazlık hakim. yer altı tanrıçası ereşkigal, enki'nin meyveleri yediğini duyunca onu ölümle lanetliyor. yahu psikopat kadın, adam sadece meyve yemiş, neyin tatavası bu. neyse efendim bu tanrıların arasından pek aklı selim çıkmaz zaten. ben doğal karşılıyorum artık bunları. diğer tanrılar üzülüyorlar enki'nin haline, bilgelik tanrısı ölecek gidecek, e ne olacak? sonsuz cehalet dünyayı kaplayacak. bence enki öleli çok olmuş. sadece gerçekleri bizden saklamışlar, yoksa enki yaşıyor olsa dünya bu halde mi olurdu? her yer cehalet, her yer rezalet! ama anlatılan hikâye yaşadığına dair bir kurmaca işte. neymiş efendim, diğer tanrılar yer altı tanrıçasını ikna etmişlerde, o da enki'nin farklı organlarında oluşan sıkıntılar için tanrı ve tanrıçalar yaratmış. bak ben bunu da anlamıyorum neden kısa yoldan iyileştirmiyorsun da bu kadar merasime gerek duyuyorsun? baksanıza resmen bürokratik hantallık var bunların her adımında. hah işte o tanrıçalardan birinin adı ninti yani kaburga hanım ya da yaşam hanım. bu kaburga kısmına niye girdim peki? eh o da başka bir yaratılışın tetikleyicisi de o yüzden. onu da israil oğulları düşünsün bana ne! bu arada yunanlılara da çok kırgınım. ereşkigal'in cinsiyetini değiştirip ne diye hades yaptınız arkadaş? hiç utanma arlanma yok sizde vallahi. neyse böyle işte, çok karışık bu işler...
bunun haricinde tamamlayıcı olması açısından dilmun şehri mevzusuna da girmek lazım. bu tembel sümer tanrılarının süper ötesi bir şehri var. orada bir elleri yağda bir elleri balda yaşarlar. tam tanrılara göre bir mekan. ne hastalık var, ne ölüm... yalnız muazzez hocanın anlattığına göre bu şehirde su yok. yani koskoca tanrı milleti daha alt yapı işlerini tam olarak halledememiş. oysa kadroda ankara'nın eski belediye başkanı gibi bir figür olsa, dilmun nasıl da güzel kalkınırdı. sular seller kaplardı tüm şehri. bonus olarak da, dinozorları kondurdu mu, değmeyin tanrıların keyfine. hem mitolojik hikayelere böylece dinozorları da eklemiş olurlardı ve dünya kültür mirasına daha büyük katkıları olurdu. neyse imkanları bu kadarmış diyelim o mevzuyu kapayalım. elde böyle süper figür olmayınca ünlü sümerolog kramer'e göre su tanrısı ile güneş tanrısı kuyu açıyorlar. yahu gel de gülme, tanrıların haline ahvaline bakar mısınız? su kuyusu açmak nedir? tamam bizim ülkemizde de 2002 yılından önce su yoktu ama daha sonra muazzam bir alt yapıya kavuştuk. tanrı milleti ise su kuyusu açmakla uğraşmış. vallahi şaka gibi. yazık günah sizin tanrılığınıza!
ama bu şaka dilmun şehrinin cennete dönüşmesine yol açacak bir atılım haline geliyor. bir su kuyusundan cennet doğuyor. her yer bağ bahçe haline dönüşüyor. hele bir tanesi var ki, ona cennet bahçesi adını veriyorlar. burada 8 tane özel meyve yetiştiriyorlar. bunların yenmesi yasak. niye yasak? o kısmı muamma. tanrıya yasak olur mu arkadaş? hayır yani yenmeyecekse niye bu meyveleri yetiştiriyorsunuz, amacınız nedir sizin?
benim gibi düşünmüş olsa gerek ki, bilgelik tanrısı enki başlarım sizin yasağınıza diyerek bilgeliğini konuşturuyor ve bütün meyveleri afiyetle mideye indiriyor. bilgelik işte böyle bir şey. sorunca sorgulayınca sonuca varıyorsun. ama tanrılar arasında bağnazlık hakim. yer altı tanrıçası ereşkigal, enki'nin meyveleri yediğini duyunca onu ölümle lanetliyor. yahu psikopat kadın, adam sadece meyve yemiş, neyin tatavası bu. neyse efendim bu tanrıların arasından pek aklı selim çıkmaz zaten. ben doğal karşılıyorum artık bunları. diğer tanrılar üzülüyorlar enki'nin haline, bilgelik tanrısı ölecek gidecek, e ne olacak? sonsuz cehalet dünyayı kaplayacak. bence enki öleli çok olmuş. sadece gerçekleri bizden saklamışlar, yoksa enki yaşıyor olsa dünya bu halde mi olurdu? her yer cehalet, her yer rezalet! ama anlatılan hikâye yaşadığına dair bir kurmaca işte. neymiş efendim, diğer tanrılar yer altı tanrıçasını ikna etmişlerde, o da enki'nin farklı organlarında oluşan sıkıntılar için tanrı ve tanrıçalar yaratmış. bak ben bunu da anlamıyorum neden kısa yoldan iyileştirmiyorsun da bu kadar merasime gerek duyuyorsun? baksanıza resmen bürokratik hantallık var bunların her adımında. hah işte o tanrıçalardan birinin adı ninti yani kaburga hanım ya da yaşam hanım. bu kaburga kısmına niye girdim peki? eh o da başka bir yaratılışın tetikleyicisi de o yüzden. onu da israil oğulları düşünsün bana ne! bu arada yunanlılara da çok kırgınım. ereşkigal'in cinsiyetini değiştirip ne diye hades yaptınız arkadaş? hiç utanma arlanma yok sizde vallahi. neyse böyle işte, çok karışık bu işler...
devamını gör...
3.
(bkz: annunakiler)
devamını gör...
4.
bu konuyu derinlemesine araştırırsanız musevilik, hristiyanlık ve islamın kökenine ulaşırsınız. anahtar kelimeyi kes, derinlemesine...
devamını gör...
5.
daha önce bloğumda yayınladığım bir yazıdır.
samuel henry hooke’un ortadoğu mitolojisi kitabını okumadan önce alexander heidel’in “babil yaratılış efsanesi – enuma eliş” kitabını yüzeysel olarak okumuş ve bir kanıya varmıştım. daha sonra hooke’un kitabını okuyunca kendi yorumuma yakın ifadelere rastladım. bunlardan alıntıları ve yorumumu buraya aktaracağım. dileyenler bu iki kitabı da okuyabilirler.
kur’an’da bahsedilen “adem, yaratılış vs” ile sümer/babil mitinde bahsedilen “yaratılış” arasında anlam olarak bir bağ yok. kullanılan isimlerin veya olguların benzerliği var sadece. insanların algısında oluşan bir yaratılış efsanesi/miti var. kur’an ise “insanın yaratılışı/ ademin atanışı” konularını çok sade ve öz bir şekilde dile getiriyor. bunu yaparken de asla “magazin” boyutuna girmiyor.
sümer / babil metinlerinde daha çok “feodal” bir yapının etkisi görülüyor. sümerli ludingirra adlı kitapta kahramanımız bu durumu dile getirmiş.
adem kıssasında kilit faktör ademin "yaratılışı" değil "halife olarak atanışıdır" yani mevcut bir topluluk içinde bir önder atanmasıdır. yeryüzünü yönetmeye talip olması. kur’an’da bu bir kaç ayette ifade edilmektedir. aslında kur’an bize “siz olayı çok yanlış anlamışsınız” demek istiyor. anlatılan ademin/genel olarak insanın içinde yaşadığı durumun mizanseni var. psikolojik arka planı çok farklı ki bu başka bir konu. adem ve zevci (ki genel kanı bir kadın olarak eşi sanılması) iyi ve kötünün anlatımıdır kabaca. kıssa ile ilgili detaylı bir çalışma mevcuttur.
bu anlatım zaman içinde o kadar değişmiş ki, yerleşik düzende belirli bir siyasi ve dini yapı içinde yaşayan insanların yönetimi ile ilgili bir duruma dönüşmüş ve anlatın hikayeler “insan üzerinden/insan özelliklerinden” yola çıkılarak oluşturulmuş.
tevratı yeniden yazan düşünce babil / sümer etkisinden hareket etmiş olabilir. zira babilde uzun süre kalıp bu kültürden etkilenmemeleri imkansız. babil yaratılış efsanesi ile tevratta anlatılanın benzer olması bu yüzden. ve kur’an, hem tevrattaki yaratılış hikayesini hem de eski toplumlardaki mitolojik hikayelerin ne olduğunu net bir şekilde dile getiriyor. kur’an’ın burada düzelttiği durum tamamen insanın kendisi ile ilgili olan durumu.
kulluk faktörünü ve o tek tanrıya olan itikadı “tanrılar ve hizmetli insanlar” üzerinden bize anlatmışlar. pasajlardan bunu anlıyoruz. insanların ve yönetimdeki güçlerin kendi aralarındaki mücadeleleri, hırsları, entrikaları. yani, bir grup elit feodal, tarım toplumu hükümdarı “tanrılar” kutsallıkla “insanları kendilerine” hizmet edenler yapmışlar. sonra içlerinde bir rahip din sınıfı ve ayrım olmuş. bugün hindistan kast sisteminde olan insanların inancının bir bakıma benzemesi gibi.
gökten tanrı’nın hükmünü çalıp yer yüzünde tek olmayı amaç edinmişler. sonrasında yer yüzünde krallık ile tanrı krallık ile hükmetmişler. bunun benzerini yunan mitinde mısır mitinde görüyoruz. mısır mitinde de o tanrılar diye bilinenler bence rahip sınıfı.
(b: asıl soru şu; sümerden önce göbeklitepe ve civar halkının, o insanların böyle bir yaratılış inancı var mıydı? şimdiki tapınakta buna delil olacak bir iz yok. göbeklitepe’ye gelen insanlar ile sümerler arasında takriben 7000 bin yıl var. peki bu yıldan önce böyle bir anlatım yok muydu? nasıl bir inanca sahiptiler ve yaratılışı ne olarak biliyorlardı. bu şimdilik bilinmiyor. o zaman şu varsayım destek bulur. bu 7000 yıl içinde sümere gelene kadar bu inanç ve mit ciddi bir değişim geçirdi. hilafet/rahip/imamlık benzer olabilir o dönem algısında.
ikinci yorumum; bence kuran “israiloğullarının kafasında babil etkisiyle oluşan mitolojik” öykülerin aslını okuyor. ve bu anlayışı düzeltiyor. bu yüzden kurandaki adem ile tevrattaki adem benzeşiyor. kuran, diğer mitolojik öğelere hiç girmiyor. temelden sorunu çözüyor ve dönemin muhatablarına asıl meseleyi anlatıyor. zaten kıssaların geneli ibranilerin yanlış tasavvur ve inanışlarını düzeltmek. bu yüzden tevrattaki adem ve yaratılış ile sümer/babil ve eski toplumlardaki benzeşir. gökte olanı yerdeki ile değiştirmişler. bu zamanla aktarılmış. sonra babilde sürgünde kalan israiloğulları eliyle tevrata geçmiş. kuran ise muhammed peygamber ile bu durumu hiç magazine girmeden aslı ile anlatıyor. asıl meselenin insanın kendisi olduğu söylüyor.
üçüncü yorumum: hiç bir sümer / babil / akad mitinde tanrı veya tanrıların direkt olarak yaratılan bir insan ile diyaloğu yok. şeytan veya benzeri bir varlık ve diğer tanrıların / meleklerin olduğu bir sahne yok. bu da şunu gösteriyor. sümer / babil “yaratılış” durumundan habersiz ya da zamanla bozulmuş bir itikat üzereler. kur’an hepsini temelden düzeltiyor.
dördüncü yorumum: israiloğulları bu mitojik öykülerden yola çıkarak mevzuyu “ırksal bir üstünlüğe” taşımışlar. ve hikayeyi kendi üzerlerinden oluşturmuşlar. mısırda uzun süre köle kalan bu insanların musa peygamber eli ile kurtarılıp özgürlüklerine kavuşmaları ve çölde isyan edip köle hayata özlem duymaları ve tanrı’nın kendilerine verdiği daha iyi olan nimeti istemeyip daha düşük olanı istemeleri bunun etkisidir. (kudret helvası/ bıldırcın – bakliyat). burada metafor kölelik/özgürlük. babil esareti / mısır esareti ve akabinde tevratın ezra eli ile yeniden yaratılışı. kaldı ki ezra bir çok pagan inanışı düzeltiyor. (molek/çocuk kurbanı- ibrahim kurbanı)
mezopotamya insanlarının algısında 3 tanrı kavramı olabilir. birincisi tek tanrı, ikincisi tanrının parçası sanılanlar (küçük tanrılar ya da ibrani jargonu ile melekler), üçüncüsü de yöneticiler / krallar veya rahipler. (tanrı-kral anlayışı – naramsin). tapınak sosyalimizi gibi bir durum var. birlikte ekilen biçilen ne varsa tapınağa geliyor. rahipler bunları kayıt ediyor. ailere eşit dağıtım da söz konusu olabilir. hatta ithalat ve ihracat. diğer ülke ya da toprak insanları olan ilişkileri.
genel bir kanı olarak şöyle söylenir:
adem: m.ö 30000
göbeklitepe: m.ö 10000
ilk yerleşim: m.ö 7000
yerleşik düzen: tarım hayvancılık: m.ö 5000 —- avcı toplayıcı
m.ö 3000-2050 şehirler sümer / babil..
“insanoğlunun en eski yerleşim bölgelerinden biri olan anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda, m.ö. 30000 ile 10000 yılları arasındaki geç paleolitik çağdan eserler bulunmuş, karain ve yarımburgaz mağaralarında bu dönemden kalma buluntulara rastlanmıştır. renkli duvar resimleriyle özelliğini gösteren mezolitik çağa ait buluntular ise tekeköy, belbaşı ve beldibi kazılarıyla gün ışığına çıkarılmıştır. ilk çağ öncesindeki neolitik çağın merkezlerinden biri, konya yakınlarındaki çatalhöyük’tür. “
kolomb öncesi amerika’nın tarihinin kronolojik özeti (ord.prof.dr.reha oğuz türkkan’ın kızılderililer ve türkler eserinden alıntı) : m.ö.40000-30000: bering boğazından yaya olarak ilk göçler.)
samuel henry hooke’un ortadoğu mitolojisi kitabını okumadan önce alexander heidel’in “babil yaratılış efsanesi – enuma eliş” kitabını yüzeysel olarak okumuş ve bir kanıya varmıştım. daha sonra hooke’un kitabını okuyunca kendi yorumuma yakın ifadelere rastladım. bunlardan alıntıları ve yorumumu buraya aktaracağım. dileyenler bu iki kitabı da okuyabilirler.
kur’an’da bahsedilen “adem, yaratılış vs” ile sümer/babil mitinde bahsedilen “yaratılış” arasında anlam olarak bir bağ yok. kullanılan isimlerin veya olguların benzerliği var sadece. insanların algısında oluşan bir yaratılış efsanesi/miti var. kur’an ise “insanın yaratılışı/ ademin atanışı” konularını çok sade ve öz bir şekilde dile getiriyor. bunu yaparken de asla “magazin” boyutuna girmiyor.
sümer / babil metinlerinde daha çok “feodal” bir yapının etkisi görülüyor. sümerli ludingirra adlı kitapta kahramanımız bu durumu dile getirmiş.
adem kıssasında kilit faktör ademin "yaratılışı" değil "halife olarak atanışıdır" yani mevcut bir topluluk içinde bir önder atanmasıdır. yeryüzünü yönetmeye talip olması. kur’an’da bu bir kaç ayette ifade edilmektedir. aslında kur’an bize “siz olayı çok yanlış anlamışsınız” demek istiyor. anlatılan ademin/genel olarak insanın içinde yaşadığı durumun mizanseni var. psikolojik arka planı çok farklı ki bu başka bir konu. adem ve zevci (ki genel kanı bir kadın olarak eşi sanılması) iyi ve kötünün anlatımıdır kabaca. kıssa ile ilgili detaylı bir çalışma mevcuttur.
bu anlatım zaman içinde o kadar değişmiş ki, yerleşik düzende belirli bir siyasi ve dini yapı içinde yaşayan insanların yönetimi ile ilgili bir duruma dönüşmüş ve anlatın hikayeler “insan üzerinden/insan özelliklerinden” yola çıkılarak oluşturulmuş.
tevratı yeniden yazan düşünce babil / sümer etkisinden hareket etmiş olabilir. zira babilde uzun süre kalıp bu kültürden etkilenmemeleri imkansız. babil yaratılış efsanesi ile tevratta anlatılanın benzer olması bu yüzden. ve kur’an, hem tevrattaki yaratılış hikayesini hem de eski toplumlardaki mitolojik hikayelerin ne olduğunu net bir şekilde dile getiriyor. kur’an’ın burada düzelttiği durum tamamen insanın kendisi ile ilgili olan durumu.
kulluk faktörünü ve o tek tanrıya olan itikadı “tanrılar ve hizmetli insanlar” üzerinden bize anlatmışlar. pasajlardan bunu anlıyoruz. insanların ve yönetimdeki güçlerin kendi aralarındaki mücadeleleri, hırsları, entrikaları. yani, bir grup elit feodal, tarım toplumu hükümdarı “tanrılar” kutsallıkla “insanları kendilerine” hizmet edenler yapmışlar. sonra içlerinde bir rahip din sınıfı ve ayrım olmuş. bugün hindistan kast sisteminde olan insanların inancının bir bakıma benzemesi gibi.
gökten tanrı’nın hükmünü çalıp yer yüzünde tek olmayı amaç edinmişler. sonrasında yer yüzünde krallık ile tanrı krallık ile hükmetmişler. bunun benzerini yunan mitinde mısır mitinde görüyoruz. mısır mitinde de o tanrılar diye bilinenler bence rahip sınıfı.
(b: asıl soru şu; sümerden önce göbeklitepe ve civar halkının, o insanların böyle bir yaratılış inancı var mıydı? şimdiki tapınakta buna delil olacak bir iz yok. göbeklitepe’ye gelen insanlar ile sümerler arasında takriben 7000 bin yıl var. peki bu yıldan önce böyle bir anlatım yok muydu? nasıl bir inanca sahiptiler ve yaratılışı ne olarak biliyorlardı. bu şimdilik bilinmiyor. o zaman şu varsayım destek bulur. bu 7000 yıl içinde sümere gelene kadar bu inanç ve mit ciddi bir değişim geçirdi. hilafet/rahip/imamlık benzer olabilir o dönem algısında.
ikinci yorumum; bence kuran “israiloğullarının kafasında babil etkisiyle oluşan mitolojik” öykülerin aslını okuyor. ve bu anlayışı düzeltiyor. bu yüzden kurandaki adem ile tevrattaki adem benzeşiyor. kuran, diğer mitolojik öğelere hiç girmiyor. temelden sorunu çözüyor ve dönemin muhatablarına asıl meseleyi anlatıyor. zaten kıssaların geneli ibranilerin yanlış tasavvur ve inanışlarını düzeltmek. bu yüzden tevrattaki adem ve yaratılış ile sümer/babil ve eski toplumlardaki benzeşir. gökte olanı yerdeki ile değiştirmişler. bu zamanla aktarılmış. sonra babilde sürgünde kalan israiloğulları eliyle tevrata geçmiş. kuran ise muhammed peygamber ile bu durumu hiç magazine girmeden aslı ile anlatıyor. asıl meselenin insanın kendisi olduğu söylüyor.
