1.
kahve ve fincan ayrılmaz ikilidir. eğer ki bu kahve orta şekerliyse dostluk ve sohbeti perçinler. bu dostluğun, küçük bir fincandaki sıcak siyah sıvıya sığdırılıp üzerine de kırk yıllık hatır kotası konulması bir tek bizde olsa gerek. esasında o kadar çay içsek bile, muhabbetin finiş çizgisini kahve ile uğurlanarak bitiriyoruz.
birde bu fincan anadolu coğrafyasında her zaman tatlı ve şekerli taraflarıyla anılmaz.
özellikle içi kahve dolu fincan, görücüye çıkan damat adaylarının adeta kabusu olmuş, soğuk terler döktürmüştür. ikram edilen çay olsa dert değil, hatta bu tavşankanı çayın devamı da gelse olur. çaya razılar bir kere, zira buna benzer durumları evvelden duydukları ve öğrendiklerinden kapıdan giren gelin adayı kızın elinde tuttuğu gümüş tepsideki masum görünümlü fincan adeta rus ruleti tabancası gibi ölüm kalım savaşına sahne olur. ikram edilen kahveyi damat adayının eline tutuşturan gelin adayı kapının arkasında, yanında kız kardeşleri ile kıkırdar şekilde gülmemek için kendini zorlar. damat adayı fincan elinde öylece bekler ve tereddütte kalır. içinde de " acaba atmış mıdır? endişesi. o sırada tatlı ve kırk yıllık hatıra sayılan kahvelerini yudumlayan damat adayı yakınları oğlanlarını o vaziyette görünce hafif ses tonuyla " içsene oğlum, ne duruyorsun?" diye sufle verirler. çünkü damat adayı, kendi kahveleri gibi tuttuğu fincanın tatlı olmayan, bubi tuzaklı fincan olduğunu anlamıştır anlamasına ama el mahkum. gözünü yumarak ve besmele çekerek kahvesinden bir yudum alır ki ve o anki refleks ile şimşekler çakıverir. gelin adayı insafsız, bir çay kaşığı atacağı tuzu iki tatlı kaşığı kadar atmıştır. insan, insana böyle fenalık yapmaz bir kere. ama çare yok, gülü seven dikenine katlanacak ve hayatında içtiği kırk yıllık hatırı olmayan kahve de bu olacak.
birde bu fincan anadolu coğrafyasında her zaman tatlı ve şekerli taraflarıyla anılmaz.
özellikle içi kahve dolu fincan, görücüye çıkan damat adaylarının adeta kabusu olmuş, soğuk terler döktürmüştür. ikram edilen çay olsa dert değil, hatta bu tavşankanı çayın devamı da gelse olur. çaya razılar bir kere, zira buna benzer durumları evvelden duydukları ve öğrendiklerinden kapıdan giren gelin adayı kızın elinde tuttuğu gümüş tepsideki masum görünümlü fincan adeta rus ruleti tabancası gibi ölüm kalım savaşına sahne olur. ikram edilen kahveyi damat adayının eline tutuşturan gelin adayı kapının arkasında, yanında kız kardeşleri ile kıkırdar şekilde gülmemek için kendini zorlar. damat adayı fincan elinde öylece bekler ve tereddütte kalır. içinde de " acaba atmış mıdır? endişesi. o sırada tatlı ve kırk yıllık hatıra sayılan kahvelerini yudumlayan damat adayı yakınları oğlanlarını o vaziyette görünce hafif ses tonuyla " içsene oğlum, ne duruyorsun?" diye sufle verirler. çünkü damat adayı, kendi kahveleri gibi tuttuğu fincanın tatlı olmayan, bubi tuzaklı fincan olduğunu anlamıştır anlamasına ama el mahkum. gözünü yumarak ve besmele çekerek kahvesinden bir yudum alır ki ve o anki refleks ile şimşekler çakıverir. gelin adayı insafsız, bir çay kaşığı atacağı tuzu iki tatlı kaşığı kadar atmıştır. insan, insana böyle fenalık yapmaz bir kere. ama çare yok, gülü seven dikenine katlanacak ve hayatında içtiği kırk yıllık hatırı olmayan kahve de bu olacak.
devamını gör...