beni hayat tecrübesi konusunda bir hayli geliştiren, varlığımı ve varlık nedenimi bana onca zamandan sonra yeniden hatırlatan, dertli ama bilge kızdır. metroda sabah sabah garip bir enerjiyle
berkay'ın çıkış şarkılarından
taburcu şarkısını dinliyor, özellikle nakarattaki ''severek ayrıldık ona yanıyorum, unutmam o kokunu burcu burcu, ben yatak döşek hasta yatıyorum, sen gelmeden olamam ki taburcu'' kısmını bayıla bayıla takip ediyorum.
söz konusu şarkının söz yazarı
soner sarıkabadayı da ilginç adam doğrusu. yazdığı sözlerdeki garip kafiyelere rağmen anlam bütünlüğünün hep var olması yeterince garipken bir de heceleye heceleye şarkı söylemesi insanı şaşkınlıklar denizinde boğum boğum boğuyor.
soyismi sarıkabadayı olan her adam yeterince ilginçtir zaten. neyse, ardından yine bir hareketli müzik olan
sudan sebep adlı
emir şarkısını dinlerken bir parmak dokundu omzuma. bir döndüm baktım ki elinde tuttuğu nohut dürümü koca metroda hiç çekinmeden yiyen dertli tasalı, yorgun yüzlü bir antep kızı bana kulaklığını uzatır vaziyetteydi. antep kızı olduğu çok belliydi çünkü başka şehirli biri yiyemezdi o nohut dürümü. benimseyemezdi özünden bir parça gibi.
kulaklığımı çıkardım. onun kulaklığını aldım. ben de kendi kulaklığımı ona vermek istiyorken o kabul etmedi. iki kaşını olabildiğince yukarı kaldırdı. yahu tamam kızım, kabul etmiyorsan etmiyorsun. yüz kaslarını feda etmeye değer mi? değiyormuş demek ki. taktım verdiği kulaklığı ve daha ilk saniyede yörselliğin gerçekliği, acı dolu serzenişlerin hikâyesi sardı benliğimi. duyduğum ilk mısralar şöyleydi:
''antebin elinde bir hayın var, beni yaktı yıktı o zalım yar, bir gün olur devran döner elbet, benim gibi sen de sürün yar''
konu mühimdi. derhâl antep'e gidip şöyle acılı 2 lahmacun, üstüne yarım tepsi baklava, azıcık da katmer gömüp ekşi ekşi ayranı da mideye indirmek ve o şarkılara konu olan hayını, zalimi bulup haddini bildirmek icap etti. boğazım da ne pismiş be. olsun, açken de olmazdı böylesine ihtişamlı bir görev. bunları bütün beyin kıvrımlarımla düşünürken türkü bitti. kıza teşekkür edip kulaklığını geri verdim. kız bir türkü daha dinlememi ister jest ve mimikler sergiledi ama artık bende hüzne yer kalmamıştı. son birkaç sandalye vardı, dolmuştu o da.
sakin kafayla düşündüm de, hangi parayla gidecektim? mevcut param, ekonomik sürdürülebilirliğim bırak antep'e gidip ziyafet çekip içindeki hayını bulmayı, iki sokak ötemdeki marketten küçük boy antep fıstığı almaya bile yetmez. şu an ronaldinho'yu izlemek istesem izleyemem meselâ. antepli akrabam da yok ki alsın getirsin memleketten :)
nohut dürümünün son lokmasını yemekteyken o dertli ve üzgün antep kızı, ben türkünün hüznünü bırakıp gerçeğime hüzünlendim. aşkı meşki, popu türküyü bir kenara atıp asıl hikâyenin parasızlığa kurban gitmiş ve hareket alanı daralmış bir millet olduğuna kanaat getirdim. bıraktım antep'teki hayına, zalıma, şerrrrefsize üzülmeyi.
antep deyince beni üzen bir konu da yıllarca fırtınalar estirip soyguna uğrayıp kapanan
gaziantepspor'dur. oturup bir maçını canlı canlı izlemişliğim var mıdır, yoktur. fakat varlığı dahi yeterdi.
turgut doğan şahin,
abdou razack traore,
zydrunas karcemarskas ve benzeri futbolcuların garip ve komik isimlerini duymak bin maç izlemeye değerdi.
şu an ne antep'teki hayın, zalım, namussuz adam var ne de antep fıstığı almaya heves. ne gaziantepspor var ne de nohut dürümüyle ve kulaklığındaki efkârlı müzikle beni dumur eden antepli dertli ve kederli kız. şu an bir ben varım bir de kulaklığım. o kulaklıkla
kartal bulut doğan'ın oyun oynadığı canlı yayını izliyor, antepli sulardan sağ salim çıkıp antepsiz düzlüklerde soluk alıyorum.
devamını gör...