yazar: emile zola
yayım yılı: 1867
natüralist romanın başarılı örneklerinden biri olarak gösterilen; aşk, ihtiras, vicdan ve intikam gibi duygularla bezenmiş emile zola romanıdır. yayımlandığı yıl edebiyat çevrelerinde büyük tepki toplamış ve ''ahlaksızlığı haklı göstermek'' sebebiyle eleştirilmiştir. büyük tepki toplayan kitabın konusu ise şöyledir: therese annesi ve babasının ölümünden sonra kendisini büyüten teyzesine olan vefa borcunu ödemek için teyzesinin oğlu ile evlenir. istemeyerek yaptığı bu evlilik onu her zaman huzursuz eder. bir zaman sonra kocasının arkadaşlarından biriyle yasak aşk yaşamaya başlar, bu aşk hem kendisini hem de sevgilisini istenmeyen durumlara sürükleyecektir.
yayım yılı: 1867
natüralist romanın başarılı örneklerinden biri olarak gösterilen; aşk, ihtiras, vicdan ve intikam gibi duygularla bezenmiş emile zola romanıdır. yayımlandığı yıl edebiyat çevrelerinde büyük tepki toplamış ve ''ahlaksızlığı haklı göstermek'' sebebiyle eleştirilmiştir. büyük tepki toplayan kitabın konusu ise şöyledir: therese annesi ve babasının ölümünden sonra kendisini büyüten teyzesine olan vefa borcunu ödemek için teyzesinin oğlu ile evlenir. istemeyerek yaptığı bu evlilik onu her zaman huzursuz eder. bir zaman sonra kocasının arkadaşlarından biriyle yasak aşk yaşamaya başlar, bu aşk hem kendisini hem de sevgilisini istenmeyen durumlara sürükleyecektir.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "editör" tarafından 26.07.2023 10:51 tarihinde açılmıştır.
1.
émile françois zola'nın natüralizmin babası sayılmasının nedenlerinden biri olduğuna kesin gözüyle baktığım muhteşem eseri. esere ismini vermiş olan thérèse raquin başlı başına william blake'in "he who desires, but acts not, breeds pestilence." cümlelerinin bir yansıması gibidir. çocukluğu ve gençliği boyunca tüm canlılığını yitiren thérèse'i zola o kadar incelikli aktarır ki cümlelerinde, tüm hırçınlığını, öfkesini ve gizlenmiş saldırganlığını okurun zihnine parça parça işler. cinayeti bayağı bir biçimde aşık bir adam ve kadının ellerinden çıkma göstermek yerine tüm gerçekliği ile bu cinayetin çıkarlar sonucu olduğunu satır aralarında sıklıkla gözümüze sokuyor zola. eser nefretle yoğrulan tutkunun, gülünç bir pişmanlığın ve yeri doldurulamayan bir boşluğun nahoş bir portresi. özellikle felç kalmış olan madame raquin'in oğlunu thérèse ve laurent'in öldürdüğünü öğrendiğindeki ruh hali zola tarafından o kadar etkileyici bir biçimde kağıda aktarılmış ki, bunun muhteşem bir insan doğasının tahlili olduğu yadsınamaz bir gerçek.
thérèse ve laurent'in birbirlerini suçlamalarında özenle yazılmış olan diyaloglar, laurent'in kabuslarının sarsıcı etkisini anlatmak için yazılmış betimlemeler ve hatta sanatın zola için ne ifade ettiğine dair hoş bir kaç detayla beraber kısa ama bünyeyi sarsan cinsten bir roman. laurent babasının zoru ile hukuk okuduğu yıllarda keyfine düşkünlüğünden iki sene kadar ressam bir arkadaşı ile atölyede kalıp resimler çiziyordu. thérèse ile sonunda evlendiği ve camille'in cinayetinin verdiği huzursuz edici ağırlık nedeniyle yıllar sonra yeniden kendine bir atölye kurduğu zamanlarda çizim yapmaya tekrar başladı. bu süreçte katı, umursamaz ve incelikten yoksun doğası değişmiş tıpkı eskiden heybetli duran görüntüsünün yavaş yavaş eriyip hastalıklı bir çocuksuluğa dönmesi gibi karakteri de hislerinden ötürü kırılgan bir boyut kazanmıştı. bu noktada eski ressam arkadaşı ile tekrar karşılaşan laurent onu atölyesine davet etti ve ressam laurent'in tablolarındaki mükemmelik karşısında şaşkınlıktan tutulup onun bu eserleri nasıl yapabildiğini merakla sormuş sebebini ise bu resimlerin bir sanatkârın elinden çıkma göründüğünü ama laurent'in oldum olası kaba bir sıvacıdan başka bir şey olmadığını düşündüğünü söylerek açıklamıştır. bu noktada zola'nın da sanata bakışının ufak bir parçasını yakalamış oluyoruz aslında. insansı kırılganlığın tüm parçaları eserin etrafına saçılmış gibi. okurken thérèse ve laurent'in intihara giden halet-i ruhiyeleri karşısında katı bir tiksintiden ziyade şiddetli bir acıma duygusu oluştu bende. insanın bencil ve buyurgan doğası pişmanlığını bile gölgeleyebilecek cinstendir bazen ve hatta romandaki diğer karakterler açıkça gösterir ki başkalarının hezeyanlarına ve kayıplarına duyduğumuz üzüntü bile çoğu zaman göstermelik bir oyundur. ek olarak romandaki kedi françois'nin isminin zola'nın ikinci isminden gelmesi ne zaman hatırlasam hoşuma giden bir detay.*
vernon'da halası ve onun hastalık hastası küçük oğlu camille ile geçen sıkıcı ve buhranlı bir çocukluk ve gençlikten sonra hayat hakkında hiçbir şey bilmeden henüz 20 yaşlarında camille ile evlenen ve sürekli uyumlu biri maskesi takmaya zorlanan thérèse, paris'e yeniden taşındıkları zaman sürecinde kocasının da arkadaşı olan laurent ile gizli bir ilişkinin içerisine girer fakat esasında bu ilişkinin aşk ile uzaktan yakından alakası yoktur. ikisi için de basit, içgüdüsel bir ihtiyaçtır aslında. laurent çalışmaktan hoşlanmayan tembel ve hovarda bir adamdır, beş parasız olduğundan kadınlara harcayacak beş kuruşu olmadığını düşünür ve bu yüzden ona masrafsız gelen thérèse ile vakit geçirmekten çekince duymaz. thérèse ise neredeyse ölü, mukavvadan bir kukla gibi gördüğü kocasından ve hayatından sonu gelmez bir tiksinti ile nefret etmektedir ve bu gösteremediği nefreti, yıllarca içinde gizlemek zorunda kaldığı tüm canlılığını laurent ile gösterebildiğini ve böylece gizlice intikamını aldığını düşünmektedir. bu ilişki camille'in seine nehrinin dibini laurent ve thérèse sayesinde boylamasından sonra evliliğe dönüşür fakat suçluluk ve cinayetin katı bir cisim gibi aralarına girmesi ikilinin intiharı ile son bulur.
"tous ces gens-là sont aveugles : ils n'aiment pas." (bütün bu insanların gözleri kör: çünkü sevmiyorlar.)
"ıl a raison, ils se ressemblent tous… ıls ressemblent à camille… ıl redoutait de ne plus pouvoir dessiner une tête, sans dessiner celle du noyé." (hakkı var, diye mırıldandı. hepsi birbirine benziyor... hepsi, camille'e benziyor. artık boğulmuş olan adamın suratından başka bir şey çizememekten korkuyordu.)
tu étais au bord de l’eau, tu te souviens, et je t’ai dit tout bas : je vais le jeter à la rivière. alors tu as accepté, tu es entré dans la barque. tu vois bien que tu l’as assassiné avec moi…ce n’est pas vrai, j’étais folle, c’est toi qui as assassiné camille. (sen suyun kenarındaydın, hatırlasana! ben sana yaklaşıp usulca: "onu nehire atacağım" dedim. o zaman sen bunu kabul ettin ve sandala bindin... işte görüyorsun ya, sen de benimle birlikte camille'i öldürdün!)
thérèse ve laurent'in birbirlerini suçlamalarında özenle yazılmış olan diyaloglar, laurent'in kabuslarının sarsıcı etkisini anlatmak için yazılmış betimlemeler ve hatta sanatın zola için ne ifade ettiğine dair hoş bir kaç detayla beraber kısa ama bünyeyi sarsan cinsten bir roman. laurent babasının zoru ile hukuk okuduğu yıllarda keyfine düşkünlüğünden iki sene kadar ressam bir arkadaşı ile atölyede kalıp resimler çiziyordu. thérèse ile sonunda evlendiği ve camille'in cinayetinin verdiği huzursuz edici ağırlık nedeniyle yıllar sonra yeniden kendine bir atölye kurduğu zamanlarda çizim yapmaya tekrar başladı. bu süreçte katı, umursamaz ve incelikten yoksun doğası değişmiş tıpkı eskiden heybetli duran görüntüsünün yavaş yavaş eriyip hastalıklı bir çocuksuluğa dönmesi gibi karakteri de hislerinden ötürü kırılgan bir boyut kazanmıştı. bu noktada eski ressam arkadaşı ile tekrar karşılaşan laurent onu atölyesine davet etti ve ressam laurent'in tablolarındaki mükemmelik karşısında şaşkınlıktan tutulup onun bu eserleri nasıl yapabildiğini merakla sormuş sebebini ise bu resimlerin bir sanatkârın elinden çıkma göründüğünü ama laurent'in oldum olası kaba bir sıvacıdan başka bir şey olmadığını düşündüğünü söylerek açıklamıştır. bu noktada zola'nın da sanata bakışının ufak bir parçasını yakalamış oluyoruz aslında. insansı kırılganlığın tüm parçaları eserin etrafına saçılmış gibi. okurken thérèse ve laurent'in intihara giden halet-i ruhiyeleri karşısında katı bir tiksintiden ziyade şiddetli bir acıma duygusu oluştu bende. insanın bencil ve buyurgan doğası pişmanlığını bile gölgeleyebilecek cinstendir bazen ve hatta romandaki diğer karakterler açıkça gösterir ki başkalarının hezeyanlarına ve kayıplarına duyduğumuz üzüntü bile çoğu zaman göstermelik bir oyundur. ek olarak romandaki kedi françois'nin isminin zola'nın ikinci isminden gelmesi ne zaman hatırlasam hoşuma giden bir detay.*
vernon'da halası ve onun hastalık hastası küçük oğlu camille ile geçen sıkıcı ve buhranlı bir çocukluk ve gençlikten sonra hayat hakkında hiçbir şey bilmeden henüz 20 yaşlarında camille ile evlenen ve sürekli uyumlu biri maskesi takmaya zorlanan thérèse, paris'e yeniden taşındıkları zaman sürecinde kocasının da arkadaşı olan laurent ile gizli bir ilişkinin içerisine girer fakat esasında bu ilişkinin aşk ile uzaktan yakından alakası yoktur. ikisi için de basit, içgüdüsel bir ihtiyaçtır aslında. laurent çalışmaktan hoşlanmayan tembel ve hovarda bir adamdır, beş parasız olduğundan kadınlara harcayacak beş kuruşu olmadığını düşünür ve bu yüzden ona masrafsız gelen thérèse ile vakit geçirmekten çekince duymaz. thérèse ise neredeyse ölü, mukavvadan bir kukla gibi gördüğü kocasından ve hayatından sonu gelmez bir tiksinti ile nefret etmektedir ve bu gösteremediği nefreti, yıllarca içinde gizlemek zorunda kaldığı tüm canlılığını laurent ile gösterebildiğini ve böylece gizlice intikamını aldığını düşünmektedir. bu ilişki camille'in seine nehrinin dibini laurent ve thérèse sayesinde boylamasından sonra evliliğe dönüşür fakat suçluluk ve cinayetin katı bir cisim gibi aralarına girmesi ikilinin intiharı ile son bulur.
"tous ces gens-là sont aveugles : ils n'aiment pas." (bütün bu insanların gözleri kör: çünkü sevmiyorlar.)
"ıl a raison, ils se ressemblent tous… ıls ressemblent à camille… ıl redoutait de ne plus pouvoir dessiner une tête, sans dessiner celle du noyé." (hakkı var, diye mırıldandı. hepsi birbirine benziyor... hepsi, camille'e benziyor. artık boğulmuş olan adamın suratından başka bir şey çizememekten korkuyordu.)
tu étais au bord de l’eau, tu te souviens, et je t’ai dit tout bas : je vais le jeter à la rivière. alors tu as accepté, tu es entré dans la barque. tu vois bien que tu l’as assassiné avec moi…ce n’est pas vrai, j’étais folle, c’est toi qui as assassiné camille. (sen suyun kenarındaydın, hatırlasana! ben sana yaklaşıp usulca: "onu nehire atacağım" dedim. o zaman sen bunu kabul ettin ve sandala bindin... işte görüyorsun ya, sen de benimle birlikte camille'i öldürdün!)
devamını gör...
2.
emile zola'nın 1867'de yayınlanan romanı. zola'nın üçüncü romanı olmasına rağmen zola'yı meşhur eden romandır. edebiyatta, naturalist akımın öncülerinden biridir.
üzerine söylenecek çok şey var ancak okuyalı uzun zaman olduğu için sadece tek bir konuya odaklanacağım: küçük burjuvazi. roman başlı başına, küçük burjuvazinin bir eleştirisidir. kitap boyunca, küçük burjuvazinin hayat biçiminin ne kadar sıkıcı, banal olduğu birçok farklı şekilde okuyucunun gözüne sokulur. hatta ve hatta thérèse raquin'in yasak sevgilisi ile birleşip kocasını öldürmesinin sorumlusu, thérèse tarafından bu yaşam biçimi olarak gösterilir. thérèse'in suçluluk duygusundan kaçmak için bir kurban aradığı gerçeği gözardı edilemez ancak bir bakıma haklıdır. küçük burjuvazi, ahlaki değerlere çok bağlıdır ve thérèse'in küçüklüğünden beri güdülerinin, hislerinin bu ahlak bekçisi toplum tarafından baskılandığı bir gerçektir. thérèse ve sevgilisi, cinayeti aşk için işlediklerini iddia eder en başta. halbuki, yukarıdaki tanımda gandalgillerden'in de belirttiği gibi, işledikleri cinayet sadece güdüsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek içindir. thérèse, kendi fikri bile sorulmadan, çocukluk arkadaşı/ kuzeni camille'le evlendirilmiştir. cinsel ihtiyaçları sürekli bastırılmıştır.
kitap yayımlandığında aldığı eleştiriler de bunu kanıtlayacak nitelikte. roman, zola'nın naturalist betimlemelerinin gerçekçiliğinden olsa gerek, pornografi olarak görülmüş ve zola, bir sürü kritik tarafından ahlaksızlıkla suçlanmıştır.
her ne kadar daha açık bir toplum olsak dahi, zola'nın eserinden günümüz türkiye'si hakkında da ders çıkarmak mümkün. thérèse raquin'in hikayesi, toplumun, bireyin içgüdüsel ve temel ihtiyaçlarının, ahlak kisvesi altında baskılanmasının sıradan insanları bile ne tarz canavarlara dönüştürebildiğinin bir kanıtıdır.
üzerine söylenecek çok şey var ancak okuyalı uzun zaman olduğu için sadece tek bir konuya odaklanacağım: küçük burjuvazi. roman başlı başına, küçük burjuvazinin bir eleştirisidir. kitap boyunca, küçük burjuvazinin hayat biçiminin ne kadar sıkıcı, banal olduğu birçok farklı şekilde okuyucunun gözüne sokulur. hatta ve hatta thérèse raquin'in yasak sevgilisi ile birleşip kocasını öldürmesinin sorumlusu, thérèse tarafından bu yaşam biçimi olarak gösterilir. thérèse'in suçluluk duygusundan kaçmak için bir kurban aradığı gerçeği gözardı edilemez ancak bir bakıma haklıdır. küçük burjuvazi, ahlaki değerlere çok bağlıdır ve thérèse'in küçüklüğünden beri güdülerinin, hislerinin bu ahlak bekçisi toplum tarafından baskılandığı bir gerçektir. thérèse ve sevgilisi, cinayeti aşk için işlediklerini iddia eder en başta. halbuki, yukarıdaki tanımda gandalgillerden'in de belirttiği gibi, işledikleri cinayet sadece güdüsel ihtiyaçlarını karşılayabilmek içindir. thérèse, kendi fikri bile sorulmadan, çocukluk arkadaşı/ kuzeni camille'le evlendirilmiştir. cinsel ihtiyaçları sürekli bastırılmıştır.
kitap yayımlandığında aldığı eleştiriler de bunu kanıtlayacak nitelikte. roman, zola'nın naturalist betimlemelerinin gerçekçiliğinden olsa gerek, pornografi olarak görülmüş ve zola, bir sürü kritik tarafından ahlaksızlıkla suçlanmıştır.
her ne kadar daha açık bir toplum olsak dahi, zola'nın eserinden günümüz türkiye'si hakkında da ders çıkarmak mümkün. thérèse raquin'in hikayesi, toplumun, bireyin içgüdüsel ve temel ihtiyaçlarının, ahlak kisvesi altında baskılanmasının sıradan insanları bile ne tarz canavarlara dönüştürebildiğinin bir kanıtıdır.
devamını gör...
3.
dünya edebiyatında natüralist romanın en güzel örneğidir. bu kitabın türkçeye çevrilmesiyle türk romancılığı da önemli gelişme göstermiştir. lisede okuyayım diye almıştım elime ama bitirememiştim. bir ara tekrar başlarım inş.
(bkz: emile zola)
(bkz: emile zola)
devamını gör...
4.
şehvet ihtiras haz bir kez insanın kanına girdi mi kurulu düzeni alışık olduğu sevdiği ya da sevmediği yaşantısı o bir kez şeytanın aklına uyma ile temelinden sarsılır yerle bir olur.therese kendini bildi bileli yaşadığı mutsuz sıkıcı karamsar hayatı kah camille'in hastalıklı bunalımlı hali kah halasının aynı zamanda kayın validesi olan bayan raquin'in yapışıp bırakmayan kene misali üstlerine titremesi therese'i aklında daima bir kaçış yoluna itmiştir ve bu kaçış yolu laurent'in evlerine gelmesi ile gerçekleşir ama nasıl bir kaçış yolu özgürlüğe huzura mutluluğa doğru mu yoksa acıya kedere eleme dibe doğru mu ne yazık ki hırs şehvet kurbanları hiç bir şey düşünmeyip bir anlık heveslerine kapıldığında artık onlar için acı elem keder yolları gözükür hele bir de ilin içinde önü arkası gelmez yalanlar ve cinayet varsa.bu kitabı okuyorken de bitirdiğimde de aklımın bir kenarında hep oyalama beni şarkısının "bir anlık heves için bir anlık heyecanla dokunma ve oynama gururumla" sözleri çalıyordu therese camille laurent bayan raquin hepsi için de ne kadar acı bir sona bedele neden oldu oluyor therese ve laurent özelinde insanın kendini dizginleyememesi vicdanını dinleyememesi.
devamını gör...