apollonia yazar profili

apollonia kapak fotoğrafı
apollonia profil fotoğrafı
rozet
apollonia (editör)
kendisi dondurmuş
karma: 20990 tanım: 2895 başlık: 182 apolet: 1 takipçi: 121
konuşamam, yalnızca tanım siliyorum.

son tanımları | başucu eserleri


sözlük yazarlarının söylemek istedikleri

bir hikâyenin sonuna geldik. sözlüğe veda etmekteyiz.
neredeyse üç senelik bir serüvendi. çok güzel insanlarla tanıştım, konuştum. çok güzel yazılar yazdım, düşünmeye ve yazmaya sevk etti sözlük beni. bunlar benim için eşsiz deneyimlerdi. zirâ tam da bunun için gelmiştim sözlüğe. yazı yazmayı çok seven biri olarak farklı başlıklarla düşünebilmek, bir şeyler üretmek çok güzeldi. tanıştığım insanlar neyse de, hayatımın biriciği cabası oldu elbet…* sözlükten alabileceğim maksimum verimi de yanımda götürerek bu diyarlardan göçüyorum. *

mutluyum, musmutlu. hayatımda fark yaratacak ciddi kararlar alıyor, yeni yollar çiziyorum. bu süreçte sözlüğün artık hayatımda olmamasına karar verdim. daha önemli, daha değerli şeylere yönelip enerjimi, vaktimi, fikrimi onlara harcayacağım. ciddi şeyler başarmak, yapmak için adım atıyorken sözlük arkada bırakacaklarımın içinde bulunuyor, bunun için başta canımıniçi editör arkadaşlarım olmak üzere herkese veda ediyorum. youtuber ve editör apollonia’nızı unutmayın!

dipnot: editörlükte açılan yerimi clarkent’e verin, üzülmesin…
devamını gör...

anın fotoğrafı

aynı benim gibi, her kar görüşünde çok heyecanlanıyor ve kar yağışını izlemekten başka bir şey yapmıyor..
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

sözlüğün baş yazarları

ben listeyi çok iyi buldum.
sözlükte ya çok ses getirmiş (iyi/kötü), ya sözlüğe güzel katkıları olan ya da genel sözlükçe sevilen kişiler yazılmış.
unutulmayan, sözlükte efsaneleşmiş isimler var en azından. listeyi gâyet mâkul buldum.
sözlük yazarlarının söylemek istedikleri, karalama defteri, anın fotoğrafı cart curt gibi yerlere yazılar yazıp 'biz neden listede yokuz' denmesini komik buldum.* içinizi döküyor, tek cümle tek cümle bir şeyler diyor, kankalarınızdan başkası entrylerini beğenmiyorken dikkate değer değil miyim diye nana'cığımın üzerine gitmeniz garip geldi... * *
devamını gör...

dinle küçük adam

“düşünme biçimin, hakikatin doğrultusunda olsaydı, çoktan kendi kendinin efendisi olurdun.”

kendini büyük gören, küçük gören veya hiç göremeyen herkesin ama herkesin okuması gerektiğini düşündüğüm bir kitapla geldim: dinle küçük adam.

öncelikle sert üslup kullanımı, kişisel olarak hoşuma gitse dâhi, biliyorum ki çoğu okuyucu wilhelm reich'ın tokat gibi çarpan sözlerini üzerine alınıp dayak yemeyecektir. okuyunca sersemleyecek, düşünecek, istemeden de ders çıkaracak ve etkilenecek olsa dâhi kibirli insan oğlu ne büyüklüğünü ne küçüklüğünü kabullenir...

sigmund freud'un öğrencisi olan wilhelm reich, psikiyatr ve psikanalist olmasına rağmen cinsellik ve enerji alanına uzak oluşundan mütevellit psikanaliz alanından sayılmamakta, dışlanmaktadır. annesinin intiharı ona daha ergen yaşlarındayken cinselliğin bastırılmasının ne denli kişisel ve toplumsal sorunlar yaratacağına dair düşünceler bıraktıysa da onun ilgilendiği alan daha çok sosyal bilimlerdir ve eserlerini bu yönde yazmıştır. orgon enerjisi adını verdiği bir evrensel enerji düzeni geliştirmiştir. sosyal bilimler alanında yazdıkları yüzünden de dışlanmıştır. alenen bilimden atılmış, bilim adamlığının devre dışılığı ilân edilmiş biridir. kitapları yakılmış, yasaklanmış, değer görmemiştir. orgon enerji cihazı dediği icatları da aynı yasaklamalara maruz kalmıştır.

"insanlar neden kölelikleri için kurtuluşlarıymış gibi savaşırlar?" diye sorar spinoza.
wilhelm reich ise bu soruyu tekrar sorar ve siyaset felsefesini spinoza ile aynı yerden, daha modern bir şekilde tutar.
spinoza başlangıç için ağır gelirse, daha ‘modern’ bir dille yazmış olan wilhelm reich’la da başlanabilir. özellikle dinle küçük adam ile wilhelm reich okumaya başlamak da heyecanı diri tutar diye düşünüyorum. çünkü epey etkileyici..

rede an den kleinen mann..
köleliği için kurtuluşuymuş gibi savaşan bir toplum oluşumuzu çok güzel yüzümüze çarpan bir kitap. itaatkarlığımızı, boyun eğmelerimizi bize açıklar. bu kitapla ne denli farkındalık ve tehdit oluşturmuş zamanında. kitap o denli çarpıcı cümlelere sahip ki, ne olduğumuzu ve kendimiz dâhil kimi ne hâle getirdiğimizi görebiliyoruz. kitap insana, topluma, hiyerarşik düzene, büyük insanlara, halka, sınıflara ayna tutuyor. düşüncelere ayna tutuyor. ideolojilerin peşinde düşmüş, bir mürşit peşinde, bağnaz, ufacık olan insanoğluna sesleniyor reich. okuyucuyla birebir konuşurmuş gibi hitap ettiği bir dili var.
yazarın kendisini ermiş gibi gösterdiğini ve akıl verdiğini düşünmüyorum fakat bu şekilde bakıp kitaptan haz etmeyen çok fazla insan olmuş. aksine, ben birilerinin konuşması ve bir şeyleri fark ettirmesi gerektiği kanaatindeyim zirâ hepimiz akıl sahibi insanlar olsak dâhi fark edemediğimiz şeyler veya bağnazlık sergilediğimiz alanlar olabiliyor.
üstelik toplumun büyük bir kısmı bu durumdayken konuşması gerekenlere dur demek yalnızca toplumu, insanı daha da geri çekecektir. kendini büyültmeye ve küçültmeye devam eden insanlar tükenmeyecektir. ekmek kavgası bitmeyecektir.

her şeyin içe dönüşle hallolacağını bize fark ettirmeye çalışan kitap, özgürleşme yolunda adım atmayı önemser. bu bağlamda dikkate değer bir eser haline gelmiş ve hem psikoloji hem de siyaset sosyolojisi açısından kült bir eser olmuştur. kendisi sahiden çok sevdiğim, beğendiğim, etkilendiğim kitaplardan biridir. alışılagelmişin dışındaki üslubu da cabası.


“başka bir biçimde yaşayabileceğini düşünmeye cesaret edemiyorsun: koyun gibi güdülmek yerine özgür yaşamak, taktikler uygulamak yerine açık davranmak, bir hırsız gibi gecenin karanlığında sevmek yerine açık açık sevebilmek düşüncelerine yer vermiyorsun kafanda. kendi kurduğun labirentin içinde dönüp duruyorsun, çıkış yönünü bir türlü bulamıyor, çünkü yolun bulunduğu yöne hiç kafanı çevirip bakmıyorsun, doğru düşünmüyorsun."
devamını gör...

dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir

bu kitabı okuyalı seneler oldu. yorumunu size hiç yazmamışım. okuduğum kitaplara yorumlarımı buraya da yazmaya karar verdiğim için bir ucundan başlamak istedim. * * *

daha adını duyar duymaz şoke olmuş, hemen edinmek istemiştim. inanın ki nereden duydum bu kitabı, bilmiyorum ama ismine vurulmuştum, hemen de okudum.

fakat okuduktan sonra 'keşke sadece ismini sevmekle kalsaymışım' diyecek derecede, bir parça pişmanlık hissettim.
kendim de dans etmeye bayılan bir insan olduğum için ismini görür görmez "beni anlatıyor!!" diyerek atlamamalıymışım..
hâlâ dans edemeyeceksem hiçbir devrim benimki değildir diye düşünmekteyim ama kitabın içeriğiyle pek uyuşmamaktayım.
kadınlarımızın kendini anarşik, aykırı, feminist zannederek orada burada kullandığı "dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir" sözü, çok daha alt metin ve kuvvetle önem barındıran bir ifadededir. twitter biosuna yazılacak bir şey değil yani. anarşizm böyle yapılmıyor.

öncelikle yazarımızı tanıyalım: emma goldman anarşist aktivisttir.
küçük yaşta fabrikada çalışırken özgürlük üzerine okumalar ve düşünmeler yapan goldman'ın anarşist ruhu o zamandan tohumlarını atmıştır. fabrika çalışanlarının haklarının savunulması ya da kadın hakları savunulmasında o zamanlar da susmayan biridir.
litvanya'da doğan yazar, özgürlükler ülkesi amerika'ya göçünün ardından feminizmin ve aktivizmin önemli isimlerinden biri hâline gelmiştir. patriarkaya, kapitalizme ve devlete karşı geldiği ses getiren adımlarıyla tanınmaktadır.

kişisel hayatında yaşadığı ilişkiler, özellikle kendi gibi anarşist olan alexander berkman ile olan ilişkisi ya sağlıklı olmamıştır ya da uzun sürmemiştir. kaldı ki alexander bergman ile beraber siyasetçilere suikast girişiminde bulunmuşlardır. o zamanların çelik sektörünün tamamen sahibi olan henry clay frick’e yaptıkları ve grev yapan çalışanlarına davranışları yüzünden suikast girişiminde bulunmuşlardır. *

hem yaptıkları hem yazdıkları yüzünden tutuklanmalar yaşamıştır. anarşizm ve feminizmi birleştiren anarka-feminizmin öncüsü olmuştur. hayatı sürgünlerle ve tutuklamalarla geçse de bir aralık hemşire bile olmuş ve kadınları doğum kontrolü konusunda bilgilendirmeye çalışmıştır.
kürtaj hakkı, evliliğin gereksizliği konusunda birçok fikir öne sürmüştür.
son zamanlarını ise yine sürgünle, bir kanada'da, bir orada bir burada geçirmiştir.

dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir kitabında da güçlü bir feminizm savunucusu olduğunu alenen okuyucuya aktarmaktadır. kimliğini göstermektedir. benim feminist edebiyata giriş yaptığım (ve bir o kadar hızlı şekilde bıraktığım) kitaptır.

açıkçası goldman'ın fikirlerinden yola çıkarak feminizm adı altında yaptığı şeyin feminizm değil de, feminaziye kaçtığını düşünüyorum. kaldı ki bu da bana ters.
tabii ki kadınların ezildiği, haksızlık gördüğü çok fazla yer var (geçmişte daha fazla özellikle) ama bu erkek düşmanlığı yaparak son bulacak bir şey değil. emma goldman ise salt, dümdüz erkek düşmanlığı güdüyor ve onsuz mutlu olunacağını söylüyor. üstün haklar talep ediyor. eşit değil, üstün. bu durumda feminizmden bahsetmek zorlaşıyor.

feminizm ve feminazi ayrımı oldukça büyük olmakla beraber emma goldman'ın hem yazdıklarını pek tasvip etmedim hem de yazım dilini oldukça saldırgan buldum. saldırgan yazım tarzı bana göre değil. kendi fikrini sertçe savunan insan görmeyi severim, arkası dolu ise. fakat arkası boş fikirlerin saldırganca dile getirilmesi yalnızca antipatik görünüyor.

bizatihi anarşist, feminist, ateist diye tanıtıyorken yaşadığı toplumun çoğuna ters düşmesi dolayısıyla bu şekilde yazması pek olası aslında.
her fikre karşı önyargısız biçimde okumalar yapmaya çalışıyor ve öğrenmeye çalışıyorum.
emma goldman ile pekâlâ uyuşmamışız olabiliriz, zirâ hayat görüşlerimiz oldukça farklı.

başka bir kitabını daha dener miyim; sanırım evet. bir fikri, bir ideolojiyi, bir önde gelen kişiyi tanımak için bir sürü fırsatımız var. en azından neler dediğini, savunmamak için dâhi olsa bile iyice öğrenmek isterim. hep bu bakış açısıyla bakarak her şeyi öğrenme, her şeyi okuma arzusuyla yanıyorum. emma goldman'ı da daha iyi tanımak, uğrunda ömrünü harcadığı bakış açısını bilmek isterim.
kitap tavsiyem olmasa da bu bakış açısı muhakkak tavsiyemdir.
devamını gör...

yazarların çektiği kedi fotoğrafları

aynı benim gibi laleleri çok seviyormuş. bu fotoğrafları çok seviyorum.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

clarkent

yerimde gözü olan yazar...
editörlüğümü kaptırmayacağım. dişim ile, tırnağım ile aldım bu masmavi mahlası ben!!
youtuberlığımdan vurmuş bir de cık cık cık.. videolarımı izlediniz mi beyefendi?
devamını gör...

sözlükte alınan en güzel mesaj

armysuzy -------> senin kadar mükemmel, yetenekli, bilgili, güzel, harika, maharetli birini bulabileceğimi düşünmüyorum nolur lütfen editör olur musun senden başka kimseyi istemiyorum!!


en ufak abartıyorsam ne olayım ya!! kendisine sorun.*
bu arada clarkent günlüğüne yazabilir...
devamını gör...

körler ülkesinde tek gözlü insan kral olur

körler ülkesinde tek gözlü kral olmak.
ya da olmamak.
işte bütün mesele bu!

kendi yetersizliğini görebilen insan, hakikatin en büyük eşiğinde olur.
zirâ eksikliğini bilen, tamamlanmak için mücadele etmek ister, bu yolda ufak da olsa adım atar. fakat bir de kendini eksiksiz sananlar var ki, asıl felaket bu... onlar, körler ülkesinde tek gözlü kral denilen kişilerdir aslında. buna oldukça da heveslidirler. etraflarına kendilerinden zayıf, eksik, kusurlu, iddiasız, gelişmemiş, sığ kimseleri toplarlar.

içten içe bunu kabullenmezler de öyle he. "çevremde büyük adamlar var, ben de zaten kimim ki, ben de düşük bir seviyeyim" dese de ağızları, kalplerindeki kibir ve süper ego, davranışları yüzünden kendini belli eder. kendilerinden üstün biriyle yan yana gelmek resmen onların bir korkusudur. ve bu korku genelde hemcinsinden olanlara tekabül eder.
insanoğlunun bir kısmını bu tek gözlü krallar oluşturuyor. görmemek işten değil.

bu yüzden fark etseler de fark etmeseler de çevrelerindeki insanları hep kendi seviyelerinin altındaki kişilerle sınırlı tutarlar. hükmetmek hoştur onlar için. hemcinsleri arasında bir rekabete girmekten kaçınır, daha iyisiyle karşılaşmaktan imtina ederler.
he, bir de tam tersi, karşı cinsi etkileyebilmek de çok hoştur.
hakikatte, mücadele edecek cesareti olmayanlar, gelişim yönünde adım at(a)mayanlar, üstünlüklerini ancak zayıflar arasında ilan edebiliyorlardır. körler ülkesindeki tek gören olmak çok ama çok hoştur ya. var mı böyle rahatlık?
yaş ve konum fark etmeksizin çevresine topladıkları 'ezik' insanları yine yaş ve konumu bahane ederek 'yaşı, deneyimi benden çok, ne haddime üstün olmak, yaşı küçük kendimle neden kıyaslayayım, konumu şurada ben ise buradayım kendimi karşılaştırmam ki' falan deseler de nafiledir. bunlar diğerlerinden çok kendilerini manipüle edip iyi bir insan olduklarına kendilerini inandırmak adına uyguladıkları vicdan mastürbasyonudur. dilleri böyle söylerken kalpleri saz çalıp oynar.

çoğu tek gözlü kral, böyle yaptığını fark etmez bile. önemli nokta bu. çoğu bu yaptığını fark etmez bile. içine işlemiştir, içten gelen bir şeydir.

sahiden kültürlü, oturaklı, şahsiyet sahibi hemcinsleriyle * muhatap olsalar, yükselmek zorunda kalırlar.
yükselmek zorunda olmak ise bu tek gözlü krallarımızın rahat düzenlerini bozar. daha kolay, hükmedilebilir bir çevrede; vasatlıklarını yücelterek "vay be yaşına göre büyük adam" olmak varken, neden bir şeyleri tehlikeye atsınlar ki değil mi?

bu yüzden, daha iyi olmak için mücadele etmeyen, kendini geliştirmeye niyeti olmayan herkes, kendi bataklığında krallık sürer ve yaşamı boyunca gelecek zamanlı cümlelerden ileri gidemez.

kız ya da erkekler diye atıf yapmıyorum bu her cins insanda vardır. potansiyel üstün bir hemcins daha bir sorgulatır insanı kendine. ben bunun örneğini iki cinste de bol bol gördüğüm için çıkarımımı yazmak istedim.

bir gün ansızın biri gelir, sırf varlığıyla dâhi tek gözlü krallarımızın iç dünyalarındaki çürümeyi su yüzüne çıkarır. onların yücelttiği sahte tahtları sarsılır, benlikleri kuşkuya düşer. çünkü benlikleri sağlam bir karaktere oturmadığı için sallanması da kolay olur. hakikatte güçsüzse bu tek gözlü krallarımız; olduğu kişiyi, gerçekleri kabul etmekte bayağı bi' direnir, haklılık davası güder içinde (dışında değil, içinde), meseleleri zihinsel bir satranca çevirir. çünkü kendisini üstün hissettiği dünyasında, başka bir "göz"e yer yoktur. *

ammmmaa, hakikat değişmez: kendi eksikliğini kabul etmeyen insan, daima olduğu yerde kalmaya mahkûmdur.

çürük tahtalardan yapılan tüm tahtlar yıkılır. yıkımı içten olur. böyle birini dışardan değiştiremezsin. çünkü o kişi hükmetmeyi sever ve rahatını korumak ister. hiçbir kral tahtını kolay kolay bırakmaz. ego arzularının peşi o kadar kolay bırakılmaz. bırakmayı geçin, bu durumda olduğunu, davranışlarını fark etmek bile her yiğidin harcı değildir. fark edebilse zaten adım atar.
bu, başkalarının yükselmesini istemezlik değil; ama kendi eksiklerinin görünmemesini istemektir. bazısı bunu eğitimsel, dış görünüş* olarak vs görür ama çoğu tek gözlü kral; fikirsel ezik görür bir diğerlerini. fikirsel ezik gördüklerini toplar yanına.

sadece fikirde değil, ahlaki ve zihinsel olarak da çelimsiz insanlarla kuşatırlar kendilerini krallar. vasıfsız, meziyetsiz ve kendinden az potansiyel barındıranı. zirâ gerçek meziyetlerle yüzleşmek, onlarla aynı terazide tartılmak, eksiklerini kabullenmek cesaret ister. hakikati görmek ve ona göre hareket etmek, kendi eski benliklerini inkâr etmelerini gerektirir. kendi kötü özelliğini görmek ayrı zor, kabul etmek ayrı zor, değiştirmek ayrı zordur; her insan için bu böyledir zaten.
tek gözlü krallar da bu yüzden, konumlarından memnun olduklarını dile getirirler ve keyiflerini bozan şeyleri olabildiğince hayatlarından def eder bir çoğu.

unuttukları bir şey vardır: hakiki güç, zayıfları değil, kendini aşmayı başaranları yüceltir. ve tek gözlü krallar, hiçbir zaman kendilerini aşıp bir şeyler başaramayacaklardır. ufak tefek başarılarıyla böbürlenerek vicdan mastürbasyonlarını yapacaklardır. tüm tek gözlü kralların ortak noktasıdır değişime ve gelişime kapalı, hakikate kör, sırf güçlü hissetmek için zayıflar arasında kalmaya mahkûm insanlar oluşları...
devamını gör...

filmlerin orijinal isimleri vs türkçe isimleri

la vie d'adele* - mavi en sıcak renktir
the dreamers* - düşler, tutkular, suçlar
40 days and 40 nights - elim belim bağlı
the kids are all right - iki kadın bir erkek
my blueberry nights - benim aşk pastam
celle que vous croyez* - hangi kadın
jeux d'enfants* - cesaretin var mı aşka?

bazıları başarılı türkçeleştirme olsa da, çoğu beğenmediğim ve orijinaline sadık kalınmasını tercih ettiklerimdir..
devamını gör...

romantik sesli yazar (yazar)

hayır ben pizza değilim..
devamını gör...

anın fotoğrafı

.
devamını gör...

hayat cinsel yolla bulaşan ölümcül bir hastalıktır

hakan günday stilinde bir söz: felsefe kastığı düşünülen; aslında boş, kasıntı, kekoca.
devamını gör...

babıls ile büklüm gemisi radyo yayını

orada olacağızz..!!
devamını gör...

un gars une fille

ülkemizde uyarlanmış bir kadın bir erkek serisinin orijinal hâli olan, 1999-2003 yılları arasında yayınlanmış olan fransız sit-com dizisi.
alexandra lamy'nin canlandırdığı chouchou ve jean dujardin'in canlandırdığı loulou karakterlerinin yaşadıkları ve ilişki dinamikleri konu alınır.

dizi bu çiftin, gündelik hayatlarını ele alarak her gün yaşanan komiklikleri, maceraları ve didişmeleri ekrana taşır.
kısa kısa olan her bir bölümde farklı bir olay olmaktadır.
hem mizahı hem de samimiyeti sayesinde dizi, fransız televizyonunun kült bir yapımı hâline gelmiştir.

karakterlerden chouchou, sevimli ama dediğim dedik bir kadındır. alışverişi, dedikoduyu, gezmeyi pek sever. loulou ise ona nazaran daha rahattır ve saftır. birbirlerini çok seven bu uyumsuz çift, her seferinde orta yolu bulur. ilişkiler, anlaşmazlıklar, kıskançlıklar, aynı evde yaşarken çıkan sorunlar, maddi sorunlar, kadın-erkek farkları, alışveriş, temizlik, çocuk, evlilik, beklentiler, arkadaşlar, hobiler gibi hep hayatın içinden şeyler yer verilir.

sit-com olmasının yanı sıra biraz mockumentary havası da vardır, çünkü ara sıra karakterler direkt kameraya bakarlar ve bu da seyirciyi sanki onların hayatından bir parçaymış gibi hissettirir.

dizinin ünü sadece fransa ile sınırlı kalmamıştır. kanada ilk uyarlamayı yapmış, 2008'de de bir kadın bir erkek ismiyle türkiye'de de uyarlaması yapılmıştır. 2008-2015 arası farklı versiyonları yayınlanmış olan dizide loulou ve chouchou bizim kültürümüze çok güzel uyarlanmış ve demet evgar ile emre karayel harika oynamıştı. kaldı ki, türk versiyonu da çok tutmuştu.

türk versiyonunu izlemeyi çok sevdiğim için orijinalini duyduğumda çok heyecanlanmıştım. seneler önce, fransızca öğrenirken de orijinalini izlemeye karar vermiştim. günlük dil, günlük yaşam fransızcasına da mâruz kalabileceğim çok keyifli bir izleme serüvenim olmuştu. hem eğlenmiş hem de fransızcamı geliştirmiştim. fransız kültüründen ögeleri de illâ yansıtıyor ayrıca, bu da artısıdır.
devamını gör...

msn çağını yaşayan insan

okuma yazmayı msn sayesinde öğrenmiştim hatta. şakasız diyorum bakın.
bir kuzenim var ankara'da yaşayan, kemal abi diye. gün içerisinde sms çekerdik kuzenlere. "akşam msn?" yazardık. samsung e250 ile sms atmak pek uğraştırıcıydı artık cümleyi tamamlamaya gerek yok.
akşam da görüntülü konuşur özlem giderirdik. bir sürü kuzenle ve teyzelerle ablalarla...
kocaman öpücükler atardım kuzenlere. ya da gitar kıran çocuk...
çok güzeldi msn zamanları.
önümde klavye durduğu için harflerin aynılarına tıklaya tıklaya bir şeyler yazmaya çalışırdım. harflerin nasıl okunduğunu ve yan yana gelince nasıl birleştirileceğini git gide sökmüştüm. doğduğumdan beri evimizde bilgisayar var anne babamdan dolayı, sürekli imkanım oluyordu klavyeyle bir şeyler yazmak için. oyun moyun yazmayı da öğrenince ciddi okuma yazmayı sökmüştüm aslında.
k e m a l. bak yazdımmmm!
devamını gör...

anın fotoğrafı

bugün spor salonuna hareketleri düzgün yapıyor muyuz diye bizi denetleyen çok katı, çok pis bir hoca getirmişler.. korkuyoruz.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

kadın çantasında bulunanlar

alışveriş fişi, çöp, tekli ıslak mendil olmayan çantalardan biri benimki sanırım. temiz olmazsa, aradığımı bulamazsam içim rahat etmez. düzen takıntısı olan biriyim..
büyük çanta oluyorsa tabii ki içeriği artıyor, daha detaylı ve evden kaçarcasına çanta hazırlayabiliyorum ama en temelde, minik çantaları baz alacak olursak çantamda mutlaka bulunan birkaç şey vardır: cüzdan, anahtar, nemlendirici, lipgloss, ıslak ve kuru mendil, kulaklık, * katlanabilir bardak (incecik bir şey oluyor aşırı işe yarıyor) ve çanta askısı.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

o kadar çok seviyorum ki bunu.
otururken çantamı yanıma koymayı hiç sevmem. kendi oturma alanımı daraltamam. aynı şekilde arkama, sırtıma da koymam, bu sefer de arkama yaslanamam ve bu beni rahatsız eder. çantayı masaya koymak gibi bir kabalık da bir hanımefendiye yakışmaz.*
onun için nereye gitsem yanımda çanta askısı taşırım, hemen çıkarır masanın kenarına çantamı asarım, çok pratik, kullanışlı ve şık.
devamını gör...

kafa dengi arkadaş bulmanın zorluğu

islam hassasiyetiyle kendini yetiştirmiş, bu yolda çabalayan, dedikodu ve hasetten uzak olduğu kadar insanlığa, merhamete ve hoşgörüye yakın, samimi dostlar ve çay ya
devamını gör...

yazarların bugünkü mutluluk sebebi

aslında mutlu olmak için ekstra bir sebebe ihtiyaç duymuyorum, uyanmış olmak mutlu olmaya yetiyor. mutsuzluğu pek yakıştıramıyorum kendime. ve mutsuzluğa sık yakalandığım söylenemez.
ama yine de bazen günlerimizi ekstra mutlu kılan bazı şeyler vardır. bugünkülerden bahsedeyim öyleyse.
öncelikle en sevdiğim kombinlerimden birini giydim. içinde inanılmaz güzel hissediyorum.
görenlerin de övgülerini öpücüklerini topladık çok şükür, daha mutlu olduk.
sevdiğim bir sürü insan gördüm. evet, ailemdeki bütün ablaları, yengeleri, yeğenleri gördüm; büyük aile kavramını çok severim, güldük eğlendik. çünkü küçüklüğümdeki gibi artık her odadan fırlamıyoruz. büyüdük, şehirlere dağıldık. herkes kendi ailesini, kendi hayatını kurdu. senede bir, tatillerde böyle bir araya gelmek beni çok mutlu ediyor.
yolda bir kitap daha bitirdim, günümü verimli hissedince daha mutlu oluyorum. küçük kardeşimle tatilde aynı kitapları okuyoruz. o çocuk versiyonunu, ben büyük. bugünkünden sonra sıradaki kitabımız monte cristo kontu, bakalım sevecek mi..
asıl olay, bir atkı örmüştüm. onu sahibine ulaştırdım. çok mutlu oldu kendileri. artık beni özledikçe atkıyı koklayabilir.
ve 1, 2, 3...
3. çeviri kitabımı da "bunu kutlamalıyız!" diyerek kendisine verdim.* her şeyi böyle ilk kendisine yumurtluyorum. hemen her şeyi kutlama moduna alıyoruz. kalkıp zıpır zıpır hareketler yapıyoruz. onun enerjisini seviyorum. yarın da üçüncü kitabımı kutlayacağız inşallah. ne güzel, yarınki mutluluk sebebim bile hazır!
yani aslında beni en çok mutlu eden şey yanımdaki insan. kendim de mutlu bir insan olsam da, hayattan büyük keyif alabilen biri olsam da yanımda yine hayattan büyük keyif alabilen birinin daha olması muazzam. o da aynı benim gibi mutsuz olmayan bir,. enerjilerimizin uyuşmasını çok seviyorum. karamsarlık, üzgünlük, umutsuzluk, kaygı gibi kavramların ne kadar boş, ne denli gereksiz olduğunu biliyor ve her şeyden keyif alacak bir neden bulabiliyoruz. böylece geçirdiğimiz vaktin kıymeti de büyük oluyor. hayatında onun gibi biri olup hâlâ mutsuz olabilecek biri varsa kendisiyle alâkalı ciddi sorunları vardır ve ona haksızlık ediyordur diye düşünüyorum. onun yanında somurtmak bile mümkün değil ki büyük problemleriniz olsun. büyük bir güven ve mutluluk verir. yanınızda sürekli mutlu olan ve sizin mutluluğunuz için çabalayıp sizin mutluluğunuzla mutlu olan biri varken kıymet bilmemek bence acınası. ben ona verdiğim kıymetin yarısını bile gösteremedim henüz.
göstermek demişken; ben her türlü sevgimi göstermeyi çook seven biriyim. sözcüklerle, hediyelerle, düşünerek, el emeği şeylerle... hiç fark etmez. duygum neyse, coşarcasına, çatlarcasına gösteririm. yine bir gösterme yolu bulmuştum: satranç oynamayı çok seviyor, ben ise o kadar iyi değilimdir. onun doğum gününe kadar özel ders almaya başlamıştım iki aydır. bi iki ay daha var iyice geliştiririm diye düşünüyordum. bir de hediye olarak inanılmaz güzel bir satranç takımı alıp onu hem hediyemle hem oynayışımla şaşırtacaktım. ama geçenlerde ayyyynı bu planı yapan bir kızın videosu dolanmaya başladı internette. normalde sosyal medya kullanan biri bile değilken video karşısına çıkmış, bana attı durup dururken. planlarım suya düştü diye üzüldüm. ufak üzüldüm ama, mutsuzluğum o kadarcık sürdü. yine de en azından artık kendisinden gizlememe gerek kalmadı da, satrançla alâkalı sorum olduğunda danışabileceğim ona diye mutluyum.
sonra eve geldim, biraz şu an üzerinde çalıştığım tuvalle ilgilendim, resim yaptım.
bir de film izledik cici cici. beğenmedik ama olsun.
öyle işte sözlük, ne güzel bir gündü. sakin, sıradan, hayatın içinden, telaşesiz bir şükür sebebi.
rabbime cidden şükürler olsun.
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim