hayalperestin günlüğü yazar profili

hayalperestin günlüğü kapak fotoğrafı
hayalperestin günlüğü profil fotoğrafı
rozet
karma: 6219 tanım: 95 başlık: 2 takipçi: 24
gökkuşağını görmek istiyorsan ıslanmayı göze alacaksın…

son tanımları


pisagor

hepimiz onu pisagor teoremi ile tanısak da çok ilginç özellikleri olan bir matematikçi ve düşünürdür. bahsedeceğim bu ilginç özellikleri okurken pisagor'un mö 570 - mö 495 yılları arasında yaşadığını unutmamak gerekiyor tabii ki. doğanın sayılarla açıklanabileceğine inanan pisagor'u gördüğümüz her köşede, kestirme yollarda hatırlamamız işten bile değildir.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
pisagor'un yakın takipçileri varmış; yani daha çok mürit gibi. yalnız zaten donanımlı olan bu insanların tek amacı daha çok öğrenmek ve evrenin gizemlerini çözmekmiş. pisagor, takipçilerine evrenin matematiksel olarak kontrol edildiğini öğretiyormuş; yani ona göre sayılar kutsalmış. örneğin; 7 bilgelik sayısı, 8 adalet sayısı ve 10 en kutsal sayıymış. tabii yunanlar garip ve korkutucu bulmuş bu durumu ve onu istenmeyen adam ilan etmişler hemen.

pisagor'un takipçilerinin 10 sayısına tapmak için önceden belirlenmiş bir duaları bile varmış. pisagorculara katılmak istiyorsan, kutsal üçgene yemin etmen gerekiyormuş;

"bizi kutsa, tanrıları ve insanları yaratan ilahi sayı!"

''her şeyi kuşatan, asla sapmayan, asla yorulmayan kutsal 10, her şeyin anahtarıdır.''

buradan da anlaşılacağı üzere; pisagor'un takipçileri gerçekten onun bir yarı tanrı olduğuna inanıyorlarmış. ona "ilahi pisagor" derlermiş ve insanlara onun bir tanrının oğlu olduğunu söylerlermiş; hermes ya da apollon'un oğlu.

takipçilerinin hikayelerine göre kartalları ve ayıları okşayarak evcilleştirebiliyor, sesinin keskin gücüyle her hayvanı kontrol edebiliyormuş. pisagor aslında insanlara kendisinin bir tanrının oğlu olduğunu ve şu anki formuna ulaşana kadar tekrar tekrar reenkarne olduğunu söylüyormuş; truva savaşı'nda akhilleus ile birlikte savaşan bir asker, mütevazı bir balıkçı, hatta güçlü erkeklerle yatan güzel bir fahişe. pisagor'un hayal gücünün ne kadar güçlü olduğunu anlıyoruz. o kadar zeki olunca, hayal gücü de aşmış demek ki...

pisagor, ayrıca ahlaki nedenlerle et yemekten kaçınan ilk insanlardan biriymiş. yalnız, balık ve tavuk eti yiyor fakat kırmızı etleri yemiyormuş, yemediği gibi yiyeni de yanında yamacında istemiyormuş.

pisagor'un hemen hemen her şey için inanılmaz derecede katı ve belirli kuralları varmış; önce doğru ayakkabıyı giymek, umuma açık yollarda seyahat etmemek, yere düşen yiyecekler için beş saniye kuralı gibi daha birçok kural koymuş hayatında.

pisagor, sessizliğin çok önemli olduğuna inanıyormuş; sessiz kalmak, kendini kontrol etmeyi öğrenmenin bir yolu ona göre. bu yüzden tarikatına katılmak isteyen herkesin yapabileceğinden emin oluyormuş. kayıt olan herkes ağzını kapatıp beş yıl boyunca kapalı tutmak zorundaymış! sonuç olarak, çenesini kapalı tutabileceğini kanıtlamadıkça kimsenin gruba girmesine izin verilmiyormuş.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
iki tür pisagorcu varmış; pisagor'un en yakın ve en güvenilir takipçileri ve diğerleri. güvendikleri ile yüz yüze görüşür ve teoremlerini onlara ayrıntılı olarak anlatırmış. dünyanın geri kalanından saklanan ileri matematiğin sırlarını bilmelerine izin verilirmiş. yalnız bu grupta olmak için kişinin etten, kadınlardan ve özel mülklerinden vazgeçmesi gerekiyormuş. diğerleri ise pisagor'un yüzünü görmelerine asla izin verilmeyen takipçiler. onlarla konuştuğunda pisagor, oz büyücüsü gibi bir perdenin arkasına gizleniyormuş ve sadece onun ritüellerini takip etmeleri bekleniyormuş.

yararlanılan kaynak
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

bir duvar dibinde renklenmiş bir papatya ailesi bu. insan olmaktan çıkıp papatya olasın geliyor. herbiri özgürce başlarını uzatmış gökyüzüne, kimse kimsenin ayağını çelmiyor sanki. arılar, kelebekler uğruyor, polenlerine bulanıp birer haberci gibi uzaktaki dostlarına selamlarını iletiyorlar :)

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

bir çiçeğin içinde kaybolmak…

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

gaye su akyol

ben bu kadını geç keşfettim. içimde bir yerlerde arabesk dinlemek isteyen biri varmış o keşfetti (: saf arabesk dinlemek çok ağır geliyor dinleyemiyorum. bizim topraklarımızda doğan insanlar oryantal tınıları seviyor kabul edelim. müzik söz konusu olduğunda ise sentezlemesinde hiçbir sorun görmüyorum. benim kulağıma güzel gelen neyse, ruhumun neye ihtiyacı varsa o anda onu dinliyorum sonuçta. “aaa gaye su akyol'u yerin dibin sokmuşlar” dinlemeyeceğim demiyorum. bu kadını eleştirdiğim nokta ise yaptığı müziğe psychedelic rock ya da anatolian rock diye tanımlaması. şöyle çok daha güzel olurdu; psychedelic&oriental rock.

bakıyorum nasıl eleştirilmiş diye; sistemi eleştirme hakkının olmadığını söyleyenler var, egosu yüksekmiş, kendini övüyormuş, yurt dışında seviliyormuş, reklamı yapılıyormuş vs vs. sistemi herkesin eleştirme hakkı vardır; bırakalım eleştirsin, eleştirmeyenden daha değerli değil mi yaptığı şey sonuçta seninle aynı taraftaysa sorun ne? gezi'yi sahiplenmiş; aynı düşünceleri paylaştığımız ortak bir küme gibidir gezi. gaye'nin geziyi sahiplenmesine pozitif de bakabilirsiniz sonuçta. ayrıca yurtdışında sevilmesi güzel bir şey değil mi ki; türkiye'nin daha çok güzel anılmaya ihtiyacı.

kendisine gelelim; ilk defa dikkatli dikkatli inceledim bu kadını. seçtiği kıyafetler farklı, eksantrik ve hoş. kendi dizayn ettiyse de hiç şaşırmam. benim hoşuma gitti. kendisi ressammış zaten, resimlerini de ilginç buldum. kadın üretken diyebilir miyiz? deriz bence.

the wire ile yaptığı söyleşiyi hızlıca gözden geçirdim; kendini güzel ifade eden bilinçli bir kadın aynı zamanda. bir soru ve cevapla ifade biçimini gösterelim;

[[alıntı]]
“daha önce selda'dan (bağcan) bahsetmiştiniz. büyük bir etkisi oldu mu?

evet. o, çok eşsiz bir sese sahip harika bir müzisyen, bir yapımcı, plak şirketi sahibi. şarkılar yazdı. eski halk şarkılarını yeniden yorumlama ve onlara yeni soluk getirme konusunda çok yetenekli. onun hikayesini daha da eşsiz kılan şey ise aynı zamanda bir devrimci, liberalleşmede çok önemli bir figür olması. biliyorsunuz her zaman inandığı şeyleri söyledi, bazen hapse atıldı, her zaman özgürlükten yanaydı. bu yüzden onun fikirleri, müziği ve türk müziğindeki önemiyle gerçekten ilgileniyorum”
[[/alıntı]]
devamını gör...

ön yargı

paolo coelho’nun dirty laundry isimli kısa hikayesinde çok güzel örneklenmiş bir insan hastalığıdır ön yargı. hepimizde bir miktar bulunur çünkü toplumun kodları genlerimize işlemiştir artık. farkında olup ön yargılarını yıkabilene ne mutlu.


a young couple moved into a new house.

the next morning while they were eating breakfast, the young woman saw her neighbor hanging the washing outside.


"that laundry is not very clean; she doesn't know how to wash correctly. perhaps she needs better soap powder.

her husband looked on, remaining silent.

every time her neighbor hung her washing out to dry, the young woman made the same comments.

a month later, the woman was surprised to see a nice clean wash on the line and said to her husband, "look, she's finally learned how to wash correctly. ı wonder who taught her this?"

the husband replied, "ı got up early this morning and cleaned our windows."

and so it is with life…

what we see when watching others depends on the clarity of the window through which we look.

so don't be too quick to judge others, especially if your perspective of life is clouded by anger, jealousy, negativity or unfulfilled desires.

judging a person does not define who they are. ıt defines who you are.

devamını gör...

platon

platon'un sofistler hakkındaki düşünceleri üzerine

filozoflar, yüzyıllardır varoluşsal soruların cevaplarını arıyor. platon ve sofistler de felsefelerinde sorularının cevaplarını bulmaya çalıştılar. yalnız bu arayış sürecinde platon, yazılı diyaloglarında sofistlerin felsefelerine ciddi eleştirilerde bulunur. platon eleştirilerinde haklıdır ama sofistlerin felsefe tarihindeki katkıları da yadsınamaz.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

platon, m.ö. 427 yılında aristokrat ve zengin bir ailenin çocuğu olarak atina’da dünyaya gelir. platon kurgusal diyaloglarında, çevresindeki karakterleri konuşturup tartıştırarak ve tabii ki kendini de dahil ederek argümanlar geliştirir. diyaloglarına bakılırsa iddiaları çürütmek veya ispatlamaya çalışmak onun yöntemidir. diyaloglarından biri ise yaşlılık dönemine ait sofistlerle ilgili olandır.

sofistler de platon’un yaşadığı dönemde yaşamıştır. yalnız, onlar platon’dan farklı olarak para karşılığında felsefe öğreten filozoflardır. sofistler, göreceli ve kuşkucu düşüncenin temellerini atmış ve geliştirmişler. sofist kelimesinin etimolojik kökenini eski yunancada ‘’sofhos’’ olup, bilgili, zeki ve kültürlü anlamına geliyor zaten. sofistler geliştirdikleri argümanlarla o dönemin sistemini, siyasetini, güç ilişkilerini de eleştirirler. bu anlamda, sofistler’in aydınlanma çağı’ndaki katkıları kaçınılmaz olmuştur. aynı zamanda, skeptisizm’in yani kuşkuculuğun temellerini atmışlar. skeptisizm ki bilginin sorgulandığı tartışmaların kaynağıdır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

sofistler, insanlara nasıl konuşulacağını ve kamusal tartışmalarda hangi argümanların kullanılacağını öğretmişler. atina toplumunun değişen modeli, geleneksel tutumları artık yeterli olmaktan çıkarmıştı. bu tür tutumları eleştirmek ve onların yerine akılcı argümanlar koymak, gençler için özel bir çekicilik taşıyordu. platon, geleneksel değerlere yönelik sofist saldırının çoğunun haksız ve haksız olduğunu düşünüyordu. ama platon'un bile sofistlerden öğrendiği bir şey vardır; eğer daha eski değerler savunulacaksa, bu düşüncesiz bir inançla değil mantıklı bir argümanla olmalıdır.

aslına bakarsanız platon’un sofistler’i bu kadar yermesinin en büyük sebebi erdemli olan bir şeyi, yani bilgiyi ve öğretiyi metaya çevirmeleridir. bu eleştirilerle birlike platon'dan etkilenen antik yazarlar, sofistlerin filozof olmadıklarını sıklıkla ileri sürmüşlerdir. sofistler bağımsız öğretmenler ve yazarlar oldukları için, bir sınıf olarak filozof olmadıkları iddia edilmiştir.

modernler düşünürler arasında, friedrich hegel, sofistleri yunan felsefe tarihine yeniden sokan ilk kişilerden biridir. hegel'e göre sofistler, gerçekliğin yalnızca zihinler ve onların içerikleri olduğunu ve bu nedenle felsefenin dikkatini bilmedeki öznel öğeye çevirerek ilerleyebileceğini savunan öznel idealistlerdi. sofistlerin düşünceleri ile seleflerinin düşünceleri arasındaki karşıtlık üzerine düşünmek, platon ve aristoteles'in "sentezlerini" üretti. 19. yüzyılın ortalarından beri, mö 5. ve 4. yüzyıllarda sofistlerin tartışmalarında tekrar eden bir dizi sorun ve doktrin giderek artan bir şekilde takdir edilmektedir.

daha yakın tarihe kadar, 19. yüzyılın başlarına kadar sofistler şarlatan olarak kabul ediliyordu. entelektüel dürüstlüklerine karşı çıkıldı ve doktrinleri yunanistan'ın ahlaki yapısını zayıflatmakla suçlandı. suçlama iki iddiaya dayanıyordu: birincisi, birçok sofist geleneksel olarak kabul edilen ahlak kurallarına saldırmıştı; ikincisisi, daha katı geleneksel kurallar altında kabul edilemez türden davranışlara göz yumacak veya buna izin verecek alternatif ahlak yaklaşımlarını araştırmış ve hatta övmüş olmalarıydı.

aslına bakarsınız; sofistlerden herhangi birinin kişisel olarak ahlaksız olduğuna veya öğrencilerinden herhangi birinin sofist öğreti tarafından ahlaksız eylemlere teşvik edildiğine dair hiçbir kanıt yoktur. ahlaki sorunların ciddi bir şekilde tartışılması ve ahlak teorisi, davranışı bozmaya değil iyileştirmeye eğilimlidir.
devamını gör...

rajaz

gözlerini kapatıp dinlersen zamansız bir yolculuğa çıkarır seni. arabadayken dinlersen nereye gideceğini bilmeden yol almak, hatta dünyanın diğer ucuna gitmek istersin. “rajaz” uçsuz bucaksız çöllerdeki kervan yolculuklarının ritmini ve ruhunu yaşatır insana; bir göçebe gibi oradan oraya savrulmak, hayatın anlamsız gelen tüm zorunluluklarını bırakıp o uçsuz bucaksız yolculuğa çıkmak istersin.

devamını gör...

friedrich nietzsche

alman filozof friedrich nietzsche'nin 1882 tarihli the gay science veya the joyful wisdom (türkçesi şen bilim) adlı eserindeki beyanını bilmeyen yoktur; “tanrı öldü. tanrıdan geriye bir ölü kaldı ve onu biz öldürdük."

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

nietzsche'nin yaşadığı dönem; avrupa'da bilimin, matematiğin ve felsefenin yükseldiği, evrim gerçeğinin tartışılmaya başladığı dönemlerdir. hristiyanlık eleştirilerinin başlayıp, dinin ve tanrının sorgulanmaya başlandığı dönemlerdir. doğa bilimci ve evrim teorisinin temellerini atan charles darwin 1809-1882 yılları arasında, friedrich nietzsche ise 1844-1900 yılları arasında yaşamıştır. yani birbirlerinin fikirlerinden etkilenmemelerinin mümkün olamayacağı bir dönemdir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

nietzsche'nin de tanrı ve din sorgulamaları bitmemiştir, onun üstinsanı tanrısızdır. aslında tanrı hiç var olmamıştır. dolayısıyla nietzsche din kaynaklı ahlak formlarını da reddeder. insan kendi değerlerini tanrı ve din olmadan üretebilmelidir. kendini eleştirebilen, doğruları kendisi keşfeden, yaratıcı ve cesur insan olmalıdır.

yalnız zaafları da olmamalıdır. bazı insanlar üstün insanken diğerleri sıradandır. üstinsan acılarla var olur; kolay değildir onun gözünde üstinsan olmak. yani nietsche üstinsanı tanrı olarak görür. insan kendi kendinin tanrısı olacaktır. tabii bir erkek olarak nietzsche, bu insanı da erkek olarak idealize eder.

nietzsche, evrimi anlamaya çalışmış bir düşünürdür. fiziksel ve düşünsel gelişimimiz evrim yoluyla olmuştur. bu konudaki fikirleri darwin'in görüşleriyle paralellik içerir. üstinsan evrim basamakları ile var olur. aslına bakarsanız nietzsche, darwin'in kitaplarını okumamıştır kaynaklara göre ama darwin ve fikirlerini içeren tartışmaların içinde yer almış ve fikirlerini akademik insanlardan almıştır.

tanrı ve din kavramının dayatıldığı bir toplumda doğup da bu sorgulamaları bizden bir asırdan fazla önce yapmış olması onun fikirlerini daha değerli kılıyor. darwin'in evrim çıkarımlarının düşüncelerimizin aydınlanmasında büyük rol oynaması ise inanılmaz değerlidir.
devamını gör...

lou andreas-salome

lou andreas-salomé, 1861-1937 yılları arasında yaşamış rus asıllı yazar ve psikanalisttir. benim ilgi alanıma uzun zaman önce girmiş olup, yaşama bakışımı şekillendermiş özgür ruhlu kadınlardan sadece bir tanesidir. nietzsche, rilke, freud ve daha nice ünlü isimlerin aklını başından almış, ilham vermiş; zeki, entelektüel ve güzel bir kadındır. döneminin çok ilerisindeki özgürlük anlayışı ve duruşuyla ilgileri üzerine çekmiştir. özgüveni ve doğal güzelliği ile birleşen entelektüel duruşu, onun her zaman çekici bir kadın olmasını sağlamıştır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

nietzsche'nin, böyle buyurdu zerdüşt'ü lou andreas-salomé'dan ilham alarak yazdığı söylenir. yalnız, nihilist bir yıkılmanın hikayesidir bu kitap. lou andreas-salomé'un evlilik teklifini reddetmesi ile yıkılan nietzsche, duygusal olarak acı çekmiştir bu kitabı yazarken.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel salomé, rée and nietzsche (1882)

salomé 21 yaşındayken yazar paul rée ile tanıştığında rée ona evlenme teklif etmiş ancak salomé komün olarak bir yaşam kurmayı önermiştir. rée, nietzsche ve salomé üçlüsünün hikayesi böyle başlamış. yalnız nietzsche de salomé'e anında aşık olup evlenmek isteyince planlar da suya düşmüş. nietzsche ağladığında adlı kitabında şöyle der nietzsche:


hangi yıldızlardan düşüp birbirimizi bulduk biz. bu kadar düz bir cümlenin bu kadar karmaşık olmasına neden olan kadın.


lou andreas salomé, elli yaşındayken freud'dan eğitim alarak dünyanın ilk kadın psikanalisti olur. nietzsche'nin felsefesinden, freud'un psikanaliz yaklaşımından etkilenerek narsizm ve cinsellik üzerine çalışmalar yapar. hayatına girdiği her insandan ilham alan ve hayatına girdiği her insana ilham veren bu kadının edebiyat tarihinde el üstünde tutulması gerektiğini düşünüyorum. belki biraz da underrated kaldığını düşünüyorum; özellikle ataerkil kültürlerin erkek sanatını ve sanatçısını el üstünde tuttuğunu görünce daha çok yazılıp çizilmesi gerekitiğini düşünüyorum.

freud ile çalışmaya başladıktan sonra erotik isimli kitabı ortaya çıkarır salomé. narsizim üzerine kafa yorar. erkek ve kadın arasındaki aşkın çözümlemesini yapmaya çalışır. salomé için evlilik yani sadakat insanların özgürlüğünü engelleyerek aşkı yok eder. salomé için, bir kadın doğası gereği narsisttir ve mükemmelliği burada yatar. “narsizmin iki yönelimi” (1921) adlı makalesinde, kadınların seçici olurken toplumsal kısıtlamaları telafi etmelerine izin veren özel bir öz yeterlilik geliştirdiklerini yazar. dolayısıyla, narsisizmin işlevi koruyucudur. salomé, bir kadının sevmekten daha çok sevilmeye ihtiyaç duyduğunu da vurgular.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel ön ortada lou ve sağ arkasında freud.

1897 yılında şairler, müzisyenler ve filozoflar şehri münih'te 21 yaşında genç bir şair olan rilke ve 36 yaşındaki olgunluğunun en verimli ve güzel yıllarını yaşayan salomé tanışır. bu tanışma inanılmaz hazların kapısını açar. hayatına bir çok insan girmesine rağmen (cinsel olarak olmasa da), salomé'un en büyük aşkı rainer maria rilke olur. rilke için her türlü heyecanı yaşayabileceği bu kadın artık taptığı bir ilaha dönüşür. onun büyüsünde kalarak ve birsürü aşk mektupu yazar.

rilke mektuplarından birinde şunları söyler:


senin sınırlarına tozlu basit halde gelen güneş ışını, ruhunun parlak dalgasında bin kat berrak ve parlak oluyor. benim berrak kaynağım, dünyayı senden görmek istiyorum, çünkü o zaman yalnızca seni, seni, seni görüyorum.


rilke'nin görürüm seni şiirinin de salomé için yazdığını düşünüyorum.


görürüm seni, gözlerimi söndürsen de;
duyarım seni, kulaklarımı tıkasan da;
gelir dururum sana ben ayaksız hem de,
seni ağızsız çağırırım istediğim anda.
al kopar kollarımı dilersen, sanki
elle kavrarım seni ben yüreğimle;
atar beynim, yüreğimi sustursan da;
beynimi yangına vermek istesen bile,
taşırım seni damarlarımdaki kanda.


rilke ve salomé'un mektupları, ilişkilerinin ne kadar yoğun olduğunun ispatı gibidir. salomé, rilke'ye rusça da öğretmiş ki bunu inanılmaz etkileyici buluyorum. bu sayede rilke, rusça romanları kendi dilinde okuma şansına erişmiş. salomé'un verdiği ilham gerçekten çok büyüleyici hissettiriyor. aralarındaki bağ çok güzel şeyler ortaya çıkarmış.

aralarındaki entelektüel yazışmalara örnek olarak ingilizce bir paylaşım yapmak istiyorum. rilke 1914 yazında, salomé'a depresyonla mücadelesini tasvir ediyor ;


ı am like the little anemone ı once saw in the garden in rome; it had opened so wide during the day that it could no longer close at night. ıt was terrible to see it in the dark lawn, wide open, still taking in through its calyx, which seemed as if frantically flung open beneath an all-overpowering night that streamed down on it undiminished… my senses, without asking me, attach themselves to anything intrusive, whenever there's a noise ı give myself up to it and am that noise, and since everything, once it has been set for stimuli, wants to be set off by stimuli, so at heart ı want to be disturbed and am so without end. from such exposure to an existence in public, some sort of life inside me has taken refuge, has retreated to an innermost place and lives there the way people live during a siege, in deprivation and perpetual worry… and in between, between this uninterrupted outward-addiction and that interior existence ı can barely reach any longer, are the true dwelling-places of healthful feeling: empty, abandoned, cleared out, an inhospitable middle zone whose neutrality also explains why all the kindnesses of people and nature are wasted on me.


lou andreas-salomé, bir teselli cevabı yazar. bu kırılgan duygusallığın rilke'nin yaratıcılığına katkısını ifade eder ;


while you are perpetually feeling sick and miserable you are also perpetually finding expressions for that experience, and those expressions, in the distinctive form you give them, would be quite impossible unless somewhere inside you there is a flowing together, an experiencing in unison, of what you feel as so torn into one impulse fleeing outward and another burrowing inward, with only an empty, self-deserted middle space between them. those words with which you articulate this condition, and that passage, for example, about the anemone — they are nothing if not works, works accomplished, the coming about of deepest unities in you!

a great deal of poetic work has arisen from various despairs, certainly; but if it arose out of that despair, the despair of not being capable of just such poetic syntheses, there'd be a contradiction, don't you think? to your consciousness of yourself it appears that way, your consciousness finds itself on the side of what is being blocked, and therefore is not party to those moments which show again and again that you are not so lacking throughout in unity as you feel and think “yourself” to be; you suffer yourself as a person blocked, and that piece of happiness which is lodged in this situation remains hidden from you, withheld, even though all its requirements are inside you and express themselves; for one cannot write about the anemone the way you do without some store of happiness (which is just not fully working its way into consciousness!)

this may not factually change anything, since one has nothing of that which eludes one's feeling and thoughts; yet proof that it is real and is present remains important, — somewhat the way an insensate limb does not stir the same terror as an amputated one: the paralysis may be connected with processes that can at any moment resolve, and that do not block the flow of food and nourishment, etc.


tanrı ve din inancı olmayan salomé, toplumun dayattığı gelenek ve göreneklere hep karşı çıkmış. evliliğin sevgiyi yok edeceğini düşündüğü için evliliğe de karşı çıkmış. yalnız, 1887'de carl friedrich andreas'la evlenmiş ve 1930'da carl'ın ölümüne dek sürmüştür bu evlilik. evliliklerinde cinsellik olmadığı söylenir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel lou andreas salomé ve friedrich carl andreas.
devamını gör...

kırılan kalbi japon yapıştırıcısı ile yapıştırmak



hissettiği hüznün kalbindeki kırıklardan kaynaklı olduğunu öğrendiğinde artık çocukluktan çıkmıştı ki bunu uzun zaman önce anlamıştı. aynı kalp hızlı hızlı neşe ve heyecanla atarken bir anda kırık dökük bir kalbe nasıl dönüşüveriyordu. en sonunda tüm kırıklarını japon yapıştırıcısı ile yapıştırmaya karar verdi, böylece hiç kimse kalbini kıramayacaktı artık.

ilk önce kalbine giden yolu kesti, sonra kırık kalbini usulca eline aldı ve kırıklarını japon yapıştırıcısı ile yapıştırdı. kalbini yerine koyduktan sonra üstünü güzelce kapatarak yarayı da yapıştırdı. el hünerlerinin gelişmiş olması bu işi kolaylaştırmıştı. kırılmayacak bir kalp yapmıştı kendine. japon yapıştırıcısına güvendiği kadar kimseye güvenmemişti bu hayatta zaten.
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

ağaçların kökleri toprağa tutsaktır ama dalları da bir o kadar özgürdür. nazım hikmet’in “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine” sözlerini hatırlatır bana ağaçlar. öğrenmemiz gereken ne çok şey var doğada…

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

klasik müzik

çok iyi bir klasik müzik dinleyicisi sayılmam belki ama klasik müziğin hayatımda güzel bir yeri var. özellikle pazar günlerimi klasik müziğe ayırmak gibi bir rutinim var. güzel bir klasik müzik listem var, döne dolana o listeyi dinlemek hiç sıkmıyor beni. bazı bestecileri daha çok seviyorum; chopin, mendelssohn ve schubert gibi.

klasik müzikte aynı parçaları dinlemek diğer müziklerdeki gibi olmuyor zaten, istesen de bir parçayı tamamen bir dinleyişte algılayamıyorsun ve her seferinde beyninde farklı sinir uçlarını harekete geçirerek başka duygular uyandırıyor. beyni rahatlatırken bir şölene dönüştürebiliyor. tek bir klasik müzik parçası dinleyerek bile ömür geçer diye düşünüyorum. düşünsenize mendelssohn’un violin konçertosunu dinlemekten nasıl sıkılabilir ki bir insan...



klasik müzik dinlemek ruha iyi geldiği kadar sağlığa da iyi geliyor. yapılan bilimsel araştırmalar önemli kanıtlar sunuyor aslında. bunlardan bazıları:

deneklerle yapılan bir araştırmada klasik müzik dinleyicilerinin müzik dinlemeyen katılımcılara göre daha düşük kan basıncı seviyelerine sahip olduğu bulunmuş mesela.

başka bir araştırmada kronik ağrı çeken katılımcıların klasik müzik dinledikten sonra dinlemeyenlere göre daha az ağrı hissettiğini bulunmuş. bilindiği üzere; müzik beynin ağrıyı hafifletmeye yardımcı olan ödül merkezini harekete geçiriyor.

bilim insanları, klasik müziğin vücuttaki kortizol seviyelerini düşürerek stresi azaltmaya yardımcı olabileceğini söylüyor.

başka bir çalışmaya göre, hamile kadınlar klasik müzik dinlerken stres ve kaygılarının hafiflettiğini bildirmişler. bunun sadece anne adayları için değil, aynı zamanda ameliyat öncesi ve sonrasında hastalar için de faydalı olduğu görülüyor.

ve son olarak; en sevdiğiniz klasik parçaları uykuya dalmadan önce yaklaşık 45 dakika dinlerseniz uyku kalitesini iyileştirmeye yardımcı olabiliyor.

birkaç klasik müzik parçası dinlemek isteyenler için;

chopin, waltz in a minor. bruce liu yorumu;


schubert, ständchen. camille & beatrice'in yorumu;


dvorák, slavonic dance;
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çektiği fotoğraflar

parmaklarımı uzatıyorum gökyüzüne değiyor,
ruhum bedenimden çıkıp özgürlüğüne kavuşuyor,
ve gerçeklikle düş birbirine karışıyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

taktığın şeye bak diyen psikolog

mülayim bir tip beliriyor kafamda ama öyle demese daha iyi olur tabii. herkesin derdi kendine en büyük dertmiş gibi görünür. dertler level level’dır yalnız sırasız da gelebilir bu dertler. her derdin çözümü yoktur ama dertlerle başa çıkabilmenin yolları olur, psikoloğun görevi de o dertle başa çıkabilmenin yollarını tavsiye etmektir.

ben de bir süre fizyoterapiste gittim bacağımın yan tarafındaki bağı incittim ve koşamıyorum artık. benim için önemli çünkü deşarj olma yöntemlerinden biri koşmak. fizyoterapist ne dese beğenirsiniz; “sen de koşmayıver, en azından diğer sporları yapıyorsun. benim karım da senin gibi koşma sevdalısıydı o da aynı şekilde incitti o bağı ona da koşma dedim.”
devamını gör...

the banshees of inisherin

bazı filmlerin etkisi uzunca süre geçmeyecek kadar derin olur. hatta o filmler, yaşamı algılayışında küçük değişimlere vesile olurlar. bu film de öyle bir film işte.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ilişkilerimiz, farklılıklarımız, dünyayı algılama biçimimiz ve yaşama isteğimiz o kadar farklı ki; bu farklı kişiliklerin yansıtıldığı bu küçük ada kasabasındaki tanık olduğumuz her bir karakterde hücrelerimize kadar hissedebiliyoruz bu durumu.

çekimler irlanda'da yapıldığı için; denizin dalgalarını, göğün bulutlarını, karanın yeşilliğini sonuna kadar içimize çekme şansımız oluyor. filmde, yörenin aksanının uyarlanması ayrıca mutlu ediyor insanı. bir yörenin insanını kendi aksanıyla duymak insanı daha da çekiyor filmin içine.

karakterlerin her biri tüm naturalarını başarıyla ortaya koyuyor. hepsi de çok samimi. buna hayvan karakterler de dahil ki onların yapay olma ihtimali sıfır zaten.

bundan sonrası spoiler…


hayvan karakter demişken, minyatür eşek jenny'ye üzülüp ağlamayan bir tek ben değilimdir herhalde. aslında insan en çok, ölene değil de ölenin arkadasından acı çekecek olan insana daha çok üzülüyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

pádraic için kız kardeşi gittikten sonra tutunacağı tel dal olan jenny'nin ölümü ne kadar travmatiktir. pádraic'in inatı colm'ın parmaklarından etse de pádraic için üzülmeyi kesemedim bir türlü. insanın yalnızlığını pádraic karakterinde o kadar hissetim ki; herkesi istemezsin hayatında, herkes senin için aynı şeyi ifade etmez. o da hayatında colm olmaya devam etse mutlu mesut yaşayacaktı küçük dünyasında ama her zaman her şey istediğin gitmiyor işte bu hayatta.

o kasabada ne ister ki bir insan zaten; her gün bir pint biranı içer, dostunla sohbet eder evine gidersin. ya dostun artık seni görmek istemezse; işte öyle bir kasabada yaşayan biri için yıkım olur bu. bu iki karakteri bir araya getiren iyi ve duygusal olmaları mıydı sadece acaba? sohbetlerinde pádraic'in basit algılayışı karşısında sabırlı olmasını sağlayan neydi colm'ın? her ne idiyse güzel bir arkadaşlık olduğuna inanıyorum ben. colm'ın çıkmazları ve çözümsüzlüğü, belki de pádraic'in onun değer verdiği gibi müziğe değer vermemesi bağlarını koparmak istemesini sağladı. her ne idiyse ikisinin de sancılarını derinden hissetmiş olduk.

diğer taraftan, tüm saflığıyla yaşama tutunmaya çalışan dominic karakterinin intiharına mı üzülsem, kendini okuyarak yetiştirmiş ve o kasabaya birkaç gömlek fazla gelen kız kardeş siobhán'a mı üzülsem bilmiyorum. siobhán'ın gidişi kendisi için verdiği en iyi karardı ama bunu hissediyorum.

devamını gör...

varoluş sıkıntısı

varlığını sık sık sorgulayan insanlardan biriyim. bunu her anlamda yapıyorum; biçimsel, ruhsal, psikolojik, felsefi, evrimsel adını ne koyarsanız koyun. çıkmazlarım ve cevapsız sorularım var, işin içinden çıkamayınca kaçışlarım da oluyor.

yüzyıllardır filozoflar benim derme çatma fikirlerimle yapmaya çalıştığım şeyi hayatlarını adayarak yapıyor. insanı yoran bir süreç bu. sosyal bilimler okumadım, analitik düşünmeye daha yatkın beynim ama boşlukta hissettiğimde bu tür sorgulamalardan kaçamıyorum. varlığımı ve varlığımın nedenini sorgulamaktan alıkoyamıyorum kendimi. iyi bir insan olmak mı amacım? mutlu olmak mı? ya da yaşadığım her acıyı ve üzüntüyü yaşamın parçası olarak kabul edip benimsemek mi? bilincin sıkıntı yaratacağını bile bile neden bu kadar gelişmesine izin verdik? evrimin önüne geçilebilir mi? bu kadar sıkıntılı bir varlığa sahip olduğumuz halde neden bu kadar yaşama bağlıyız? evrimsel süreç bizi nereye götürüyor? bilinç niye var oldu? sadece yaşamak ve hayatta kalmak niye yetmedi?

tanrıya gönülden inanıyor olsaydım, var oluşumuzu direkt tanrı ile ilişkilendirir, kaderime razı gelerek aynen şu an yaptığım gibi ama daha huzurlu yaşayarak ömrümü tüketebilirdim. nedenini, nasılını çok fazla sorgulamadan yaşamak daha huzurlu olurdu sanıyorum. inananların sorgulamadan yaşadığını söylemek değil buradaki amacım. yalnız siz de kabul edersiniz ki, eğer tanrı varsa kader de var demektir, yani varlığının amacı zaten yazılmıştır tanrı tarafından. sen ne kadar sorgulasan da sorgulama şeklin bile tasarlanmıştır tanrı tarafından.

tanrı yok ve ben bu bilgiyle çok fazla boşlukta hissediyorum kendimi. keşke olsaydı ve inansaydım ama yok. varlığını ispatlayamayacağınız bir şeyin yokluğunu da ispatlayamazsınız biliyorum.

daha ilkokul çağında başlayan insanın evrimsel sürecine olan merakım, ilk önce dinden uzaklaşmamı sonra da inandığım tanrı kavramını yok etti. bu aydınlanmayı yaşamamı sağlayan ansiklopediler oldu, yani benimkisi bir keşifti. inanan bir toplumda inanmamayı seçmek zordur. elimden geldiğince insanlara kendimi anlatmaya çalıştım. etik değerlerim hep çok yüksek oldu, bu yüzden kimsenin çok ağır eleştirilerine maruz kalmadım. tanrıyı nasıl mı yok ettim?

evrimsel sürecin hiçbir aşamasında tanrıyı göremezsiniz. tüm varoluşumuz tek hücreli bir canlının evrimsel sürecinde yatıyor. yaşamımızın kısalığı ile bu süreci tahayyül edebilmemiz imkansız. 100 yıl kadar yaşadığımızı düşünürsek o hücrenin bu aşamaya gelmesi için on milyonlarca yıl geçmesi gerekti. tahmin edemeyeceğimiz kadar uzun bir süreç bu. insan olarak en büyük sorunumuz ve aynı zamanda en büyük şansımız ise bu bilince sahip olamamız gibi geliyor bana. gözlemleyebildiğimiz her şeyi sorgulama şansımız olduğu gibi bu bilinçsel evrimsel sürecini de sorgulayabiliyoruz.

geçen gün bir arkadaşımla konuşuyoruz; ben ona “keşke insan bu bilince ulaşmasaydı ve diğer hayvanlar gibi sadece yaşamaya çalışıyor olsaydık'' dedim. bunu sık sık düşünmüşümdür; sorgulamadan yaşadığım bir günü hayal ederim ve beynimin huzura ereceğini düşünürüm. o da dedi ki bana; ''tüm varoluşumuzun hiçbir anlamı kalmazdı. bunları gözlemleyip anlayabildiğin sürece varsın yoksa her şey anlamsız.''

diğer hayvanlar için varoluş sıkıntısı yok evet, çoğu büyük bir beyne sahip olduğu halde bizim yaşadığımız bu varoluş sıkıntısına sahip değil. biz bu dünyadan silinsek, her şey kendi halinde var olmaya devam edecek ve buna anlam verecek bir canlı türü kalmayacak yer yüzünde.

tüm bunları düşününce insanın nasıl üstün bir varlık olduğunu anlıyorum. insanın tanrıya ihtiyacı yok gibi görünüyor bu durumda. yalnız benim bahsettiğim ideal bir dünyada kulağa hoş geliyor. etik değerleri iyi gelişmemiş bir canlı ile ancak kötülük üretilir. işte bu noktada dinler ve tanrı ortaya çıkıyor. insanla yani bilinçli kötülükle baş edebilmenin tek yolu ondan çok daha üstün bir varlığa inanmaktan geçiyor sanırım.
devamını gör...

yalnızca senin sandığın şarkılar


bu şarkıyı çok az kişi bilir sanıyorum. buyrun sizin de olsun :)
devamını gör...

fade to black

başındaki kara bulutların şahidi bir metallica şarkısıdır. hepimiz bir gün özgürlüğümüze kavuşacağız, o gün gelene kadar bir kelebeğin kanat çırpışında, gökkuşağının renklerinde, bir çocuğun gülüşünde, yağmur sonrasındaki toprağın kokusunda anlam arayacağız. o güne kadar fade to black dinleyip başımızda dolanan kara bulutları bağrımıza basacağız. biliyoruz ki o kara bulutlar sadece senin benim değil herkesin başının üstünde dolaşıyor ve bu şarkı bana yalnız olmadığımı hissettiriyor.


life, it seems, will fade away
drifting further every day
getting lost within myself
nothing matters, no one else
ı have lost the will to live
simply nothing more to give
there is nothing more for me
need the end to set me free

things not what they used to be
missing one inside of me
deathly lost, this can't be real
cannot stand this hell ı feel
emptiness is filling me
to the point of agony
growing darkness taking dawn
ı was me, but now he's gone

no one but me
can save myself
but it's too late
now ı can't think
think why ı should even try

yesterday seems as though
ıt never existed
death greets me warm
now ı will just say goodbye
bye...
devamını gör...

yellow

ingiliz rock grubu coldplay'in hit şarkısı. şarkı, 26 haziran 2000'de parachutes'ün shiver'dan sonraki ikinci uk single'ı ve usa'in baş single'ı olarak yayınlanmış. aradan 25 sene geçmiş ama hala sevilerek dinleniyor. şarkı, güney galler'de monmouth yakınlarındaki rockfield'ın quadrangle stüdyosunda yazılmış. shiver'ın kaydını bitirdikten sonra grup stüdyodan çıkar, gökyüzündeki yıldızlar görülebilecek kadar harika bir gecedir.

solist chris martin bu görüntüden ilham alır ve şarkının ana melodisini oluşturur kafasında. martin şarkının sözlerini yazarken doğru kelimeleri bulamaz. şarkının konseptine uyacak, şarkı sözlerinde eksik anahtar kelime arayışındadır. muhtemelen hala o zamanlar kullanılmakta olan sarı renkli telefon rehberini (yellow pages) görünce eksik kelimeyi de bulmuş olur.

şarkıya giden yol;
devamını gör...

normal sözlük yazarlarının çizimleri

bu resmi sevdiğim bir yönetmen olan david lynch öldüğünde çizmiştim. ekşi sözlük’te yayınladığımda toksik tayfa tarafından bolca eksilenmiş değersizleştirilmeye çalışılmıştı. o günden sonra çizmeyi bırakmıştım. bugün tekrar çizmeye başladım. bu resmi de burada paylaşmaya karar verdim.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim