hayalperestin günlüğü yazar profili

hayalperestin günlüğü kapak fotoğrafı
hayalperestin günlüğü profil fotoğrafı
rozet
karma: 6711 tanım: 110 başlık: 5 takipçi: 28
gökkuşağını görmek istiyorsan ıslanmayı göze alacaksın…

son tanımları


sylvia plath

“yazıyorum çünkü içimde susturamadığım bir ses var.” der sylvia plath. kendi elleriyle son verdiği kısacık yaşamına (1932 - 1963) birçok eser sığdırmayı başarır. en çok konuşulan eseri de sırça fanus (the bell jar) olur. 1950'lerin amerikasında yaşayan genç bir kadının otobiyografik anlatımıdır bu kitap; kendini anlatır plath. depresyondan, intihardan, kadınların cinsel özgürlüğünden ve tabulaşmış konulardan bahseder. kafasının içinde hiç rahat olmadığını okuruz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel


küvete uzanıp bileklerimde çiçeklenen kızıllığın berrak suyun içinde dalga dalga kabarışını izleyerek gelincik rengi köpüklerin altına kayıp uykuya dalacaktım. ama iş bunu yapmaya gelince, bileğimin derisi gözüme öylesine beyaz ve savunmasız göründü ki bir türlü yapamadım. sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da baş parmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi.


yalnız plath'i en derinden anlatan ise şiirleri olmuştur. hayal gücünü ve tüm benliğini aktarır şiirlerine. onun bilincinin katmanlarında yolculuk yapmak gibidir şiirlerini okumak. örneğin ay ve porsukağacı şiirinde, ay'ı hem kendi melankolik kişiliği için hem de annesi için bir sembol olarak kullanır, porsuk ağacı ise babasının erkeksi rolünü üstlenir. ismail haydar aksoy'un çevirisi;


belleğin ışığıdır bu, soğuk ve gezegensi
siyahtır belleğin ağaçları. mavidir ışık.
sanki tanrı'yım da, gamlarını boşaltır çimenler ayaklarıma
iğneler ayak bileklerimi ve mırıldanır tevazularını
buharlı, manevi sisler yaşar bu yerde.
bir dizi mezar taşı var evimle arasında.
göremem hemencecik nereye varılacağını.

kapı değildir ay. kendi halinde bir yüzdür,
beyazdır parmak boğumları misali ve müthiş sinirli.
karanlık bir suç gibi çeker denizi arkasından; sessizdir
büsbütün umutsuzluğuyla o-şaşkınlığının. burada yaşarım.
pazarları iki kez, ürkütür çanlar göğü –
diriliş'i onaylayan sekiz büyük çan dili
nihayet, gösterişsizce çınlatır adlarını.

yukarıyı işaretler porsukağacı, biçimi gotik'tir.
izler onu gözler ve ay'ı bulurlar.
annemdir ay. mary gibi şirin değildir.
mavi urbaları salıverir küçük yarasaları ve baykuşları.
nasıl isterdim ki şefkate inanaydım –
portrenin yüzü, mumlarla mutedil,
eğilir, benim üzerime özellikle, uysal gözleriyle.

düşmüştüm çok ötelere. çiçekleniyor bulutlar
mavi ve gizemli yıldızların yüzünde
kilisenin içinde, azizlerin hepsi mavi olacak,
soğuk sıraların üstünde narin ayaklarıyla yüzerek,
katılaşmış elleri ve yüzleri kutsallıkla.
ay görmüyor bunların hiç birini. kel ve yabanıl kadın.
ve porsukağacının iletisi karanlıktır - karanlık ve sessizlik.


onun hakkında araştırdıkça keşfedeceğiniz şeyler de çoğalır; kendini anlatmanın bir başka yolunu daha bulur plath. şöyle diyor;


çizmek bana öyle bir huzur veriyor ki; duadan daha fazlası, yürümekten de yani her şeyden.


plath, yirmi dört yaşındayken çizmeye başladığında ted hughes'a yazdığı mektupta şöyle der;


çizerken tamamen kaybolabilirim, kendimi çizgilerin içinde kaybedebilirim.


çizimlerinden bazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

ted hughes ile yaptığı evlilik ise onu daha da karamsar bir dünyanın içine sokar. ted hughes hem fiziksel hem de psikolojik olarak zarar verir plath'a. bu yanlış adam hayatının sonunu hazırlar. 1960'da ikinci çocuğuna hamileyken düşük yapar. sonra öğrenileceği üzere terapistine yazdığı mektupta ted hughes'un ona fiziksel şiddet uyguladığını söyleyecektir ki bu düşük yapmasından iki gün önce yazılan bir mektuptur. 1962'de kocası plath'ı assia wevill ile aldatır ve aynı yıl ayrılırlar. iki küçük çocukla dünyanın yükünü taşımaya başlayan plath'da yaşama gücü kalmamıştır artık.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sylvia plath'in ölmeden üç ay önce peter orr ile yaptığı bu söyleşisinde birazdan ölmek isteyecek birini asla çağrıştırmıyor. inanılmaz etkileyici bir konuşma tarzı var. ses tonu net ve söylediklerinden çok emin. kendine güvenen genç ve zeki bir kadın olduğu o kadar belli ki. seçtiği kelimeler sıradan değil. böyle insanların erken yaşta ölümü seçiyor olması insanı düşündürüyor ve hüzünlendiriyor. biliyorsunuz nilgün marmara da benzer yollardan geçmiş bir şair. nigün marmara ise “çocukluğun kendini saf bir biçimde akışına bırakması ne güzeldi. yiten bu işte.” der. ikisini de daha çok okumak ve anlamak gerekiyor.

söyleşi inglizce ve metni şuradan okuyabilirsiniz. kısa bir bölümünü çevirdim;


orr: şiirleriniz şu sıralar kendi hayatınızdan ziyade kitaplardan mı çıkıyor?

plath: hayır, bunu kesinlikle söylemem. sanırım şiirlerim yaşadığım tensel ve duygusal deneyimlerden bir anda çıkıyor ama şunu söylemeliyim ki; hiçbir şeyden habersiz yürekten gelen bu haykırışlara tahammül edemediğimi söylemeliyim, iğne, bıçak ya da her neyse. delilik, işkence görmek gibi en müthiş deneyimler bile kontrol edilebilmeli ve manipüle edilebilmeli. kişisel deneyimin çok önemli olduğunu düşünüyorum, ancak kesinlikle bir tür kapalı kutu ve aynaya bakma gibi narsist deneyim olmamalı. hiroşima ve dachau gibi daha büyük şeylerle alakalı olması gerektiğine inanıyorum.

orr: öyleyse, ilkel ve duygusal tepkinin arkasında entelektüel bir disiplin olmalı.

plath: bunu çok güçlü hissediyorum: akademisyen olmak, doktora, profesör olmaya devam etme davetinin cazibesine kapılmak, bir yanım kesinlikle tüm disiplinlere saygı duyuyor, yeter ki kemikleşmesinler.

orr: peki ya sizi etkileyen, sizin için çok şey ifade eden yazarlar?

plath: birkaç kişi. onları gerçekten takip etmekte zorlanıyorum. üniversitedeyken dylan thomas, yeats, hatta auden'le afalladım ve hayretler içinde kaldım. bir noktada auden için çıldırıyordum ve yazdığım her şey umutsuzca audeneskti. şimdi ise tekrar geriye gitmeye başlıyorum, örneğin blake'e bakmaya başlıyorum. ve sonra, elbette, shakespeare gibi birinden etkilendiğini söylemek haddini bilmezliktir: insan shakespeare okur, o kadar.
devamını gör...

ekşi sözlük

kendisi ile toksik bir ilişkimiz var. ara sıra terk ediyorum ekşi’yi. kendimce cezalandırıyorum ama o kadar toksik bir karakteri var ki ekşi’nin ilk önce terk etmemi sağlayacak kadar zorbalıyor sonra gel seni özledim diyerek aklıma giriyor ve ben bu zorba karakterine rağmen oraya geri dönüyorum. arada soluğu burada alıyorum. burası da toksik ama görece çok zararsız, yabani otların sürekli partilediği bir bahçe gibi burası benim için. sorun bende mi yoksa diğer insanlarda mı hiç bilmiyorum artık. nasıl hissedersem öyle davranıyorum.
devamını gör...

david bohm

ismi pek duyulmamış olsa da, aslına bakarsanız kuantum fiziği denilince akla ilk gelmesi gereken fizikçilerden biridir david bohm (1917-1992).
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
felsefe alanında da katkılarda bulunmuştur. benim bu değerli fikirle tanışmam ise bir kitapta okuduğum alıntılanmış bir paragrafla olmuştu. şu kısacık paragraf bile yaşam felsefesine ve var oluşumuza dair birçok sorgulamayı sağlayacaktır diye düşünüyorum.


doğada hiçbir sey sabit kalmaz. her şey sürekli bir dönüşüm, hareket ve değişim halindedir. ancak, önceden gelen öncüller olmadan hiçbir şeyin içinden hiçbir şeyin birdenbire çıkmadığını keşfediyoruz. benzer biçimde, hiçbir sey, kendisinden sonra varolan bir seye mutlak surette yol açmama anlamında, bir iz bırakmadan kaybolmaz. dünyanin bu genel özelligi, farkli türden muazzam büyüklükte bir deneyimler alanını özetleyen ve henüz, bilimsel ya da degil, herhangi bir gözlem ya da deneyle çelişkiye düşmemiş bir prensiple ifade edilebilir: her sey baska şeylerden gelir ve baska şeylere yol açar.


ilk kitabı 1951 yılında yayınlanmış olan kuantum teorisi’dir. bu kitapta kuantum mekaniğine kendi yorumunu getirmiştir. bohm’un görüşü taneciklerden ziyade bütüne önem verir ki; elektronlar içine girdiği maddede bireysel olarak davranmayı bırakıp bütünün bir parçası gibi davranmaya başlar. şöyle diyor bohm;


maddeselliğine ve muazzam boyutlarına rağmen evren kendi içinde ve kendi başına mevcut olmayıp, daha büyük ve tarif edilemez bir şeyin ürünüdür. evren, hayal edilmez bir okyanusun ortasında meydana gelen küçük bir dalgalanmadan, nispeten küçük bir 'hareketlenme motifinden' ibarettir.
devamını gör...

29 ekim cumhuriyet bayramı

bir çift mavi ışığın aydınlattığı yolu yürüyoruz emin adımlarla. cumhuriyetimiz kutlu olsun!
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

yazarların çektiği ağaç fotoğrafları

ağaç, dört harften oluşur ama yüklediği anlam dünyayı taşır. onlar biz var olmadan da buradaydılar, gezegenimiz gerçek sahipleri. kollarını tüm canlılar için açmalarından ne kadar sevgi dolu olduklarını anlayabiliyoruz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

lemonading

lemonading, bir zihinsel strateji terimidir. zor durumlara (genel hayat zorlukları daha çok) eğlenceli bir bakış açısı ile yaklaşarak çözme yöntemidir. sorunların sonuçlarına teslim olmak yerine, sorunlara merakla yaklaşmaktır. tahmin edeceğiniz üzere covid zamanlarında üretilmiş bir terim olup bu yaklaşım biçiminin benimsenip uygulanabilmesi salık verilmektedir.

geçen şubatta yayınlanan şu makaleyi okuyunca bu konu hakkında konuşmak istedim. bu terimin türkçe karşılığı olarak aklıma direkt polyannacılık gelse de farklı kavramlardır ki daha çok bir yaşam felsefesini ifade eder lemonading. polyannacılık'ta ise zorluklarla başetmek yerine kabullenme vardır ve bir yaşam felsefesi değildir zaten. çeviri yapıldığında limonatacılık kelimesi karşımıza çıkıyor ama bizim insanımız tarafından bu yaklaşımın dalga konusu yapıldığını ya da yapılacağını duyar gibi oluyorum.

bilim insanlarına göre, bu yaklaşımı benimsemek içinde olduğunuz durumu ciddiye almamak anlamına gelmiyor aksine bununla daha iyi nasıl başa çıkabileceğinizi gösteriyor. böyle davranan insanlar geleceğe daha umutlu baktıkları için daha yaratıcı, olumlu ve yararlı kararlar albiliyor.

makalenin yazarlarından biri şunları söylüyor;


çalışmamız, eğlenceli olma ve dayanıklılığın, zor koşullarda bile olumlu deneyimler hayal etme ve üretme yeteneği olan 'lemonading' dediğimiz şey aracılığıyla yakından bağlantılı olduğunu ortaya koydu. pandemi sırasında daha az eğlenceli (*burada bahsedilen eğlenceli kavramı; playfulness) bireyler kendilerini savunmasız ve izole hissettiklerini bildirirken, oldukça eğlenceli insanlar zorlu durumları aktif olarak değiştirdiler, kaybedilenlerin yerine yaratıcı alternatifler buldular, engelleri büyüme fırsatları olarak gördüler ve kendi tepkileri üzerinde kontrol duygusunu korudular.


araştırmacılara göre bir insanın yaşam felsefi böyle olmasa bile kendini böyle düşünen insanlarla birlikte zaman geçirmesinin etkili olacağını düşünüyor. illa baş rol oyuncusu olmaya gerek yok, yakından seyircisi olmak bile yaşama bakışınızda yeni kapılar açacaktır. özellikle grup olarak yapılan aktivitelerin etkili olması kaçınılmazdır diye düşünüyorum. sesiniz güzelse koroya katılmak, sporla ilgiliyseniz o dalla ilgili bir klüp bulmak, resim, kitap klübü, yani akla gelebilecek herhangi bir aktiviteyi diğer insanlarla yaparak eğlenceli olabilmenin etkilerini hayata yansıtmak önemli sanırım. bu bakış açısına sahip insanları gözlemlemek ve deneyimlerinden yararlanmak bizim yararımıza olacaktır.

özellikle yaşamımızın büyük bir kısmını geçirmek zorunda olduğumuz işimizde değiştireceğimiz bakış açıları muhtemelen yaşama sevincimizi de etkileyecektir. çoğunluğumuz işimizle barışık değiliz, bu zorunlu birliktelik tüm hayat enerjimizi alıyor neredeyse. başka türlü bir yaklaşım gerekiyor öyleyse, işi eğlenceli kılmanın yolunu bulmak gerekiyor.

benim işim eğitim sektöründe ve ergenlerle çalışıyorum. hergün karşıma bir zorluk çıkacağını bilerek işe gidiyorum. bazen kazma kürek işi bulup bu işi bırakasım gelse de yaklaşımımı değiştirerek bazı olumlu değişimler yaratabildiğimi görmeye başlıyorum. sorunlara daha pozitif ve eğlenceli yaklaşmanın hem benim hem de diğer bireylerim ruhsal durumuma olumlu etki yaptığını görüyorum. biraz kafa yorarak atacağınız farklı yaklaşımların etkilerini görmek gerçekten çok sevindirici. takılıp düşmeler tabii olacak ama kalkıp devam edebilmek ve bu isteği beynine dikte etmek de senin elinde aslında.

biraz limonatacılık oynamanın kimseye zararı olmayacaktır. insan beynini birazcık da olsa eğitebilir diye düşünüyorum.
devamını gör...

indigo night

çivit mavisi gecenin büyülü şarkısı...

o, bir gezginin oğlu; babası gibi dünyayı dolaşıyor, kendini kaybolmuş hissediyor ve ruhunu arıyor. sonra bir grup genç kız görüyor çocuğu ve onu çivit mavisi bir geceye götürüyorlar; güzellik ve neşe dolu bir geceye. çocuk sorguluyor; ben neden böyle hissederek şarkı söyleyemiyorum diye ve kızların ona karşı neden bu kadar nazik davrandığını anlayamıyor ama o gece büyülü bir şey oluyor ve ruhunu buluyor.

bazen kayboluruz ve bir ışık bekleriz. o ışık gelir en ummadığınız zamanda...

devamını gör...

sivas katliamı

“şairler şiirler yazıyor. ressamlar resimler yapıyor ve biz ozanlar türküler söylüyoruz. peki bütün bunları niçin yapıyoruz? dünya alışkanlıktan değilde, sevgi ve mutluluktan dönsün diye."
hasret gültekin

böyle güzel insanları katlettiler. nasıl unutulur ki :(

dünya güzellikten dönsün isterdik ama insanın kötülüğü bu güzel gezegenin en büyük yükü olmaktan kurtulamadı.
devamını gör...

ezzra (yazar)

bazı insanlar daha çok özlenir, daha çok sevilir. işte ezzra öyle bir insan. içi dışı güzel, samimi, kelimelerin dilinden, müziğin iyisinden anlayan, empati yeteneği yüksek bir insan. onun yazdıklarını okumak ve paylaştığı müzikleri dinlemek çok keyifli ve hislidir. duygunun her rengini barındırır gökkuşağı gibi.

ara ara hesabına bakıyorum dönmüş mü diye ama henüz dönmemiş. gelse de güzel ve hisli şarkılarını bizimle paylaşsa ve hayata onun penceresinden bakabilsek yine.
devamını gör...

saygı duyulan insan olma kaygısı

bir çocuk doğduğu andan itibaren yaşadığı toplumun değer yargıları ile büyütülmeye başlanır. el elalem ne der kaygısı ile özgür bir birey haline gelemeyen bir çocuk için kendi yargıları oluşmaya başladığında önüne birçok yok açılır.

genellikle toplumun ittirdiği yoldan gider insanlar ve toplumun saygısını hak ederler ama bu saygıdan çok toplum tarafından kabulleniliştir.

bazıları ise kendi etik değerlerini yaratarak toplumdan bağımsız kendi özsaygısı yüksek bir birey haline gelir ve etik değerleri yüksek bir birey olarak diğer insanların kendiliğinden saygısını ve sevgisini kazanmış olur.

ve maalesef bazı insanlar yoldan çıkarak ve etik değerleri hiçe sayarak yaşamayı seçer.

bir de güçlülüğünden kaynaklı insanları kendine saygı duyurmaya çalışan insanlar vardır ki o insanlarda ne etik değer vardır ne insanlık.
devamını gör...

bertrand arthur william russell

bertrand russell'ın matematik, mantık ve felsefe üzerine yaptığı katkılar yadsınamaz ki bu katkılar onu 20. yüzyılın önde gelen filozoflarından biri haline getirmiştir. bu yazımda onun dine yaklaşımından bahsedeceğim. ben kendi adıma din ve tanrı ile yollarımı bilime dayanarak çoktan ayırmış biri olarak, felsefi yaklaşımlara da ilgi duyuyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

öncelikle, çoğumuzun din ve tanrı ile bağlarının olduğu zamanlar olmuştur ki çoğu insan için hala kuvvetlidir o bağ. russell'ın da gençliğinde kendini dine kaptırdığı zamanlar olmuş ama delilleri aramış hep, sorgulamayı hiç bırakmamış. bu sorgulamalar sonucunda ise dinin insanlığa faydalı olmadığı ve hatta zararlı olduğu kanısına ulaşmış. bilinçsizce ve sorgulamadan inanmanın insana faydadan çok zarar getireceğini ifade ediyor russell ve insanların korkudan kaynaklı inandıklarını savunuyor.

batı felsefesi tarihi (1945) kitabından bir bölümde felsefenin dini kanıtlayıp kanıtlayamayacağına dair şunları söylüyor:


felsefenin dini dogmaların doğruluğunu kanıtlayabileceğine ya da çürütebileceğine inanmıyorum, ancak platon'dan beri çoğu filozof, ölümsüzlüğün ve tanrı'nın varlığının "kanıtlarını" üretmeyi işlerinin bir parçası olarak gördüler. seleflerinin ispatlarını (aziz thomas aquinas, aziz anselm, ımmanuel kant ve rené descartes) reddettiler fakat kendi ispatlarını geçerli kılmak için, mantığı tahrif ettiler, matematiği mistikleştirdiler ve önyargılarının ilahi sezgiler olduğunu iddia ettiler.



din ve bilim (1935) kitabında ise şunları söylüyor;


kopernik'ten bu yana geçen dönemde, bilim ve teoloji ne zaman fikir ayrılığına düşse bilimin galip geldiğini gördük. büyücülük ve tıp gibi pratik konuların söz konusu olduğu yerlerde, bilimin insanlığın sefilliğini azaltılmasını temsil ettiğini, teolojinin ise insanın doğal vahşiliğini teşvik ettiğini gördük. teolojik bakış açısına karşı bilimsel bakış açısının yayılması, şimdiye kadar tartışmasız bir mutluluk yarattı.
devamını gör...

nick cave

nick cave sevenler kulübünün daimi bir üyesi olarak onunla ilgili bir haber gördüğümde okur, söyleşilerini dinlerim. şarkıları ile karanlık bir evrenin kapıları açılır, o karanlığa bir süre alıştıktan sonra envai renklerin içinde dans etmeye başlarsınız.

bbc'nin çok uzun yıllardır yayın yapan desert ısland discs programının podcast'lerini dinlemek çok keyifli; işte o bölümlerden birinde nick cave misafir oluyor. dinlemek isterseniz direkt link'i bırakacağım ama söyleşiden bazı alıntılar da paylaşmak istiyorum.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

open.spotify.com/episode/1W...
söyleşinin spotify linki

nick cave gibi müzikal olarak iç karartıcı (bunu asla kötü anlamda söylemiyorum, hepimizin var karanlık yüzü, o bunu şarkılarıyla yansıtıyor) anlamda yaratıcı bir kişiliğin oluşmasının en büyük nedenlerinden biri babasıymış sanırım. şöyle bahsediyor;


elimden işe yaramaz diye düşündüğü kitapları alır ve onları aynı sayıda ceset barındıran ancak daha ilginç olan bir kitapla değiştirirdi... ben kötü bir roman okurken, o diyelim ki shakespeare'in titus andronicus'unu elime verirdi çünkü o çok daha kanlı bir oyundu.

bence babam beni biraz sıra dışı olan, görmek için yaşımın küçük olduğu ve düşüncelerimi altüst eden şeylere götürmekten hoşlanıyordu... oldukça küçükken beni barry humphries'in (dame edna everage olarak sahne alan) gösterilerine götürürdü ve ben sadece 12 yaşındaydım. canlı gösteriyi izlerken büyülendiğimi hatırlıyorum. beni oldukça yetişkin filmlerin olduğu film festivallerine de götürürdü ve bana lolita'nın (vladimir nabokov'un) ilk bölümünü okuduğunda 'edebiyat tam olarak budur' demişti.


belki biliyorsunuzdur nick cave, iki oğlunu kaybetti; birisi genç yaşta (arthur, 15) kayalıklardan düşmüştü, diğeri jethro 31 yaşındayken ölmüştü. böylesine büyük acıların altından kalkmak için, sanırım ya hayattan vazgeçmek ya da bir şeyler yapmak gerekiyor. nick cave başa çıkmayı seçiyor. 2018'de red hand files adlı blogunu kuruyor. bu blog, insanların kendisine seçtikleri bir konu hakkında soru sorabilecekleri bir çevrimiçi forum ve haftada bir soruları yanıtlamaya çalışıyor.


burayı (red hand files) arthur'un ölümüyle ilgili hissettiklerimi ifade etmeye çalışmak için kullanıyorum. red hand files'da kayıpla ilgili bir tür hüzün nehri akıyor ve bunun dünyaya bakış açımı gerçekten renklendirdiğini düşünüyorum.
gerçekten yapmaya çalıştığım şey, insanlara bir şekilde bunun böyle olmak zorunda olmadığını ve hissettikleri kederin ötesinde bir dünya olduğunu bildirmek.
devamını gör...

dream theater vs opeth

bu tür versuslardan uzak durmaya çalışsam da kendimi dahil etmeden duramıyorum. iki grubu da severim ve dinlerim. benim için şöyle bir fark var sanırım; dream theater'ı tüm albüm olarak dinleyebilirken opeth'de şarkı seçerim. bu benim dream theater'cı olduğumun göstergesidir belki bilmiyorum. opeth'de ise sevdiğim şarkıları o kadar çok dinlemişimdir ki, belki dinleme süresi açısından dream theater ile yarışır.

dream theater'ın 1999 çıkışlı albümü metropolis pt. 2: scenes from a memory'si nasıl muhteşem bir albümdür. o müzikal hikayenin içinde kaybolmayı çok seviyorum ben.


gözlerini kapat ve rahatlamaya başla. derin bir nefes al ve yavaşça ver. nefesine konsantre ol. her nefeste daha da rahatlayacaksın. üstünde parlak beyaz bir ışık hayal et. bedeninden akan bu ışığa odaklan...

beş. dört. üç. iki. herhangi bir zamanda geri dönmen gerekirse, tek yapman gereken gözlerini açmak.


ya da opeth'in kısacık ending credits'inde yaptığım yıldızlar arası yolculuklar. bu şarkının büyüsü sarıp sarmalar başka bir aleme dalarsın...
devamını gör...

herkesin kendini iyi insan olarak görmesi

sorun iyilik kavramının yanlış anlaşılmasında yatıyor sanırım. kötülük yapmayan insanlar kendilerini iyi insan olarak tanımlıyor. aslında nötr insanlardır. iyi insan ise insanlık yararına adımlar atar. bir öğretmen düşünün işini iyi yapıyor ama öğrencilerin kişisel gelişimlerinde hiçbir olumlu gelişme yaratmıyor, bir başkası var iyi öğretmiyor ama sorunlu çocukları topluma kazandırıyor. ikinci örnek iyi bir insan gösteregesidir, diğeri ise nötrdür. etliye sütlüye karışmayan, politik saflarda yerini almayan, kim gelirse başına ona göre şerbet veren bir insan kötülük yapmasa bile iyi insan kategorisine giremez.

bu arada, akli dengesi yerinde olan herhangi bir insanın salt iyi olabileceği fikri çok ütopik gerçekten. her insanın kötü düşünceleri ve pratiğe geçen eylemleri bulunur. önemli olan bunun farkına varmak ve kendi kişisel onarımını gerçekleştirebilmektir. zamanında bir grup viking iceland'e ulaşınca orada yiyecek hiçbir şey bulamayacaklarını ve açlıktan öleceklerini düşünürken bir ''mucize'' olur ve balina vurur karaya. zaten bir avuç insan olmasına rağmen aralarından biri ''benim bölgemde bu balina sizinle paylaşmam'' deyince bunlar birbirlerine girerler. tonlarca ağırlıktaki balinayı paylaşmak istemeyen bu insan kötülüğün temsilidir.

günümüzde insanlar kapitalizm salgını ile bu boyuta gelmiş durumdalar. atalarımızın ''yaralı parmağa bile işemez'' dedikleri bu tipler yüzünden dünya kaynakları sayılı insanın elinde. kapitalizmin çarklarında dolanıyoruz; iyi olmamıza imkan yok artık. eşitlik, adalet, insaniyet ve demokrasi kavramları sadece teorikte varlar. yoksa nasıl bu kadar adaletsiz, savaşların halen devam ettiği, insanların sürekli birbirine şiddet uyguladığı bir dünya var olurdu...
devamını gör...

fernando pessoa alıntıları

"en fazla ıstırap veren duygular, en can yakan heyecanlar, aynı zamanda en saçma olanlardır: imkansız şeylere karşı, sırf imkansızlığın yarattığı istek, hiç var olmamış olana duyulan özlem, geçmişte olabilecek olana duyulan arzu, farklı olmamasının acısı, dünyanın var olduğunu görmenin verdiği tatminsizlik duygusu. bilincin bu yarım tonları içimizde acı verici bir manzara, varlığımızın sonsuza dek süren gurubunu çizer. o an kendimize karşı, giderek karanlığa gömülen ıssız kırların uyandırdığı duygulara kapılırız; uzak kıyılar arasında kapkara sularıyla, olanca berraklığıyla akan, gemilerin geçmediği bir nehrin kıyısındaki kamışların hüznüdür bu."

huzursuzluğun kitabı'ndan
devamını gör...

sosyalizm

öncelikle komünizm ve sosyalizm arasındaki farkı bilmek gerekiyor çünkü insanların çoğu sosyalizm deyince komünizm anlıyor maalesef. komünizmde özel mülkiyet diye bir şey yoktur. devlet ekonomik üretimi kontrol eder ve vatandaşlarına gıda, barınma, tıbbi bakım ve eğitim gibi temel ihtiyaçları sağlar. sosyalizmde ise insanlar mülk sahibi olabilirler ve devlet demokratik olarak seçilmiş bir hükümet tarafından yönetilir. sosyalizm daha esnek bir ideolojidir; yenilikçidir, reform arayışındadır. sosyalist sistem bireysel çabayı ve yeniliği ödüllendirir.

insanların bilmediği başka bir şey ise şimdiye kadar hiçbir ülkenin tam olarak komünizm ve sosyalizm ile yönetilmediğidir. kişisel mülkiyet, para ve sınıf sistemlerini ortadan kaldırmayı başaramayan sistemlere komünizm denilemez. sosyal devlet statüsü ile sosyalizme yakın görülen iskandinav ülkelerinde de sosyal devlet kapitalist sektörle ahenk içinde olduğu için sosyalist devlet sayılamazlar.

sosyalizm gerçek anlamıyla uygulanabilse insanlık için en ideal yönetim biçimidir; demokratik bir sistemdir. her bireyin en basit ve gerekli insani ihtiyaçlarının karşılandığı ve bireysel çabaların makul düzeyde ödüllendirildiği eşitlikçi bir sistemdir.
devamını gör...

yazarların çektiği çiçek fotoğrafları

taç yaprakları buruş kırış olmuş, saçı başı dağıtmış gibi görünen başcıkları birbirine karışmış bir çiçek her şeye rağmen çok estetiktir. bu konuda doğa ile yarışamayız (:
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

zamanla bir insanı sevmek

zamanla bir insanı sevmek aslında onu anlamak ve ona alışmaktır daha çok. sevdiğiniz özelliklerinin baskın çıkarak, sevmediğiniz özeliklerinin kabulüdür.

hiçbirimiz mükemmel değiliz ki hayatımızdaki insanlar mükemmel olsun. insan psikolojisi herkeste faklı çalışıyor. hepimizin beyin hücreleri birbirinden farklı iletişim kuruyor. kimimiz sosyal, kiminiz asosyal. bir insanın mizantropist olması bile açıklanabilir psikoloji biliminde.

bu kadar farklılık ile bazı insanların sevgi konusunda çok dezavantajlı olması kaçınılmazdır.

ilk bakışta sevmediğimiz bir insanı tanıdıkça anlamaya başlar, sevmediğimiz davranışlarının altında yatan nedenleri anlayabiliriz. bu anlayış o insanı faklı görmemizi sağlar.

evet, bir insan zamanla sevilebilir aslında.
devamını gör...

the best is yet to come

ingilizcede "the best is yet to come" kalıbı; gelecekte daha iyi şeylerin beklediğini, daha olumlu deneyimlerin henüz yaşanmadığını ifade eder. umut ve iyimserlik içerir.

ben, accept grubunun "the best is yet to come" ismini verdiği şarkısından bahsedeceğim. şarkıyı dinleyenlerin aklında direkt aşk meşk işlerine dair beklenti ve umut üzerine yazılmış olduğu düşünülse de bu şarkı daha çok hayata dair bence; hayattan neyi bekliyorsanız onun umudunu yeşertirsiniz içinizde. hayatın bize neler getireceğini tahmin bile edemeyiz; belki iyi, belki kötü ama her zaman umut barındırmak en güzelidir. bu şarkının melodisi insanı hüzünledirse de sözler umut barındırır.

bu şarkının sözleri çok güzel, özellikle nakarat kısmı;


“once ı was a man of fortune
lived my life with pearls and gold
had my time with wine and roses
ı never thought of getting old

time went by, and ı got wiser
loved and lost, along the way
ı found the meaning of forgiveness
pardoned enemies and prey

when it rains, ı look for rainbows
when it's dark, ı see the stars
call me a dreamer, call me naive
ı will always say, the best is yet to come
call me a simple man, call me naive
on my dying bed ı'll say, thе best is yet to come

many timеs, ı feel like screaming
bang my head against the wall
watch my luck run through my fingers
losing faith in all

then ı close my eyes in silence
ı feel the spirit, that ı crave
april showers, bring may flowers
growing on my grave

when it rains, ı look for rainbows
when it's dark, ı see the stars
call me a dreamer, call me naive
ı will always say the best is yet to come
call me a simple man, call me naive
on my dying bed ı'll say, the best is yet to come

the best is yet to come

the best is yet to come

when it rains, ı look for rainbows
when it's dark, ı see the stars
on my dying bed ı'll say, the best is yet to come

on my dying bed ı'll say
the best is yet to come”


spotify linki;
open.spotify.com/track/0ojG...

youtube linki;
devamını gör...

yazarların çektiği çiçek fotoğrafları

bir çiçek, bir de böcek <3
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim