dar zamanlar üçlemesinin ikinci kitabı. adalet ağaoğlu’nun ölmeye yatmak romanının devamıdır.
ilk kitapta gördüğümüz çoğu ismi bu kitapta da görüyoruz. aysel karakteri anlatıcı konumunda değil. ömer’in ve kardeşi tezel’in anlattıklarıyla dahil oluyor kitaba. kitabı yine çok uzun sürede bitirdim ama bu tamamen benim okuma performansımla ilgiliydi. yoksa ilk kitapta olduğu gibi yine adalet ağaoğlu’nun kalemine hayran kaldım.
latife tekin’in yazdığı roman. kitabı kısa süre içerisinde bitirdim. kolay okunan bir dili var. hep koşuyormuş gibi bir his uyandırdı bende. kitabı uzun zamandır biliyordum ama okumaya fırsatım olmamıştı. post-modern bir roman olduğunu bildiğim için de önyargım vardı sanırım. dili zordur, akıcı değildir diye düşünenlere baştan söyleyebilirim ki kitabı okumak çok kolay. su gibi akıp gidiyor. lakin herkese hitap eden bir kitap mıdır onu bilemedim. açıkçası ben biraz abartılmış buldum. edebiyat çevrelerinde bu kadar övülmesine de şaşırdım. beni diliyle ya da kurgusuyla çok da etkilemedi. belki yazıldığı dönem göz önüne alınmalı. o nedenle beğenilmiş olabilir.
tiyatro oyununa gideceğim için okumak istemiştim. bakalım oyunu için neler düşüneceğim?
çok beğenerek okuduğum adalet ağaoğlu kitabıdır. yazardan okuduğum ilk eserin beni bu kadar tatmin etmesi mutluluk verici.
aysel’in ölmeye yattığı bölümle başlayan kitap hem aysel ve sınıf arkadaşlarının hem de türkiye’nin tarihine odaklanıyor.
atatürk’ün vefatı, milli şef dönemi, ikinci dünya savaşı, 68 yılına doğru ilerleyen, birçok önemli olaydan bahseden bir kurgusu var. farklı karakterlerin gözünden anlatılan kısımlar başta karışık gelse de okumaya devam ettikçe kurguya alışıyor ve hatta daha da ilgiyle okuyorsunuz.
fas asıllı yazar leila slimani’nin göçmenlik, fas tarihi, ırklar arası evlilik, dönemin fas’ında kadına bakış, sömürgecilik gibi pek çok konuya değindiği kitaptır. yazarın annesinin fransız, babasının faslı olması da konuya olan hakimiyetini hissettiriyor. fas’ın tarihine dair de epey bir şey öğreniyorsunuz kitabı okurken. ben yazarın anlatım tarzını beğendim, diğer kitaplarına da göz atmayı düşünüyorum.
2019 yapımı (bkz: ritesh batra) filmi. başrollerini (bkz: nawazuddin siddiqui) ve (bkz: sanya malhotra)’nın paylaştığı bu güzide filmde sakin, gürültüsüz patırtısız bir aşk hikâyesi konu edilmiş. seyyar fotoğrafçı rafi, ındian gate olarak bilinen tarihi mekanda miloni adındaki genç kızın fotoğrafını çeker, kızın fotoğrafını almamasıyla olaylar başlar. rafi’nin evlenmesi için ısrar eden ninesine bu kızın fotoğrafını gönderip sevgilisi olduğunu söylemesiyle devam eder film.
ritesh batra’nın bir diğer enfes filminde olduğu gibi (bkz: dabba), yine küçük anların işlediği tatlı mı tatlı bir filmdir. tabii ki benim için bir dabba değildir ama nawazuddin siddiqui’nin müthiş performansı seyir keyfini epey artırmaktadır. filmde sıklıkla çalan şarkıyı da aşağıya ekleyip entryme burada son veriyorum.
2013 yapımı ritesh batra’nın senaryosunu yazıp yönettiği hint filmidir. diğer ismiyle the lunchbox.
hindistan’da kusursuza yakın bir şekilde işleyen öğle yemeği dağıtım servisiyle kocasına yemek gönderen ila ve karışıklık sonucu bu yemekleri alan fernandes’in arasında geçenleri konu alır film.
başrollerinde nimrat kaur ve irrfan khan’ın olduğu bu güzel film temelde hayata dair küçük anları işliyor. öyle çok büyük bir meseleyi anlatma derdi yok, filmin içinde bir aksiyon da bulunmuyor ama kendini tatlı tatlı izletiyor.
danslı, müzikli bollywood filmi olduğu da düşünülmesin. aksine çok sakin, klasik hint filmi kalıplarına uymayan bir hali var. oyunculuklar çok başarılı, yönetmenin konuyu işleme şekli, sahne geçişleri kısacası her şey çok yerli yerinde. film olması gerektiği gibi de sonlanıyor. izlediğimden beri favori filmim oldu diyebilirim.
2-3 yıl kadar önce okuduğum dino buzzati kitabı.
bu kitabı okumam tam da yeni bir hayata başladığım zamana denk geldi. bundan sonrası belki spoiler olabilir.
başkarakterin o ıssız, ücra bir yerdeki kaleye alışma sürecinin çok benzerini yaşadığım için belki çok etkilenmiştim okuduğumda. sürekli gitme hayalleri kuran, yanıp tutuşan adam sona doğru artık öğrenilmiş çaresizliğin de verdiği miskinlikle kaleyle bütünleşiyor. umutları diri tutmanın önemini anlatan kamu spotu gibi bir kitaptı.
film gurusu değilim ama filmleri yorumlamakta bir beis görmüyorum. iki gün önce izledim filmi. bu zamana kadar birçok yerde rastlamıştım call me by your name' e. açıkçası ben lgbt+ filmleri konusunda pek bilgi sahibi değilim sanırım bu kategoriden izlediğim ilk film de call me by your name. gelelim eyyorlamama
filmi fazlaca abartılmış buldum. bana kalırsa gereksiz uzundu. bazı sekanslar çok hoştu. filmin geçtiği coğrafya, karakterlerin birden fazla dili konuşması, soundtrack çok hoşuma gitti. bunlar dışında da pek bir şey bulamadım beğenecek. elio' yu oynayan oyuncu başarılıydı. yine de hikaye bana nedense etkileyici gelmedi pek. kimi sahneler * rahatsız ediciydi. belki beklentim yüksekti o yüzden pek beğenemedim. izlemesem de olurmuş diye düşündüğüm bir film oldu.
2008 yapımı aditya chopra imzalı hint filmi. başrolleri ise anushka sharma ve bir hint efsanesi olan shahrukh khan. film hindistan’ da yaşayan sihkler için çok önemli olan amritsar şehrinde geçiyor. şehirde bulunan muhteşem tapınak golden temple birkaç sahnede görülüyor.
filmin konusu ise şöyle; bir büroda memur olarak çalışan saf, iyi niyetli surinder sahni, çok sevdiği hocasının kızı taani ile evlenmek zorunda kalır. birbirlerine yabancı olan surinder ve taani aynı evin içinde günlerini geçirirken bir gün taani’ nin dans yarışmasına katılmayı istemesiyle hayatları değişir. taani’ ye yakınlaşmak isteyen surinder, yarışmada taani’ nin partneri olmak için kılık değiştirir, kendini raj olarak tanıtır ve olaylar içinden çıkılmaz bir hâl alır.
filmin müzikleri, renkleri, görüntüleri muhteşem. konusu çok sürprizli olmamakla birlikte işleniş şeklini seviyorum ben filmin. bir iki saat dünyadan kopup keyifli zaman geçirmek isteyenlere yönelik, pamuk şeker tadında bir film. hint kültürünü seviyorsanız, danslar, kıyafetler ilginizi çekiyorsa bu film sizin için biçilmiş kaftan. filmden bir şarkıyı da bırakarak bitiriyorum entryi. izleyeceklere iyi seyirler.
1984 doğumlu hint kadın şarkıcı. son yıllarda hint müziğinin başına gelmiş en güzel şey kendisi. sesine, kendisine, hâline, tavrına kısacası her şeyine hayranım bu kadının. canlı performansı kusursuz.
her şeyden bir tutam mantığıyla yazılmış kitap ve uyarlaması dizi.
kitabı okumadım ama diziyi izlemiş biri olarak birkaç yorumum var. ergenlik, kimlik arayışı, baba problemleri, cinsel saplantılar, aşağılık kompleksi vb. birçok konudan az az toparlanmış ve üstüne bolca seks sosu da eklenince çok satan haline gelmiş bir kitap/dizi bence. herkesin bir yerinden tutup bağ kurabileceği bir sürü kavramı kitaba koyunca haliyle okuyucu da kitabı epey benimsemiş.
karakterler, ilişkileri, iletişimsizlikleri beni fazlasıyla yordu. dizinin kısa oluşu izlemeyi kolaylaştırıyor. oyuncuların yetenekli olduğunu düşünüyorum. görüntüler de şahaneydi. izlenir mi? evet, izlenir. ama ben abartıldığı kadar beğenmedim diziyi. seks satar mantığıyla yazılmış/ çekilmiş uzun sahneleri var. son olarak söylemem gerekirse marieanne' in üniversite zamanı giydiği kıyafetler <3 ben.
sonu başından belli bir kitap kendini nasıl bu kadar heyecanla okutur, hala bilmiyorum. marquez yaşadığı bir olaydan esinlenerek yazmış bu eseri. edebiyat hakikaten muhteşem bir şey.
kardeşler santiago' yu öldürene kadar her gördüklerine söylüyorlar onu aradıklarını. ben bunu kardeşlerin aslında durdurulmayı istedikleri şeklinde yorumluyorum. kitabın başlarındaki tavşanın karnını deşildiği ve santiago'nun öldürüldüğü sahne o kadar sahici ki sanki o kısımları okurken burnuma koku geliyor.
benim izlediğim en güzel türk dizidir. yalnız selda alkor' u hiç sevemiyorum bu dizide. onun olduğu sahneleri içim sıkılarak izlerim her zaman. geçmişin canlı renklerinde kaybolmak ise bir harika.her bir karakter o kadar özenle yazılmış ki. çağan ırmak' ın yaptığı en iyi iş bence. resmen büyülü bu dizi. hüngür hüngür ağlatırken altıma yaptıracak kadar güldürdüğü sahneleri var.
filmin konusu ise şöyle: karısnın beybabası sayesinde serkumandan olan rüşvetçi ziver bey, beybabanın evlatlığını hamile bırakır. sorunu çözmek için karakolun saf, temiz, namuslu bekçisi cumali'yi kandıran ziver bey , evlatlıkla bekçiyi evlendirmek ister. daha önce kimseyle birlikte olmamış bekçiyi ziver bey' in yardakçısı hurşit letafet' in evine * götürür. evde şekerpare'yi gören cumali ilk görüşte ona aşık olur. verdiği sözle aşkının arasında kalan cumali' nin çırpınışları film boyunca devam eder.
şener şen o kadar mükemmel oynamıştır ki filmde bence diğer herkesi gölgede bırakmıştır. mükemmel bir sistem eleştirisi, nokta atışı birçok tespit var filmde. dönemin çarpık yapısı komediyle çok güzel harmanlanmış, ben özellikle berrin koper' in repliklerini çok seviyorum. ayrıca nezarethane sahnesinde bir iki dakikalığına macit koper de oynamıştır. velhasılı kelam on numara filmdir. benim favori türk filmlerin arasındadır.
1975 yapımı türk filmi. yönetmeni ise aslında herkesin tanıdığı ergin orbey ya da bilinen ismiyle hababam sınıfı' nın müfettişi hüseyin şevki topuz.
filmin kadrosu şampiyonlar ligi gibi. münir özkul, adile naşit, tarık akan, ayşen gruda, şener şen, halit akçatepe, ıtır esen ve birçok yeşilçam filminden aşina olduğumuz oyuncular. son izlediğimde fark ettim nikâh memuru rolünü adile naşit' in abisi selim naşit, alev' in babasının avukatı rolünü ise halit akçatepe'nin babası sıtkı akçatepe oynuyor.
filmin konusu ise 4 çocuklu yaşar ustayla 3 çocuklu melek hanım'ın evlenmesiyle bir araya gelen iki ailenin zamanla bir aile olması. her yeşilçam filmi gibi içinde eser miktarda absürtlük barındırsa da filmin o tatlı havası sayesinde insanın gözüne hiçbir şey batmıyor. sevginin, aile olmanın, bir olmanın ne kadar önemli olduğunu vurgulayan filmler eskiden ne kadar çokmuş, eski filmlerin samimiyeti ne yazık ki şimdiki yapımlar bulunmuyor.
normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz.
Daha detaylı bilgi için çerez ve
gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.
online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.