1.
mevlana mest-i aşk
yıllar önce çekilen fakat pandemi ve dağıtım süreci nedeniyle türkiye’de geç vizyona giren “mest-i aşk”, iranlı yönetmen hassan fathi’nin mevlânâ ve şems-i tebrîzî’nin manevi yolculuğunu konu alan uluslararası yapımı. iran, türkiye ve abd ortak yapımı olan film; şems rolündeki shahab hosseini ve mevlânâ rolündeki parsa pirouzfar gibi güçlü oyuncuların yanı sıra, halit ergenç, bensu soral , boran kuzum, selma ergeç ve ibrahim çelikkol gibi tanıdık isimleri de barındırıyor. spiritüel arayış, aşk ve teslimiyet temalarını ele alan film, görsel atmosferi ve müzikleriyle dikkat çekiyor.
mevlânâ ile şems-i tebrîzî’nin ilişkisini merkezine alan, tarihî dram soslu mistik bir anlatı filmi. görsellik anlamında etkileyici olsa da anlatı bütünlüğü, senaryo derinliği ve oyuncu yönetimi açısından dengesi tartışmalı. başrol oyuncuları ciddi bir ağırlık taşımakla birlikte, zaman zaman teatral sınırların dışına taşamıyorlar. seyircide o çok konuşulan “mistik bağ”ı yaratmakta zorlandıkları yerler var. bunun ne yazık ki en büyük örneği hande erçel sahneleri idi. canlandırdığı karakterin yaşamakta olduğu acıları derinden hissetmemiz, hatta ciğerimizin yanması gerekirken (botokstan olacak sanıyorum ki..) gülmemek için kendinini zor tutan sinir bozucu bir ifade ile canlandırdı tüm rolü.
film boyunca yer yer etkileyici cümleler ve sahneler geçiyor; özellikle şems’in kaybolduğu kısımlar, mevlânâ’nın oğluyla yaşadığı hesaplaşmalar ve yüzük metaforu oldukça güçlü. fakat tüm bu yoğun sembollerin arasında zaman zaman senaryonun ritmi düşüyor, bazı karakterler (örneğin kerra, maryam) figürasyona dönüşüyor. buna rağmen boran kuzum’un alaeddin celâleddîn yorumu gibi parlayan performanslar da var.
derdi olan, anlatacak çok şeyi olduğu belli olan bir film. ama her şeyi birden anlatmaya çalışırken, bazı derinlikleri ıskalıyor. yine de, mevlânâ ve şems’in izinden gidip hakikatin peşinde olanlar için izlemeye değer.
mevlânâ ile şems-i tebrîzî’nin ilişkisini merkezine alan, tarihî dram soslu mistik bir anlatı filmi. görsellik anlamında etkileyici olsa da anlatı bütünlüğü, senaryo derinliği ve oyuncu yönetimi açısından dengesi tartışmalı. başrol oyuncuları ciddi bir ağırlık taşımakla birlikte, zaman zaman teatral sınırların dışına taşamıyorlar. seyircide o çok konuşulan “mistik bağ”ı yaratmakta zorlandıkları yerler var. bunun ne yazık ki en büyük örneği hande erçel sahneleri idi. canlandırdığı karakterin yaşamakta olduğu acıları derinden hissetmemiz, hatta ciğerimizin yanması gerekirken (botokstan olacak sanıyorum ki..) gülmemek için kendinini zor tutan sinir bozucu bir ifade ile canlandırdı tüm rolü.
film boyunca yer yer etkileyici cümleler ve sahneler geçiyor; özellikle şems’in kaybolduğu kısımlar, mevlânâ’nın oğluyla yaşadığı hesaplaşmalar ve yüzük metaforu oldukça güçlü. fakat tüm bu yoğun sembollerin arasında zaman zaman senaryonun ritmi düşüyor, bazı karakterler (örneğin kerra, maryam) figürasyona dönüşüyor. buna rağmen boran kuzum’un alaeddin celâleddîn yorumu gibi parlayan performanslar da var.
derdi olan, anlatacak çok şeyi olduğu belli olan bir film. ama her şeyi birden anlatmaya çalışırken, bazı derinlikleri ıskalıyor. yine de, mevlânâ ve şems’in izinden gidip hakikatin peşinde olanlar için izlemeye değer.
devamını gör...

