#ödüllü filmler

öne çıkanlar | diğer yorumlar

isveçli ünlü ödüllü yönetmen ruben östlund imzası taşıyan, 2022 palme d'or sahibi sinema filmi.
yönetmenin, 2017 cannes'ında the square filmiyle kazandığı sinema dünyasının en prestijli ödülünü ikinci kez kazandıran filmi olma özelliği taşıyor aynı zamanda. maalesef aralık ve ocak ayları benim için çok yoğun, şubat ayı da hepimiz için çok korkunç gündemlerle geçtiği için hakkında yazmakta çok geciktim bu filmin. şimdi de çok odaklanabilecek miyim bilmiyorum ama deneyelim;

yönetmenin daha önceki işlerini bilen kimseler için yine aynı çizgide bir film yaptığını söyleyebiliriz rahatlıkta. aynı çizgide ama kesinlikle bir üst seviyede. ben the square'i gösterildiği yıl ve yerlerde yaptığı sükse bakımından abartılı bir film olarak değerlendirmiştim ancak hüzün üçgeni ismiyle dilimize çevrilen ve ülkemizde filmekimi'nin gösterimiyle izlediğimiz bu film kesinlikle hakkında yapılan tüm övgüleri karşılıyor.

filmi iki ana bölümde incelemek gerekiyor. ilk bölümü, hayatın olağan akışında, bir egzajere problematik erkek ve henüz odağını tam oturtamamış ama merak uyandıracak kadar derinlikli bir kadın karakterin ilişkileri merkeze alınarak, moda, suni güzellik, modellik yaşantısının eleştirel bir sunumunu konu alınıyor. keskin bir geçişle de ikinci bölüme bağlanıyor. perdenin bu bölümleri tam ortadan ikiye ayırmaması senaryonun bu net geçişe rağmen ustalıklı şekilde geçirgen bir dilde yazıldığının kanıtı adeta. ikinci bölüm, çiftimizin de yolcusu olduğu lüks bir tatil yatında başlıyor ve hikayeye her biri için bir film yapılabilecek kadar iyi hikayelendirilmiş diğer karakterler katılıyor. filmin kara komedi türünde beyaz perdeye yansıtılan bu ikinci bölümü, sınıf ayrımının, iş/emek/değer denkleminin hiç de metaforik olmayan, son derece gerçek bir duygulanım ve tutumla izleyicinin değerlendirilmesine sunulmasını konu alıyor. konuya ilişkin daha fazla detay paylaşmadan bazı teknik detaylardan bahsedeyim. bu kadar çok karakterli ve dilli filmlerde, ses kurgusu çok zordur. dil, diyalekt, müzik tüm bunlar ya harmonik ya kaotik olur, ortası yok. yönetmen, filmin düğüm bölümünde zaten kendi içinde bir kakofoni içiren bir iç mekan sekansında bunu hem görsel hem de işitsel olarak o kadar başarılı bir şekilde icra etmiş ki neredeyse nefes almadan ve gözlerinizi bile kırpmadan dakikalarca ekrana bakmak istiyorsunuz nabzınız en az 130'larda atarken. başınızı döndüren (kelimenin tak anlamıyla) sahneler izlerken bir de işitsel olarak o kadar gerçek bir şekilde uyarılıyorsunuz ki neden tören sonrası dakikalarca alkışlandı yönetmen cannes'da anlamak çok güç olmuyor.
kesinlikle izlenmeli. adetten oldu artık, şunu da bırakalım; 10/10.*
devamını gör...
filmi bitirdiğim an bu filmin analizlerini okudum ve izledim çünkü kafamda hiçbir şey oturmamıştı.
uzun süreli bir araştırmadan sonra (15dk) taşlar yerine oturdu ve dedim ki "tamam peki niye bu kadar uzundu" çünkü yalan yok arkadaşlar, gereksiz uzundu.

onun dışında senaryo bence düşüktü ama sanırım odaklanmamız gereken nokta daha çok konu olmuştu burada o yüzden çok sorun değil. görsel olarak deniz tutmasından itbaren baya etkileyici olmaya başlamıştı sahneler zaten benim en iğrenç ve etkileyici bulduğum sahne bu deniz tutması sahnesiydi. bu sahne filmde acayip uzun sürmüştü ve çok detaylı çekilmişti. bir de ansızın kusmaya başlamıştı tüm yolcular dolayısıyla o an neye mağruz kaldığımı anlayamamıştım ben. sonra bir röportajdan anladım ki verilmek istenen mesaj şuymuş: hangi statüye sahip olursan ol, iki tarafından boşalttığında herkes gibi iğrenç oluyorsun. bunu okuyunca rahatladım ve saçma gelen sahnenin aslında en değerli sahnelerden biri olduğunu anladım.

deniz tutması sahnesinden sonra da temizlikçiler ve gemideki müşteriler adaya düşüyor ve bu sefer dengeler alt üst oluyor çok hızlı bir şekilde.

dolayısıyla şöyle mükemmel bir akış vardı filmde: kapitalist düzenin gemi hayatında aktarılışı ardından dengelerin değişerek herkesin eşitlenmesi (geminin fırtınaya yakalanıp deniz tutması ve zehirlenme sonucu herkesin kusması) ve en son da kapitalist düzende kendi işini kendi halleden insanların artık dominant, başkasının hizmetine bakan yüksek statüdekilerin de itaatkar olması (dünyadaki hiyerarşik düzenin kolayca yerlebir olması).

ama dediğim gibi şu akış 90 dkda da anlatılabilirdi :/
devamını gör...

bu başlığa tanım girmek için olabilirsiniz.

zaten üye iseniz giriş yapabilirsiniz.

"triangle of sadness" ile benzer başlıklar

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim