"söyle koca bir hayat nasıl geçer?
şimdi söyle bu hayat nasıl geçer?"

(aşk sana benzer)
devamını gör...

yıllar evvel adsoyad@mail.com adresini aldığım için sevinmiştim ama türkçe dil seçeneği olmadığını görünce sevincim kursağımda kalmıştı. her zaman kullandığım e-posta adresine yönlendireyim dedim, premium üyelik lâzımmış. orada öylece duruyor.
devamını gör...

pearl s. buck'un "ana" isimli romanı...
iki kez üst üste okumuştum. öyle ki yaşadığım zamandan ve mekândan soyutlanmıştım bu eser yüzünden.
elime geçse nostalji niyetine tekrar okuyabilirim.
devamını gör...

"şevket, senin daha fazla kazanman lâzım. senin daha iki kâğıdın eksik. çok iyi oynar bu. her tarafından kâğıt çıkar." (tokatçı)
devamını gör...

sanatçılara ilham veren, hisleri ve tecrübeleridir. acılardan, hasretlerden, sevinçlerden ve umutlardan beslenirler. her cümlenin, hatta her kelimenin bile bir hikâyesi vardır. yaşanmışlıklar insanın ufkunu açar, üretkenliğini artırır.
devamını gör...

dönüşüm: htr2b
nihayet paranormal olmayan bir gerilim-korku film çekilmiş ülkede. enfesti.
devamını gör...

komedi olsun, toplumsal olsun; her rolün üstesinden gelebileceğini kanıtlayan usta değil, ustabaşı sanatçı. polisiye bir radyo tiyatrosu oyununda komiser karakterine sesiyle hayat verdiğini işitmiştim de şaşırmıştım; çoğunlukla güldürdüğü için olsa gerek. sağlıklı ve huzurlu bir ömür dilerim.
devamını gör...

önce hoşuna gider özlem duygusu. özlediğin birisi var diye mutlu olursun, özel bir durumdur çünkü.
sonra ruhunu sıkmaya başlar özlem duygusu. özle özle sonu gelmez çünkü.
derken aynı duygu kaybolur gibi olur. biraz sevinirsin bu hâlinden kurtulmaya başladığın için. bir boşluk hissi oluşur. garibine gider; özlediğin kişi senden çıkıyordur ya hani yavaş yavaş. ağrı, sızıya dönüşür.
ve bu kaybolmanın yerini birden şiddetli bir özlemek hissi alır.
dalgalar geri çekildikten sonra hızla hücum etmiştir; boğulduğunu hissedersin.
bir sancı, bir çıkmaz... dünya dar olur.
artık unutmaya çalışmak da vefasızlık gibi gelir. ne demek unutmak! bir şarkı var: "ben seni unutmak için sevmedim ki..."
özleye özleye yaşarsın(!)
devamını gör...

"insanlık hâli" diye tabir ettiğimiz çok özel mevzularda kişileri utandırmamak için görmezden ve duymazdan gelmek.
devamını gör...

"sen git aşkımı sevgiliye söyle, sen kitaplar ve kağıtların dilinden anlıyorsun, yanık şeyler söyle, beni istesin." (ateşten gömlek - halide edib)
devamını gör...

"vurgun yemiş gönlüm,
tutuldu aşka,
ciğerimden yanıyorum ben,
bu defa başka."
devamını gör...

bir gün dişim iltihaplıyken portakal yemiştim. bir ağrı saplandı ki ben böyle bir acı hissetmedim vücudumda o âna kadar. dişimi oyuyorlar gibi desem doğru tarif etmiş olurum. acı tavan yaptı ve birden kesildi. meğersem portakalın suyu asitli olduğu için dişin içine sızınca iltihabı azdırmış ve patlatmış. ağzımdan sarı bir sıvı geldi. patlayan iltihap. ondan sonra rahatlamıştım.
bu yaşıma kadar en çok dişten çekmişimdir.
devamını gör...

gençliğimin üçte biri adana yollarında geçti desem abartmış olmam sanırım. gazete ve tiyatro işini orada bulurdum. yaşadığım yer küçük bir ilçe. adana, gözüme çok büyük görünürdü. lâkin bir gün ankara'ya gitmiştim. dönüşte otobüs kuzey adana'dan içeri girince şehir bana kasaba gibi göründü bu sefer. ankara'da binalar insanın üstüne üstüne geliyor adeta. adana'nın daha sakin olduğunu anlıyorsun.
devamını gör...

şekspir demiş ki: "acı geldiği zaman teker teker değil, cümbür cemaat gelir."
bazen öyle bîçare ve karamsar hissediyor ki kendini insan...
bir umut izi arıyor köşe bucak. insanın yarına dair umudu her daim diridir zaten.
diyor ya şarkıda: "yaprak döker bir yanımız. bir yanımız bahar bahçe."
devamını gör...

gecenin rengi koyulaştıkça
yârin özlemi de koyulaşır,
hayal perdesinde acı tatlı
hatıralar oynaşır,
vuslatsız sevda
bir dermansız derttir,
gönlün güneşi batmayagörsün;
doğmamak için
nazlandıkça nazlanır.
devamını gör...

çok samimî bir arkadaşım vardı. kardeş gibiydik.
bir gazeteye muhabir aranıyordu. gazetenin bulunduğu şehirde yaşayan bu arkadaşıma telefon açıp; "beraber gidelim. yanımda dur. bak şu an çalışmıyorsun. belli bir mesleğin yok. gazetecilik zevkli bir meslektir. bir düşün derim. belki bir kişi daha alırlar" dedim. düşüneceğini söyledi. sonra bir gün gazeteye gittik. ayarladığım kalacak yerde sorun çıkınca almadılar işe. birkaç gün sonra o arkadaş, "senin başvurduğun yerde ben çalışıyorum şimdi" dedi. şaşırdım. çalışabilirdi, bu kısım normal. ama anormal olan kısmı ise, bir fırsatçı gibi hemen benden sonra oraya gitmesiydi. en azından beni bilgilendirebilirdi. bu bana hiç etik gelmedi. neyse...
derken ben de aynı şehirdeki başka bir gazeteye girdim. ama ne gazete!.. doğru düzgün internet bağlantısı yok, bilgisayarın klavyesi bozuk (eksik tuşlardaki basmayan harfleri internetten kopyala-yapıştırla hâlletmeye çalışıyorum), fotoğraf makinesi bozuk (öbür gazetelerin muhabirleri fotoğrafı çekerken ben sap gibi kalıyorum olay yerinde), gazetede kaldığım için köleleştirilmeye çalışılıyorum (07:00 - 18:00 arası muhabirlik, ondan sonra gece yarısına kadar matbaa) ve daha birçok şey... basın toplantılarında tanıştığım gazeteciler, çalıştığım yeri işitince acımaklı gözlerle bakıyordu bana; çünkü "şurada 40 kişiyiz. 40'ımız da birbirimizi biliriz" diye bir söz vardır. anladınız siz. bıkmıştım. o arkadaş ise zevk-i sefa sürüyordu. 10:00 - 16:00 arasıydı mesaisi. şehrin marka bir gazetesiydi. haberlerini bana yazdırıyordu ve her yazdığım haberden dolayı üstlerinden takdir görüyordu. üstleri onun yazdığını sanıyordu. arkadaşlık hatırı işte. ses-kayıt cihazını ödünç istedim, vermedi. çalıştığım yerden çıkmak istediğimi söyledim bir gün ona. "başka gazetelere bak" dedi. "bir kez de sen söylesen beni patronuna. seni gözünün tuttuğunu söylüyorsun hep. belki seni kırmaz" diye rica ettim. adam, ağzını kaldıra kaldıra şunu dedi bana: "senin burada kalacak yerin yok. gazetede fazla duramazsan ben mahçup düşerim. o yüzden seni söylemeyeceğim." söylemedi de. diyebilirsiniz ki; "adam haklı." tamam da, madem kalacak yer sorunumun olduğunu biliyor, niye "başka gazetelere bak" diyor. ben oraya girersem, haberlerini kendisi yazmak zorunda kalacağı ve dolayısıyla gözden düşeceği için yapmadı. birkaç ay sonra maaşının artmamasından dolayı çıktı. bir de bana diyor ki; "sen bir gazetede çalışsan, bir muhabir ihtiyacı olsa, ilk beni söylemez misin?"
ama bardağı taşıran son damla bambaşka bir şeydi: arkadaşım hastalık derecesinde aşırı kıskanç biriyle evlendi. eşi, biz arkadaşlarından bile kıskanıyordu. görüşmemizden rahatsızdı. çocuğa sosyal medya kullandırmıyordu ama benim facebook hesabımı sahte isimlerle takip pardon kontrol ediyordu; onunla ilgili bir emare var mı, diye. eğer varsa mesaj gönderiyordu hem facebook'tan, hem de telefondan. arkadaşımla fotoğraf çekiliyoruz. arkadaşım beni arıyor: "fotoğrafımızı whatsapp'tan eşim bana gönderdi." müthiş rahatsız olmaya başladım. doğru düzgün telefonlaşamıyoruz bile.
eskiden bu eş durumundan dolayı arkadaşlık ilişkilerinin bozulmasına bir anlam veremezken, artık gayet iyi anlıyordum. derken; hem onların -olmayan- aile saadetini daha fazla bozmamak adına, hem de yukarıda anlattığım gazetecilik olayı başta olmak üzere birçok irili ufaklı sebepten dolayı dostluğu bitirme kararı aldım.
devamını gör...

"adın ne?"
"kara sultan. ya senin?"
"benim de mirza."
"keşiş'in kızıyım. babam vaktiyle isfahan hükümdarının hazinedarıymış. bu kadar konuştuk. şimdi kerem eyle de bizi görmesin."
"baban isfahan hükümdarının hazinedarıymış, aslı nedir?"
kız, "aslı nedir"den bir şey anlamayıp ricasını tekrar etti:
"kerem eyle artık ayrılalım."
"aslı nedir? söyle de ayrılalım. ben de kerem'in ne olduğunu bilmiyorum."
mirza, "aslı nedir" diye keşiş'in soyunu sopunu öğrenmek istiyordu. kız, "aslı" kelimesini şimdiye kadar hiç işitmediğinden bu sualden bir şey anlamıyordu. delikanlı "aslı nedir" diye sordukça kız "kerem eyle"den başka bir şey söylemiyordu. bu mirza'nın hoşuna gitti.
"peki ayrılalım" dedi. "fakat bundan sonra senin adın aslı, benim adım kerem olsun."
devamını gör...

"bugün günlerden hiç, benim adım yok,
kanatlanıyor içimden binlerce siyah kelebek,
savruluyor rüzgârda yaprak gibi,
kalbim uzaklarda bir yerde, kalbim kayıp."
devamını gör...

"çıkmıyor bir an ciğerden derd-i sevda hançeri,
o kadar yandım yakıldım ki unuttum her yeri."
devamını gör...

uzun zamandır dinleyemiyorum ama bir kere başladığın zaman tiryakisi oluyorsun. 15 yıl olmuştur; 23'er dakikadan 8 bölümlük "arkası yarın"ımsı dizi çekmiştim. basit bir teyple 46'lık boş kasetlere ses kaydediyorum yani. tanıdıklarıma, hatta rahmetli babaanneme bile rol vermiştim. efekt için, gerçekçi olsun diye bardak falan da kırıyordum. bu amatör çalışmayı kasetten mp3'e aktartıp trt ankara radyosu'na postaladım bir gün. yayınlayacaklarını düşünmüştüm. 2 hafta sonra ankara'dan bir yazı geldi. senaryo göndermeliymişim. "trt radyo oyunu yazarları için bilgiler" adlı bir de kitap yollamışlar. hayal dünyanızda "sinema" keyfi yaşamak isterseniz, maksimum 55 dakika süren radyo tiyatrosunu tavsiye ederim. açın bir oyun, gözlerinizi kapatın... insanlar, hayvanlar, bitkiler, mekân; ambians gözünüzde ister-istemez canlanır zaten. meselâ televizyonda bir film izleseniz, belki radyodaki kadar hissedemeyebilirsiniz. çünkü o sahneleri beyninizde oynatan sizsiniz.
devamını gör...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim