carol reed'in yönettiği, graham greene'in yazığı, 1949 yılında gösterilmiş ingiliz filmi.
film, beş parasız bir yazar olan holly martins'in, çocukluk arkadaşı harry'nin daveti üzerine viyana'ya gitmesi ile başlıyor. viyana'da arkadaşını ölü olarak bulan holly, arkadaşının ölümü sırasında üçüncü bir adamın da orada olduğunu öğrenir ve olayı araştırmaya karar verir fakat bu hiç kolay olmayacaktır.
film, beş parasız bir yazar olan holly martins'in, çocukluk arkadaşı harry'nin daveti üzerine viyana'ya gitmesi ile başlıyor. viyana'da arkadaşını ölü olarak bulan holly, arkadaşının ölümü sırasında üçüncü bir adamın da orada olduğunu öğrenir ve olayı araştırmaya karar verir fakat bu hiç kolay olmayacaktır.
akademi ödülleri - en iyi sinematografi ödülü
bafta ödülleri - en iyi ingiliz film ödülü
cannes film festivali - festivalin büyük ödülü (carol reed)
bafta ödülleri - en iyi ingiliz film ödülü
cannes film festivali - festivalin büyük ödülü (carol reed)
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "there will be blood" tarafından 17.05.2021 07:57 tarihinde açılmıştır.
1.
1949 yapımı carol reed filmi. görüntü yönetmenliği anlamında harika, oyunculukları başarılı, senaryosu ciddi manada iyi olmasına rağmen, çoğunlukla üstat orson welles’in doğaçlama olarak senaryoya kattığı, “guguklu saat” repliği ile ünlüdür. bakış açılarının gerçeği nasıl manipüle edebileceği üzerine önemli bir eser.
devamını gör...
2.
yönetmen koltuğunda carol reed bulunan, oyuncu kadrosunda joesph cotten, alida valli ve orson welles’ın harikalar yarattığı, dönemine göre gerçekten ileride sayılabilecek müthiş bir kara film örneği! 1949 yılında birleşik krallık’ta vizyona girmiş, casus romanlarının en ünlü yazarlarından biri olan graham greene’in aynı isimde yayımlanmış öyküsünden beyazperdeye uyarlanmış, ülkemizde üçüncü adam ismiyle sinemalarda gösterilen bu siyah-beyaz müthiş filmden biraz bahsetmek istiyorum.
önce konusundan başlamalıyım, di mi? a, hayır, spoiler yok, korkma.
çok sevgili bir yazarımız var, bu harika yazarımız ne yazık ki başarılı olan birçok yazarın o zamanlardaki hayatına sahip, yani beş parasız, alkolik ve aynı zamanda oldukça üzgün… lakin bu böyle devam edecek değil ya, yazarımızın çocukluk arkadaşı harry ağabeyimiz onu viyana’ya çağırıyor, “sana burada harika bir iş ayarlarız bro, gel misler gibi yaz, çiz, hayatını yaşa… al bak sana uçak biletini de gönderiyorum!” diyor ve onu viyana’ya davet ediyor, e hal böyleyken bizim yazar durur mu? hiç düşünür mü ,”ulan 2.dünya savaşı sonrası viyana şu an dörde bölünmüş durumda, bir tarafta ingilizler, diğer tarafta amerikalılar, bir tarafta fransızlar ve hiç olmaması gereken tarafta da ruslar var, benim halim ne olacak?” diye…. düşünmez, ben de düşünmezdim gerçi.
oraya varır varmaz ne yazık ki kötü haber tez geliyor, arkadaşı harry’ye bir arabanın çarptığını öğreniyor lakin her insan farklı şey söylemeye başlıyor, harry ağabeyimize orada ne olmuş olabilir, yoksa, yoksa bu bir kaza değil mi?!
senaryo olarak beni fazlasıyla tatmin ettiğini söyleyebilirim. her oldukça yavaş ilerleyen bir film için bazı kısımlar biraz fazla hızlı olsa da hem dönemine hem de şu döneme göre bence çok çok iyi…
sinematografi olarak da fena sayılmaz, “sinemaya inanılmaz bir şey katmıl!” diyebileceğimiz bir şey yok ama gerek çekim açıları, gerek bazı sahnelerle beni gerçekten içerisine çekti diyebilirim. diyaloglar da öyle yerinde ve insanı düşündürüyor ki, ister istemez romanı okumak için can atıyor insan…
gelelim filmin en can alıcı kısmına, film gerçekten de 2.dünya savaşı sonrasının viyanasında çekilmiş… dönemin harap olmuş sokakları, bombardıman neticesiyle yerle bir olmuş binaları görebiliyor ve hatta içerisinden geçebiliyoruz… yerli avusturya halkının orada bulunan ingiliz ve rus güçlerine karşı bakış açısı da çok hoş ve gerçekçi biçimde önümüze sürülmüş desem yeridir.
filmin belki de olmamış diyebileceğimiz tek kısmı olduğundan belki de 20-30 dakika daha uzun tutulacak bir yavaşlığa sahip olması ve girişte bahsettiğim üzere, bazı kısımların da olması gerekenden fazla kısa olarak bize yansıtılması diyebilirim.
film gerçekten insana sinema sanatını çok hoş gösteriyor ya, zamanımın her kısmına inanılmaz biçimde değdi.
önce konusundan başlamalıyım, di mi? a, hayır, spoiler yok, korkma.
çok sevgili bir yazarımız var, bu harika yazarımız ne yazık ki başarılı olan birçok yazarın o zamanlardaki hayatına sahip, yani beş parasız, alkolik ve aynı zamanda oldukça üzgün… lakin bu böyle devam edecek değil ya, yazarımızın çocukluk arkadaşı harry ağabeyimiz onu viyana’ya çağırıyor, “sana burada harika bir iş ayarlarız bro, gel misler gibi yaz, çiz, hayatını yaşa… al bak sana uçak biletini de gönderiyorum!” diyor ve onu viyana’ya davet ediyor, e hal böyleyken bizim yazar durur mu? hiç düşünür mü ,”ulan 2.dünya savaşı sonrası viyana şu an dörde bölünmüş durumda, bir tarafta ingilizler, diğer tarafta amerikalılar, bir tarafta fransızlar ve hiç olmaması gereken tarafta da ruslar var, benim halim ne olacak?” diye…. düşünmez, ben de düşünmezdim gerçi.
oraya varır varmaz ne yazık ki kötü haber tez geliyor, arkadaşı harry’ye bir arabanın çarptığını öğreniyor lakin her insan farklı şey söylemeye başlıyor, harry ağabeyimize orada ne olmuş olabilir, yoksa, yoksa bu bir kaza değil mi?!
senaryo olarak beni fazlasıyla tatmin ettiğini söyleyebilirim. her oldukça yavaş ilerleyen bir film için bazı kısımlar biraz fazla hızlı olsa da hem dönemine hem de şu döneme göre bence çok çok iyi…
sinematografi olarak da fena sayılmaz, “sinemaya inanılmaz bir şey katmıl!” diyebileceğimiz bir şey yok ama gerek çekim açıları, gerek bazı sahnelerle beni gerçekten içerisine çekti diyebilirim. diyaloglar da öyle yerinde ve insanı düşündürüyor ki, ister istemez romanı okumak için can atıyor insan…
gelelim filmin en can alıcı kısmına, film gerçekten de 2.dünya savaşı sonrasının viyanasında çekilmiş… dönemin harap olmuş sokakları, bombardıman neticesiyle yerle bir olmuş binaları görebiliyor ve hatta içerisinden geçebiliyoruz… yerli avusturya halkının orada bulunan ingiliz ve rus güçlerine karşı bakış açısı da çok hoş ve gerçekçi biçimde önümüze sürülmüş desem yeridir.
filmin belki de olmamış diyebileceğimiz tek kısmı olduğundan belki de 20-30 dakika daha uzun tutulacak bir yavaşlığa sahip olması ve girişte bahsettiğim üzere, bazı kısımların da olması gerekenden fazla kısa olarak bize yansıtılması diyebilirim.
film gerçekten insana sinema sanatını çok hoş gösteriyor ya, zamanımın her kısmına inanılmaz biçimde değdi.
devamını gör...
3.
çok hoş 1 film, 1949 olmasına rağmen. şu estetik zevki şimdinin filmleri bile kolay kolay veremiyorlar, alman ekspresyonizminden etkilenmiş görüntü yönetmeni ki ağlatmış walla. bi 15-20 dk kırpılabilirmiş. elli saat kaş göz yapmalar bakışmalar falan gereksiz ama zamanına göre normal karşılamak gerekir. italya ve isviçre kıyas kısmına kahkaha attım can sıkıcı ama doğruluk payı var hakikaten...... film-noir gizem/gerilim dengesi iyiydi. savaş sonrası 1 şehirdeki kara borsacılık, bürokratik sıkıntılar gibi realist konular da asıl kurgunun bağlamına temel oluşturan meseleler olarak fazla boğulmadan verilmişti. 10/10 der geçeriz.
devamını gör...