orijinal adı: записки из подполья/ zapiski iz podpolya
yazar: fyodor mihayloviç dostoyevski
yayım yılı: 1864
''yeraltı'' ve ''notlar'' isimli ile iki başlıktan oluşan kitabın ilk bölümü felsefik özellikler barındırıyor. ikinci bölüm ise ismini bilmediğimiz anlatıcının kendisini yetersiz görmesini, çevresindeki insanları eleştirmesini ve kelimenin tam anlamıyla hiçbir beklenti içerisinde olmadığını aktarmasını konu alıyor.
yazar: fyodor mihayloviç dostoyevski
yayım yılı: 1864
''yeraltı'' ve ''notlar'' isimli ile iki başlıktan oluşan kitabın ilk bölümü felsefik özellikler barındırıyor. ikinci bölüm ise ismini bilmediğimiz anlatıcının kendisini yetersiz görmesini, çevresindeki insanları eleştirmesini ve kelimenin tam anlamıyla hiçbir beklenti içerisinde olmadığını aktarmasını konu alıyor.
öne çıkanlar | diğer yorumlar
başlık "ata" tarafından 26.11.2020 12:15 tarihinde açılmıştır.
1.
dostoyevski'nin iki yüz yıl önce, toplumca hor görülmüş, sosyal becerileri düşük, biraz kendini beğenmiş, hayatımızda hepimizin tanıdığı ancak umursanmayan, her konuda kendisinin haklı olduğunu düşündüğü ezik bir tipi anlattığı harika romanı.
kitapların altını çizme huyunuz var ise kaleminizin bitebileceğini düşündüğüm, bir sürü derslerle dolu kitap. kitapta beşinci dereceden memur kahramanımız sanki sizlerle konuşuyor, sürekli dert yanıyor gibi yazılmış, monologlarla dolu kısa romandır.
kitapların altını çizme huyunuz var ise kaleminizin bitebileceğini düşündüğüm, bir sürü derslerle dolu kitap. kitapta beşinci dereceden memur kahramanımız sanki sizlerle konuşuyor, sürekli dert yanıyor gibi yazılmış, monologlarla dolu kısa romandır.
devamını gör...
2.
yalnız insanların başucu eseri.
dostoyevski bu romanında insanların beyin kıvrımlarında bir bıçak dolaştırıyor diyebiliriz. sadece bir olayı anlatmıyor çaresiz bir adamın hayat karşısında tutunamayışını okuyorsunuz. kendini gerçek dünyadan soyutlamış bir adamın kızgınlıklarının, çatışmalarının, kırgınlıklarının, ve daha yaşadığı bir çok duygunun tasvirini okuyorsunuz.
dostoyevski bu romanında insanların beyin kıvrımlarında bir bıçak dolaştırıyor diyebiliriz. sadece bir olayı anlatmıyor çaresiz bir adamın hayat karşısında tutunamayışını okuyorsunuz. kendini gerçek dünyadan soyutlamış bir adamın kızgınlıklarının, çatışmalarının, kırgınlıklarının, ve daha yaşadığı bir çok duygunun tasvirini okuyorsunuz.
devamını gör...
3.
hakkında epey şey söylenmiş olan edebiyatın goethe'den sonraki eşiğini kırmış kitaptır. hangi eleştirmen hatırlamıyorum ama bunu söylemişti. ve o eleştirmeni hatırlayan olursa ne olur belirtsin yıllardır aklımdan çıkmıyor.
haliyle pek bir şey söylemeye cesaret edemiyorum bu kitap hakkında bir şeyler. yakın zamanda belki incelemesini yazabilirim lakin değer mi? yazarak değerini azaltacakmışım gibi geliyor bu kitabın. çünkü yazdıklarım bu kitabın yanında bir hiç olacak, bir hiç! dil insanı kısıtlar işte böyle. analitik felsefe saçmadır belki. ama fark eder mi?
edit: o eleştirmen dediğim şahsı büyük bir tesadüf eseri buldum. nasıl mutluyum anlatamam! joseph frank abimizdi. frankli bir şey diyorum da ney... meğerse josephmiş... *
haliyle pek bir şey söylemeye cesaret edemiyorum bu kitap hakkında bir şeyler. yakın zamanda belki incelemesini yazabilirim lakin değer mi? yazarak değerini azaltacakmışım gibi geliyor bu kitabın. çünkü yazdıklarım bu kitabın yanında bir hiç olacak, bir hiç! dil insanı kısıtlar işte böyle. analitik felsefe saçmadır belki. ama fark eder mi?
edit: o eleştirmen dediğim şahsı büyük bir tesadüf eseri buldum. nasıl mutluyum anlatamam! joseph frank abimizdi. frankli bir şey diyorum da ney... meğerse josephmiş... *
devamını gör...
4.
ilk defa 1864 yılında basılmış olan bir dostoyevski başyapıtı. çok rahat önüme gelene tavsiye edebileceğim bir kitap. ben herkesin bu kitapta kendinden bir şeyler bulabileceğini biliyorum. belki çok derinlerde olucak o bulduğunuz şey belki de kendinize itiraf etmekten bile korkabileceğiniz düşüncelerinizi, hislerinizi ortaya çıkarır. gerçi çok değerli yazarımızın bütün kitapları öyledir bana göre ama. burada yine insan psikolojisinin, insan beyninin, hislerinin derinlerinde yüzer yazarımız. yine kendimizle tanıştırır bizi.
çoğu büyük düşünür, yazar bu kitabından bir şeyler öğrenmiştir. nietzsche olsun albert camus olsun. zeki demirkubuz 2012 yılında bu kitaptan esinlenerek "yeraltı" isimli bir film çeker.
büyük yazar burada insancıklar'ın basılmasında önemli bir yer sahibi olan nikolay nekrasov'un bir şiirine de yer verir:
"o kötü yolun karanlğından,
ateşli sözlerle kandırarak,
düşmüş ruhunu çıkardığım zaman
derin üzüntülerle doluydum hep.
sen, kolunu kırarak lanetledin
seni saran ayıbı;
unutkan vicdanını
anılarınala cezalandırmak isteyerek,
sen bana anlattığın zaman
herşeyi, benden önce olan herşeyi,
birden ellerinle yüzünü kapadın;
utançla,korkuyla dolu,
gözyaşlarınla boğuluyordun sen,
öfken içinde sarsılarak"
en sevdiğim kitap diyemem ama kesinlikle bir başucu kitabıdır ve benim için kutsal kitaplardan kesinlikle üstündür. şunu da ekleyeyim de belki daha çok okursunuz* hayatımda bu kadar cümle çizdiğim bir kitap olmamıştı. bir kere "ben hasta bir adamım..." diyerek bence en güzel roman başlangıçlarından birini yapıp daha ilk cümlesinden bizi* kalbimizden vurmayı başarmıştır. son olarak da haşırt haşırt altını çizdiğim birkaç alıntıyı aşağıya bırakmak istedim.
"diş ağrısının da kendine göre bir zevki vardır tam bir ay çektiğim için gayet iyi bilirim. tabii bu halde içten içe hiddet duyulmaz, iniltiler çıkarılır; ama bunlar içten gelmeyen yapmacık inlemelerdir ki, mesele de bunda zaten. acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekala tutardı. bu çok hoş bir örnektir okuyucularım; üzerinde durulmaya değer. bütün bu inlemeler, bir yandan ağrılarınızın küçültücü gayesizliğini anladığınızı gösterir; öte yandan da varlığını umursamadığınız halde, kılı kıpırdamadan sizi hırpalayan tabiat anaya karşı yükselen şikayettir."
"bütün o güzel, yüksel şeyler şerefine içmek. kadehime önce bir gözyaşı akıtıp, sonra o güzel ve yüksek şeyler şerefine içme fırsatlarını asla kaçırmazdım. dünyada ne varsa güzellik ve yükseklik açısından görür, pisliği tartışma götürmeyecek en el dokunmaz çirkefte bile güzel ve yüksek taraflar bulurdum."
"varsın billur saray sadece uydurma olsun. tabiat kanunlarına göre aslı olmayan bu hayali, ahmaklığımdan, neslimize has bazı köhne, akıldışı adetlere uyarak ben uydurmuş olayım. billur sarayın gerçek olmamasından bana ne? arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umrumda olsun?"
çoğu büyük düşünür, yazar bu kitabından bir şeyler öğrenmiştir. nietzsche olsun albert camus olsun. zeki demirkubuz 2012 yılında bu kitaptan esinlenerek "yeraltı" isimli bir film çeker.
büyük yazar burada insancıklar'ın basılmasında önemli bir yer sahibi olan nikolay nekrasov'un bir şiirine de yer verir:
"o kötü yolun karanlğından,
ateşli sözlerle kandırarak,
düşmüş ruhunu çıkardığım zaman
derin üzüntülerle doluydum hep.
sen, kolunu kırarak lanetledin
seni saran ayıbı;
unutkan vicdanını
anılarınala cezalandırmak isteyerek,
sen bana anlattığın zaman
herşeyi, benden önce olan herşeyi,
birden ellerinle yüzünü kapadın;
utançla,korkuyla dolu,
gözyaşlarınla boğuluyordun sen,
öfken içinde sarsılarak"
en sevdiğim kitap diyemem ama kesinlikle bir başucu kitabıdır ve benim için kutsal kitaplardan kesinlikle üstündür. şunu da ekleyeyim de belki daha çok okursunuz* hayatımda bu kadar cümle çizdiğim bir kitap olmamıştı. bir kere "ben hasta bir adamım..." diyerek bence en güzel roman başlangıçlarından birini yapıp daha ilk cümlesinden bizi* kalbimizden vurmayı başarmıştır. son olarak da haşırt haşırt altını çizdiğim birkaç alıntıyı aşağıya bırakmak istedim.
"diş ağrısının da kendine göre bir zevki vardır tam bir ay çektiğim için gayet iyi bilirim. tabii bu halde içten içe hiddet duyulmaz, iniltiler çıkarılır; ama bunlar içten gelmeyen yapmacık inlemelerdir ki, mesele de bunda zaten. acı çeken kimse inlemekten zevk alır; almasa inlemesini pekala tutardı. bu çok hoş bir örnektir okuyucularım; üzerinde durulmaya değer. bütün bu inlemeler, bir yandan ağrılarınızın küçültücü gayesizliğini anladığınızı gösterir; öte yandan da varlığını umursamadığınız halde, kılı kıpırdamadan sizi hırpalayan tabiat anaya karşı yükselen şikayettir."
"bütün o güzel, yüksel şeyler şerefine içmek. kadehime önce bir gözyaşı akıtıp, sonra o güzel ve yüksek şeyler şerefine içme fırsatlarını asla kaçırmazdım. dünyada ne varsa güzellik ve yükseklik açısından görür, pisliği tartışma götürmeyecek en el dokunmaz çirkefte bile güzel ve yüksek taraflar bulurdum."
"varsın billur saray sadece uydurma olsun. tabiat kanunlarına göre aslı olmayan bu hayali, ahmaklığımdan, neslimize has bazı köhne, akıldışı adetlere uyarak ben uydurmuş olayım. billur sarayın gerçek olmamasından bana ne? arzularımda varsa, daha doğrusu arzularım yaşadıkça o da var olacaksa, gerçekliği neden umrumda olsun?"
devamını gör...
5.
okumadığım ancak okumak istediğim dostoyevski eseri.
ayrıca (bkz: zeki demirkubuz)’un yazıp, yönettiği başrolünde (bkz: engin günaydın)’ın oynadığı (bkz: yeraltı) isimli 2012 yapımı dram filmi bu kitaptan uyarlanmıştır.
ayrıca (bkz: zeki demirkubuz)’un yazıp, yönettiği başrolünde (bkz: engin günaydın)’ın oynadığı (bkz: yeraltı) isimli 2012 yapımı dram filmi bu kitaptan uyarlanmıştır.
devamını gör...
6.
fyodor dostoyevski'nin 1864 yılında yayınlanan kitabı. baş karakterin gerilimli isyankar huzursuz tavrı şuan okumama hala engel. 2 defa başlayıp tamamına erdiremediğim kitap. zamanı gelince okunacak demek ki beklemede.
devamını gör...
7.
dostoyevski'nin yarattığı en iyi karakterinin ağzından anlatılan en iyi kitabıdır. özellikle zamanı içinçok iyi bir kitap gibi gelmiştir bana hep. ayrıca bu kitaptaki gogol etkisini hissetmemek imkansız.
devamını gör...
8.
günlüklerimle müthiş benzerliğini gördüğüm ve sonrasında bu kitabı nasıl bu kadar geç okuduğumu anlayamadığım kitaptır. bazı olaylar sonrasında ise her kitabın sizi vaktinde bulduğunu tekrar anladığım en sevdiğim kitaptır.
devamını gör...
9.
aslında bildiğim ama gözardı ettiğim tüm gerçekleri yüzüme tokat gibi çarpmış olan eserdir. bir süre pozitif düşünemedim. her şey o kadar doğruydu ki bu gerçeklik içinde boğulmuştum. hala da boğuluyorum. mükemmel bir eserdir. yeri bende hep ayrıdır.
devamını gör...
10.
bu kitabı elime alıp okumaya başladığımda, ilk defa bir kitabı okurken şaşırıp kalmıştım. kimsenin göremeyeceğini sandığım, beynimin en korunaklı, duvarlarla örülü mahzenlerinde sakladığım o gizil saplantılarımın ve insancıl -diğer bir ifadeyle zavallıca- duygu ve düşüncelerimin kağıda bir bir dökülmüş olduğunu görmem beni hayretler içinde bırakmıştı. hala okumanın verdiği hazzın, sanıyorum, en büyük hissî nedenlerinden birisi bu kitap. nasıl olurdu da birisi benim yaşamın acımasız ve bir o kadar gereksiz detaylarıyla uğraştığımı bilip bunu yüzüme karşı söyleyebilirdi? sıcak bir yaz günü -yüzümde gülücükler varken bile- bir bataklıkta saplanıp kaldığımı ve her saniye derinlere battığımı ben itiraf etmeden bilebilirdi? aynalara, apartman kapılarının camlarına ve hatta araba camlarına bile anlamasınlar diye gülerken, kim benim onlardan da, o gülen çehreden de nefret ettiğimi tahmin edebilirdi? fyodor mihayloviç dostoyevski... kendisinin ilk defa, bu kitabını okumaya başladığımda, onun bir çok insandan farklı olarak bazı şeyleri "fazla" hissettiğini anlamıştım. o, bütün o zihnî dünyasıyla bir şeyi ortaya koyuyordu. bu o kadar bîçâre bir ifadedir ki, bizim ne kadar da acınacak ve bir el atan olmasa kolayca yeraltına girecek bir varlık olduğumu gösteriyor.
"insan, sadece insandır."
zavallıca...
"insan, sadece insandır."
zavallıca...
devamını gör...
11.
eeeen bi sevdiğim kitaplar arasındadır. en çok etkilendiğim şey ise karakterin bir isminin olmamasıdır. çünkü orada anlatılan karakter aslında tüm insanlığın gizlediklerini sandığı gerçek benliğidir.
devamını gör...
12.
zeki demirkubuz abimizin 2012 yapımı "(bkz: yeraltı) " filmi bu kitaptan esinlenilmiştir. serbest uyarlama olmasına rağmen, kitabı okumamış olsanız bile o rus edebiyatı esintisini hissetmek hiç zor değil.
fyodor dostoyevski kalemi, zeki demirkubuz uyarlaması, engin günaydın oyunculuğu:fevkalade
fyodor dostoyevski kalemi, zeki demirkubuz uyarlaması, engin günaydın oyunculuğu:fevkalade
devamını gör...
13.
günümüz insanlarının çoğunun baş karakter ile benzer hisler içinde olduğunu düşünüyorum. kitabı okudukça benim de içinde olduğunu hissettiğim yalnızlığın ne denli bir hastalık hatta bir kısır döngü olduğunu gördüm.
benim açımdan okunması zor bir kitaptı çünkü yoğun bir süreçten geçerken kitabı okumaya karar vermiştim. bence dingin bir kafayla okunduğu zaman çağımızın hastalığı olan yalnız ile ilgili çok güzel çıkarımlar yapılabilir.
benim açımdan okunması zor bir kitaptı çünkü yoğun bir süreçten geçerken kitabı okumaya karar vermiştim. bence dingin bir kafayla okunduğu zaman çağımızın hastalığı olan yalnız ile ilgili çok güzel çıkarımlar yapılabilir.
devamını gör...
14.
marmaray, otobüs, metrobüs, dolmuş gibi birçok taşıtta okuyup bitirdiğim leziz yazar dostoyevskiciğimin nadide eserlerinden bir tanesi.
diğer leziz kitaplar için bakınız:
suç ve ceza
karamazov kardeşler
insancıklar...
diğer leziz kitaplar için bakınız:
suç ve ceza
karamazov kardeşler
insancıklar...
devamını gör...
15.
kitaba, hissettirdiklerine dair çok sözüm yok. 19. yüzyılda hala bunlar nasıl hissediliyor diyor, dostoyevski. 21. yüzyılda bile hala nasıl, diyor ve hayret ediyorum.
burak aşkın'ın sesinden 82 dakikada keyifle spotifydan dinleyebileceğiniz bir link de bırakıyorum. belki yapayalnız hissettiğiniz bir anda sizin gibi milyonlarcasının aynısını hissettiğini duyarak uzun bir yürüyüşe çıkarsınız belki uzun bir yolculukta zamanı doldurmak için.
birkaç da alıntı bırakıyorum tesir için.
keyifli olsun.
duygunun tüm içtenliğine inebilmek için daha çok gelişmeniz, üstün bir kavrama gücüne inebilmeniz gerekiyor.
tam olarak anlama gücüne sahip bir insan kendisine saygı duyabilir mi hiç?
kendisini aşağılamaktan hoşlanan bir insanın kendi özüne saygısı kalır mı?
kalbimin içinde kötülüğün özü vardı.
ben yaşadığımı anlamak için kendi kendime bir çeşit yaşam oyunu kurar serüvenler uydururdum. çoğu kez bir hiç yüzünden gücenmeyi bile denemişimdir. gücenecek hiçbir şey olmadığı için kendimi kandırdığımı bile bile işi öylesine büyütürdüm ve öyle bir noktaya getirirdim ki sonunda gerçekten gücenirdim.
iyi ama ben kendimi nasıl kandırabilirim?
her akıllı ve zeki insanın önce geveze olması yani havanda su dövmesi yazılmışsa alnına, elden ne gelir ki?
insanların kötülük yapmasının gerçek çıkarlarının nerede olduğunu bilmelerinden kaynaklandığını ilk söyleyen kimdi? sözde kafası aydın olan insan gerçek çıkarının nerede olduğunu görebilecek kadar kirli işlerden uzak ve kötülükten iyiliğe dönebilen soylu ruhlu birisi olacakmış. hiçkimse bilerek kendi çıkarları uğruna davranamayacağına göre tek çıkar yol iyilik yapmak olacakmış. hey gidi temiz yürekli çocuk, saf bebek.
burak aşkın'ın sesinden 82 dakikada keyifle spotifydan dinleyebileceğiniz bir link de bırakıyorum. belki yapayalnız hissettiğiniz bir anda sizin gibi milyonlarcasının aynısını hissettiğini duyarak uzun bir yürüyüşe çıkarsınız belki uzun bir yolculukta zamanı doldurmak için.
birkaç da alıntı bırakıyorum tesir için.
keyifli olsun.
duygunun tüm içtenliğine inebilmek için daha çok gelişmeniz, üstün bir kavrama gücüne inebilmeniz gerekiyor.
tam olarak anlama gücüne sahip bir insan kendisine saygı duyabilir mi hiç?
kendisini aşağılamaktan hoşlanan bir insanın kendi özüne saygısı kalır mı?
kalbimin içinde kötülüğün özü vardı.
ben yaşadığımı anlamak için kendi kendime bir çeşit yaşam oyunu kurar serüvenler uydururdum. çoğu kez bir hiç yüzünden gücenmeyi bile denemişimdir. gücenecek hiçbir şey olmadığı için kendimi kandırdığımı bile bile işi öylesine büyütürdüm ve öyle bir noktaya getirirdim ki sonunda gerçekten gücenirdim.
iyi ama ben kendimi nasıl kandırabilirim?
her akıllı ve zeki insanın önce geveze olması yani havanda su dövmesi yazılmışsa alnına, elden ne gelir ki?
insanların kötülük yapmasının gerçek çıkarlarının nerede olduğunu bilmelerinden kaynaklandığını ilk söyleyen kimdi? sözde kafası aydın olan insan gerçek çıkarının nerede olduğunu görebilecek kadar kirli işlerden uzak ve kötülükten iyiliğe dönebilen soylu ruhlu birisi olacakmış. hiçkimse bilerek kendi çıkarları uğruna davranamayacağına göre tek çıkar yol iyilik yapmak olacakmış. hey gidi temiz yürekli çocuk, saf bebek.
devamını gör...
16.
bir insanın kendisiyle ilgili tüm olumsuz eleştirilerini içerebilecek muazzam bir kitap. aynı zamanda da varoluşçuluk akımının etkisinde bir yazar ve kitap olduğu için de zamansız bir kitap. insanlar varolduğundan bu güne kadar nasıl bir iç çatışma halindeler bunu görebiliyoruz kitapta. hangi yılda ve şartlarda olunursa olsun varoluşsal krizimiz aynı.
insanın yüce olana erişmek için neler yaptığını ve gözden çıkardığını, değerlerini nasıl unuttuğunu ve kişinin bilinçli olarak karaktersizleştiğini muazzam bir şekilde yazmış.
yüce olana eriştikçe çamura battım cümlesi ise bugün hepimizin yaşadığı şey değilse nedir bilemiyorum. paramız arttıkça neler kaybettik, işimiz oldu ve nelerden vazgeçtik?
insanın yüce olana erişmek için neler yaptığını ve gözden çıkardığını, değerlerini nasıl unuttuğunu ve kişinin bilinçli olarak karaktersizleştiğini muazzam bir şekilde yazmış.
yüce olana eriştikçe çamura battım cümlesi ise bugün hepimizin yaşadığı şey değilse nedir bilemiyorum. paramız arttıkça neler kaybettik, işimiz oldu ve nelerden vazgeçtik?
devamını gör...
17.
sayfa yönünden kucuk ama olusturdugu hissiyatlar yonunden devasa bir dostoyevski eseri. kitabin finalinde, tek bir cumle ile kitabi ozetlemem gerekirse "tadi damagimda kaldi" derim sanirim.
kitabi bir kere okumadim bu arada. saniyorum bir dort-bes kere elimden cok rahat gecmistir. bu kadar fazla elimden gecmesinin nedeni de kitabin moduna giremememdi... en son okuyusumdaysa deyim yerindeyse kendimi kitabin icine hapsettim. okuyacaklara da benden dip not; zihninizin bos oldugu bir donem icerinde kitabi okuyun derim, esere odaklandiginiz an, alacaginiz lezzet bambaska olacak.
kitap 180 sayfalik. son sayfasindaki son paragrafa gore dostoyevski yazmaya devam etmis lakin esere eklememis. keske devamini ekleseymis.
eser bilindigi uzere kurgusal. toplum tarafindan dislanmis, dogal olarak kendini soyutlamis cok daha onemlisi, kendiyle kavgali bir kahramanin ic dunyasi ele alinmis. kendiyle kavgali insanlarin hissiyatlari ve dusunceleri ayni olurmus, bu kitaptan bunu anladim.
bazi insanlar vardir ya, icerisinde cok buyuk bir hazine yatar, insani yonu cok geliseklidir lakin gizler ya da bastirir. kitabin kahramani da tam olarak boyleydi. ozellikle liza'ya yardim etmek icin (evine hür- başı dik olarak) yanip tutusurken, kendini ondan uzaklastirmasiyla bu cok net hissediliyor-du. nefret ettiklerinden, daha dogrusu kendisini soyutladigi insanlari da seviyordu. bu da su sozlerinden anlasiliyor-du.
kayıtsız tavırlar takınarak, benimle ilk olarak onların konuşmasını sabırsızlıkla bekliyordum. yazık ki konuşan olmadı. halbuki o anda barışmayı ne kadar istiyordum.
hayat tarafindan zorla huysuzlastirilmis insanlarin hikayesi bu kitap. yani kismen hepimizin hikayesi.
bütün bu yazdıklarımın tatsız bir etki yaratacağına da eminim, zira hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. hatta yaşamdan öylesine kopuğuz ki, gerçek "canlı hayata" karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz. öyle bir hale gelmişiz ki, gerçek "canlı hayat" bize adeta bir iş, bir ödev gibi görünüyor, onu kitaptan öğrenmeyi yeğliyoruz.
kitabi bir kere okumadim bu arada. saniyorum bir dort-bes kere elimden cok rahat gecmistir. bu kadar fazla elimden gecmesinin nedeni de kitabin moduna giremememdi... en son okuyusumdaysa deyim yerindeyse kendimi kitabin icine hapsettim. okuyacaklara da benden dip not; zihninizin bos oldugu bir donem icerinde kitabi okuyun derim, esere odaklandiginiz an, alacaginiz lezzet bambaska olacak.
kitap 180 sayfalik. son sayfasindaki son paragrafa gore dostoyevski yazmaya devam etmis lakin esere eklememis. keske devamini ekleseymis.
eser bilindigi uzere kurgusal. toplum tarafindan dislanmis, dogal olarak kendini soyutlamis cok daha onemlisi, kendiyle kavgali bir kahramanin ic dunyasi ele alinmis. kendiyle kavgali insanlarin hissiyatlari ve dusunceleri ayni olurmus, bu kitaptan bunu anladim.
bazi insanlar vardir ya, icerisinde cok buyuk bir hazine yatar, insani yonu cok geliseklidir lakin gizler ya da bastirir. kitabin kahramani da tam olarak boyleydi. ozellikle liza'ya yardim etmek icin (evine hür- başı dik olarak) yanip tutusurken, kendini ondan uzaklastirmasiyla bu cok net hissediliyor-du. nefret ettiklerinden, daha dogrusu kendisini soyutladigi insanlari da seviyordu. bu da su sozlerinden anlasiliyor-du.
kayıtsız tavırlar takınarak, benimle ilk olarak onların konuşmasını sabırsızlıkla bekliyordum. yazık ki konuşan olmadı. halbuki o anda barışmayı ne kadar istiyordum.
hayat tarafindan zorla huysuzlastirilmis insanlarin hikayesi bu kitap. yani kismen hepimizin hikayesi.
bütün bu yazdıklarımın tatsız bir etki yaratacağına da eminim, zira hepimiz yaşamla bağını az ya da çok kaybetmiş, kör topal idare eden insanlarız. hatta yaşamdan öylesine kopuğuz ki, gerçek "canlı hayata" karşı adeta tiksinti duyuyor, bize hatırlatılmasına dahi katlanamıyoruz. öyle bir hale gelmişiz ki, gerçek "canlı hayat" bize adeta bir iş, bir ödev gibi görünüyor, onu kitaptan öğrenmeyi yeğliyoruz.
devamını gör...
18.
normal sözlük kitap edebiyat kulübü ile sohbetini gerçekleştirdiğimiz 7. kitap.
ayrıntılı bir inceleme girebilmek için kitabı bir kez daha okumam gerekiyor, tam odaklanamamıştım çünkü. yine de biraz uzun bir tanım olacak fakat bu esere değer.
fyodor mihayloviç dostoyevski'nin yazdığı kitap iki bölümden oluşuyor. ilk kısmı felsefik iken ikinci kısmı öykü türünde.
kitaptaki anlatıcının bir ismi yok, asla öğrenemiyoruz. dostoyevski, bu ismini bilmediğimiz karakter aracılığıyla hayattaki neredeyse her şeyi sorguluyor. karakterin ismi yok çünkü o karakter sensin, benim, biziz, onlar! hepimizin karanlık tarafı yani gölgesi/shadow'u yok mu? hepimiz yeraltından daha doğrusu bilinçdışımızı temsil eden mahzenimizden sorgulayarak, acı çekerek çıkmaya çalışmıyor muyuz? hatta yorulup pes ediyoruz. kimi zaman bunun farkında bile değiliz. karakter birçok şeyin farkında olduğunu söylese de o da bazı şeylerin farkında değil aslında.
pek ciddiye alınmayan, görmezden gelinen biri karakterimiz. gözlem yeteneği gelişmiş bu yüzden. insanlarla fazla iletişim kurmadığından genelde gözlemleyip onları fazlaca eleştiriyor. aslında kendisini eleştiriyor. siniri de bundan. fark edilmek, dikkate alınmak, birkaç tatlı söz duymak istiyor. herkesi eleştirirken aslında kendinde sevmediği şeyleri o kişilerde gördüğü için dayanamadığını fark etmiyor. ayrıca, küçümsendiğini, kendisine tiksintiyle bakıldığını söylüyor fakat o da insanlara küçümseyen gözler ve fikirlerle bakıyor. buna psikolojide projection yani yansıtma diyoruz. kısaca, kendimizde sevmediğimiz şeyleri başkasına atfetmek anlamına geliyor. tam bir savunma mekanizması yani. bu mekanizmayı bizimle tanıştırdığın için teşekkürler sigmund freud! yukarıda shadow demişken seni anmazsak olmaz carl gustav jung!
ilk bölümde dikkatimi çeken kısım, anlatıcının duvar ile ilgili söyledikleri oldu. ''şüphesiz böyle bir duvarın hakkından gelmeye gücüm yetmezse boşu boşuna yırtınacak değilim, ama karşımda gücümün yetmediği bir taş duvar var diye büsbütün boyun eğmeye de razı olamam.''
bu kısım tam bir sistem eleştirisi. hatta haruki murakami, gazze- israil çatışması zamanında israil'de ödül konuşması yaparken yumurta-duvar metaforunu kullanarak yaptığı konuşmasında ''yüksek taş bir duvar ile o duvara çarpıp kırılan bir yumurta varsa, ben her zaman yumurtadan yanayım. evet, duvar ne kadar doğru, yumurta ne kadar yanlış olursa olsun ben yumurtanın yanındayım. çünkü her birimiz bir yumurtayız. her birimiz kırılgan kabuğumuzun içinde nadide birer ruhuz... ve hepimizin karşısında bir duvar var. bu duvarın adı sistemdir.'' derken öncesinde kesinlikle dosto'nun yeraltından notlar'ından etkilenmişti. söz konusu konuşma.
keyifli okumalar, fakat bu kitap da okunmak için doğru zamanı bekleyen eserlerden. yoksa ilk bölümde sıkılıp bir kenara atabilirsiniz*. bunu hak etmiyor olsa da ilk bölümü okurken sıkılan kişileri de asla eleştiremem.
ayrıntılı bir inceleme girebilmek için kitabı bir kez daha okumam gerekiyor, tam odaklanamamıştım çünkü. yine de biraz uzun bir tanım olacak fakat bu esere değer.
fyodor mihayloviç dostoyevski'nin yazdığı kitap iki bölümden oluşuyor. ilk kısmı felsefik iken ikinci kısmı öykü türünde.
kitaptaki anlatıcının bir ismi yok, asla öğrenemiyoruz. dostoyevski, bu ismini bilmediğimiz karakter aracılığıyla hayattaki neredeyse her şeyi sorguluyor. karakterin ismi yok çünkü o karakter sensin, benim, biziz, onlar! hepimizin karanlık tarafı yani gölgesi/shadow'u yok mu? hepimiz yeraltından daha doğrusu bilinçdışımızı temsil eden mahzenimizden sorgulayarak, acı çekerek çıkmaya çalışmıyor muyuz? hatta yorulup pes ediyoruz. kimi zaman bunun farkında bile değiliz. karakter birçok şeyin farkında olduğunu söylese de o da bazı şeylerin farkında değil aslında.
pek ciddiye alınmayan, görmezden gelinen biri karakterimiz. gözlem yeteneği gelişmiş bu yüzden. insanlarla fazla iletişim kurmadığından genelde gözlemleyip onları fazlaca eleştiriyor. aslında kendisini eleştiriyor. siniri de bundan. fark edilmek, dikkate alınmak, birkaç tatlı söz duymak istiyor. herkesi eleştirirken aslında kendinde sevmediği şeyleri o kişilerde gördüğü için dayanamadığını fark etmiyor. ayrıca, küçümsendiğini, kendisine tiksintiyle bakıldığını söylüyor fakat o da insanlara küçümseyen gözler ve fikirlerle bakıyor. buna psikolojide projection yani yansıtma diyoruz. kısaca, kendimizde sevmediğimiz şeyleri başkasına atfetmek anlamına geliyor. tam bir savunma mekanizması yani. bu mekanizmayı bizimle tanıştırdığın için teşekkürler sigmund freud! yukarıda shadow demişken seni anmazsak olmaz carl gustav jung!
ilk bölümde dikkatimi çeken kısım, anlatıcının duvar ile ilgili söyledikleri oldu. ''şüphesiz böyle bir duvarın hakkından gelmeye gücüm yetmezse boşu boşuna yırtınacak değilim, ama karşımda gücümün yetmediği bir taş duvar var diye büsbütün boyun eğmeye de razı olamam.''
bu kısım tam bir sistem eleştirisi. hatta haruki murakami, gazze- israil çatışması zamanında israil'de ödül konuşması yaparken yumurta-duvar metaforunu kullanarak yaptığı konuşmasında ''yüksek taş bir duvar ile o duvara çarpıp kırılan bir yumurta varsa, ben her zaman yumurtadan yanayım. evet, duvar ne kadar doğru, yumurta ne kadar yanlış olursa olsun ben yumurtanın yanındayım. çünkü her birimiz bir yumurtayız. her birimiz kırılgan kabuğumuzun içinde nadide birer ruhuz... ve hepimizin karşısında bir duvar var. bu duvarın adı sistemdir.'' derken öncesinde kesinlikle dosto'nun yeraltından notlar'ından etkilenmişti. söz konusu konuşma.
keyifli okumalar, fakat bu kitap da okunmak için doğru zamanı bekleyen eserlerden. yoksa ilk bölümde sıkılıp bir kenara atabilirsiniz*. bunu hak etmiyor olsa da ilk bölümü okurken sıkılan kişileri de asla eleştiremem.
devamını gör...
19.
dostoyevski'nin iki bölümden oluşan ve oldukça etkileyici olan kitabıdır. ilk bölümü düşünceselken ikinci bölümü daha olay ağırlıklıdır. genellikle ikinci kısmı daha akıcı bulunmakta ve sevilmektedir. bende ise durum tam tersidir.
devamını gör...
20.
dostoyevski' nin gerçek yaşamdan kendini soyutlamış bir kişinin yaşadıklarını anlattığı romanı.insanın bastırdığı duygu ya da düşünceleri ile yüzleşmesini anlatıyor.zihin yoran fakat insanın iç sesine kulak veren güzel bir eser.
devamını gör...