hayalperestin günlüğü yazar profili

hayalperestin günlüğü kapak fotoğrafı
hayalperestin günlüğü profil fotoğrafı
rozet
karma: 836 tanım: 22 başlık: 1 takipçi: 8

son tanımları


eternal sunshine of the spotless mind

filmin adının nereden geldiğine ve anlamına dair bir bilgi:

mary'nin dr. mierzwiak'a okuduğu alexander pope'un sözü, filme isim vermiş aynı zamanda;

“how happy is the blameless vestal's lot! the world forgetting, by the world forgot. eternal sunshine of the spotless mind! each pray'r accepted, and each wish resign'd?”


anlamı ise anladığım kadarıyla; eski sevgilisine karşı hala yoğun duygular besleyen bir rahibe hakkında. rahibe olmasından dolayı sevgilisine olan arzusunu bırakabilmeyi diliyor. bakirelerin ne kadar mutlu oldukları, her dualarının kabul olduğu, kalp kırıklığı yaşamanın veya aşkını kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu asla bilmeden barış içinde yaşıyor olduklarını anlatıyor.
devamını gör...

normal sözlük

insana nefes aldıran bir platform. hiçbir toksikliğe maruz kalmadım henüz. yazdıklarım değer görüyor, emeklerim karşılıksız kalmıyor. sizi rahatsız eden başlıklara girmediğiniz sürece kafanız rahat ediyor. herkes kendini iyi hissettiği, var ettiği başlıklarda buluyor zaten. yeni sayılırım burada ama şimdiden sevdim. güzel bir başlangıç oldu benim için. umarım böyle devam eder.
devamını gör...

yol fotoğrafları

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

çok kitsch bir söz olacak ama yaşam bir yolculuk gibi ve yolda olmak güzel; gerçek veya metafor olarak… yolculuğun keyfini çıkarabilirsek ne ala, yoksa koca bir hayat pişmanlıklarla biter.
devamını gör...

oscar wilde

oscar wilde, seçkin entelektüel niteliklere sahip bir kültür ikonudur. hiciv yeteneği ve keskin zekası tartışılmaz. toplumun aykırı bulduğu davranışları ve eşcinselliğinden vazgeçmemiş özgür bir ruhtur o. başına gelecek felaketleri bilerek lord alfred douglas ile ilişkisine devam eder ve yaşamaya değer görür. 46 yıllık kısacık yaşamına çok şey sığdırır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
oscar wilde ve alfred douglas


dünyada hakkında konuşulmaktan daha kötü tek bir şey vardır, o da hakkında konuşulmamak.
der oscar wilde ve bizler onun hakkında konuşmaya devam ediyoruz.

1854'de, dublin'de dünyaya gelen oscar wilde üzerinde şair annesi jane francesca elgee'nin büyük etkisi olmuş anlaşılan. italyanca'da “umut” anlamına gelen "speranza" takma adıyla bir gazetede yazılar yayınlayan annesi, oğlunun karakterini de şekillendirmiş ki annesi şu sözleri ile oğlunun arkasında durduğunu teyit eder sanki;


insanların günah işlemek uğruna yaşamaları gerekir.


kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
annesi jane francesca elgee

babası ise doktor olup ailesine iyi bir yaşam sağlamış. oscar wilde da gönlünce yaşamış, para derdi olmamış hiç.

oscar wilde, 1891'de yayımlanan tek romanı dorian gray'in portresi'ndeki üç karakterle ilgili şunları söylemiş:


yetenekli, iyi kalpli ama çirkin basil hallward benim. kötülük meleği lord henry wotton herkesin olduğumu sandığı kişi… dorian gray ise keşke benzeseydim dediğim insan.


dorian gray; insanların hayranlıkla izlediği, yaşlanmaktan korkan, genç, yakışıklı ve seçkin bir adamdır.

basil hallward; dorian'ın güzelliğine hayran olan ve ondan ilham alan bir ressamdır.

lord henry; yaşamda değerli olan tek şeyin gençlik ve zevklerden ibaret olduğunu savunan geri kalan her şeyi yok sayan bir hedonisttir.



"keşke aşık olabilseydim" dedi dorian gray, sesinde derin bir acıyla. "ama tutkuyu yitirmiş, arzuyu unutmuş gibiyim.kendime fazla dönüğüm.kendi kişiliğim benim için bir yük haline geldi.kaçmak, uzaklara gitmek, unutmak istiyorum."



kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
hikayenin ilk olarak 1890 yılında lippincott's monthly magazine'de yayımlanan baskısı.

onun hakkında az bilinen bazı özellikler ise şunlar;

-iyi derecede ingilizce, almanca ve fransızca bilir ve yeterli düzeyde italyanca ve yunanca bilgisine sahipti.

-eşcinsel olmasına rağmen constance lloyd ile evliydi. constance iki oğlunun annesiydi ve aynı zamanda başarılı bir çocuk öyküleri yazarı.

-oscar wilde aynı zamanda başarılı bir çocuk kitabı yazarıdır. kısa öykü koleksiyonu mutlu prens ve diğer masallar 1888 yılının mayıs ayında yayımlandı.
devamını gör...

the puppeteer

sleeping pulse'ın 2014 çıkışlı tek albümü olan under the same sky’ın en güzel parçalarından biridir. underrated bir müzik oluşumunun (çünkü kendilerini bir müzik grubu olarak lanse etmiyorlar) underrated bir parçasıdır. loop’a alınacak şarkılar listesinde yer alır. mick moss'u antimatter'dan bilenler bilir; o tok ve buğulu ses müzikle birlikte o kadar güzel yol alıyor ki. kederli sözlerinin her hecesini sesinde var ediyor.

müzik ise portekizli doom metal grubu painted black'in üyesi luís fazendeiro'ya ait. moss’un sesinin tamamlayıcısı adete.

muhteşem bir eser! hüzünlü bir keşif gibi, hislerini olmadık yolculuklara çıkarıyor insanın. şarkının sözleri;


“a puppet
hears from stage
the audience applause
for the puppeteers' displays
but the marionette, believes it's for she
ı'll perform by my self she thought
and petulantly cut her strings
ı am the one who picked you up
from your cold wooden sleep
mine is the hand who brought you life
graceful
when you thought that you could dance alone
you turned and savaged me
without my hand you fall back down
puppet fall back down
ıt's painful
to drop so low
when not so long before
she thought she'd stole the show
now she lies in wait
ready to reach
and haul herself back up
on the cocks of other puppeteers
ı am the one who picked you up
from your cold wooden sleep
mine is the hand who brought you life
graceful
when you thought that you could dance alone
you turned and savaged me
without my hand you fall back down
puppet fall back down”


devamını gör...

sefiller

les misérables (müzikal)

sefiller kitabı dünyanın en iyi müzikallerinden birine uyarlanmıştır. 1980'de claude michel schoenberg'in müziklerini ve alain boublil'in sözlerini yazdığı les misérables müzikali uzun yıllardır dünyanın dört bir yanında müzikal severlerin kalbini çalıyor.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

bu müzikalin bir de 2012 yapımı müzikal film versiyonu var. müzikalin filmleştirilmiş bir versiyonu gibidir çünkü oyunlaştıran ve müziklerini yapan yine aynı insanlardır. filmi de severek izledim fakat javert karakterini oynayan russell crowe iyi bir seçim olmamıştı; ana karakterin sesinin sonuçta müzikal yeterliliği olabilmeli diye düşünüyorum.

bu müzikal 1985'ten beri londra'da sahneleniyor ve bu da onu `west end`'deki en uzun süre sahnelenen müzikal yapıyor.

tüm müzikali irdeleyeceğim şimdi. eğer bir müzikal versiyonunu izlemeyi düşünüyorsanız, olaylara fransız kalmamak için şarkıları ve sözlerini izlemeden önce anlamanızı tavsiye ederim. yoksa müzikal sevmeyenler grubuna dahil olmanız işten bile olmayacaktır.

müzikal; prologue, 1. perde , 2. perde ve epilogue'dan oluşuyor.


***prologue***

yıl 1815 fransa. tutuklu işçi jean valjean, "mahkum 24601" bir somun ekmek çaldığı için yıllarca hapis yatar, hapishane gardiyanı javert tarafından şartlı tahliye ile serbest bırakılır. gerçek hayatta iş bulamaz dışlanır ve piskoposun gümüşlerini çalar. polis tarafından yakalansa da piskopos, valjean'a gümüşü verdiğini söyler ve kurtarır onu, bu aynı zamanda valjean'ı hayata döndüren ve kendini sorgulatan bir hareket olacaktır.

what ı have done, alfie boe 2010 performansında jean valjean'ı oynuyor.

***1. perde***

aradan yıllar geçer. valjean, bir fabrika sahibi olur ve monsieur madeleine olarak yeni bir kimliğe bürünür. bekar bir anne olan fantine kızı cosette'i büyütebilmek için bu fabrikada çalışır. sapık ustabaşı fantine'i arzular ve fantine'in bir çocuğu olduğunu keşfeder. fantine işinden olur. para kazanabileceği tek bir iş kalır; saçlarını ve bedenini satacaktır.

ı dreamed a dream. 2012 yapımı filmden. fantine'in yürek dağlayan yakarışı.

valjean yanından geçerken fantine'i görür ve acır ona, hastaneye götürülmesini sağlar. bu arada javert, yıllardır şartlı tahlil anlaşmasını ihlal eden valjean'ın peşindedir. valjean, hastanede fantine'in kızı cosette'i bulacağına ve onu koruyacağına söz verir ve fantine ölür.

bu arada montfermeil'de, inanılmaz kötü huylu, hırsız ve ikiyüzlü thénardier'ler küçük cosette'i bir hizmetçi olarak kullanmaktadır. valjean, thénardier'lere onu evlat edinmek için para teklif eder. thénardier'ler çok fazla para karşılığında cosette'in gitmesine izin verirler.

master of the house. matt lucas bir thénardier olarak söylüyor.

yıllar geçer, 1832 yılında paris'te, yoksullara merhametiyle biline general lamarque ölünce çalkantılı bir dönem başlar. yoksullar için, devrimci öğrenciler marius ve enjolras plan yapmaya başlar. bu arada, thénardier'lerin artık bir genç kız olan kızı éponine, marius'a gizlice aşık olur. fakat cosette ve marius birbirlerini görünce aşık olmuşlardır bile. valjean ve cosette yine kaçmak zorunda kalır javert'ten. marius, éponine'i cosette'i bulmasına yardım etmeye ikna eder.

general lamarque'ın ölümünden sonra, öğrenciler devrimi kışkırtmak için halkın umutsuzluğunu kullanmaya yemin ederler.

do you hear the people sing, 2012 yapımı filmden. halkın sesi bu marşla yükselir.

''do you hear the people sing?
singing a song of angry men
ıt is the music of a people
who will not be slaves again!
when the beating of your heart
echoes the beating of the drums
there is a life about to start
when tomorrow comes!''

éponine, marius'u cosette'in bahçesine götürür. éponine'in kalbi kırıktır. thénardier ve çetesi valjean'ın evini soymak için gelirler, ancak éponine bir uyarı çığlığı atarak onları durdurur. valjean bunu bir uyarı olarak düşünür ve cosette'le birlikte kaçmaya devam eder. cosette ve marius umutsuzluk içinde ayrılırlar. éponine, marius'un onu asla sevmeyeceğini acı içinde kabul eder. marius, cosette'i takip etmek mi yoksa ayaklanmaya katılmak mı konusunda kararsızdır ama kalmaya karar verir.

one day more, the 25th anniversary. devrime bu kadar yaklaşmışken yarım bırakmak olmaz.

''do ı stay, and do ı dare?
will you take your place with me?
the time is now, the day is here
one day more
one day more to revolution''

***2. perde ***

öğrenciler bir barikat kurarlar. asi kılığına giren javert başkaldırışı gözetlemek için gönüllü olur. éponine ise asilere katılmak için kendini erkek kılığına sokar. marius, éponine'ni koruma maksatıyla cosette'e bir veda mektubu götürmesi için gönderir. valjean mektubu ele geçirir ve marius ile cosette'in aşkını öğrenir. paris sokaklarında yalnız olan éponine, marius'u yanında hayal eder ve karşılıksız aşkına üzülür.

on my own. éponine'in bu yalnızlığı ve gönül yarası her dinlediğimde gözlerimi yaşartır.

''ı love him
but when the night is over
he is gone, the river's just a river
without him the world around me changes
the trees are bare and everywhere
the streets are full of strangers''

fransız ordusu barikata varır ve öğrencilerin teslim olmasını ister. javert, öğrencilere hükümetin saldırmayacağını söyler. gavroche onu tanır ve bir casus olduğunu ifşa eder; öğrenciler onu tutuklar. éponine geri döndüğünde askerler tarafından vurulur. éponine ,marius onu tutarken acı hissetmediğini söyler ve kollarında ölmeden önce ona olan aşkını itiraf eder. öğrenciler bu kayba yas tutar ve savaşmaya karar verirler. enjolras, kalbi kırık marius'u teselli eder. valjean bir asker kılığında gelir. valjean, enjolras'tan hapsedilen javert'i idam etmesine izin vermesini ister ve enjolras da bunu kabul eder. ancak valjean, javert ile yalnız kalır kalmaz onu serbest bırakır. javert, valjean'ı takibinden vazgeçmeyeceği konusunda uyarır.

marius, ölürse cosette'in onu hatırlayıp hatırlamayacağını merak eder. valjean, marius'u koruması için tanrı'ya dua eder. ordu gavroche'u öldürdüğünde öğrencilerin kararlılığı güçlenir ve isyancılar olarak son insan kalana kadar savaşırlar. ağır yaralı marius hariç hepsi öldürülür. valjean marius'u kanalizasyona taşımıştır. valjean sonunda yorgunluktan yere yığılır. valjean kendine gelir gelmez kaçar. yalnız javert bekliyordur onu. valjean, marius'u doktora götürmek için javert'ten zaman ister ve javert isteksizce kabul eder. javert, böyle bir suçlunun nasıl bu kadar merhametli olduğunu anlayamaz. tanrı hakkındaki inançları ve kanuna olan sadakati arasında kalan javert, kendini seine nehri'ne atarak intihar eder.

başarısız devrimden sonra, kadınlar öğrencilerin ölümleri için yas tutarlar. yaralı marius, arkadaşlarının ölümü karşısında umutsuzluğa kapılır.

empty chairs and empty tables. marius (eddie redmayne) hayatını kaybeden yoldaşlarının yasını tutar. ağlatan başka bir şarkı da budur.

marius hayatını kimin kurtardığını merak eder. cosette onu teselli eder ve aşklarını yeniden teyit ederler. valjean onlara onayını verir. marius'a kaçak bir mahkum olduğunu ve varlığının cosette'i tehlikeye atması nedeniyle gitmesi gerektiğini itiraf eder. marius'tan cosette'e asla söylemeyeceğine dair söz almasını ister. aylar sonra marius ve cosette evlenir. thénardier'ler asalet zırvalayarak resepsiyona baskın düzenler ve marius'a şantaj yapmaya çalışır. valjean'ın bir katil olduğunu ve thénardier'in onu kanalizasyonda bir ceset taşırken gördüğünü söylerler. marius, valjean'ın hayatını kurtardığını anlar. marius ve cosette, valjean'ı bulmak için ayrılırlar.

the wedding chorole and beggars at the feast.

***epilogue***

valjean bir manastırda ölümü beklemektedir. fantine'in ruhu, ona affedildiğini ve yakında tanrı'nın yanına gideceğini söyler. cosette ve marius gelir. ölümün eşiğinde, valjean tanrı'ya cosette'i tekrar görmesine izin verdiği için teşekkür eder. marius hayatını kurtardığı için ona teşekkür eder. valjean, cosette'e sorunlu geçmişini ve annesiyle ilgili gerçeği itiraf eden bir mektup verir. öldüğünde, fantine ve éponine'in ruhları onu cennete götürür ve ona "başka birini sevmenin tanrı'nın yüzünü görmek olduğunu" hatırlatırlar. barikatlarda ölenlerin ruhları da katılır onlara.

do you hear the people sing?les miserables 25th anniversary.
do you hear the people sing? 2012 yapımı filmden.


olaylar dizininin alındığı kaynak
devamını gör...

starless

john wetton'ın büyülü sesiyle söylediği, duyguları progresif ve depresif ritimlerle dalgalandıran muhteşem bir king crimson şarkısı. bu şarkının çok güzel yorumlandığı bir yazı okudum ve türkçeye çevirerek bir katkıda bulunmak istedim. ingilizce sözleri de ekleyeceğim ki hangi bölümlerden bahsedildiği anlaşılsın.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

''yaşamdan rahatsız olup huzurumuz kaçtığında, geceleri yıldızsız bir gökyüzü sırdaşımız ve huzursuz ruh halimizin efendisi olur. o gecelerde gökyüzü, sonsuzluktaki bir galaksi dilimi gibi görünmez, aksine hayatın alaycı ve acı gösterisine sahne olmuş ıssız bir sirkin kasvetli çadır bezine benzer.

king crimson'ın starless'nın melodik açılışı, bariz bir sakinlikle tellerle asılı duran bir atmosferdir, ardından mellotron'dan dökülen notalar ve sanki bir odanın kapısını açıyormuş gibi anlatımı olan gitar katılır; sanki bizi bir pencereden bakmaya çağırıyor gibidir.

içeride bir adam gecenin karanlık semasına bakar.

ve içeride, bir prog-rock insan draması yaşanır.

derin ve güçlü wetton'ın sesi, titanların gece yolculuğunun hikaye anlatıcısıdır. bunlar, karanlık ve güçlü atlara binen, olan ve olacak olan arasında dörtnala koşan düşüncelerimizin yoldaşlarıdır. bu düşünceler; o odada kilitli, yıldızsız bir gökyüzünün altındaki o adamın üzerinde zorlayarak var olurlar.

özlem dolu bakışlarının yöneldiği bir gün batımının altın görüntüsünü unutmuş bir adamdır o.

'sundown dazzling day
gold through my eyes
but my eyes turned within
only see
starless and bible black

göz kamaştırıcı bir gününün batışı
gözlerimde altın
fakat gözlerim içeri döndü
tek gördüğüm
yıldızsız ve incil karası'

bu adamın kaygısını açıkça görebiliriz. bir çiçek alırsa, onun solmasını izlemek zorunda kalacağını bilen bir adamdır o. gecenin büyüsünü bilen ve uykuya yol açan kaçınılmaz fiziksel kapanmaya teslim olmak istemeyen bir adamdır. çünkü uyku ölüme benzer.

yani uyanıktır ve yıldızların olmadığı karanlık bir gecede boğulmaya devam eder. bu geceden sonra yüzmeyi öğreneceğinin farkındadır; gecenin getirdiği hayat ve düşünce denizinde yüzmeye devam edecektir.

yüzünde sapkın bir gülümsemeyle ona şefkat gösteren eski bir arkadaşı belirir.

'old friend charity
cruel twisted smile
and the smile signals emptiness
for me
starless and bible black

eski dostun sadakası,
zalimce çarpık bir gülümseme
ve bu gülümseme boşluğa işaret ediyor
benim için
yıldızsız ve incil karası'

işte bu yüzden, bazen tanıdık yüzleri günahlarımıza atfetmek daha kolay görünür, bu yüzden onlarla tartışmak daha zordur. ve sonra, bu günahlarınıza boyun eğerseniz, kendinizi kolayca haklı çıkarabilirsiniz.

'ıce blue silver sky
fades into grey
to a grey hope that oh yearns to be
starless and bible black

buz mavisi gümüş gökyüzü
griye solar
özleyen gri bir umuda
yıldızsız ve incil karası'

rüya gibi deniz, starless'ta uykusuz adamı taşır ve bir arı sürüsü gibi, mavi bir buz örtüsü öne çıktığında ve gökyüzü gümüş rengine döndüğünde yüzer. ama bu sadece bir andır, sonra güzel gökyüzü griye döner ve buz bir kafese dönüşür. fripp'in azimli gitarının ritmiyle kıvranan deniz kaybolurken uykusuzluk çeken kişi kapana kısılır.

ve sonra, king crimson'ın planı hayata geçer. o yükselen doruk, daha yüksek, daha hızlı ve daha etkileyicidir; bruford'un davul vuruşlarının ortasında açılan bir gitar çılgınlığıdır.

uykusuzluğun yüzdüğü o deniz, prog-rock dehalarının müzikal distorsiyonuyla şekilsizleşir; daralır ve sonra genişler. maddenin biçimini değiştirebilen, notalara hayat ve fiziksel biçim verebilen, ruhu yüceltebilen bir grup olan king crimson'ın elinde balmumu gibi olur.

bruford, perküsyonun yaratılmasına hayat verir. geceyi hareket ettirir, yıldızları çağırır, sonra ağlayarak saksafonun girmesi için bir boşluk bırakır. ve şu ana kadar söylenen ve yapılan her şeyi alaya alarak, herkesle dalga geçer. sonunda prog-rock orkestrasına yol vermeden önce wetton'ın vokal notalarını takip ederek yukarı ve aşağı hareket eder.

hayat bu ve starless'ın uykusuz adamı bile bunu anlıyor. çok derin, çok düşünen ve anın boşluğuna teslim olamayan bir adam.

o gece adam, hayatın tılsımlarıyla, davulların gök gürültüsüyle ve saksafonun gücüyle vurulur. kontrollü farkındalık, çöküşün cazibesi ve şimdinin görkemi onu çok etkiler. onu muhteşem bir gerçeğe teslim olmaya zorlayacak gerilimdir bu; yıldızsız bir gecede ayı çok daha iyi görebilirsiniz.''

bu şarkıyı ilk defa dinleyecek insanlar varsa bu dramanın keyfini her notasında bulacaklardır.

starless/ spotify

kaynak
devamını gör...

rock bottom

steven wilson'ın, aynı zamanda bu şarkının sözlerini yazan ninet tayeb ile birlikte seslendirdiği, 29 eylül'de 2023'de çıkan “the harmony codex” albümünün beşinci parçasıdır rock bottom. dramatik ve meydan okuyan bir şarkı. mesajını almak isteyene; “umudunuzu kaybetmeyin, hayatta kalın!” diyor. klip de şarkı kadar etkili.

rock bottom/youtube
devamını gör...

mutluluk

"mutluluk, etrafınızdaki insanları mutlu olduğunuza inandırmak değildir."

cold souls (dondurulmuş ruhlar), sophie barthes, 2009
devamını gör...

ilginç etimolojik bağlantılar

avokado: ingilizcesi avocado olan bu kelime, aztek dilinde testis anlamına gelen "ahuacatl" kelimesinden gelir. aslında şeklinin benzerliğinin yanı sıra avakado, cinsel dürtüyü uyaran yiyeceklerden biridir de yani `afrodizyak`tır.

sandiviç: ingilizcesi sandwich olan bu kelimenin kökeni yaklaşık 250 yıl öncesine dayanır. 18. yüzyıl aristokratlarından 4. sandwich kontu ( 4th earl of sandwich) john montagu, uşağından iki dilim ekmek arasında sığır eti koyarak servis etmesini istermiş. bu yemeği kart oyunları oynarken yemeyi çok severmiş çünkü ellerinin etten yağlanmasını engelleyip kartların bozulmamasını sağlarmış.

onu gözlemleyen montagu'nun arkadaşları ''sandwich'inkinin aynısından'' diye istemeye başlamışlar ve böylece ingiltere'nin en çok yenilen öğle yemeği olan sandviç, isim olarak doğmuş. insanlar peynirli ekmek veya etli ekmek yerine sandviç demeye başlamışlar. bu arada ''earl of sandwich'' o ailenin ünvanıdır.

handikap: ingilizcesi handicap olan bu kelime, 17. yüzyıl ingiliz ticaret oyunu “hand-in-cap” ten gelir yani ''el şapkada''. oyun iki kişi ile oynanır ve hakem bulunur. oyuncular takas etmek istedikleri iki eşyayı sunarlar. hakem daha sonra eşyaların eşit değerde olup olmadığına karar verir. daha az değerli nesnenin sahibi aradaki farkı para olarak şapkaya koyar ve hepsi bir elini şapkanın içine koyar. iki oyuncu hakemin değerlendirmesiyle aynı fikirdeyse, avuç içi açık olarak ellerini şapkadan çıkarırlar. eğer aynı fikirde değillerse, yumruk şeklinde ellerini çekerler. her ikisi de kabul ederse veya karşı çıkarsa, hakem kaybedilen parayı alırken, biri kabul edip diğeri kabul etmezse, işlemi onaylayan oyuncu kaybedilen parayı alır.

trajedi: ingilizcesi tragedy olan bu kelime yunancada "keçi şarkısı" anlamına gelen ''tragodia'' kelimesinden gelir. bu ilginç kökeni açıklamak için öne sürülen fikirlerden birisi de; keçilerin atina oyun yarışmalarının sonunda tanrılara kurban edilmesi sırasında çığlıklarının yunan trajedileriyle ilişkilendirilmesidir.

boykot: ingilizcesi boycott olan bu kelime kökenini yüzbaşı charles c. boycott'tan alır. 1880'lerdeki irlanda arazi savaşları sırasında, boycott, hepsi kiracı çiftçilerin hakları için savaşan irlanda arazi birliği ve destekçileri ile bir dava açar. dava ünlenir ve boycott tüm dillere yayılarak kullanılmaya başlanır.
devamını gör...

freddie mercury

queen grubunun solisti, gönüllerin ve en çok dinlenen şarkıların sahibidir. muhteşem sesi ve yeteneği ile adeta sahne sanatçısı olmak için doğmuştur. zaten, liseyi bitirince gittiği sanat ve grafik dizayn bölümünde okurken de ilginç kıyafetler dener, tırnaklarını siyaha boyarmış.

özellikle cinsel tercihinden kaynaklı toplum ve aile baskısından çekinmemiş gibi hissettirse de hep çekinmiş çünkü yaşadığı sürece cinsel tercihini açıklamamış ama biliyoruz ki o bir gay ya da biseksüel ki kendi ifadesine göre biseksüel. yalnız bu bilgi onunla gömülmüş gibi görünüyor. gerçi bu kimseyi ilgilendirmemeli çünkü o sadece sahne performansı ile ilgilenilmesini istemiş hep ve sahneye en çok yakışanlar listesinde şüphesiz ki başı çekiyor.

hayatımın tek aşkı dediği, yaşadığı sürece en yakın arkadaşı olarak kalan kadın ise mary austin'dir. mercury şöyle tanımlamış mary’yi;

''bütün aşıklarım bana neden mary'nin yerini alamadıklarını sordular ama bu imkansızdı. sahip olduğum tek arkadaşım mary ve başka kimseyi istemiyorum. bana göre o benim nikahsız karımdı. bana göre bu bir evlilikti. birbirimize inanıyoruz. bu bana yeter. bir erkeğe mary'ye aşık olduğum gibi aşık olamam.''

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

mary için bestelediği ''love of my life'' şarkı en sevilen queen şarkılarından biri aynı zamanda;
love of my life

anladığım kadarıyla mary’e aşık olmuş ve çok sevmiş ama biyolojik olarak istediğini erkeklerde bulmuş ki jim hutton ile uzun bir ilişkisi olmuş ve muhtemelen aradığını bulduğu adamdı.

45 yaşında yaşama gözlerini kapayan mercury, maalesef yaşamı yarıda kalmış yetenekli müzisyenlerden biridir. daha neler üretirdi bilemiyoruz ama bıraktıkları paha biçilmez.

çok sevdiğim ve tek başına yaptığı çalışmalarından biri ile yazıma son veriyorum; love me like there’s no tomorrow
devamını gör...

fallen angel

bestesi robert fripp'e, sözleri ise john wetton ve richard palmer-james'e ait king crimson şarkısıdır. john wetton'ın büyülü sesi ile bu hüzünlü şarkıyı seslendirmesi ayrıca etki yapar insanda.

şarkı, new york'taki bir motosiklet kulübündeki iki erkek kardeşin hikayesini anlatıyor. adından da anlaşılacağı üzere “fallen angel” yani düşmüş bir meleğe gönderme yapılır şarkıda, o da küçük kardeştir. küçük erkek kardeşin new york şehrinin soğuk sokaklarında trajik ve zamansız ölümü böyle hüzünlü bir şarkıyı ortaya çıkarır.

ayrıca fallen angel, robert fripp'in akustik gitar çaldığı son king crimson kaydı diye geçiyor. sonraki kayıtlarda yalnızca elektro gitar çalmış. şarkı, wetton'la palmer-james'in birbirinden kopuk fikirlerini alıp tutarlı bir hikayeye dönüştürmesinin ürünü.

fallen angel/youtube
devamını gör...

eudaimonia

eudaimonia; kökü eski yunanca olan bu sözcük, sözlük anlamı olarak farklı dillerde sadece mutluluk ve iyi olma hali olarak çevrilse de daha derin anlamları ve açıklamaları olan bir kelime. aristotelesçi etikte insanın yaşamının en iyi ve yüksek olduğu hal olarak tanımlanıyor. sokrates'e göre erdemli olmak yeterliyken, epiküre göre hayatı zevk içinde yaşayıp acıdan kaçınmaktır eudaimonia. antik yunancadan sadece "mutluluk" olarak çevrilmesi bu kelime için talihsizlik olarak düşünülüyor.
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
devamını gör...

the mars volta

2001 yılında kurulan grubun yaptığı müziğin türü; progressive rock, experimental rock ve progressive metal olarak geçiyor ama çok fazla müzik türünün öğelerine sahip aslında; hardcore, psychedelic rock ve free caz gibi. grubun lideri ve gitaristi omar rodríguez-lópez progressive rock'taki değişimi yaşama benztiyor; ''ilerlemiyorsan durgunsun ve bu yaşamın yolu değil."

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
grubun yani, rodriguez-lópez ve cedric bixler-zavala'nın gençlik halleri.

neredeyse tüm parçaları rodriguez-lópez tarafından bestelenmiş grubun, sözler ise vokal cedric bixler-zavala tarafından yazılmış. ben ilk etapta dinlerken king crimson, led zeppelin ve pink floyd etkilerini hissetmiştim ama daha sonra çok fazla müzik öğesi duyunca çok daha fazla türde gruplardan ve müzisyenlerden etkilendiklerini anlamış oldum. yani tam bir sentez müziği gibi ama her şeyden biraz alalım da sentez yapalım gibi değil de yeni bir tür yaratmış gibiler.

omar rodríguez-lópez'e göre sinema, onların şarkı yazımını da büyük ölçüde etkiliyor;

"gerginlik yaratmak, akış yaratmak, sahneler yaratmak, hızlı tempolu sahneler yaratmak, minimum diyalog yaratmak; bu bizim en büyük etkilerimizden biri."

grubun adı da yine sinema ile ilgili; volta kelimesi italyan film yönetmeni federico fellini'nin kitabından. fellini'ye göre yeni bir sahneye volta deniyor. yani grubun ismi de bu kelime ile anlam kazanıyor çünkü her bir şarkı farklı farklı sahneler ve anlar içeriyor gibi. mars yunan mitolojisinde ''god of war'' yani savaş tanrısı anlamına geliyor.

2001 yılında kurulan grup, 2013 yılında cedric bixler-zavala'nın gruptan ayrılmasıyla son buluyor fakat 2022'de yeniden bir araya geliyorlar ve grupla aynı adı taşıyan bir albüm yapıyorlar.

the widow; en çok dinlenen parçalarından biri ile ilk defa dinleyecelerin kulaklarının pasını silelim.
devamını gör...

pisagor

hepimiz onu pisagor teoremi ile tanısak da çok ilginç özellikleri olan bir matematikçi ve düşünür. şimdi yazacaklarımı okuduğunda şaşırmayacak yoktur muhtemelen. yalnız onun yaşadığı zamanı düşünürsek (mö 570 - mö 495) şaşırma seviyemizi biraz düşürmemiz gerekir.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
resmeden: augustus knapp, 1926

pisagor'un takipçileri varmış; yani daha çok mürit gibi. yalnız zaten donanımlı olan bu insanların tek amacı daha çok öğrenmek ve evrenin bilmecelerini çözmekmiş. pisagor, takipçilerine evrenin matematiksel uyumlar tarafından kontrol edildiğini öğretiyormuş; yani ona göre sayılar kutsal. sayılar tanrı daha çok; 7 bilgelik sayısı, 8 adalet sayısı ve 10 en kutsal sayı. tabii yunanlar garip ve korkutucu bulmuş bu durumu ve onu istenmeyen adam ilan etmişler.

pisagor'un takipçilerinin 10 sayısına tapmak için önceden belirlenmiş bir duaları bile varmış. pisagorculara katılmak istiyorsan, kutsal üçgene yemin etmen gerekiyormuş.

"bizi kutsa, tanrıları ve insanları yaratan ilahi sayı!"

''çünkü ilahi sayı, kutsal dörtlüye gelinceye kadar derin, saf bir birlik ile başlar; o zaman her şeyi kuşatan, ilk doğan, asla sapmayan, asla yorulmayan kutsal 10, her şeyin anahtarıdır.''

buradan da anlaşılacağı üzere; pisagor'un takipçileri gerçekten onun bir yarı tanrı olduğuna inanıyorlarmış. ona "ilahi pisagor" demişler ve insanlara onun bir tanrının oğlu olduğunu söylemişler; hermes ya da apollon'un oğlu. takipçilerinin hikayelerine göre kartalları ve ayıları okşayarak evcilleştirebiliyor, sesinin keskin gücüyle her hayvanı kontrol edebiliyormuş. pisagor aslında insanlara kendisinin bir tanrının oğlu olduğunu ve şu anki formuna ulaşana kadar tekrar tekrar reenkarne olduğunu söylüyormuş; truva savaşı'nda akhilleus ile birlikte savaşan bir asker, mütevazı bir balıkçı, hatta güçlü erkeklerle yatan güzel bir fahişe. pisagor'un hayal gücünün ne kadar güçlü olduğunu anlıyoruz. bu kadar zeki ve hayal gücü yüksek bir insan olunca o devirde bunların yaşanması normaldi belki de.

pisagor, ayrıca ahlaki nedenlerle et yemekten kaçınan ilk insanlardan biriymiş. yalnız, balık ve tavuk yiyen bir vegan gibi, pisagor vejetaryenliği bazı tuhaf boşluklara sahipmiş. tavuk yerken, kuzu yememek gibi.

pisagor'un hemen hemen her şey için inanılmaz derecede katı ve belirli kuralları varmış; önce doğru ayakkabıyı giymek, umuma açık yollarda seyahat etmemek, yere düşen yiyecekler için beş saniye kuralı gibi daha birçok kural.

pisagor, sessizliğin çok önemli olduğuna inanıyormuş; sessiz kalmak, kendini kontrol etmeyi öğrenmenin bir yolu ona göre. bu yüzden tarikatına katılmak isteyen herkesin yapabileceğinden emin oluyormuş. kayıt olan herkes ağzını kapatıp beş yıl boyunca kapalı tutmak zorundaymış! sonuç olarak, çenesini kapalı tutabileceğini kanıtlamadıkça kimsenin gruba girmesine izin verilmiyormuş.

iki tür pisagorcu varmış; pisagor'un en yakın ve en güvenilir takipçileri ve diğerleri. güvendikleri ile yüz yüze görüşür ve teoremlerini onlara ayrıntılı olarak anlatırmış. dünyanın geri kalanından saklanan ileri matematiğin sırlarını bilmelerine izin verilirmiş. yalnız bu grupta olmak için kişinin etten, kadınlardan ve özel mülklerinden vazgeçmesi gerekiyormuş. diğerleri ise pisagor'un yüzünü görmelerine asla izin verilmeyen takipçiler. onlarla konuştuğunda pisagor, oz büyücüsü gibi bir perdenin arkasına gizleniyormuş ve sadece onun ritüellerini takip etmeleri bekleniyormuş.

derlenilen kaynak
devamını gör...

leonardo da vinci

leonardo da vinci (15 nisan 1452 – 2 mayıs 1519), çok iyi bir ressam olarak tanınsa da aynı zamanda iyi bir filozof, matematikçi, heykeltıraş ve anatomi ile çok yakından ilgilenen bir bilim insanıdır. anatomik çizimlerindeki ayrıntılar hayranlık uyandırır. yaşamı boyunca onlarca insan ve hayvan kadavrası üzerinde çalışan da vinci şöyle diyor;

''sadece damarların nasıl çalıştığını, işlevini anlayabilmek için 10 tane cesedi açmak zorunda kaldım.''

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ayrıca resimlerindeki mekanik aletlere ait çizimlere bakarak mucitlik denemelerini de görürüz. denemelerinden biri de uçma üzerinedir ki birçok çizimi bulunur bunun üzerine.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

şöyle der:

''resim bir bilimdir ve tüm bilimler matematiğe dayanır. insanın ortaya koyduğu hiçbir şey matematikte yerini bulmaksızın bilim olamaz.''

leonardo da vinci genellikle mona lisa tablosu ile anılsa da, üç kadın portresi daha vardır yaptığı.

lady with an ermine'nin görseli;
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

ginevra de 'benci'nin portresi (1474–1478);
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

la belle ferronnière (1490–1496);
kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

başka bir sözünde ise şöyle der:

''ruhun elle birlikte çalışmadığı yerde sanat olmaz.''
devamını gör...

yahya kemal beyatlı

dün kahkahalar yükseliyordu evinizden şarkının sözleri yahya kemal beyatlı'ya aittir ve bu şiiri delice aşık olduğu celile hanıma yazdığı rivayet olunur. celile hanım öyle güzeldir ve zamanın ötesinde bir kadındır ki yahya kemal'in aşık olmaması içten bile değildir. celile hanım'ın oğlu nazım hikmet'e özel ders vermek için gittiği evde sohbetleri koyulaşır. yalnız bu aşk nazım hikmet'in hiç hoşuna gitmez. kendisi hiç aşık olmamış, olmayacakmış gibi karşı çıkar. mutlu sona erebilecekken bu aşk ayrılığı ve acıyı tadar. insanların tepkileri, yorumları, karşı çıkışları bu aşkı yarı yolda bıraktırır.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel

celile hanım'ın gençlik fotoğrafı bu. kendisi yaşlanınca bile çok alımlı ve güzel bir hanımefendiymiş zaten.

şarkının sözleri ise şöyle;

“dün kahkahalar yükseliyorken evinizden
bendim geçen ey sevgili sandalla denizden
gönlümle uzaklarda bütün bir gece sizden
bendim geçen ey sevgili sandalla denizden

dün bezminizin bir ezelî neş'esi vardı
saz sesleri tâ fecre kadar körfezi sardı
vaktâ ki sular şarkılar inlerken ağardı
bendim geçen ey sevgili sandalla denizden”
devamını gör...

friedrich nietzsche

alman filozof friedrich nietzsche'nin 1882 tarihli “the gay science” veya “the joyful wisdom” (türkçesi şen bilim) adlı eserindeki beyanını bilmeyen yoktur; “tanrı öldü. tanrıdan geriye bir ölü kaldı ve onu biz öldürdük."

nietzsche'nin yaşadığı dönem; avrupa'da bilimin, matematiğin ve felsefenin yükseldiği, evrim gerçeğinin tartışılmaya başladığı dönemlerdir. hristiyanlık eleştirilerinin başlayıp, dinin ve tanrının sorgulanmaya başlandığı dönemlerdir. doğa bilimci ve evrim teorisinin temellerini atan charles darwin 1809-1882 yılları arasında yaşamış, friedrich nietzsche ise 1844-1900 yılları arasında yaşamıştır. yani birbirlerinin fikirlerinden etkilenmemelerinin mümkün olamayacağı bir dönemdir.

nietzsche'nin de tanrı ve din sorgulamaları bitmemiştir, onun üstinsanı tanrısızdır. aslında tanrı hiç var olmamıştır. dolayısıyla nietzsche din kaynaklı ahlak formlarını da reddeder. insan kendi değerlerini tanrı ve din olmadan üretebilmelidir. kendini eleştirebilen, doğruları kendisi keşfeden, yaratıcı ve cesur insan olmalıdır. yalnız zaafları da olmamalıdır. bazı insanlar üstün insanken diğerleri sıradandır. üstinsan acılarla var olur; kolay değildir onun gözünde üstinsan olmak. yani nietsche üstinsanı tanrı olarak görür. insan kendi kendinin tanrısı olacaktır. tabii bir erkek olarak nietzsche, bu insanı da erkek olarak idealize eder.

nietzsche, evrimi anlamaya çalışmış bir düşünürdür. fiziksel ve düşünsel gelişimimiz evrim yoluyla olmuştur. bu konudaki fikirleri darwin'in görüşleriyle paralellik içerir. üstinsan evrim basamakları ile var olur. aslına bakarsanız nietzsche, darwin'in kitaplarını okumamıştır kaynaklara göre ama darwin ve fikirlerini içeren tartışmaların içinde yer almış ve fikirlerini akademik insanlardan almıştır.

tanrı ve din kavramının dayatıldığı bir toplumda doğup da bu sorgulamaları bizden bir asırdan fazla önce yapmış olması onun fikirlerini daha değerli kılıyor. darwin'in evrim çıkarımlarının düşüncelerimizin aydınlanmasında büyük rol oynaması ise inanılmaz değerlidir.
devamını gör...

disclaimer

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel
alfonso cuarón'un renée knight'ın romanından uyarladığı ayrıca yönetmenliğini yaptığı, cate blanchett'in ''karanlık sırrının'' ifşa edilmesiyle tehdit edilen bir yazarı canlandırdığı yedi bölümlük psikolojik bir gerilim, olabildiğince rafhatsız edici ve karanlık bir drama. cate blanchett ve kevin kline'ın mükemmel oyunculuğu diziyi izlenesi kılan etkenlerden biri ayrıca.

biraz yavaş ilerliyor diyenler için; hikaye o kadar kompleks ki, doğru ve yanlışlar çözülemeyecek kadar karışmış bir yumağı andırıyor. o yumağı bir anda çözmek o kadar imkansız ki. insanız; empati kuruyoruz, yanılabiliyoruz, bize sunulanla gerçeklerin örtüşmeme ihitimalini düşünmüyoruz. bazen insan önyargılı yaklaşır durumlara ve sunulan bilginin ışığında insanları yargılar. genellikle genellemeler yaparak doğruyu ve yanlışı ayırır beynimiz. aslında ayrıntıları daha yakından incelesek ve yorumlasak bize sunulan bilgilere kuşkuyla yaklaşır ve başka bir bakış açısıyla baktığımızda başka türlü yorumlanabileceğini anlarız.


catherine'in çoğu zaman suskun kaldığı zamanlarda aslında içten içten nasıl acı çektiğini bilmiyorduk. bir annenin acısıyla kaleme aldığı kitabın her cümlesine inanarak öfkelendik catherine'e. annenin tek bildiği şey oğlunun ölüme terk edildiği bilgisiydi ve tabii ki fotoğraflar; inanılmaz erotik görünen ve bir günahın en erotik bir biçimde resmedilmesi gibi baktık bu fotoğraflara. gerçeğin ise bambaşka bir hikayeye uzandığını anladığımızda ise kandırılmış gibi hissettik.

stephen karısının acısından, oğlunun ölümünden sorumlu tuttuğu catherine'e acıların en büyüğünü yaşatmaya çalışmasına kadar empati duyduk, kitabı yayınlamasına sevindik ve catherine'in dünyanın gözünde rezil olmasını istedik hep birlikte. yalnız, intikam zehri insanın gözünü kör eder, stephen öfkesinin kurbanı olmaya razıydı. gerçekleri gördüğünde ise büyük hayal kırıklığı yaşadı ama artık öfkesinden kurtulmuş bu adamı kendi halinde o acı dolu evde kendi yalnızlığıyla başbaşa bırakmış olduk.

mutluluk, bazen bir adım uzağındadır ya da hiç var olmaz. tam ulaştım derken geçmiş yakana yapışır; yaşanmışlıklar bir set gibi önüne dikilir. bu dizide nancy'e, stephen'e, catherine'e, ve de en çok nicholas'a üzüldüm. bir yaşamın var ve o yaşam bir karenin etkisinde oradan oraya savrularak geçiyor. suçsuzluğun tek kanıtı olan o fotoğrafta görüyoruz nicholas'ın o çocuk bakışlarını.

devamını gör...

a bout de souffle

1960 yapımı á bout de souffle, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilir. godard'ın fransız yeni dalga akımı'na armağan ettiği ve bu akıma öncülük eden en güzel filmlerden biridir. hem o güne kadar var olan sinema kurallarını çiğnemek hem de böyle bir aşk hikayesi çıkarmak tam godard'lık bir işti sanırım. türkçeye ''serseri aşıklar'', ingilizceye ise ''breathless'' olarak çevrilmiştir gerçek anlamında olduğu gibi. her iki çeviriye de severim, ikisi de filmi anlamlı kılar.

kullanıcı tarafından yüklenmiş görsel



trailer

jean-paul belmondo'nun oynadığı suçlu, küstah ama çekici michel karakteri ve özelikle bu filmle birlikte gelmiş geçmiş en güzel oyunculardan biri olan jean sebarg'ın oynadığı acemi gazeteci patricia karakterinin aşkı neden bu kadar ilgimizi çekti?

benim için, diğer aşk hikayelerinde olduğu gibi kitsch değildi yaşadıkları sanırım. uzunca sürecek olan yatak odası sahnesinde samimi iki insan görürüz. hem flörtleşip hem de konuşabilen iki insan vardır karşınızda. tatlı sohbetleri hiç bitmesin istemiş godard demek ki bu sahne filmin üçte birini kaplar.

patricia, michel'e “seni sevip sevmediğimi henüz bilmiyorum." derken aşktan bahsetmiyordu muhtemelen, aşıktı ama michel sevmeye değecek bir adam mıydı? aşk ve sevgi aynı şey değildir zaten. aşk bir saman alevi gibidir; hızla yanar ve kül olur. sevgi sonsuza kadar sürebilir ama aşk bitecektir. bir heykel nasıl aşkı ölümsüzleştirebilirse, ölüm de aşkı ölümsüzleştirebilir ancak, michel de bunu yapar. bir nefeslik aşk…
devamını gör...
devamı...

normal sözlük'ü kullanarak 3. parti dahil tarayıcı çerezlerinin kullanımına izin vermektesiniz. Daha detaylı bilgi için çerez ve gizlilik politikamıza bakabilirsiniz.

online yazar listesini görmek için lütfen giriş yapın.
zaman tüneli köftehor rehberi portakal normal radyo kütüphane kulüpler renk modu online yazarlar puan tablosu yönetim kadrosu istatistikler iletişim