üçüncü yorumum: hiç bir sümer / babil / akad mitinde tanrı veya tanrıların direkt olarak yaratılan bir insan ile diyaloğu yok. şeytan veya benzeri bir varlık ve diğer tanrıların / meleklerin olduğu bir sahne yok. bu da şunu gösteriyor. sümer / babil “yaratılış” durumundan habersiz ya da zamanla bozulmuş bir itikat üzereler. kur’an hepsini temelden düzeltiyor.
dördüncü yorumum: israiloğulları bu mitojik öykülerden yola çıkarak mevzuyu “ırksal bir üstünlüğe” taşımışlar. ve hikayeyi kendi üzerlerinden oluşturmuşlar. mısırda uzun süre köle kalan bu insanların musa peygamber eli ile kurtarılıp özgürlüklerine kavuşmaları ve çölde isyan edip köle hayata özlem duymaları ve tanrı’nın kendilerine verdiği daha iyi olan nimeti istemeyip daha düşük olanı istemeleri bunun etkisidir. (kudret helvası/ bıldırcın – bakliyat). burada metafor kölelik/özgürlük. babil esareti / mısır esareti ve akabinde tevratın ezra eli ile yeniden yaratılışı. kaldı ki ezra bir çok pagan inanışı düzeltiyor. (molek/çocuk kurbanı- ibrahim kurbanı)
mezopotamya insanlarının algısında 3 tanrı kavramı olabilir. birincisi tek tanrı, ikincisi tanrının parçası sanılanlar (küçük tanrılar ya da ibrani jargonu ile melekler), üçüncüsü de yöneticiler / krallar veya rahipler. (tanrı-kral anlayışı – naramsin). tapınak sosyalimizi gibi bir durum var. birlikte ekilen biçilen ne varsa tapınağa geliyor. rahipler bunları kayıt ediyor. ailere eşit dağıtım da söz konusu olabilir. hatta ithalat ve ihracat. diğer ülke ya da toprak insanları olan ilişkileri.
genel bir kanı olarak şöyle söylenir:
adem: m.ö 30000
göbeklitepe: m.ö 10000
ilk yerleşim: m.ö 7000
yerleşik düzen: tarım hayvancılık: m.ö 5000 —- avcı toplayıcı
m.ö 3000-2050 şehirler sümer / babil..
“insanoğlunun en eski yerleşim bölgelerinden biri olan anadolu’da yapılan arkeolojik kazılarda, m.ö. 30000 ile 10000 yılları arasındaki geç paleolitik çağdan eserler bulunmuş, karain ve yarımburgaz mağaralarında bu dönemden kalma buluntulara rastlanmıştır. renkli duvar resimleriyle özelliğini gösteren mezolitik çağa ait buluntular ise tekeköy, belbaşı ve beldibi kazılarıyla gün ışığına çıkarılmıştır. ilk çağ öncesindeki neolitik çağın merkezlerinden biri, konya yakınlarındaki çatalhöyük’tür. “
kolomb öncesi amerika’nın tarihinin kronolojik özeti (ord.prof.dr.reha oğuz türkkan’ın kızılderililer ve türkler eserinden alıntı) : m.ö.40000-30000: bering boğazından yaya olarak ilk göçler.)
devamını gör...
"sümer mitolojisine göre insanın yaratılışı" ile benzer başlıklar
özkan sümer
10